Yeni Üyelik
26.
Bölüm

Bölüm 26

@birbulutkalemi

Instgram ve Tiktok üzerinden "birbulutkalemi" hesabında yeni bölüm duyuruları, fotoğraflar ve gelecek bölümlerden alıntılar var, oraya da bakıp takip edebilirsiniz.

Özellikle bu bölüm anlattığım KADIN KAHRAMANLARIMIZla ilgili yorum yapmanızı istiyorum. düşüncelerinizi çok merak ediyorum.

 

 

Bir süre şaşırarak bakan Timur artan seslerle şöyle bir çevresine baktı. Diğer askerlerinde dikkatini çekmiş olmalılar ki az önce nerdeyse boş olan eğitim alanı bir anda dolmaya başladı. Sonra ise önünde ondan komut bekleyen Fatih ve İlkay'a baktı, ne düşündü bilmiyorum ama omuz silkip düdüğü çaldı ve ikisi de hızla çıktılar

İlkay ilk etap olan koşuda yavaştı ama sonra ne olduğunu anlamdan sürünme kısmına gelince kelimenin tam anlamı ile depar attı ve Yüzbaşı Fatih onun çok çok gerisinde kaldı.

Öyle bir hızla hareket ediyor ki Timur bile ilk başta bu yarışı önemsemezken İlkay'ın performansını görünce şaşkınlıkla takip etmeye başladı. Silahla atış yapılan yere geldiği zaman İlkay henüz bir dakikayı yeni doldurmuştu. Hedefe üç el ateş edip, ki hedef kağıdında sadece tek delik görünüyor hepsi aynı yerden girmiş kurşunların, hızlıca son aşama olan tırmanma kulesine vardı, yine bizi hayrete düşürecek bir performansla tamamlayıp iple aşağı inmeye başladığında Fatih henüz ateş kısmına geçti.

Çok geçmeden inip yanımıza geldiğinde tam olarak 2 dakika 37 saniye olmuştu. Onun iyi bir asker olduğunu biliyordum ama bu kadar iyi olmasını da beklemiyordum.

Onun ardından Yüzbaşı Fatih'te 4 dakikada tamamlayıp geldi. Suratı bu yenilgiyi hazmedemediğinden olsa gerek baya düşüktü. İlkay'ı alkışlayan askerlere ters gözlerle bakmayı da ihmal etmiyordu tabi.

Gözlerimi ondan ayırıp İlkay'a çevirdiğimde ise beklemediğim bir manzara vardı. O da aynı Fatih Yüzbaşı gibi ters ters askerlere bakıyordu. Niye bakıyor ki sonuçta baya iyi bir başarı elde etti ve bu onun hakkı. Her zaman iyi olan davranışın karşılığını alması gerektiğini düşünen benim aksime, İlkay böyle düşünmüyor anlaşılan. Bir şey demesini bekliyorum ama demeden aynı ifade ile askerlere bakmaya devam ediyordu. Tabi kimse fark etmediği için kendisi müdahale etti.

"Asker kendinize gelin!" dedi baya gür bir sesle ki o bağırır bağırmaz çevrede biriken askerlerin hepsi susup ip gibi bir şekilde dizildiler. Sanki karşımda sayıma çıkan askerler vardı.

"Beni rahatta dinleyin!" demesiyle hepsi rahat pozisyonuna geçtiler.

"Sırf bir kadın olduğum için, çok çalışıp kendimi geliştirerek elde ettiğim güçle, bir erkeğin önüne geçtim diye beni alkışlamanıza ihtiyacım yok!" dedi. Susup tüm askerlerin üzerinde gözlerini gezdirdi.

"Geldiğimden beri onlarca laf duydum ve sustum ama bu kadar yeter. Ben buraya, bu konuma kimsenin torpili ile gelmedim. Sadece çalıştım, hem de çok çalıştım. Siz 14-15 yaşlarınızda arkadaşlarınızla sokakta oynarken ben askeri lisede eğitimdeydim. Siz bayramlarda evinizde ailenizle birlikteyken ben yine askeriyede nöbetteydim. Ben şimdi 33 yaşında Yüzbaşı olmuşsam bu ancak çok çalıştığım içindir. Ben yıllarca dağda sizin buraya esir alıp getirdiğimizde bile bazen çekinerek baktığınız insanlarla savaştım, yeri geldi yıllarca ailemi görmeden, evime gitmeden savaştım hem de!" dedi ve yine dediklerinin etkisini görmek için hepsinde gözlerini gezdirdi. Benim de gördüğüm hala alaylı bir ifade ile ona bakan askerleri görünce konuşmasına devam etti.

Özellikle o alaylı bakan askerlere bakarak, "Üreme organlarımın dışarıda değil de içeride olması sizin yapabileceklerinizi yapamayacağım anlamına gelmez! Ben bir kadınım, ben evladım, ben anneyim, ben eşim ve ben askerim! Bir kadın isterse her şey olabilir! Bunu artık anlayın ve kabul edin, yoksa bu tarz yenilgileri daha çok tadar ve kendi cinsinizdekilerden tıpkı az önce Fatih Yüzbaşı'ya yaptığınız gibi alay duyarsınız."

Daha fazla konuşmakla konuşmamak arasında kalıp konuşmaya karar verdiğini ellerini arkasında birleştirip omuzlarını daha da dikleştirmesinden anladım. Ciddi bir konuşma yapacak anlaşılan.

"Görüyorum ki beni ve benim gibi kadın olan meslektaşlarınızı hafife alıyorsunuz. Bu yaşa gelişsiniz ama ya bilmiyorsunuz ya da unuttunuz. Bir komutanınız olarak bunu hatırlatmak ya da bilmeyenler için öğretmek de ancak bana düşer." Dedi askerleri bir merak sardı. Aşağıladıkları bu kadın onlara ne öğretebilirdi ki?

"Bu ülke işgal altındayken cepheye bebeğini sırtına bağlayıp mühimmat ve erzak taşıyan, bunları taşırken de soğuktan bebeği donarak ölen Şerife Bacı, çok iyi silah kullanan daha birkaç aylık evli olmasına rağmen eşi ile birlikte Kurtuluş Savaşı'na katılan Gördesli Makbule ki kendisi yine 1922'de düşmanla savaşırken başından vurulup şehit edilmiştir. Ya da yine sizin gibi düşünen erkekler yüzünden, erkek kılığına girip savaşa katılan ve Halim olarak bilinen Halime Çavuş!"

Kısa bir an durup zorlukla yutkunarak konuşmasına devam etti. Gururdan mı yoksa anlattıklarının etkisinden mi bilmem ama gözleri ayrı bir parlayarak konuştu hem de.

"Ya da durun durun en çok şaşıracağınız Nezahat Onbaşı, kendisi ilk defa İstiklal Madalyası'na layık görülmüş bir kız çocuğudur. Evet evet yanlış duymadınız kız çocuğu. Annesi küçük yaşta ölünce 70.Alay'da olan Hafız Ali Bey ile yani babasıyla birlikte tam 9 yaşında cepheye çıkmıştır. Birinci ve ikinci İnönü Savaşlarına katılıp orada askerlerin o daha çocuk çok etkilenmesin diye boş oldukları anlarda ona at binmeyi ve o an askerlerin yaptığı her şey öğretmeleriyle birlikte Nezahat'in de çok zeki bir çocuk olmasıyla kısa zamanda çok iyi silah kullanmaya ve at binmeye başladı. Cephede askerler ne zaman umutsuzluğa düşse askerlere moral oldu. Gitti onlarla konuştu, yeri geldi eğlendirdi. Korkmayın dedi! Kazanacağız savaşı! Bu gayreti herkesin ağzında dilden dile konuşuldu. Ve Nezahat 12 yaşında Onbaşı rütbesini aldı. Ha bu arada kendisi tarihimizde bilinen ilk kadın keskin nişancıdır. 100'den fazla Yunan Askeri'ni öldürdüğü söylenir."

Cümleleri bitince bu sefer yüzünde daha sinirli bir ifadeyle baktı karşısında dizilen askerlere. "Sizin kadın diye asker olamaz dediğiniz biz kadınlar ve yine kadın olan atalarımız konu Türk Yurdu olunca geri çekilmez, hiçbir şey onları yıldıramaz! Şu an üzerine bastığınız topraklarda nice kadının kanı varken, sizler sırf erkek olduğunuz için kendinize kadınları hor görüp aşağılamayı hak göremezsiniz. Gördürtmem!"

Karşısındaki askerler sesinin daha da yükselmesiyle ve el hareketlerinden, hiddetinin şiddetinden korkmuş olsalar gerek ki gıkları çıkmıyordu.

"Gerçi size de diyecek çok bir şey yok. Çünkü korkuyorsunuz! Bir kadının size muhtaç olmadan yaşaması, gerektiğinde arkasını dönüp gidebilmesi, eline bir silah alıp sizden çok daha iyi bir şekilde vatanını savunup koruması sizi korkutuyor!" dedi yüzünde küçümsemeyle.

Yerinde daha da dikleşti, adeta durduğu yerde devleşti. Karşımda şu an asaletin temsilcisi gibi duruyor. Kim dursa karşısında ezip geçecekmiş gibi. O gerçekten çok güçlü ve örnek alınası bir kadın.

"Fakat biz korkmuyoruz! Elimize o silahı alıp vatanı da savunacağız, gerektiğinde ardımıza bakmada gideceğiz de. Neden biliyor musunuz? Çünkü yapabiliyoruz. Siz ne yapabiliyorsanız biz aynısını hatta çok daha iyisini yapmaya devam edeceğiz! Unutmayın ki aydınlık, karanlıktan korkmaz! Biz Türk kadınları korkuyu onu kullananlara karşı kullanacağız. Tıpkı şimdi karşımda hepinizin bacaklarının titrediği gibi!" dedi.

Alayla onlara bakıp bu sefer kafasını yanımızda bekleyen Fatih Yüzbaşı'ya çevirdi, "Ve siz Fatih Yüzbaşı'm, benim sizin laflarınıza ve imalarınıza cevap vermememden ötürü siz kendime güvenmediğimi ya da işimde kötü olduğumu düşünmüş olabilirsiniz ama bir kadından en çok da tepkisiz kaldığı zaman korkulması gerektiğini umarım anlamışsınızdır!" dedi. Konuşmasına izin vermeden kafasını tekrar askere çevirdi.

"Çok konuştum son bir şey söyleyip bırakacağım sizi." Dedi ve alaylı ifadesini yüzünden silip yine ciddi bir yüze büründü.

"Bu meslekte cinsiyet ön planda değil, hiçbir zaman da olmadı asker! Bu meslek anca memleket meselesi olmuştur. Unutmayın ki HER TÜRK ASKER DOĞAR! Şimdi dağılabilirsiniz ve unutmadan, bir daha meslektaşınız olan herhangi bir kadına aşağılayıcı söylemde bulunanı görürsem yakarım askerliğini!" dedi

Hiç kimseye bakmadan yanıma geldi. "Asya ben çıkıp bir üzerimi değiştireyim, seninle 15 dakika sonra salonda buluşuruz olur mu?"

"Tamam, olur. Bende rahat bir şeyler giyinip gelirim." Dedim ve o onaylayıp gitti. Yanımda olan Timur'un anlamsız gözlerle bana baktığını görünce açıkladım bende.

"Sevgilim, İlkay her ihtimale karşı önlem almak için antrenman yapmayı önerdi, ben de sen iyileşene kadar onunla çalışmanın iyi olacağını düşündüm. Savunma sporlarına ilgimden bahsetmiştim şimdi kapalı salonda çalışma yapacağız."

Dediklerim hoşuna gitmiş olsa gerek ki başıyla onayladı beni. "İyi düşünmüşsünüz canım da ocak ayında bu havayı zor bulursunuz, dışarıda çalışsaydınız ya salon dağınıktır şimdi" dedi.

"Şey İlkay, kendimi savunabildiğimi kimsenin bilmemesinin daha doğru olacağını söyledi, benim de aklıma yattı açıkçası. Aksi bir durum olursa beni savunmasız sanmaları onlara karşı artı puan olurmuş şaşırtıp kendimi daha iyi koruyabilirmişim."

"Sanırım İlkay dediğin kadar iyi bir asker, bu benim aklıma gelmemişti." Dedi. Ah bir bilsen onun Kurt olduğunu, seni de çalıştırmasını istersin sevgilim ama bana kısmet oldu. Şansına küs artık.

"Öyledir tabi benim arkadaşım, sen ne yapacaksın? Kendini çok yormak yok Timur!" dedim. Ben yanından ayrılır ayrılmaz çalışmaya başlayacağına eminim.

"Merak etme, çok işim yok sadece bugünün raporlarını yazacağım. Bir de denetim için gelecekler var, onlar için askerlere temizlik yaptıracağım. Artık evhamlanma iyiyim ben hareket ederken sızım bile olmuyor." Haklı bir yerde ama ne yapayım endişeleniyorum onun için, yoksa yarasının iyileşmeye başladığını elbet biliyorum günlük pansumanını ben yapıyorum.

"Tamam, öyle olsun. Ben gidiyorum şimdi haberleşiriz sevgilim." Dedim ve kalabalıkta olduğumuz için sadece gülümseyip arkamı döndüm.

Önce revire geçip üzerime spor için uygun olan tayt ve tişört giyip sonra ise salona geçtim. Benden önce gelen İlkay ki bunda revirin buraya olan uzaklığı etkili, yoksa çok dakik bir insanımdır. Ortalığı biraz toparlamış, bize çalışacak kadar alan açmış beni bekliyordu.

"Hazır mısın bakalım?" dedi bana olanlar hakkında konuşmak istemediğini belli ederek.

"Hazırım ama uzun süredir çalışmadım hiç, biraz paslanmış olabilirim." Dedim üzgünce.

"Sorun değil önce esneyip ısınalım sonra çalışırız." Dedi ve klasik esneme hareketlerine başladık.

"Bu kadar yeterli sanırım. İlk önce teknik başlayalım ne kadar iyisin bir hareketleri benim üzerimde dene, doğrunu yanlışını tespit etmiş oluruz böylece."

"Olur, öyle yapalım. Neyle başlıyoruz?" dedim heyecanla.

"İlk olarak yere düşürmeyle başlayalım, tek kol ve omuzla yere düşürme." Dedi ve benden hamle beklemeye başladı. Kolunu kolumun arasına sıkıştırıp tüm vücuduma ona döndüm, sıkıştırdığım kolunu kendime çekince sırtıma doğru çıktı ve ben de sıradaki hamleyi yapıp kalçamı yükselttim. Kolundan çekmemle sırtımdan yanıma doğru yuvarlanarak düştü ve hemen kendini toparlayıp kalktı tekrar.

"Çok iyi, devam edelim." Dedi ve bizim için uzun soluklu bir eğitim aşaması başlamış oldu. Teknikleri göstermemin ardından bu sefer o karşı koyarken onu yere sermemi istedi ama ona karşı yaptığım her hamlede mindere serilen ben oldum. Bir buçuk saat kadar çalışmamızın ardından, "Bu kadar yeterli bugünlük Asya, şimdi gitmem lazım. Planın ilk aşamasını başlatacağım." Dedi.

Bunu duyunca şaşırdım çünkü Timur hiçbir şey söylemedi. "Timur bahsetmedi bana bilmiyordum."

"Doğal, o da bilmiyor çünkü. Çıkınca yanına gideceğim. Zaten senin de katılman lazım hatta birlikte gidelim." dedi.

"Olur gidelim ama önce hızlıca bir duş alsam, ben baya terledim de senin aksine." Gülüp beni onayladı. Gerçekten de benim tişörtüm terden nemlenmişken onun saçı bile bozulmamıştı ki saçlarına ayrı hayranım keşke benim de yapabilecek cesaretim olsa. Saçları oldukça kısa erkeklerinki gibi ama az daha uzunu hatta şey Uyumsuz serisinin ikinci filmi olan Kuralsız izleyeniniz vardır, oradaki Beatrice gibi modeli. Benim asla cesaret edemeyeceğim bir şey yani.

Yanından ayrılıp hızlı bir duş alınca Timur'un odasına çıktım. Kapıyı tıklatıp, "Gel!" demesini duyunca içeri girdim. İçeride İlkay ve Nihat'ta vardı.

"Gel Asya, biz de planı konuşuyorduk." Dedi İlkay. Onun rahatlığının aksine Timur gergin bir ifadeyle konuştu, "Asya, gel vazgeç çok tehlikeli." Dedi.

"Timur, konuştuk bunu hem merak etme Nihat beni hep koruyacak, sen dikkat çekersin ama o çekmez."

Bu sefer araya İlkay girdi, "Aslında planda ufak bir değişiklik yapabiliriz, Asya buradan yalnız çıksa şüphe çekebilir ama arkadaş olduğumuzu çoğu kişi anladı. Birlikte çıkıp bir kahve içebiliriz böylece hem yalnız olmaz hem de onu koruyabilirim."

Konuşması bitince fikri Timur'un hoşuna gitmiş olacak ki, "Bu daha iyi bir fikir yanında olup anında müdahale edebilirsin." Dedi.

"Ben yine de uzaktan takibi de yapıp garantiye alırım." Dedi Nihat'ta. Böylece zaten konuştuğumuz planın üzerinden bir kez daha geçip ufak tefek değişiklikler yapınca hazır olduk. İlk aşama olan bilişim elemanlarını denemek olan planımızı başlatmak için İlkay ve Timur çıkarken, ben ve Nihat'ta bahçeye indik.

 

 

İlkay'dan

Şu birkaç günde başıma gelmeyen kalmadı gerçekten, bir an önce burada işimi bitirip tekrar dağlara dönmek istiyorum. Her ne kadar erkeklerden bunalıp Asya ile yakınlaşıp arkadaş olsam da ne yazık ki erkek olmayı maharet sayanların çoğunlukta olduğu bu yerde olmak beni gereksiz geriyor. Dağa çıkmadan önce içinde bulunduğum bölük hiç de böyle değillerdi. Benim dağda olduğum süre boyunca buradakiler medeniyetlerini kaybetmişler sanırım.

Neyse ki bugün yaptığım küçük gösteri ve hayatın gerçekleri onları bir süre susturur, ben de o arada işimi bitirip asıl görev yerime dönerim. Her ne kadar Maho için burada dursam da asıl hedefim Kasap lakaplı Ratko Mladic'in ardındaki adam. O yüzden en alttan başlayıp tepeye çıkmak zorundayım. Bana kalsa ben bugün alırım Kasap'ı bir güzel konuşturup ardındaki isme de ulaşırım ama burada emir demiri keser her şey yasal ve belgeli olmak zorunda. O soysuzların kim olduğunu bilsem bile alamıyorum bu yüzden.

Şimdi planın ilk aşamasını uygulamak üzere Timur'la birlikte operasyon planlarının yapıldığı toplantı odasına geldik. Sözde bir baskın yapılacak onun için konuşacağız.

"Komutanım, yolları kapatıp aldığımız istihbarata göre de konuma onların geleceği saatten bir saat önce gitsek yeterli olur bence." Dedi Timur sözde harita üzerinde ellerini gezdirirken.

"Çok tahmin edilesi bir hamle Üsteğmenim olmaz! Başka bir plan düşünün!" dedim ben de onunla ters düşmek için. Bana bakıp dudaklarını oynatarak üzgünüm dedi. İşte şimdi kavga etmemiz için olan hamle geliyor.

"Her dediğime karşı çıkıyorsunuz, çok biliyorsanız siz yapın tahmin edilmeyen hamle! Her önüne geleni böyle askere alıyorlar sonra başıma koyup konuşturuyorlar senin yaşından çok göreve çıkmışımdır ben. Bu plan iyi diyorum." Dedi.

Durup odaya baktım içeride üç bilişim görevlisi Ege, Merve ve Emre vardı. Sinirle Timur'a dönüp geri onlara baktım. "Siz çıkın hemen dışarı. Bahçede beni bekleyin ben gelene kadar ağzını açanı yakarım! Anlaşıldı mı Asker?"

Üçü de hızla ayağa kalkıp, "Emredersiniz, komutanım!" dediler ve ne kadar sinirlendiğimi gördükleri için hızla dışarı çıktılar. Biz de Timur ile onlar çıkar çıkmaz bir yandan birbirimize bağırırken bir yandan da odanın kapısına yaklaşan birisi var mı görmek için ana ekrana güvenlik sistemini açtık.

Ardından hemen çantama koyduğum Cc308in askeriye için geliştirmiş bir modeli olan isminin anılmasının bile yasak olduğu kamera ve dinleme cihazı tespitinde kullan detektörünü Timur'a verip, bilgisayar sistemini takip edebilmek için buradaki ana bilgisayara fark edilemeyecek bir program yüklemeye başladım. Bu MİT için tasarlanan özel bir program ve kolay kolay tespit edilemez. Karakolda bulunan tüm bilgisayarlar da buraya bağlı olduğu için bu program sayesinde her bilgisayara erişimim olacak. İncelemek uzun sürecek olsa da hain eğer bu yolla bilgi veriyorsa tespit için en iyi yollardan birisi.

Timur tüm odayı taramasına rağmen ne böcek yani dinleme cihazı ne de güvenlik için koyulan kameralar dışında bir kamera buldu. Bu da demek oluyor ki buradan gizlice dinleyip öğrenmiyorlar. Bu iyi, şimdi sıra Asya'da o da başarı ile hallederse ikinci aşamaya geçeceğiz.

 

 

Asya'dan

Onların toplantı odasına gitmesiyle biz de Nihat'la bahçeye indik. Giriş kapısını rahatlıkla görebileceğimiz bir yere geçip İlkay ve Timur'un şüphelileri göndermesini beklemeye başladık.

Aradan geçen yarım saatin ardından biri kız ikisi erkek üç kişi çardaklara gelip oturdular. Aralarında konuşmalarını duyamasak da yanımızdan geçerken, "İlkay Yüzbaşı, Timur komutanımızı fena haşlayacak, baksana bizi bile gönderdi buraya." dediklerini duyduk. Böylece planın ilk aşamasının başarılı olduğunu anlamış olduk.

Sıra bende şimdi, Nihat'a bakıp göz göze gelince önüne geçip onu görme ihtimallerini düşürdüm. O da telefonunu çıkarıp beni aradı, sesi duymalarıyla kafalarını çevirip bize baktılar ama hemen geri döndüler. Ben biraz yüksek bir sesle, "Neyse Nihat sonra konuşmaya devam ederiz. Arkadaşım arıyor yarım kalmıştı az önce konuşmam." Dedim ve oradan ayrılıp diğerlerinin daha yakınına ilerledim. Nihat'ta içeri doğru gidip kapının önünde telefonla uğraşır gibi yapıp kulağındaki kulaklıktan aslında beni dinliyordu.

"Alo, gitti mi geveze patronun" dedim ve biraz karşıyı dinliyor gibi yapıp devam ettim.

"Ay evet haklısın öyle oluyor. Nerede kalmıştım bu arada ben. Hah evet Kurt diye bir asker varmış işte kimliği falan baya gizli böyle yüzünü gören hiç kimse yok. İşte Yarbay çağırdı beni dedi git bir asker yaralanmış yardımın lazım. Ben tabi kim bilmeden gittim. Orada konuşurken anlattı bana kim olduğunu çok şaşırdım yani. Bir de görsen neler kaçırıyorlar adam taş taş nasıl gizli görevde anlamadım hiç asker olmak yerine manken olsa çok iyi kazanır kesin."

Ben biraz yüksek sesle konuşurken Nihat'ın sana bakıyorlar az daha abartarak anlat demesiyle tipini de bildiğimi ima eder gibi taş falan dedim. İçlerinde hain varsa iyice emin olsun gördüğüme diye.

Abartmamak için konuşmamı, "Ya böyle işte" dedim ve biraz karşıyı dinler gibi yapıp konuşmama devam ettim. Bugün dışarı çıkacağımın bilgisini de vermem lazım.

"Yok ya tabi ki sana anlatacağım dedikoduları. Buradan sadece bir tane kız arkadaşım var adı İlkay, hatta onunla kahve içmeye çıkacağız bugün mesai sonrası. Neyse ben çok anlattım sende ne var ne yok var mı dedikodu?" diye konuşmama dönünce onlar da sessizliği bırakıp tekrar kendi aralarında konuşmaya döndüler bende konuşurken farkında olmadan yürüyormuş gibi yapıp ağır adımlarla revire doğru uzaklaştım oradan.

Onların beni göremeyeceği mesafeye gelince, "Nihat, ben revirdeyim Timur ve İlkay da gelecek sen de buraya gel konuşuruz." Dedim.

"Tamam arkandayım zaten birazdan oradayım, hatta onları da gördüm geliyoruz şimdi." Dedi ve kapattı. Bende kilitli kapıyı açıp içeri girdim ve dışarıdan dikkat çekmemek için dinlenme odasına geçip onları beklemeye başladım.

Çok geçmeden gelip kapıyı kapatmalarından konuyu burada konuşacağımızı anlayıp, "Timur, anahtar çekmecede kilitleyebilirsin." Dedim.

İçeri giren İlkay'ın yüzü gülüyordu, Nihat'sa sabit en son gelen Timur ise beni görünce gülümsedi. Gelip yanıma oturdu. "Bir sıkıntı çıktı mı? Halledebildiniz mi?" dedi.

"Sorun yok, Asya Kurt'un yakışıklılığını ballandıra ballandıra anlatınca hepsinin dikkatini çekti, konuştuğu süre boyunca dinlediler onu." Deyince İlkay tek kaşını kaldırarak Timur ise öyle mi der gibi baktı.

"Ne yapayım klasik kız muhabbeti durduk yere Kurt'u birisine niye anlatıyım ben yani, yoksa Allah sahibine bağışlasın benim başım bağlı. Sonuna kadar beyciyim ben." Dedim gülerek. Bu tepkim onları da güldürürken ortam biraz yumuşamıştı.

"O zaman saat de çıkış saatine yaklaştığına göre sen hazırlan Asya, ben de odama geçip bir üzerimi değiştireyim kapıda buluşur çıkarız. Beyler siz de bizden önce gidin kafenin çevresinde bir yere konuşlanın takipte olun arkamızdan gelirseniz dikkat çekersiniz." Diye emirlerini sıraladı yine asla komutanlığı bırakamıyor bu kadın.

"Tamam öyle yapalım, Asya GPS'li yüzüğü sakın çıkarma bak olur mu!" diye de uyardı beni Timur. Hala bu işe karışmamı istemiyor biliyorum ki şimdi vazgeçtim deyim hemen uzaklaştırır beni.

İlkay ve Nihat önden odadan çıkarken ben de Timur'a daha da yaklaşıp ellerimi yüzüne koyup bana dönmesini sağladım, dudağına küçük bir öpücük kondurup, "Merak etme, yüzük yanımda ve diğeri de öyle her ihtimale karşı. Ayrıca İlkay ve siz de yanımda olacaksınız bir şey olmayacak."

Yüzündeki ellerimi elleri arasına alıp avuç içimi öptü yine, "Konu senken merak etmeme gibi bir ihtimalim yok benim. Endişelenmek elimde olan bir şey değil. Ben sen yanımdayken bile seni her şeyden korumak, sakınmak istiyorum. Şimdi sen tehlikenin bu kadar içindeyken böyle beklemek çok zor."

"Anlıyorum seni sevgilim, ben de senin gittiğin her görevde böyle elim yüreğimde dönmeni beklerken çok daha fazlasını hissediyorum. İyi yönünden bak hep yakınımda olup beni koruyacaksın, ya hiç haber alamasaydın."

"Allah korusun Asya! Deme öyle, neyse tamam bu konuşma uzar gider, ben çıkayım sen de hazırlan ve sürekli mesaj atıp bana konum bildir tamam mı?" dedi.

"Canım GPS'den takip edeceksiniz ya." Diye hatırlattım. "Akıl mı bıraktın bende Asya. Tamam, öyle yapalım, görüşürüz güzelim" dedi ve yine elimi elleri arasına alıp öptü ardından yanağımı da öpüp çıktı odadan. Bende odamda üzerimi değiştirip İlkay'la birlikte kafeye gitmek için yola çıktım.

İlkay'la çok kalabalık olmayan bir kafeye geçip oturduk. Sanırım duyurma planı işe yaramış olacak ki karakoldan çıktığımız andan itibaren peşimizde olan bir araç vardı ve şimdi de gelip tam arkamıza oturdular. İlkay bana kafa sallayıp muhabbetin sıradan olması için ilk önce normal konulardan konuşmayı başlattı.

"Ne iyi oldu çıktığımız be orada tüm gün masada oturup dosya yazmaktan canım çıkmıştı. Arada yapalım bunu."

"Kesinlikle katılıyorum sana, yapalım. Bunaldım valla sağa dönüyorum erkek, sola dönüyorum erkek. Şöyle kız kıza dedikodu yapmak gibisi var mı hiç!" diye devam ettirdim bende.

"Ay Asya ya daha fazla dayanamayacağım valla, sen şimdi bu Kurt'u böyle kanlı canlı gördün öyle mi?" dedi sözde heyecandan fark etmeden yükselttiği sesiyle.

"Kızım bağırmasana gizli bilgi bu ama evet gördüm, bak yaklaş anlatıyım sana da ama kimseye söylemek yok." Dedim ve o bana yaklaşınca kulağına eğilip sözde anlatırmış gibi yaptım.

"Emin misin bunlar olduğuna belki öylesine gelmişlerdir." Dedim. Bu sefer o ayrılıp bir şey soracak gibi kulağıma eğildi, "Eminim, çıktığımız andan beri peşimizdeler, bak planda ufak bir değişiklik yapalım. Ben artık emin oldum bunlar bugün buraya seni almaya gelmişler, burada oturduğun sürece insanların içinden seni alamazlar. Ben şimdi birazdan üzerime kahve döküp tuvalete kalkacağım, ondan önce işte şaşırmış gibi yapıp o mu falan da diyeceğim ki artık benim de bildiğimi sanıp beni tuvalete gidince alsınlar. Ellerine düşmüş gibi yapıp bilgi almaya çalışacağım."

Ben ona eğilip, "Çok tehlikeli değil mi, ya sana bir şey yaparlarsa?" diye sordum. "Sorun değil, halledebilirim. Unuttun mu benim kim olduğumu. Bak kesinlikle ben sizinle iletişime geçmeden beni aramayın, ben bir şeyler öğrenince onlara aratmanın bir yolunu bulurum. Telefonda sana mavi dersem kim olduğunu öğrenmişimdir yok demezsem daha öğrenememişimdir sakın beni kurtarmaya gelmesinler. Mavi dersem zaten ben birkaç saate gelirim ne kadar uzağa götüreceklerine bağlı." Dedi ve geri çekilip bu sefer yüksek sesle, "Oha yani çok şaşırdım kızım, Kurt bildiğin dibimizdeymiş! Ama hiç beklemezdim o olmasını biliyor musun?" dedi.

Ben de ona uyup devam ettim, "Evet ya ben de öğrenince çok şaşırdım." Dedim.

İlkay bardağını dudaklarına götürüp geri masaya koyarken elinden düşürmüş gibi yaptı, "Hay Allah, yine beceriksizliğim tuttu. Sen içmeye devam et ben bir üzerimi temizleyip geleyim." Dedi ve ayağa kalkıp lavaboya doğru gitti. Onun gitmesiyle bende kafamı kaldırıp öylesine bakınıyormuş gibi yapıp karşımda oturan adamlara baktım.

İkisi birbirine bakıp kafalarını salladılar ve biri elini cebine atıp bir şişe ve bez çıkarınca uyutup götüreceklerini anladım ama planı kendisi kurduğu için bir şey yapmadan bekledim.

Mendili alan tuvalete giderken ki buradan İlkay'ın haklı olduğunu bunlarla baş edebileceğini anladım çünkü aklı olan hiçbir insan eğitimli bir askerin yanına tek başına gitmez. Kalan adam da kasaya gidip parayı ödedi. Sonra o da diğerine yardıma gitti sanırım.

Çok geçmedi ki kalkıp bir bakmak için tuvalete doğru yürüdüğümde ikisinin İlkay'ı tutup arka kapıdan kimseye görünmeden çıkarmaya çalıştıklarını gördüm. Planın başarılı olduğunu anlayınca ben de masaya dönüp çantalarımızı aldım hesabı ödeyip arabama geçtim ve Timur'u aradım.

"Asya, ne oldu her şey yolunda mı?"

"Plan değişti, İlkay kendini yakalattı. Gittiklerini gördüm siz yanıma gelin, yolda anlatırım birlikte geçelim karargâha." Dedim

İkisi dikkat çekmemek için arabasız gelmişlerdi, karşıda bekledikleri yerden ellerinde tabletle gelen Timur ve Nihat şaşkın bir yüzle bindiler arabaya. "Neler oluyor Asya, ne demek kendini yakalattı?"

"Şöyle ki biz çıkar çıkmaz peşimize takılmışlardı zaten biliyorsunuz. Kafeye de gelip yanımıza oturduklarında İlkay beni almaya geldiklerini düşündü ve planı kendine çevirdi. Sözde ben ona Kurt'un kimliğini söyledim ve o da artık biliyordu bunu duyurdu onlara. İşte sonra bana insan içinde kalmamı ve kendisinin lavaboya gideceğini böylece benim yerime onu alacaklarını tahmin ettiğini söyledi ve dediği gibi de oldu onu aldılar."

"Ne yapacağız ya şimdi? Harekete geçelim kurtarmak için ben kameralara baktırayım hemen" dedi Nihat.

"Hayır, bir şey yapmayacağız. İlkay onlardan bilgi alabileceğini düşünüyor. Ondan haber bekleyeceğiz. Arayabilirse kendi arayacak yoksa onlar zaten ararmış İlkay aramızda şifre belirledi eğer o kelimeyi söylerse hainin kim olduğunu öğrenmiş demektir o kendi gelirmiş, söylemezse bekleyeceğiz."

"Neden kendi kafanıza göre iş yapıyorsunuz ki ya ona bir şey olursa!" diye kızdı Nihat. Niye bu kadar tepki verdi anlamdım.

"Sıkıntı yok, o iyi bir asker. Hiç tecrübesi olmayan Asya'yı almalarındansa onu almaları daha iyi olmuş. Hem kendine güvenmese zaten anladığı an Asya ile birlikte oradan çıkardı." Dedi Timur.

Tam Nihat yine araya girecekti ki izin vermeden ben konuştum. "Beyler sakin olun hadi revire dönelim ve aramalarını bekleyelim."

Revire gelip oturmamızın üzerinden altı saat geçmişti. Timur ben ve Nihat oturmuş haber beklerken gözüm tekrar saate gitti şu an saat gece 01.45 ve benim telefonum çalmaya başladı. Tanımadığım bir numaraydı. Timur'a bakınca, "Aç ve hoparlöre al onlar olabilir." Dedi. Dediğini yapıp açtım ve hoparlöre alınca, "Efendim?" dedim.

Arkadan boğuk sesler geliyordu en son konuş diye bir bağırtı gelince, "Gökyüzü bugün ne kadar da mavi, değil mi Asya." Diyen İlkay'ı duyunca ben rahatlayıp Timur ve Nihat'a kafamı salladım iş tamam der gibi.

"Öyle İlkay’cım nasıl güzel." Derken arkadan yine bir ses yükseldi, "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz, ver şu telefonu bana!" diye kaba bir sesle bağırdı ve dediği olmuş olacak ki bu sefer o konuştu.

"Arkadaşın elimizde, hemen dediklerimizi yapmazsan sabaha leşini alırsın!" dedi beni korkutmak ister gibi. Dudağım kendimden emince sola kaydı ve sinsice sayılabilecek şekilde sırıttım.

"Hayır, siz onun elindesiniz..."

 

Loading...
0%