Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Bölüm 31

@birbulutkalemi

Herkese merhaba, yeni bölüm sizlerle.

Lütfen özellikle satır aralarına yorum yapıp, oy vererek destek olmayı unutmayalım ki kitlemiz büyüyebilsin.

Gelecek bölümlerden alıntılar, fotoğraflar ve duyurular için Instagram ve Tiktok'ta "birbulutkalemi" kalemi olarak sayfamızı bulabilirsiniz.

 

 

5 Şubat 2023


Üzerime ağırlığını vermeden uzanmasıyla tekrar birleşti dudaklarımız, derin derin aldığımız soluklar yine birbirimizin nefesinde son bulurken tek eliyle açtığı bacaklarımın arasına yerleşti.

Bu hamlesi ağzımdan kaçan bir inlemeyle duraklasa da kısa sürüp tekrar birleştirdi dudaklarımızı. Elleri vücudumda gezerken ben de ona aynı istekle karşılık verdim.

Biz öpüşürken kulağıma dolan telefonun sesiyle açtım gözlerimi...

Nefes nefese etrafıma bakınca sesin telefonun alarmı olduğunu anladım. Hala nefes nefeseyken gözlerimi odada gezdirince tek başıma olduğumu anlamak da uzun sürmedi, uyku mahmurluğuyla anlam veremediğim şeyler şimdi netleşmeye başladı.

Resmen rüyamda Timur ile birlikte olduğumu gördüm. Bu ne böyle gerçek gibiydi aynı. Hala dokunuşlarını vücudumda hissedebiliyor gibiyim.

Terden geceliklerim üzerime yapışmış, saçlarım dağılmış, nefeslerim hala düzensiz. Bu özlem bana yarmadı hem de hiç yaramadı. Kalk kızım kalk işe git yoksa iyice kafayı yiyeceksin sen.

 

6 Şubat 2023


Bugün gözlerimi yine yalnız olduğum bir güne açtım. Timur'un yokluğu çevrede ne kadar insan olursa olsun bana kendimi yalnız hissettiriyor. Sanki çevremde binlerce insan olsa da o olmazsa, ben bir başıma kalmışım gibi kolum kanadım kırılıyor.

Biliyorum bu böyle olmaz, olmamalı ama insan sevince bir tek sevdiğinin ilgisine, şefkatine ihtiyaç duyuyor. O varsa iyi o yoksa kötü oluyor.

Maalesef ki elimden gelen bir şey yok, hayat devam ediyor. Eminim ki o da onun yokluğunda karalar bağlayıp hayata küsmemi istemez. İşte ben de sırf o yüzden devam ediyorum biraz eksik ama ediyorum.

Daha fazla bunları düşünüp canımı sıkmak istemediğim için bugün işlerimi halledip hastaneden doktor arkadaşlarla yemeğe çıkacağım. Şimdi evimde onun için hazırlanıyorum.

Malum Urfa'dayız şöyle kebap, lahmacun falan yemeden olmaz dediler ve ona göre bir yer ayırtmışlar. Geldiğimiz mekânın oturmak için restoran tarzında masaları olsa da biz biraz daha yöresel olsun diye şark köşesi gibi dizayn edilmiş odalardan birisine geçtik.

Herkes kendi arasında sohbet ederken ben de aklımın yarısı Timur'da yarısı da burada çevreyi inceliyordum. İlk defa böyle bir yere geldim. Yerdeki alçak bir masa üzerine çeşitli mezeler, minderler ve etraftaki nostaljik aksesuarlarla çok farklı bir havası vardı.

Hemen yanımda kucağında küçük kızı ile oturan Hasret bana dönüp, "Nasıl beğendin mi?" diye sorunca yüzümde bir gülümseme ile "Çok güzel, daha önce gelmemiştim hiç böyle bir yere. Gerçi buraya geleli de çok olmadı zaten, fırsat bulup gezemedim de askeriye biraz yoğun. Ben de o sebeple hem askeriye hem hastane hiçbir yere çıkamadım."

Anlayışla kafa salladı bana, "Haklısın valla ben sadece hastanede olmama rağmen çok zorlanıyorum, sana Allah sabır versin."

Kucağındaki kızı kendini bana atınca gülümseyerek aldım kucağıma, "Bu güzel prenses alıyordur senin tüm yorgunluğunu annesi, şu tipe bak insanda hiç yorgunluk bırakır mı?" dedim bir yandan da çocukla ilgilenirken.

"Ah sen onu bir de gece gör, bak bakalım yorgunluk mu alıyor yoksa daha mı yoruyor!" dedi hafif bir sitemle ama yine de gülümseyerek ilgiyle çocuğuna bakarken.

"Asya, erkek arkadaşım var diyordun onu da çağırsaydın ya tatlım." Dedi geldiğimden beri hiç anlaşamadığımız Mira. Kendisi ortopedi uzmanı ve geldiğim andan beri bana laf sokmadan durduğu tek bir an görmedim. Sanırım ben çekiyorum böyle insanları. Hadi askeriyede Selvi ters yapıyor sebebi Timur desem bu kadına ne oldu asla anlamıyorum.

"Yok canım gelemez o, görevde şu an belki başka sefere." Dedim aynı onun tonlaması ile çünkü bilirisiniz ki kim bana nasıl gelirse ben de ona aynı şekilde karşılık veririm.

"Hadi ya, o da mı senin gibi askeri doktor?"

"Hayır, kendisi TSK askeri, doktor değil."

"Tatlım yanlış anlama beni ama sen de yani o kadar çalışıp doktor olmuşsun bir askerle olmak yerine keşke çevrenden daha uygun birisiyle olsaydın, bir erle senin maaşın bile bir değil ki sonra aşağılık kompleksine girmesin, ezilmesin senin altında." Ben bu insanları gerçekten asla anlamıyorum. Şimdi sözde benim iyiliğim için konuşuyor gibi ama tavrı ve sesinin tonu ise beni ezmeye çalıştığını gösteriyor. Yani hepsini geçtim Timur'un rütbeli olması veya olmaması da problem değil ben onu er olsa da severim. Sonuçta rütbesine değil kişiliğine, kendisine aşık oldum.

"Yok canım sen hiç takılma o konuya kendisi rütbeli bir asker, en az benim kadar kazanıyor bahsettiğin buysa tabi ama ben onun parasında falan değilim. O, dediğin gibi er de olsa onunla olurdum çünkü mevki veya parasına değil kendisine aşık oldum ben onun."

"Tabi sen öyle diyorsan öyledir." Dese de bozulduğu bariz belli, o istiyor ki herkes onu dinlesin, onun söylediklerini doğru kabul etsin ve hep onun dediği olsun ama yok öyle bir şey! Kimse onun kölesi, oyuncağı ya da robotu değil! Ben sana daha ağır konuşurdum da ortamı germek istemiyorum daha fazla.

Yanımdaki Hasret'e dönüp, "Bu hep böyle mi?" dedim kınayarak. Onun da pek hoşlanmadığı muhatap olmamasından benli, "Evet, bu iyi hali bile olabilir hatta." Bezgince konuşması bana daha fazla ne olabilir ki dedirtti resmen çünkü bunun bir üst modelini tahmin edemiyorum.

Onunla daha fazla muhatap olmadan yakın çevremdekilerle muhabbet ederek yemeğimi yiyordum. Bu sefer masanın sonlarından hiç tanışmadım bir adam seslendi bana, "Biz tanışmamıştık Asya Hanım, Emre ben beyin ve sinir cerrahıyım. İzindeydim gelince de tanışmak için uyun olmadık hiç kusura bakmayın hoş geldiniz hastanemize."

"Teşekkür ederim hoş buldum, ne demek ne kusuru bu tarz programlarla herkesle daha iyi tanışırız elbette daha en az üç yıl buralardayım ben."

Bu ve bunun gibi sohbetlerle geçen gece nihayet son bulduğunda, ben de sakince arabama binip evime döndüm. Kısa bir duşun ardından düşünüp içimi sıkmamak için hemen yatıp uyudum. Zaman ancak öyle hızlı geçiyor...

 

7 Şubat 2023


Bugün yine askeriyedeyim. Günlerden salı Timur görev için gideli bir hafta oldu neredeyse, beklemek her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Timur'dan hala bir haber yok.

Çok sıkmamak adına ara ara Yarbay'a veya Yüzbaşı Fatih'e soruyorum ama doğal olarak iyi oldukları dışında bir bilgi paylaşamıyorlar. Bugün buradan çıkıp hastaneye geçeceğim, sırf doğum günümde yalnız olmamak adına kendime nöbet yazdırdım. Biliyorum bu yaptığım pek de doğru bir şey değil ama böyle daha rahat edeceğim.

Askerlerin genel sağlık kontrollerini ve bazıların tedavilerini yaptıktan sonra işim bittiği için buradan direkt hastaneye geçtim. Moralim pek yerinde olmadığı için hiç üzerime dikkat etmek istemediğimden scrublarımı giyip üzerime de lacivert bir hırka aldım, havalar hala soğuk çünkü ve ben psikolojik olarak yalnız hissettiğimden midir bilmiyorum ama daha fazla üşüyor gibiyim. Bugün hiçbir şeye tahammülüm olmadığı için saçımı da tepemde toplayıp yeterince düzgün gelmediği için kalan kısımları da ördüm.

Şöyle bir kısaca kendime bakıp hazır olduğuma emin olunca yatan hastaları kontrol için servise geçtim. Bugün her şey beni zorluyormuş gibi sanki zaman bir türlü geçmek bilmiyor, normalde bu işlemlerin tümünü yapıp servis muayenem uzun sürerken bu sefer resmen bir saatte bitti ve daha saat sadece 22.16 nasıl sabah olacak hiç bilmiyorum.

Doktor olmanın diğer mesleklere göre daha ağır olan tek yanı ne kadar okulunuz bitse uzman hatta profesör bile olsanız çalışmayı asla bırakamıyorsunuz, öğrencilik hayatınız hiç bitmiyor. İnsan sağlığı kolay değil ve her yeni gün Dünya'da bir sürü yeni yöntem ya da hastalık meydana geliyor ve bizler bunları hep takip edip öğrenmek hatta hazırlıklı olmak zorundayız.

Mesleğimin bu özelliğinden zaman zaman şikâyet ettiğim anlar olmuştur elbette ama şimdi buna şükrediyorum. Odamda oturmuş Amerika'da yeni bulunan bir tekniğin makalesini okumak biraz da olsa aklımı dağıtıyor. Ayrıca hastaneye geldiğimden beri akmayan zaman da şimdi biraz da olsa akmaya başladı saat 23.48 olmuş bile.

Hafiften bastıran uyku ile odamdan çıkıp kafeteryaya inip bir kahve aldım. Tekrar odama çıkıp çalışmadan önce biraz ara verip bahçede hava almak uykumu daha iyi açabilir o yüzden yönümü bahçeye çevirdim. Çevirmemle de şaşkınlıktan dilimi yutacaktım neredeyse. Sebebi ne mi? Sebebi karşımda bana tatlı tatlı gülümseyen Timur'u görmüş olmam.

İşte şimdi onca kalabalığın arasında çektiğim yalnızlık birden terk etti beni. Çevremde bu soğuk havaya rağmen esen bahar rüzgarlarını görüyor musunuz? Tam da Timur'dan bana doğru geliyor.

Ağzım kulaklarımda vardım yanına, önce sıkıca sarıldım. Derin derin içime çektim kokusunu, bir haftanın özlemi şu kısacık anda geçmez ama akşam olmasına rağmen kalabalık olan hastane koridoru daha fazlasına müsaade etmiyor o sebeple geri çekildim.

Yüzümdeki gülümseme asla geçmezken şaşkınlıktan ne diyeceğimi bile bilememenin verdiği hayretle, "Timur, ne yapıyorsun sen burada? Ne zaman geldin?" dedim.

Ellerini ellerime uzattı, elimdeki bardağı alıp kenardaki masanın üzerine bıraktı ve en sonunda bana baktı.

"Duydum ki birileri doğum gününü yalnız geçirmekten hoşlanmıyormuş." Dedi. Kafamı sallayarak onayladım onu ve devam etmesi için gözlerine baktım. Hala şaşkınlıktan tepki veremiyorum sadece gülebiliyordum.

"Mademki birileri doğum gününü yalnız ve nöbetçi olarak geçiriyor ben de yanına gideyim dedim. Biraz vaktin var mı?"

Hem başımı sallayıp hem de, "Evet, yani boşum şuan." Dedim sözlerimle onayladım onu hala şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemeyerek.

"Güzel, gel hadi." Dedi ve ellerimden tutarak arkasından sürükledi beni, sürükledi dediysem de yanlış anlaşılmasın o çok kibar birisi ben onu lafın gelişi söyledim. Gittiği yere götürdü anlamında.

"Dursana, nereye gidiyorum, daha doğrusu gidiyoruz?"

"Soru sormak yok! Gel hadi." Dedi ve hastanenin az kullanılan arka bahçesine doğru yönlendirdi beni. Buranın ışıkları daha az olduğu için akşamları genelde şimdi olduğu gibi karanlık oluyordu.

Niye buraya geldiğimizi anlayabilmek için etrafa bakınca tam karşımı gördüm ve büyülendim. Ağaçlarla çevrili olan hastanenin karanlık bahçesi şimdi tam karşımdaki ağaca asılmış fenerlerle aydınlanmıştı. Ağacın altında ise gözlerimi kamaştıracak güzellikte bir alan hazırlanmış.

Önce oraya ve sonra Timur'a baktım, bana hadi dermiş gibi elini kaldırınca tekrar karşıya çevirdim bakışlarımı. Ağacın tam altına serilmiş bir örtünün üzerinde iki tane büyük minder, çevrede yine yerlere koyulmuş fenerler, yaklaştıkça fark ettiğim örtünün üzerindeki pasta ve yanında iki adet kadeh vardı. Burnuma gelen hoş kokuyla bir de tütsü yakıldığını anladım. Tüm bunlar yetmez gibi bir de yaklaştıkça fark ettim ki ağaçtan yalnız fenerler sarkmıyor, küçük kuş figürleri sarkıyordu. Büyüleyici bir manzara var karşımda, hangi ayrıntıya baksam karar veremiyorum.

Ben durmuş karşımdaki güzel manzaraya bakarken belime sarılan kollarla kendime geldim. Timur kafasını arkamdan omzuma yaslayıp ardından boynumu öptü. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve "İyi ki doğdun benim güzel sevgilim. İyi ki girdin hayatıma." Dedi fısıltıyla, işte o zaman sağ gözümden aşağı bir damla süzüldü ve ben hayatımda ilk defa mutluluktan ağlamak üzereyim.

Hızla arkamı dönüp sıkıca sarıldım ona, "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." Dedim onu bir yandan öperken bir yandan da sarılmaya devam ederek.

"Seni çok özledim Timur. Sensiz ben ne yapıyormuşum bilmiyorum hiç, iyi ki geldin!" dedim gözlerim dolarak. Sanki bu bir haftanın tutukluğunu içimden böyle atmak ister gibi gözyaşlarım sıraya girdi.

"Ben de seni çok özledim güzelim benim. İlk defa bir görevde artık bitse de dönsek diye düşündüm durdum. Oysa ben senden önce şehirden çok dağlarda görevde olmayı isterdim, şimdi geldiğim hale bak sırf sen buradasın diye neler yapıyorum."

Son bir kez saçlarımı öpüp benden ayrıldı. Kollarım onu hiç bırakmak istemese de mecburen çektim bende bedeninden. Sanki kollarımın kendi zihni var ve benden ayrı hareket ediyor gibi ona sarılmayı bıraktığım için sızladı adeta.

"Gelin hadi, şöyle oturun doğum günü kızı. Aklımda daha farklı bir şeyler vardı ama bu kısmet oldu."

"Sen geldin, yanımdasın ya bu benim için en güzel kutlama Timur. Senden başka hiçbir şeye ihtiyacım yok."

Elimden tutup hazırladığı alana gidip oturmamda yardımcı olduktan sonra o da yanıma oturdu. İçinde pasta olan kutunun kapağını açıp üzerindeki mumları yaktı ve pastayı bana yaklaştırdı, "Hadi bakalım bir dilek tut ve mumları üfle." O burada yanımda ve gözlerime aşkla bakarken ben hayattan daha fazla ne isteyebilirim ki? Yine de dediklerini yaptım, gözlerimi kapattım ve –Timur'la uzun, sağlıklı ve mutlu bir hayatımız olsun.- diye içimden geçirip pastanın üzerinde yanan iki adet mumu üfleyip söndürdüm.

Elini minderin yanına uzatıp meyve suyu kutusu çıkarıp önümüzdeki kadehlere koyarken, "Normalde güzel bir şarapla kutlarız diye düşünmüştüm ama sen nöbettesin ben de geleli sadece iki saat oluğu için kaldırmayız diye düşündüm. O yüzden şimdilik bununla idare edelim."

"Geleceğini bilseydim nöbet yazdırmaz evde beklerdim seni ama bilmediğim için bugünü sensiz geçirmek yerine çalışmak daha mantıklı geldi." sözlerimle gözlerindeki parıltılar biraz sönse de bozuntuya vermeden gülümsedi. Büyük ihtimalle beni bırakıp göreve gittiği için üzüldüğümü düşündüğünden söndü o parıltılar.

"Olsun güzel sevgilim benim. Sen dert etme bunları. Daha önümüzde uzun yıllar var, aklında ne varsa hepsini yaparız. Hadi ye bakalım, kesin yine çalışmaya dalıp unuttun yemeği." Elindeki çatalla pastadan bir parça alıp bana uzattı.

Pastayı yerken kafamı kaldırıp ağaca bakınca dallarından sarkan kuşlar çekti dikkatimi. "Neden kuş?" dedim Timur'a bakıp.

"Seni kuşlara benzetiyorum, kanatlarınla istediğin yere gidebilecek kadar özgür, küçücük olsan da her şeyin üstesinden gelebilirmişsin gibi ama aynı zamanda da kanatlarına rağmen yanımda kalıp benimle olman bana büyüleyici geliyor. Kısacası seni betimleyecek bir şey olsa bu kuş olur gibi bilmiyorum." Dedi. Söylemek istediği çok şey varmışta toparlayamıyor gibiydi sanki. Çok üzerine gitmek istemiyorum.

"Kuşları severim ama daha önce hiç bu açıdan düşünmemiştim. Bana göre daha çok arayışı çağrıştırıyor. Sanki hep bir yerlere uçup bir şeyler arıyorlar ama çok azı buluyor gibi yani özgürlük mü bilmiyorum daha çok tutsaklık gibi, göğe tutsak olmuşlar sanki."

"Hayır, tutsak değiller zarif, narin ve küçücük bedenlerine rağmen her şeye meydan okuyup istediklerine ulaşmak için rüzgâra kafa tutuyorlar tıpkı senin gibi. Sen de istediklerin için her şeye ve herkese kafa tutuyorsun." Omzumdan sarılıp göğsüne çekti beni. Şimdi ellerimizde meyve sularımız minderlerde hafif yatar pozisyonda ağaçlara asılmış fenerlerin ışığı altında ağaç dallarından sarkan kuşları izliyorduk.

Bunu bana dün hatta yok yok bir saat önce söyleseler asla mümkün değil derdim ama şimdi burada onunla böyle olmak tarif edilemez.

"Hakkımda böyle düşünmen çok güzel Timur, çok mutlu oldum sende böyle bir izlenim bırakabildiğim için."

"Bıraktın, bırakmaz mısın hiç keşke az da bana yer bıraksaydın kafamın içinin her yerini kendinle doldurdun." Dedi bu sefer elimi dudağına çekip avuç içimi öperken.

Kafamı ağaçtan ona çevirdim görmediğim günlere inat gözlerimi ayırmadan onu seyrettim. Fenerlerden yansıyan ışıklardan görebildiğim kadarıyla kıpkırmızı olmuş gözlerinin içi ve bununla birlikte moraran altları ne kadar yorulduğunun ispatı gibi sanki.

Tüm bu yorgunluğuna rağmen buraya kadar gelip benimle ilgilendi bir de. Daha fazla böyle kalmasına gönlüm razı gelmedi.

"Timur hadi git dinlen artık sen, ben de buraları toparlayıp içeriye gireyim çok yorgun görünüyorsun." dedim hüzünlü bir sesle. Hüznümün sebebi tüm bu yorgunluğuna rağmen bu kadar çabalayıp yorulmasından kaynaklı elbette, yoksa burada yanımda olması beni hiçbir şeyin mutlu etmediği kadar mutlu ediyor.

"Sorun değil burayı birileri toparlayacak kalkmamızı bekliyorlar. Normalde her şeyi kendim hazırlayacaktım ama vakit yetmediği için yardım aldım. Ayrıca bekleyebilirim birlikte gideriz senin için de sorun olmazsa."

"Sorun olur, çok yorgun görünüyorsun buralarda perişan olmanı istemiyorum. Sen şimdi kalkıp eve geçip güzelce uyuyorsun, bende nöbetimi devredip yanına geliyorum sonra birlikte de biraz daha uyuyup dinleniyoruz." Dedim itiraz istemeyen bir tonda.

Gülümseyerek bakıp, "Tamam öyle olsun, ben şimdi gidip yatıyorum ve sende çıkınca hemen yanıma geliyorsun o zaman."

"Anlaştık sevgilim." Dedim ve uzanıp dudaklarıma kondurduğu öpücüğe karşılık verdim. Benden ayrılıp ayağa kalınca benim de kalkmama yardım etti.

"Burası ne olacak?" dedim çevreye bakıp. "Merak etme ileride organizasyondan birileri var hem fazla yaklaşmadan fotoğraf çektiler hem de biz gidince toparlayacaklar burayı. Bunları düşünme sen, bir an önce işini bitirip yanıma gel."

"Tamam, gideyim ben o zaman. Sonra görüşürüz." Dedim.

"Görüşürüz güzelim." Dedi ve beni son bir kez öptü. Ondan uzaklaşıp hastaneye girerken son kez arkamı dönüp ona baktım, elleri cebinde karanlıktan tam göremesem de yüzünde bir gülümse olduğuna emin olduğum şekilde içeri girmemi izliyordu.

İçeri geçip şöyle bir servisi kontrol ettikten sonra odama geçip çalışmaya devam ettim. Sabahın olmasıyla eşyalarımı toparlayıp benden nöbeti devralacak arkadaşımı beklerken telefonum çaldı. Arayan annemdi kesin doğum günümü kutlamak için arıyor.

"Efendim annem!" dedim enerjik çıkmasını çabaladığım sesimle.

"Kızım, uyandırmadım demi?"

"Yok annem uyanıktım zaten, nöbetim vardı şimdi çıkacağım."

"Hah iyi o zaman, hadi gel bizi al havalanandayız sürpriz yapacaktık ama adresini istemeyi unutmuşuz."

"Nasıl? Urfa'ya mı geldiniz?"

"Evet, hadi gel bekliyoruz!" dedi şaşırmıştım hiç beklemiyordum gelmelerini. Kendime gelmeyi çalışıp cevapladım onu, "Tamam anne siz oturun bir kafeye falan hemen nöbeti devredip geliyorum ben."

Anlaşılan Timur'la kurduğum planları biraz ertelemem gerekecek...

Loading...
0%