@birbulutkalemi
|
Herkese merhaba, yeni bölüm sizlerle. Lütfen özellikle satır aralarına yorum yapıp, oy vererek destek olmayı unutmayalım ki kitlemiz büyüyebilsin. Instgram ve Tiktok üzerinden "birbulutkalemi" hesabında yeni bölüm duyuruları, fotoğraflar ve gelecek bölümlerden alıntılar var, oraya da bakıp takip edebilirsiniz.
İlkay’dan Asya'yı masada bırakıp tuvalete geldiğimde o adamların peşimden gelmesini beklemeye başladım. Ben bu işlerden biraz anlıyorsam attığım yemi yutup birazdan burada olurlar. Lavaboda eğilmiş gömleğimin ucunu silerken açılan kapıyla dudağım sola doğru kaydı. İşte bu ifade ben genelde kazanmadan önce yüzümde olan ifadedir. O arkamdan yaklaşırken ben aynadan bana gelmesini ona belli etmeden izliyordum. Elindeki bezden anladığım kadarıyla beni bayıltıp buradan çıkaracaklar. Arkamdan yaklaşıp bezi ağzıma bastırdığı an önceden gördüğüm için nefesimi tuttum ve o bayıldığımı düşünsün diye çırpındım biraz. Elini ağzıma daha da bastırınca kendimi birden bayılmış gibi yere bıraktım, son anda yakaladı beni. Bir kapı sesi daha duyuldu bu sefer arkadaşı da geldi seslerden anladığım kadarıyla. İkisi birden kollarımdan tutup dışarı çıkarmaya çalışıyorlar. Salaklar daha beni taşıyamıyorlar bir de kaçırmaya çalışıyorlar. Bedenimi arka kapı olduğunu tahmin ettiğim bir kapıdan geçirip arabaya taşıdıktan sonra beni arkaya bırakıp kendileri öne geçtiler ve arabayı çalıştırıp yola koyuldular. Tabi beni uyudu sandıkları içinde aralarında konuşmaları sıkıntı olmadı onlar için. "Çok kolay oldu bu iş, baksana karı arkada uyuyor öteki desen dünyadan haberi yok! Kesin yana döne bunu arıyorlardır." Dedi şerefsizlerden birisi eğlenerek, bekle ben sana göstereceğim kolay neymiş. "Lan bu karıyı konuşturunca Kurt'u da biz mi alsak, asker asker diye abartıyorlar hiçbir şey yok bunlarda. Bizimkiler dağa hep beceriksizleri topluyor." Ben izin vermesem sen beni yerimden oynatabilir misin acaba? "Hee iyi dedin biz alak. Kurt Kurt diye göz boyuyorlar hep. Hem onu biz alırsak mevkiimizde yükseliriz de, paraya para demeyiz varya." Merak etmeyin aptalla avanak ben sizi çok güzel yükselteceğim. Arabanın biraz daha hızlanmasıyla otobana çıktığımızı anladım. Umarım fazla uzağa götürmezler bir de geri dönüşü var bu yolun hiç uğraşmak istemiyorum. "Lan o değil de Maho içeri kimi soktu acaba, baksana adam kimsenin bilmediği Kurt'u tanıyan birilerini buldu içerden haber alarak." Dedi meraklı bir sesle. Evet işte böyle beklediğim konuşmalara girin ki ben de sizi daha az acılı öldüreyim. Maalesef ki teslim alamam siz benim Kurt tarafımı göreceksiniz ve Kurt'u görenler pek de uzun yaşamamalı ki diğerleri için dönmem sorun olmasın. "Vallah ben bilmiyom ama kadını teslim edeceğimiz adam kesin biliyordur. Maho'ya en yakın adam o, tüm planları onun aracı olmasıyla hallediyor." Dedi ve farkında bile olmadan hatta beni de yormadan aradığım bilgiyi bana gayet güzel verdiniz. Hayır Maho salak da bir adam değil gerçekten bu iki aptalı nasıl bir Türk askerinin karşısına gönderdi aklım almıyor, acaba tuzak olabilir mi? Gerçi sanmam ilk plan Asya'nın alınmasıydı, onlara göre bir doktor hem de kadın bir doktor savunmasız olacağı için bunların alacağını düşünmüş olmaları çok normal. Arabanın sarsılmalarından dağ yoluna girdiğimiz kesin ne taraftayız karanlıktan tabelada göremediğim için bilmiyorum ama çok geçmeden duran arabadan bu sefer birisi kollarımdan diğeri ayaklarımdan tutup indirdiler beni, gözlerimi fark edilmeyecek kadar açıp etrafı izlerken onlar beni sallaya sallaya kulübeye sokup yere bıraktılar. "Lan ne olur ne olmaz biz bağlasak mı bu karının elini, kadın falan ama asker sonuçta bir maraz çıkarmasın?" işte yolda atıp tutup Kurt'u da biz yakalayalım diyen adamlar bunlar. "İyi düşündün ha getir şu sandalyeyi de arkasına bağlayalım, açamasın." Demez mi bir de, işimi ne kadar kolaylaştırdığı hakkında hiçbir fikri yok. Beni yerden kaldırıp dedikleri gibi sandalyeye oturttular ve ellerimi arkaya alıp kalın bir halat yardımıyla bağladılar. Bu sorun değil kurtulmak çocuk oyuncağı, istesem şu an bile hallederim ve bu adamların işini bitiririm ama mecburen beklemem lazım. Beni bırakıp ilerideki koltuğa oturdular, "Ne zaman gelecek bu adam? Biz burada akşama kadar onu mu bekleyecez gelip versin paramızı da gidip âlem yapak az, nece zaman geçti bizim de kendimizce ihtiyaçlarımız var." Dedi parası olmasa yüzüne bakılmayacak adam. Allah'ım affet yarattığına kusur bulmak benim haddime değil tabi ama bu şerefsizin de içindeki kötülük yüzüne yansımış resmen. "Gelir bir iki saate, gel o gelene kadar batak atak kartlar vardı şurada." Dedi ve anlaşılan benim için işkenceden daha zor olan saatler başladı. Bu salakla avanakı dinlemek yerine işkence görmeyi tercih ederdim. Benim için geçen uzun zamandan sonra, gerçekte aslında iki saat geçmişti. Dışarıdan gelen araba sesi ile korkusuz korkaklar yerlerinden sıçrayıp cama koştular. İşte daha salakça bir şey yapamazlar dediğim an bir fazlası geliyor. "Heh geldi işte!" dedi heyecanla. Sanırım Asya için baya para ödeyecek olsalar ki bunlar şimdi böyle heyecanlılar. Çok geçmeden içeri ayak seslerinden kundura giydiğini, hareketlerinin ağırlığından ise kilolu ve ayak seslerinin hızından ise kısa boylu bir adamın geldiğini anlamış oldum. Gelen kişinin nasıl birisi olduğunu bilmediğim için işimi garantiye alarak gözlerimi iyice kapatıp baygın rolüne devam ettim. "Bu kadın mı doktor?" dedi konuşması İstanbul Türkçesiydi yani bu karşımdaki iyi eğitimli birisi olsa gerek. "Yok değil, ama bu kadın kim olduğunu biliyor. Türk askeri, o doktor bu kadına söyledi kim olduğunu, dinledik konuşmasını sonra bu tuvalete kalkınca da fırsatı değerlendirip bunu aldık." "Aptallar! Ben sizden doktoru istediysem onu getirecektiniz! Nasıl emin olabilirisiniz tanıdığına Kurt sıradan biri mi ki onu herkes görsün!" diye bağırdı. İşte bu adam biraz zeki buna sevindim. Karşımdaki aptal olunca işim kolay oluyor. "Söyledi işte kulaklarımızla duyduk! Oyalamasana bizi ver paramızı sen bizden Kurt'u bilen doktoru istedin, biz sana onu bilen Türk askeri getirdik daha ne istiyon bir taşla iki kuş!" diye bağırdı avanak. İşte şimdi işler karışıyor. Onların aralarında iki yıl geçirmek hamlelerini tahmin etme yeteneği de kazandırdı bana ve evet tam da beklediğim gibi iki adet kurşun sesi. Şimdi uyanmaya başlamam lazım, bu sese uyanmayan asker mi olurmuş. Biraz inilti çıkarıp kafamı da sağa sola sallamamla dikkatini çekmiş olmalıyım ki adım sesleri bana doğru yaklaştı. Gözlerimi açıp bir iki kere kırpıştırdım. Bağlı olan ellerimi çekeleyip kurtulmaya çalışıyormuş imajı çizerken birden kapı açıldı ve içeri iki kişi daha girdi. "Abi, ne oluyor iyi misin?" dedi. Ya kardeşi ya da yakın olduğu birisi. "Ulan Mert! Ben sana bu işe karışmayacaksın demedim mi? Ne demeye geliyorsun buraya?" diyerek kızdı. "Benim bir tane abim var tabi geleceğim! Babamdan sonra seni de kaybedemem." evet gerçekten kardeşi bu bilgi lazım olur kullanırım. "Ne oluyor? Kimsiniz siz? Neredeyim ben?" diye ardı ardına sorularımı dizdim. Kafam karışmış nerede olduğuma anlam veremiyormuş gibi bir yüz ifadesi takınmayı da unutmadım. Karşımda durup ellerini arkasında kavuşturdu. Beden dilinde bu hareket, özgüven belirtisidir. Belli kendine güveniyor ve burada beni bir tehdit olarak görmüyor bu güzel. Beni biraz inceledi, bu hareketi de üzerimde baskı kurup istediğini almak için yaptığı bir şey. İncelemenin yeterli olduğuna kanaat getirmiş olacak ki omuzlarının dikliğini bozmadan kısacık boyuyla ki ayağa kalksam ondan uzun olacağıma eminim, sol elini sağ omzuma koydu. Bu da üstünlük belirtisidir. Dikkat çekmeyeceğimi bilsem yüzünü daha iyi inceleyip ifadesinden ne düşündüğünü de tahmin edebilirim ama gerek yok. Beden hareketlerinden kendini herkesten üstün gören birisi olduğunu görmem onu nasıl konuşturacağıma dair birkaç ipucu verdi bile. Tepkisizlik fazla dikkat çekeceği için yüzüme gergin bir ifade yerleştirdim. Bu ifademi görünce alaylı bir gülüş belirdi onda da, işte şimdi beni korkuttuğunu düşündü kesin. "Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?" dedim. "Direkt konuya girdin, sevdim seni. Şimdi sen bana paşa paşa Kurt'un kim olduğunu söyle ben de seni acısız bir ölümle ödüllendireyim. Ha söylemedin mi bu sefer araya kendi yöntemlerimi sokarak öğrenirim ve ölümün de bir hayli uzar." Dedi. Elini koyduğu omzumu geriye çekip gelinden kurtuldum. Ellerim hala sandalyenin arkasında bağlı olsa da arkama yaslanıp iyice yayıldım. Bu bir nevi ona karşı yaptığım güç gösterisiydi tabi anlarsa. "Her iki ihtimalde de öleceksem neden konuşayım ki?" dedim. Yüksek perdeden bir kahkaha attı, söylediklerim hoşuna gitmiş gibiydi. "Acısız ölmek için." Dedi. Ben de onun aksine soğuk Kurt gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Alayla ona bakmam duruşunu sarssa da ifadesini bozmamaya çalıştı. Sanırım bu odada kardeşi ve koruması olduğu için olsa gerek. İfademi hiç bozmadan cevapladım onu, "Oradan bakınca ölmekten korkan birisi gibi mi duruyorum?" dedim. "Benim için fark etmez, ha senden öğrenmişim ha içerdeki adamımdan. Eninde sonunda Kurt'un kim olduğuyla ilgili konuşulur orada bana da burada seni keyifle öldürmek kalır." dedi. Evet konuşma istediğim yere geldi. Sanırım hayattaki tek şansımı da burada kullanıyorum. Bu sefer ben yüksek perdeden bir kahkaha attım. "Sen kim, içeri adam sokmak kim!" dedim alayla. Onu böyle küçümsemem kızdırsa da belli etmemeye çalıştı. Sanırım bu sandığımdan daha zeki birisi. Kardeşine yem atsam daha iyi olur. Ona döndüm, "Sen de abin gibi imkânsız hayaller kuruyor musun yoksa realist misin?" dedim alayla. Bana sinirle bakıp elinin tekini boynuna attı ve ovaladı. İşte bu küçük kardeş abisinin gölgesinde kalıp hiç dışarıya çıkmamış. Şu an onunla konuşmamdan rahatsızlık duyup benimle baş edebilmek için düşünüyor ve bunu da vücut hareketlerine yansıtıyor. "Abim ne derse doğru der! Sen kimsin de onu yargılıyorsun!" diye kızdı bana. "Heh anlaşıldı sen de abin gibi gözün açık rüyalar görüyorsun. Gerçekten sizin içimize birisini yerleştirebilecek kadar zekânız var mı be?" diye daha da bastım damarına. Hızla yanıma gelip elleriyle boynumu sıkmaya başladı. Abisi bu küçük oyundan etkilenmiş olsa gerek ki karışmadan gülerek izliyor. "Abim istediği her şeyi yapar, sizin aranıza da Mehmet'i gayet güzel soktu. Hem de taa Yarbay'ın yanına kadar! Artık sen düşün onun gücünü." Dedi. Ağzından ismi kaçırması şu an kimsenin umurunda değil. Büyük ihtimalle öleceğimi düşündükleri içinde olabilir. Şimdi ismi öğrendiğimi bir şekilde haber vermem gerek ki beni aramaya çıkmasınlar her ne kadar Asya'yı uyarsam da Türk askeri hiçbir arkadaşını yarı yolda bırakmaz. Benden biraz daha haber alamazlarsa peşime düşerler. Kafamı biraz geri çekip yüzüne tam anlamıyla çaktım. Burnu kanayarak geri çekildi. Konuşmalarına izin vermeden ben girdim araya, "Siz bu hareketlerle bir Türk askerini korkutamazsınız, ha belki benim yerime doktoru alsaydınız o korkup konuşabilirdi. Gerçi şimdi bile korkmuştur beni görmeyince ya neyse." Dedim. Umarım yemimi alır da ararlar onu. "Madem öyle diyorsun biz hiç yorulmayalım, seni de yormayalım güzel asker. Direkt doktoru arayalım soralım. Diyelim ki mesela arkadaşın elimizde söylemezsen öldürürüz. O kesin söyler o zaman" dedi. Ellerimdeki ipleri çözmeye başladım birazdan lazım olacak bana, "Aynen o da öyle diyordu. Sence benim sesimi duymadan inanır mı hiç buna?" dedim. Ellerini yine arkasında birleştirip kafasıyla yanımdaki adama işaret verdi. Çok geçmeden şakağımın sağında soğuk bir namlu hissettim. "Ara askere ver telefonu konuşacak güzel güzel." Dedi. Sessiz kaldım, kulağıma dayanan telefonun açılması uzun sürünce orada tartıştıklarını düşündüm ya da telefondan yer tespiti için bağlanmak istediklerinden bekletiyor da olabilirler. Uzun uzun çalmasının ardından Asya, "Efendim?" diyerek açtı telefonu, sesinin uzaktan gelmesiyle hoparlörde olduğunu anladım. Şimdi öyle bir cümle kurmalıyım ki Asya bilgiyi aldığımı anlamalı, sonra karşımdakilerin kim olduğunu hatırlayarak vazgeçip, "Gökyüzü bugün ne kadar da mavi, değil mi Asya." Dedim. Mavi bizim şifremiz şimdi aramızdaki hainin kim olduğunu öğrendiğimi biliyor, biraz bekledikten sonra, "Öyle İlkay’cım nasıl güzel." Dediğini duyan karşımdaki adam böyle bir konuşma beklemiyor olacak ki bağırdı ortalığa, şahsen ben üzerime alınmadım bence çok norma bir konuşma. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz, ver şu telefonu bana!" dedi ve gelip hızlıca silahı başıma dayayan adamın elinden telefonu aldı. Kendisi de hoparlöre aldı telefonu yüzünde pis bir sırıtmayla. Sözde bana dinletip nasıl öğrendiğini gösterecek. "Arkadaşın elimizde, hemen dediklerimizi yapmazsan sabaha leşini alırsın!" dedi. Ardından ise Asya'nın alaylı sesi duyuldu telefondan, "Hayır, siz onun elindesiniz..." ve telefonu kapattı. Biliyor ki birazdan Kurt kimliğime bürünüp buraları dağıtacağım. Asya'nın sözleriyle şaşırıp elindeki telefona bakarken, ben ipten kurtardığım ellerimle hızlıca kafama silah dayayan adamın elinden silahı alıp onu başından vurup, adını öğrenemediğim abiyi ise bacağına hedef alıp silahı ateşledim. Hızla hareket etmemle neye uğradığını şaşıran abi ve küçük kardeş Mert şokla bana baktılar, acıya dayanamayan abi yere düşerken Mert tam elini beline atıyordu ki silahı ona çevirip, "Şişt! Aklından bile geçirme, yoksa bu sefer ki kurşun beynine gelir! " dedim ve yerimden kalkıp önce Mert' e gidip elimi beline atıp silahını aldım ve kendi belime yerleştirdim. Üzerini iyice kontrol edip aynı işlemleri abisine de yapınca tekrar sandalyeme oturdum. "Şimdi bir daha tanışalım isterseniz ben Kurt ve siz de beni aramaya salakla avanakı gönderen aptallarsınız!" dememle yüzlerinde inanmayan bir ifade oluştu. Bu hep yaşadığım bir şey o efsane Kurt'un bir kadın olması onlara inandırıcı gelmiyor. "Evet evet çok şaşırdınız bla bla Kurt kadın olmaz bla bla falan filan ama doğru Kurt benim ve siz de birazdan öleceksiniz! Şimdi senin tarzında sorayım soruyu değil mi abisi?" dedim. "Sorularıma cevap verip acısız bir ölüm mü? Yoksa tam tersini yapıp acılı bir ölüm mü istersiniz? Tercihen ben ikiyi seçmenizden yanayım, sizin yüzünüzden uzun zamandır dağlardan uzaktayım." Dedim. Hala bana inanmasalar da yüzleri Kurt olmamın düşüncesinden bile sapsarı kesildi. "Ne soracaksın?" dedi büyük abi. Evet akıllı olduğunu anlamıştım zaten. "Aramıza soktuğunuz başka birisi var mı?" dedim. "Bunu söyleyemem beni öldürürler!" dedi korkuyla. Gözlerimi ondan çekmeden elimdeki silahı yan tarafa tutup bu sefer de kardeşinin omzuna sıktım. Yüksek sesle çıkan çığlığından sonra kafasını korkuyla kardeşine çevirdi. Ne kadar ciddi olduğumu anlamış olsa gerek ki yine korkuyla bana döndü. "Sanırım şimdi karşındakinin Kurt olduğuna inanırsın ha!" dedim alayla. Ortalığı pis bir koku sardı, ona bakınca pantolonunun bel kısmının ıslandığını gördüm. İğrenerek, "Altına mı yaptın lan sen!" dedim dehşetle. Tamam benden genelde korkarlar ama ilk defa birisi karşımda gerçekten korkudan altını ıslatmıştı. "Konuş!" diye bağırmamla yerinde zıplayıp karşısında acıyla inleyen kardeşine baktı. "Var, birisi daha var! Mehmet'i o Yarbay'ın yanına soktu!" diye telaşla anlattı. Yerimden kalkıp yanına gittim. Parmağımı bacağındaki kurşun yarasının içine bastırıp "İsim ver bana!" dedim. Bağırarak, "Ahmet, Üsteğmen Ahmet varmış o!" dedi. "Başka var mı?" "Hayır, hayır yok! Sadece ikisi var! Zaten onları bile zor bela soktu. Ahmet askerlik vakti gelince dağdan indi, Maho özel yetiştirip soktu sonra da sınavlara girip kaldı! Ardından da Mehmet'i aldı yerleştirdi." Dedi arada nefesi kesilip bölük pörçük anlatarak. Geri çekilip düşündüm. Ahmet diğer timin komutanlarından birisiydi. Benim hakkımda laf çıkaran ve sürekli hor gören, işte şimdi düştün elime. Burnundan fitil fitil getirmeyen İlkay'ı ne yapsınlar! Burada bir işim kalmadığı için ikisi de Kurt olduğumu bildiğinden sağ bırakma ihtimalim yok tabiî ki. Üzülecek de değilim bu topraklarda yaşayıp vatanına hainlik edip, teröre yardım eden herkes cezayı hak eder. Sadece bunar benimle karşılaşarak en büyük cezayı almış oldular. İkinsin de kafasına sıkıp dışarı çıktım. Arabaları kontrol edince üzerinde anahtar olduğunu gördüm. Bir an önce gidip hainlerin bileklerine kelepçe takmam lazım. Burayı sonra ekip gönderip hallettiririm çok bile kaldım. Şimdi dönüp hainlerin bileklerine kelepçe takıp asıl görev yerim olan Mardin Kızıltepe'ye gitmem gerek. Çok bile kaldım Urfa'da. Arabayı çalıştırıp karargâha doğru yola çıktım. Görevi kısmen de olsa bitirmek aklıma eve döndüğüm zaman olanları getirdi. Nişanlımla ayrılış nedenimi, tüm özlemime rağmen ailemi yine bırakıp buraya gelmem de dahil. Yanlış yaptım. Gidip onlarla vakit geçirip öyle dönsem iyi olacak. Onun için yıllardır görmediğim ailemi merakta bırakmak bana hiç yakışmadı. Daldığım düşüncelerle birlikte askeriyeye gelmiştim, kapıda bekleyen nöbetçi arabayı tanımadığı için yanıma gelirken kafamı camdan çıkarıp kendimi gösterdim. "Kapıyı aç asker!" beni fark etmesiyle esas duruşa geçip, "Emredersiniz komutanım!" deyip sürgülü kapıyı açtı. İçeri girmeden, "Ahmet Üsteğmen burada mı?" diye sordum. "Hayır komutanım, bugün Timur Üsteğmenim nöbetçi onu gönderdi." Dedi kafamı sallayarak onaylayıp içeri girdim. Arabayı depo olarak kullanılan kapalı bölümlerden birisine park edip üzerini kapattım. Buraya kolay kola kimse gelmese de işimi her zaman garantiye alırım. Çıkınca önce Yarbay'ın odasının yanan ışığını fark edince onun yanına gitmenin daha doğru olacağını düşündüm. Yukarı çıkınca kapıdaki hain Mehmet'in de burada olduğunu gördüm. Beni görünce şaşırsa da kendisini toparlayarak selam verdi. "Yarbay'a kendisiyle görüşmek istediğimi söyle asker!" dedim her zamanki ifademle. Ben öyle konuşunca biraz rahatlasa da hala gergindi. İçeri girip durumu bildirip çıkınca konuşmadan kapıyı açtı. Açtığı kapıdan içeri girince hazır ol vaziyette Yarbay'ın konuşmasını bekledim. "Gel kızım, geç otur şöyle. Bu saatte ne oldu da görüşmek istedin?" diye sordu. "Komutanım bugün akşam saatlerinde Asya ile bir kafede otururken saldırıya uğradım. Beni bayıltıp kaçırdılar ama başıma iki tane beceriksiz diktikleri için kurtulmam kolay oldu. Bilgi verip araştırma yapmak için izniniz gerekli olduğundan rahatsız ettim sizi bu saatte." Dedim. Dışarıdaki hainin beni dinlediğini bildiğim için durumu çakmaması adına olayları farklı anlatırken bir yandan da kâğıt alıp kâğıda haini bulduğumu konuşmak için şu an en güvenli yerin revir olduğunu yazdım. Kağıdı okuyup başını sallarken, "Ne diyorsun sen asker!! Ne demek saldırıya uğradım?" dedi oyunu devam ettirerek. "Maalesef komutanım fark ettiğimde çok geçti beni bayıltıp çıkardılar." "İzin işini yarın hallederiz. Bugün sen dinlen ama önce benim biraz tansiyonum düştü sanırım bana revire kadar eşlik eder misin?" dedi o da benim yaptığımı yaparak. "Tabi ederim komutanım, iyi misiniz siz?" dedim telaşlı tuttuğum sesimle. Şimdi kapıdaki bizi dinlediği için ona fark ettirmememiz lazım ki Ahmet'e haber gidip elimizden kaçmasın. Yarbay'ın koluna girip dışarı çıkardığımda kapıdaki esas duruşa geçip bekledi. Yarbay, " Sen gidip yatabilirsin, bende revire uğrayıp evime geçeceğim." Deyince, "Emredersiniz komutanım!" deyip biz önünden geçtikten sonra ters tarafa yürümeye başladı. Yarbay'ın kolundan çıkmadan kafamı hafif arkaya çevirip bakınca elinde telefonla uğraştığını gördüm böylece hain olduğuna iyice emin oldum. Yarbay henüz kim olduğunu bilmediği için rolüne devam edip benimle birlikte revire geldi. İçeri girdiğimizi ilk gören endişeden bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp duran Nihat oldu. Hızla yanımıza gelip, başıyla Yarbay'a selam verip bana dönüp konuştu, "İlkay iyi misin? Çok endişelendik senin için, nasıl kurtuldun, bir şey yaptılar mı sana?" diye telaşla bir sürü soru sıralardı. Dikkatle ona baktım ama anlamlandıramadım. Çok garip, buraya geldiğimden beri Nihat bana herkesten farklı davrandı ama sebebine anlam veremiyorum. Ben normalde kişileri okumakta da gayet iyiyimdir ama o benden korkuyor mu, hayran mı, yoksa nefret mi ediyor asla anlam veremiyorum. Her hareketi farklı, bana davranışının biri diğerini tutmuyor asla. "İyiyim, endişelenmenizi gerektiren bir şey yok Üsteğmenim." Dedim bende resmice. Yarbay'a dönüp konuştum, "Komutanım, buyurun oturun anlatacaklarım var." Deyince geçip koltuklardan birine oturup bize döndü, "Geçin çocuklar oturun sizde, rahat olun. İlkay, kızım anlat sen de neler oldu? Timur gelip planından bahsetti kendini yakalatmışsın." "Evet komutanım, Asya'yı alacaklarını fark edince hızlıca plan değiştirip beni almalarını sağladım. Parayla tutulmuş kişi beni oradan çıkarıp Maho'nun şehir içinde bulunan sağ kolu olduğunu düşündüğüm bir adamın yanına götürdüler." Dedim ve cebimden oradan ayrılmadan adamlardan aldığım kimlikleri uzattım. "Abi kardeş birlikte çalışıyorlardı maalesef ki bilgiyi aldıktan sonra ikisiyle birlikte bir de korumayı öldürmek zorunda kaldım." "Kimmiş hain?" diye sordu Timur. Gözlerimi üçünün yan yana oturduğu koltuğa çevirip baktığımda Asya'nın dikkatle beni dinlediğini Timur'un merakla baktığını ama Nihat'ın aklının başka yerde olduğunu gördüm. Öksürüp dikkatleri kendime çekerek, "Hain değil, hainler. Kıdemli üsteğmen Ahmet ve Harun Yarbay'ın postası Mehmet." Dememle şaşkınlıkla bana baktılar. Yarbay ellerini yumruk yapıp sıktı, o sırada odada bulunan büyük ihtimalle Asya'nın getirdiği çantamdaki telefondan bildirim sesi yükseldi. Buraya gelirken arabada bulduğum telefonla istihbarattan bir arkadaşıma araştırması için ikinsin de ismini vermiştim. "Araştırma yapması için bir arkadaşıma isimlerini vermiştim. İzninizle bu mesaja bakmam lazım." Masaya eğilip çantamdan telefonumu çıkarıp mesajın beklediğim kişiden geldiğini görünce hızlıca dosyayı indirip okumaya başladım. Her okuduğum şeyle birlikte kaşlarım daha da çatılırken derin bir nefes aldım. Kafamı kaldırınca hepsinin merakla bana baktığını gördüm. "Durum maalesef ki kötü, Ahmet Maho'nun yeğeni. Maho'nun bir ablası varmış ailesi onu evlendirmek isteyince ki istedikleri adam kırmızı bültenle aranan bir teröristmiş, Kurt geçen sene yakalamış. Neyse işte ablası o zamanlar adamla evlenmemek için evden kaçıp bir askerle evlenmiş. Çok geçmemiş ki hamile olduğunu öğrenmiş, Maho kardeşine çok bağlıymış ailesi onu öldürmek isterken bile engel olmuş. Kardeşinin hamile olması tehlikeli bir durummuş, kadının bir rahatsızlığı varmış ve çocuk doğarsa o ölecekmiş. Öyle de olmuş, doğar doğmaz son nefesini vermiş. Maho bundan ablasının evlendiği askeri suçlamış ve bir gece adamı öldürüp Ahmet'i de yanına alıp kaçmış oradan. Tamamen dağa çıkmış ve intikam olayları böylelikle başlamış." Duydukları hepsini şaşkınlığa uğratmış olacak ki büyümüş gözlerle bana bakıp devamını anlatmamı bekliyorlardı. Onlara istediklerini verdim, "Ahmet'in dağda olmasını istememiş Maho. Ona bir ev açıp başına da bir kadını annesi olarak koyup yetişmesini sağlamış. Bu arada beynini yıkamayı da ihmal etmiyor tabi, tam bir Türk düşmanı olarak yetiştirmiş. Askerlik yaşı gelince gitmesini istemiş Maho. Sonra o aralar sınava girip tamamen kalma durumları da çıkınca bunu bir fırsat gibi görüp içimize yerleştirmiş. Bunda başarılı olduğunu görünce aynı taktiği Mehmet üzerinde denemeye karar vermiş, hatta biraz risk de alıp sizin yanınıza yerleşmesini de sağlamışlar Ahmet'le." Dedim ve anlattıklarımı sindirmeleri için susup bekledim. "Bu bilgilere nasıl ulaştın? Ben yıllardır bu adamı araştırıyorum, değil akrabasını soyadını bile öğrenemedim!" dedi Timur. Sanırım artık Kurt olduğumu gizleyemem, hem buradaki insanlar güvenilir söylemem bir sorun olmaz. Asya'ya baktım, ne demek istediğimi anladı, başıyla onay verdi o da bana söyle der gibi. Derin bir nefes aldım, "Ben aslında Kurt'um bu bilgileri de benim için çalışanlar sayesinde elde ettim. Aklınızın alamayacağı şekilde bir haber ağı kurdum kendime ve sadece üstlerden belirli kişilerin bilgisinin olduğu bir haber ağı bu." Dersem hepsi yığılıp kalır büyük ihtimalle. Sanırım yapamayacağım, onları ne kadar araştırıp güvensem de en büyük sırrımı hatta beni de geçtim devlet sırrını onlara söyleyemem. "Ben istihbarata çalışıyorum ve sizin sandığınızdan çok daha geniş bir haber ağım var. Kaynaklarım son derece güvenilirdir, bilgilerin doğrulundan şüpheniz olmasın." Diyebildim sadece. Yine derin bir sessizlik oldu. Aradan geçen on beş dakikada kimse konuşmadı. Herkes sandığım kadarıyla bundan sonra ne olacağını düşünüyor. Sessizliği Nihat bozdu, "Peki ne olacak şimdi? Nasıl bir yol izleyeceğiz?" "Ben şimdi Ahmet'i aratıp acil görev çıktı diyerek çağıracağım ve elimizdeki delillerle birlikte ikisini de sessiz sedasız tutuklayıp İlkay'la birlikte Ankara'ya göndereceğiz. Bu işi kimseye duyurmadan yapmamız lazım. Maho haber alırsa engel olmak içi her şeyi yapar." Dedi Yarbay. Sonra ise bana dönüp, "Buradaki görevin böylece sona ermiş oluyor sanırım." Demesini başımı sallayarak onayladım, "Evet Yarbay'ım onları teslim aldığım an bitiyor. Artık asıl görev yerime geçme zamanım geldi." "Tamam, ben şimdi gidip gerekli ayarlamaları yapacağım. Bir helikopteri hazır bekleteceğim, Ahmet bir itirafçıyı Ankara'ya götüreceğini sanarak binsin helikoptere, durumun da acil olduğunu söyleriz sorgulayamaz. İlkay sen de onu helikopterde etkisiz hale getirir ikisini birlikte teslim edersin. Her şey sessizce halledilsin, bir pürüz istemiyorum. Timur sen de Mehmet'i paketle bindir helikoptere ağzını bağla, kafasına da bir şeyler geçir yüzü görünmesin." Dedi ve emirlerini sıralayınca onay bile beklemeden hızla çıktı revirden. "Ben de gidip toparlanayım artık. Hepinize bana yardımlarınız için teşekkür ederim. İletişimde kalırız zaten, elbet bir gün yollarımız kesişir yine, o yüzden veda etmiyorum hiçbirinize." Dedim ve Asya'nın kollarını açmasıyla bu sefer kendimden ödün vererek ailem dışında birisine sarılıp diğerlerinin de ellerini sıkarak çıktım revirden. Benim ardımdan Timur da çıkıp yatakhaneye giderken Nihat beni takip edip revir ile ana bina arasında ki çardaklara kadar geldi. Saat çok geç olduğu için etrafta kimse yoktu. Yavaş adımlarla gidiyordum çünkü toparlamam gereken hiç eşyam yok, hepsi zaten hala çantamda duruyor. Hiç yerleşmedim, uzun süredir bir yere ait olmadığım gibi buraya da ait olmadığımı biliyordum çünkü. Yürürken bu sefer Nihat'ın konuşmasıyla durdu adımlarım, "Beni hala hatırlamadın değil mi?" dedi üzgün bir sesle. Ne dediğine anlam veremedim, ben onu burada tanımıştım daha önce hayatımda hiç görmedim. "Anlamadım, ne demek hatırlamadın mı? Ben seni ilk defa burada gördüm." Deyince yüzünü öyle bir acı kapladı ki sarsıldım. İlk defa bir insanın yüzünde sebepsizce bu kadar derin bir acı gördüm. "Önce Kuleli'de sonra da Harbiye'de aynı dönemdeydik İlkay. Ya da Kurt mu demeliyim?" deyince hızla ona döndüm. Bunu nasıl bilebilir? "Kimsin sen?" dedim hızla ona gidip yakasına yapışarak. "Senin hiç fark etmediğin biriyim. Seni delice seven ama sırf sen Ercan denen o adama âşık olduğun için hep uzaktan izleyen adamım. Diğerlerinin aksine sana bakan değil, seni gören adamım. Ben yıllardır sen o herifle mutlusun diye seni içime gömüp, senden başkasını kendime haram kılmış adamım. Hayalini gerçekleştirdiğini görüp senden bile daha çok mutlu olan, seninle gurur duyan adamım." Şok oldum, bunu hiç beklemiyordum. Tamam o yıllarda benden hoşlanıp bana açılan çok insan oldu ama Nihat'ı hiç görmedim ki. Okulda bile görmedim, onun yüzünü ilk kez burada gördüm. Onda bana tanıdık gelen hiçbir şey yok. "Ama nasıl olur, ben seni ilk kez burada tanıdım. Seni hiç görmedim. Hem madem aynı dönemiz neden yüzünü bile hatırlamıyorum ben senin?" "Çünkü ben seni, sana açılanların aksine gerçekten sevdim ve sevdana da hep saygı duydum. Karşına hiç çıkmadım. Mezun olur olmaz ortak tüm tanıdıklarımızla bile iletişimi kestim senden haber almamak için. Olur da onlardan bir şey duyar dayanamam, artık içimde tutamam sana açılırsam diye! Senin Ercan'a olan aşkına saygısızlık etmemek için. Sen onu o kadar çok seviyordun ki kıyamadım ben sana. Benim sana olan hislerimin yükünü de omuzlama istedim. Çünkü biliyorum ki anlardın, benim sevgimin gerçek olduğunu tıpkı şu an anladığın gibi o zaman da anlardın. Anlayınca da suçlu hissederdin, üzülürdün karşılık veremeyeceğin için." Karşımda gözleri dolu dolu konuşurken ne yapacağımı bilemedim. Tam ona doğru bir adım atıyordum ki elini kaldırıp durdurdu beni. Bekledim yerimde, dediğini yaptım. "Merak etme ama yine içindeki sevgine ihanet etmeni istemeyeceğim. Ben nasıl yıllarca sevdamı içime gömdüysem aynı şekilde devam edeceğim. Sadece Kuleli'de seni gördüğümden beri içimde tuttuğum şeyler artık ağır geldi, şimdi bunları anlatmam bile bir hata olsa da artık içimde tutamıyorum. Bu belki de birbirimizi son görüşümüz, hayatımda ilk defa seninle ilgili bencillik edip içimde tuttuklarımı söylemek istedim. Şimdi de gidiyorum, Allah'a emanet ol. Ol ki şu gözlerim ölmeden önce son bir kez daha da olsa seni görebilsin. İnsan Allah'a emanet ettiğini ölmeden bir kez daha görürmüş mutlaka, umarım ben de o şerefe nail olabilirim." Dedi ve konuşmama izin bile vermeden gitti. Olduğum yerde hareket edemeden kaldım. Ne yani bu adam senelerdir beni mi seviyor şimdi. Gerçekten beni gördüğünden beri kimseyi hayatına bile almamış mı? Allah'ım bu nasıl bir sevgi. O bana az önce söylediği hayatımın aşkı sandığım Ercan, nişanlım bile beni beklemeyip aldatırken. Bu adam benim onu hiç tanımama rağmen içindeki sevgiye ihanet etmemek için hayatına yıllardır kimseyi almamış mı? Ben kim bilir ona ne acılar çektirdim, tüm eğitim hayatım boyunca kimse yanıma yaklaşmasın diye herkese Ercan'ı anlatırken, ben bana asıl âşık olan adamı her seferinde parçalara mı ayırdım? Nasıl fark etmem onu? Bilsem en azından göstere göstere Ercan'la buluşmaz, herkese ondan bahsetmezdim. Saygı duyardım, benden vazgeçmesi için çabalardım. 33 yaşında hala beni beklemesine engel olurdum. Bu çok zor, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Tanımıyorum ki onu hiç ama o beni tanıyor. Tek hayalimi bile bilip Kurt olduğumu anlamış, ben nasıl anlamam onu? Kendine gel İlkay! Bunu sonra düşünürsün, yapman gereken bir görevin var. Daha sonra çok vaktin olacak düşünmek için. Yine Kurt kimliğime büründüm. Duygusuz, ifadesiz ve acımasız... Burada kaldığım süre boyunca kullandığım odadan küçük çantamı şöyle bir odaya bakarak dışarıda eşya var mı diye kontrol etmemin ardından aldım. Hızlıca hiçbir şey düşünmemeye çalışarak helikopter pistinde beni bekleyen Timur'un yanına gittim. "Mehmet içeride hazır, Ahmet'te birazdan burada olur gerisi sende artık. Teşekkür ederim yardımların için." Dedi. "Ben teşekkür ederim. Burada sizinle çalışmak zevkti benim için, ben burayı hallederim sen gidip Nihat'a baksan iyi olur." Dedim için rahat etmeyerek. En azıdan yanına birisi olsun, yalnız kalmasın şimdi. "Neden, ne oldu?" diye sordu merakla "Benim anlatmam doğru olmaz, sadece şimdi desteğe ihtiyacı var, git hadi." Dememle beni onaylayıp hızlı adımlarla uzaklaştı. Bende içeri girip kafasında bez olan Mehmet'e baktım. Zorluk çıkarmış olacak ki Timur bayıltıp getirmiş. Çok geçmeden Ahmet geldi, içerde beni görmeyi beklemiyordu herhalde. "Siz de mi geleceksiniz komutanım?" diye sordu. Gözü arada kafasında bez olan Mehmet'e kayarak. "Evet, birlikte gideceğiz gel içeri artık geç kaldık zaten." Deyince mecburen içeri girdi. Elinde tuttuğu telefonu cebine koyarken bana nefret içeren bakışlar atmayı da ihmal etmiyordu. Elindeki telefondan anladığım kadarıyla burada ben olmasaydım adamın bilgilerini Maho'ya verecekti o kesindi artık. İçeri girer girmez havalanan helikopterle birlikte Ahmet mecburen gelip yanıma oturdu. Ona dönmeden karşımda boylu boyunca yatan haine bakarak konuştum, "Nasıl bir şey?" "Ne, nasıl bir şey komutanım?" dedi. Sakince konuştum, "Bir hain olmak diyorum nasıl bir şey?" Deyince hızlıca bana döndü, bir elini ortamıza koyduğu silahına atıyordu ki dirseğimle kafasına vurup onu afallatıp önce aramızdaki silahı alıp sonra da bacağına bağladığı tabancasını aldım. Fark edilmesinin şaşkınlığıyla ve benden aldığı darbeyle hareket edemediği için şu an savunmasız kalmıştı. Tam ayağa kalkıp saldıracaktı ki elimde bulunan onun silahını ona karşı kullanıp, "Aklından bile geçirme seni götürmek umurumda değil, dağıtırım beynini!" dedim. Aklım hala Nihat'tayken daha fazla onunla uğraşmak istemedim. Timur'un yaptığını yapıp kafasına silahın kabzası ile vurup bayılttım ve ellerini kelepçeleyip onun da kafasına bir çuval geçirdim. Ankara'ya giderken uzun olan yolu, düşünmek için kullanmaya karar verdim. Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım ve gözümün önüne yaptığımız konuşmayı oynatıp durdum, Tekrar, tekrar ve tekrar...
|
0% |