Yeni Üyelik
33.
Bölüm

Bölüm 33

@birbulutkalemi

Herkese merhaba, yeni bölüm sizlerle.

Lütfen özellikle satır aralarına yorum yapıp, oy vererek destek olmayı unutmayalım ki kitlemiz büyüyebilsin.

Gelecek bölümlerden alıntılar, fotoğraflar ve duyurular için Instagram ve Tiktok'ta "birbulutkalemi" kalemi olarak sayfamızı bulabilirsiniz.

 

 

Asya'dan

İçeri geçip biraz daha oturup muhabbet ettikten sonra tekrar eve dönmek için yola çıktık. Arabayı hareket ettirip biraz yol alınca aniden önüme birisinin atlamasıyla sert bir fren yaptım.

Birisine çarpmış olabilmemin ihtimali bile yüreğimi sıkıştırırken doktor kimliğimin devreye girmesiyle hızla arabadan inmek için hamle yaptım, önüme çıkan kişi de düştüğü yerden kalktı.

Bize doğru koşması beni korkutsa da "Yardım edin! Lütfen yardım edin!" diye bağırması, sesindeki telaşı ve hareketlerindeki kopukluk gerçekten yardıma ihtiyacı olduğunu düşündürdü.

Aklımın bir köşesinde Timur'un söyledikleri olduğu için babama dönüp, "Baba sen arabada kal annemler korktu, bende o arada gidip bir bakayım derdi neymiş." Dedim torpidoda duran askeriye tarafından verilmiş silahımı belime takarken.

Normalde bende olması zorunlu olmasa da Kurt hakkında bildiklerimden ötürü kendimi korumam için o zamanlarda başvuru yapıp almıştım. Şimdi işe yarayacak gibi duruyor...

Babam beni onaylayıp annemi sakinleştirmek için konuşurken bende arabadan inip önümde yardım isteyen adama yaklaştım.

"Ne oldu? Problem ne, neden yardım istiyorsunuz? Hem de kendinizi önüme atarak! Ne kadar tehlikeli bilmiyor musunuz size çarpabilirdim!"

"Lütfen yardım edin! Karım hamile, doğurmak üzere arabamız bozuldu! Az ileride bekliyor, telefon çekmiyor, ne kadar yardım istemek için çabaladıysam da kimse durmadı, lütfen yardım edin!" dedi telaşla hızlı hızlı konuşarak.

"Tamam, önce sakin ol, ben doktorum karına yardım edeceğim. Şimdi kendine gel ve beni karına götür anladın mı?" diye sordum bende tane tane çünkü telaştan ne bana ne de dediklerime odaklanıyor. Sadece yardım için çırpınıp duruyor.

Kafasını sallayıp kolumdan tutup çekiştirmeye başladı, biraz yürümemizle önümde siyah renkte minibüs şeklinde araba duruyordu. "Orada işte, arabada karım hadi hızlı ol! Ona bir şey olmasın, yardım et!" diyerek beni oraya doğru sürükledi yine.

 

 

Timur'dan

Asya'nın yanından ayrılıp karargâha gelince Maho'nun tekrardan ortaya çıktığının haberini aldık. Her ne kadar bir önceki operasyonda ona büyük bir darbe vursak da hala elinde büyük bir güç var.

Arkasındaki adamlar kim bilmiyorum ama sıradan birileri olmadıkları da kesin. Sıradan birileri olsa Kurt'u onu bulmaları için göndermezler bizim gibi timleri işe koyarlardı.

Kurt hala onların arasında olduğu için şansımız yaver gitmiş bize Maho ile ilgili doğruluğu kesin bir bilgi göndermişti. Yarbay Nihat'ı gönderip gözlem yaparak elde ettiği verileri bize göndermesini istedi. Her ne kadar Kurt bilgi vermiş olsa da detay yok. Nihat bizim gibi değil, her ne kadar askeriyeye bağlı olsa da hiçbir zaman bir timi olmadı. O hep yalnız çalıştı. Genelde sahaya iner kılıktan kılığa girer herkesin arasına sızabilir, nasıl yaptığını anlamasam da birisinin ağzından laf alması için onunla on dakika konuşması yetiyor. Arya kaynamasında altı ayrı dil bilmesi de çok etkili oluyor tabi, bu sebeple türlü yurt dışı görevlerine de katılıyor dosyasına bir sürü başarılı görevi daha ekliyor.

Fakat bir şey var, o kadar başaralı olmasına rağmen rütbesi bir türlü yükselmiyor. Şu ana kadar yaptığı görevlerle şimdi Yüzbaşı konumuna erişmesi gerekirken hala Üsteğmen olarak görev yapıyor. Ne kadar sorarsak soralım asla sebebini öğrenemedim. Bu hayatta daha fazla merak ettiğim çok az şey vardır herhalde.

İşte şimdi biz toplantı odasına oturmuş, Kurt'un verdiği bilgi ile sahaya inen Nihat'tan haber beklerken o da tüm yeteneklerini konuşturup daha fazla şey elde etmeye çalışıyordu.

Normalde hiç yapmasak da bu görev önemli olduğu için ve gözden bir şey kaçmasını istemediğimiz için montunun düğmesine taktığımız kamera sayesinde onu uzaktan takip edip konuşmalarını duyabiliyorduk.

Kurt'un bize adını ve fotoğrafını gönderdiği adamın tam karşısına daha önceden tanıdığı o köydeki her şeyden haberi olan bir adamla oturmuş tavla oynuyordu.

"Ula Kâzım bu karşıdaki adam kim, ben ilk defa gördüm burada." Diye sordu elinde salladığı zarları atarken. Nihat kendini, o köydekilere toptancı olarak tanıtmış. Ayda bir de asıl toptancının götürmesi gereken malları alıp o teslim ettiği için kimse onu sorgulamıyor aksine köylerine ürün götürdüğü için herkes sevip sayıyormuş.

Çoğu köy halkı ile yakın olmuş kendisini meraklı birisi olarak tanıtıp normalde de her şeyi sorduğu için bu tarz soruları da artık göze batmıyormuş. Tabi dedikoduyu seven köy haklının da onun sorduğu soruları anlatmak bir zaman sonra hoşuna gitmiş, hatta Nihat'ın ikramlarıyla da her hafta gidişinde masasının dolup taşmasına neden olmuş.

"Ona hiç bulaşma sen Mehmet gardaş, o tekin adam değildir. Babası bu köyün adamı olsa da o şehre okumaya gidince değişik değişik adamlarla tanışıp köyün başına musallat etti. Nice gencimizin aklını çelip dağa çıkardı. Biz hiç sevmeyiz onu, işte köyden kaç kez kovduk kovmasına da dağdakilerle gelip evlerimizi yakınca mecburen sustuk. Tek çözüm o gelince bizim çoluk çocuk kim varsa eve kapatıyoruz gidene kadar da çıkarmıyoruz."

"Polise, jandarmaya niye şikâyet etmediniz ya?" diye sordu kendini Mehmet olarak tanıtan Nihat.

Timur'un karşısında oturup dikkatle adamın dediklerini not alan Burak'ın da kaşları merakla havaya kalktı tıpkı diğer tim üyeleri gibi. Hepsi gelecek cevabı merakla bekliyordu.

"Gitmez olur muyuz hiç gittik, hem de defalarca kez ama ne yaptı nasıl yaptı bilmiyoruz alındığı her seferinde geri bıraktılar bu adamı. Biz de bir zaman sonra bıraktık mecburen çünkü her seferde daha fazla musallat olmaya başladı bize. En son babası ölünce onu gömmek için gelmişti geçen sene. Ev eşyalı dursa da bir daha uğramamıştı, şimdi geldiğini görünce de kimse muhatap olmadan kendi haline bıraktık böyle yine bir iki gün kalır gider diye ama geleli bir hafta olmasına rağmen gitmedi. Köy okuluna doktorlar gelecekmiş hem çocukların sağlık muayenesi için hem de aşıya onu bekliyormuş, ben geçen telefonda konuşurken duydum. Şehirden alamam burada kimse bir şey diyemez alır gelirim dedi. Biz muhtara haber ettik gelmesinler ara diye sağ olsun aradı o da bir ay sonraya attılar aşı gününü kimsenin haberi yok ha sen de söyleme sakın!" dedi Nihat'a iyice yaklaşıp.

İşte şimdi anlaşıldı niye indiği demek doktor yada hemşire istiyor o yüzden indi, onu alınca da geri dağa çıkacak ama Maho neden bir doktora ihtiyaç duysun ki?

Biz plan hazırlarken o da daha fazla ne öğrenebilirse öğrenip oradaki güvenli evde bizi beklemesi ve alan araştırması yapması için kamerayı kapatıp Nihat'a mesaj attım.

Telefonu tekrar cebime koyup masada oturan ekibime döndüm, "Evet beyler, adam anlaşıldığı üzere delil yetersizliği ve arkasındaki adamlar sayesinde hep dışarı çıkmayı başarmış. Bizim onu iş üzerinde yakalamamız lazım." Dedim fikri olan var mı bakmak için.

Yiğit lafa girip, "Komutanım biz de ona istediğini verelim o zaman. Ben doktor olarak oraya gideyim, genel muayeneden anlamsam da aşılarını yaparım çocukların. Büyük ihtimalle ya köye girerken ya da çıkarken alacak doktoru böylece hem sivil olan kimseyi tehlikeye atmayız hem de elimiz sağlam olur ne istediklerini anlarız." Dedi.

Aslında benim aklımda da aynı şey canlanmıştı ama aramızda doktor olmadığı için söylemedim fakat Yiğit sağlık lisesinde okuduğu için iğne falan sorun olmaz onun için o halleder.

"Tamam o zaman, dinleyin şimdi." Dedim ve kafamda tasarladığım planı anlatmaya koyuldum. "Planda anlaşılmayan bir şey yoksa gidin hazırlıklarınızı yapın, sabah erkenden yola çıkacağız!" dememle hepsi onaylayıp toplantı salonunu terk ettiler.

Bende önce toplantı raporunu Yüzbaşı'ya bildirip ardından köyün muhtarının numarasını bulup, yarın doktorun geleceğini tüm çocukların okulda olması gerektiğinin anonsunun yapılmasını istedim.

Saate bakınca çok geç olduğunu eve gitmeye vaktimin olmadığını gördüm. Görevle ilgili izinler için yazışmalar ve onaylar biraz zaman alan bir iş. Öyle kafamıza göre istihbarat aldık göreve çıkıyoruz diyemiyoruz maalesef ki.

Asya'nın çoktan uyumuş olacağını düşünüp ona kısaca göreve çıktığıma dair bir mesaj atıp, hazırlanmak üzere mühimmat odasına gittim. Timin kalanı da buradaydı, giyinmişler silahlarının bakımını yapıp yanlarına alacaklarını ayarlıyorlardı.

Yaptığımız plan doğrultusunda bazılarımız uzaktan müdahale edecek olsak da içlerine girecek olan Yiğit, Selvi ve Ahmet sivil olarak gidecekleri için tehlikeye atmamak üzere içlerine çelik yelek de giydiler. Normalde biz çelik yelek kullanmayız, metal plakalı taktik yeleği giyeriz ama şimdi sivil bir şekilde doktor olarak gideceği için cepleri olmayan, kıyafet altında fark edilmeyen seçenek olarak çelik yelek giydiler aksi bir ihtimale karşı her ne kadar harekelerini kısıtlayacak olsa da güvenlik her şeyden önemli sonuçta.

Hazırlanmamızla birlikte bahçeye çıktık, gideceğimiz köy konum olarak yakın olduğu ve dikkat çekmek istemediğimiz için askeri araç yerine askeriye tarafından kullanılan sivil araçlar ile yola çıktık.

Yaptığımız kısa yolculuk ile köye yaklaşınca durduk ve son kez planı gözden geçirdik. Öndeki araba salık bakanlığının gezici sağlık aracıydı ve içinde şoför olarak Ahmet, doktor olarak Yiğit ve hemşire olarak da Selvi vardı. Üçü önden yola çıkıp okula giderken biz de Nihat'ın tespit ettiği bir alanda kestirme yoldan gidip onlardan önce vararak uzaktan onları izleyip gerektiğinde harekete geçeceğiz. Asıl hedefimiz Yiğit'i ele geçirmelerini sağlayıp uzaktan onları takip ederek amaçlarını öğrenmek ve Kurt'tan gelen istihbaratla Yusuf isimli teröristi sağ ele geçirmek.

Biz de araçlara binip onların gittiği yolun yan tarafında kalan dağlık yöne doğru gittik. Bir yandan da Burak elindeki tabletten onların üzerindeki izleme cihazlarının çalışıp çalışmadığını da kontrol ediyordu her ihtimale karşı, gözden kaçırırsak diye.

Nihat'ın belirlediği alana geldiğimiz zaman biz yerimize yerleştik, Tansu kendisine güzel bir konum bulup etrafı tararken biz de çevreye yerleşip okulu izlemeye başladık.

Her şey normal gidiyor, çocuklar okula geliyor, bazı aileler de dahil oluyor buna sanırım aşı günü olduğu için. Henüz diğer ekip okula gelmemişti, plana göre gelmelerine daha 20 dakika var. Tüm çocuklar muhtar sayesinde okulda olduğundan köyün güvenliği için ekstra dikkatli davranıyoruz.

"Komutanım, ekip iki göründü okula bir iki dakika içinde ulaşmış olurlar." Tansu'nun sesi kulaklığıma dolunca yerimde dikleşip daha da dikkatle bakmaya başladım.

Yusuf'un peşinde olan Nihat'tan henüz haber olmaması tahminlerimizi doğruluyor. Yiğit'i dönüş yolunda alacaklar ama tabi bu sadece bir tahmin sonuçta onların işleri hiçbir zaman belli olmaz.

Yiğit okula girip aşı yapmaya başlamış hatta bitirmişti bile, zaten köy okulu olduğu için nüfus az o yüzden çok sürmedi işi. Onlar bahçede velilerle konuşurken gelen mesaj sesiyle elimi cebime attım.

"Hedef eden çıktı, dikkatli olun!" yazılı mesajla birlikte bende diğerlerine haber vermek için kasklarımızdaki kulaklığa konuştum. "Hedef evden çıkmış, başlıyoruz dikkatli olsun!"

"Emredersiniz komutanım!" aldığım cevapla birlikte yerimde iyice kaybolarak hedefin gelmesini beklemeye başladım bende diğerleri gibi.

Yiğit'ler işlerini bitirmiş tam arabaya bineceklerken Yusuf okul bahçesine girdi. Onu gören veliler içeri girip camdan ne yapacak diye bakarlarken Yusuf, Yiğit'e "Merhaba doktor bey, size zahmet olmazsa eve kadar gelip anneme de baksanız olur mu? Yaşlı kendisi hastaneye de götüremiyorum iyice kötü oldu." Diye kendisini acındırarak konuştu. Ailesinin olmadığını bilsek belki inanırız öyle bir rol yeteneği var kendisinde.

Yiğit diğerlerine dönüp, "Siz toparlanın, ben de beyefendi ile gidip bir bakayım annesine sonra yola çıkarız." Dedi ve adamın peşine takıldı. İşte av ağa takıldı.

Yusuf'un kaldığı eve gittiklerinde kapıyı açıp, "Buyurun önden girin siz." deyip eliyle içeriyi gösterip belinden fark ettirmediğini düşünerek silahını çıkardı ve içeri giren Yiğit'in ensesine vurarak onu bayılttı.

çevreyi kolaçan edip kimsenin bakmadığına emin olunca Yiğit'in yerdeki bedenini sürükleyerek kapı önündeki arabanın bagajına ellerini bağlayarak koydu. Tekrar eve dönüp kapısını kilitledi ve arabasına binip bizi asıl hedefimize götürmek için yola çıktı.

Aramıza bizi görmeyeceği kadar mesafe koyup onu takip etsek de bir yandan da tabletten konuma bakmayı ihmal etmiyoruz. Yiğit'in üzerini aramayı bile gerek görmediğine göre ya kendisine çok güveniyor ya da bizi çok hafife alıyor ki bence kendisine çok güveniyor.

Onun gibi adamlar sırf bir gruba dahil oldukları için ve bazı şeyleri arkalarındaki adamlar sayesinde yapınca kendilerini yenilmez sanırlar genelde.

Onlar önde biz arkada uzun bir yol kat ettikten sonra sonunda ormanlık bir alanda çevresi duvarlarla çevrili tek katlı bir dağ evine vardı. Kapıda bekleyen iki kişi arabayı görünce sürgülü kapıyı aralayarak onları içeri aldı. Biz de fark edilmemek için arabayı belli olamayacağı bir yere bırakarak evin çevresine dağıldık.

İlk önce çevrede kaç adam var, nereden girebiliriz, neresi güvenli ya da neresi zayıf nokta tespit etmek önemli. Bunları yaptıktan sonra tek yapmamız gereken Yiğit'in uyanmasını beklemek ve üzerine yerleştirdiğimiz dinleme cihazı sayesinde onları dinleyip planı detaylandırarak hazırlayarak görevi tamamlamak.

"Komutanım bagajı açtılar, iki kişi Yiğit'i içeri alıyor." Diyerek bilgi verdi Tansu. Demek aralarında konuşmaları bitti Yiğit'i bu kadar geç çıkarma sebepleri ne bilmiyorum ama baya hararetli bir konuşma yaptıkları kesin. Yolda bize katılan Ahmet ve Selvi de kıyafetlerini değiştirmiş silahlanmış olarak yerlerini alınca tamamen gizlenerek bundan sonrası için beklemeye başladık.

Hepimiz başka yerlerde olduğumuz için, "Burak, Yiğit'in üzerindeki dinleme cihazının sesini hepimize ver!" diye emir verdim. Beni onayladı ve sisteme onu da dahil etti.

Sessizce beklediğimiz bir saatin üzerinden Yiğit uyanmış olacak ki bize belirtmek için onlara bağırdı, "Kimsiniz siz? Neredeyim ben, ne istiyorsunuz benden?" diye.

Uyandığını fark edenler içeri girince, "Sen!" dedi Yiğit hiddetle, "Ne yaptın bana? Kimsin sen, neden buradayım ben?" diye sordu.

"Bana lazımsın doktor, senle şimdi bir anlaşma yapacağız. Sen bize yardım edeceksin ben de karşılığında senin yaşamana izin vereceğim." Dedi Yusuf.

"Ne ölmesi, lütfen bana bir şey yapmayın! Ne isterseniz yaparım!" diye telaşla cevapladı onu Yiğit. Aferin aslanım iyi iş çıkarıyorsun.

Yusuf keyifle yüksek perdeden bir kahkaha attı. "Aferin böyle ol, sözümü dinle! O zaman ikimizde mutlu oluruz." Dedi.

"Gel bakalım önce elini çözelim. Sakın bir aptallık yapmaya kalkma sıkarım kafana!" diye tehdit etmeyi de unutmadı.

"Tamam, ne dersen o. Öldürme beni yeter ki!" diye rolüne devam etti Yiğit.

Ardından biraz hışırtı ve adım sesleri geldi. Sonra ise bir kapının açılıp kapanma sesi ve ardından tekrar adım sesleri. Çok geçmedi ki Yiğit konuştu yine, "Bu kadar adam neden var? Merak etme anladım ben seni kaçmayacağım ne dersen yaparım. Şimdiye kadar sekiz adam saydım gereksiz bunlar ben canımı severim bir şey yapmam, gerçekten öldürmeyin beni." Diyerek onlara telaşlanmış birisi gibi gösterse de kendisini aslında bize sayı bildirirken ona korkmuş numarası yapamaya devam ediyordu.

"Sen de amma ödlek çıktın ha doktor. Biz niye senden korkalım bunlar başkanın çocuğu için koruma. Sen de o yüzden buradasın zaten! Çocuk hasta onu iyi edeceksin, yoksa korktuğun başına gelir sıkarım kafana bir kurşun!" diye Yiğit'i korkutmaya çalıştı.

"Geç, içeride çocuk! " dedi ve Yiğit'i içeri itti, "Dosyası orada oku ona göre tedavi et! Mikrop kapmaması gerektiği için ben içeri girmeyeceğim ama odada kamera var her anını izleyeceğim ona göre, tek yanlış hamlende ölürsün."

"Tamam." Dedi ve adım seslerinden içeri girip dosyayı okumaya başladı. Yüksek sesle okuması bizim de duymamız içindi elbette.

"Tanı: Behçet hastalığı normalde çocuklarda rastlanmasa da ender de olsa görülebilir. Yetişkinlere oranla çocukta olması daha tehlikelidir o sebeple daha özenli olarak bakılması gerekir." Tıbbi bilgileri de dikkat çekmesin diye sesli olarak okuyup en son kişisel bilgiler kısmına gelince, "Anne adı; Bejna baba adı; Mahmut bir dakika ne bu çocuk şimdi Mahmut'un kızı mı yani hani Maho olan Mahmut!" Sesini yalnız bizim duyabileceğimiz seviyede çıkararak söyledi bunu.

Çocuğa ilerleyip tıbbı muayenesine başlarken ben de time, "Hazırlanın içeri girip Yusuf ve çocuk dışındakileri öldürüp çıkacağız." Diyerek emrimi verdim.

Yiğit cebine bıraktığımız kulaklığı taktığını belirtmek için "Hazırım!" dedi bu dikkat çekmemek için benden emir beklediği anlamına geliyor.

"Yiğit, kendini ve çocuğu emniyete al! Biz birazdan içeri gireceğiz. Senin tek görevin o çocuğu korumak!"

"Emredersiniz komutanım! Kapıyı dışarıdan kilitliyorlar ama kimsenin gelmemesi için önüne dolabı iteceğim camlarda zaten demir var kime giremez içeri. Dolabı çekmek için sizden iki dakika istiyorum, saldırı olursa ilk gelecekleri yer burası."

"Tamam." Dedim ve ondan haber bekledim harekete geçmek için. "Tansu mevkiini koru, Ahmet ve Onur siz kapıdakileri halledin kalanlar benimle birlikte çevreye dağılsın sessizce hepsini hallediyoruz. Burak sisteme girip kameraları kapatma işi sende, senin hamlenle başlayacağız." Dedim ve hepsinin onay vermesiyle beklemeye başladım.

"Komutanım, sisteme girdim. Fark edilmemek için son yarım saatin gösterimini ekranlara veriyorum eğer içeriden izliyorlarsa kimse bizi fark etmeyecek." Dedi ve Yiğit'in de onayıyla operasyon başlamış oldu.

Önce sessizce dışarıdakileri hallettik ve yavaşça içeri sızdık, iç bahçede evin giriş kapısında bekleyen iki kişi haricinde kimse yok. Bütün adamları bahçenin dışına yerleştirip kalanları da ev içine koydukları kesin. İçeride en az dokuz kişi var Yusuf'la birlikte.

Kapıdaki adamları da susturucu taktığımız silahlarla halledince sıra içeriye geldi. Uzun koridorda karşılıklı olarak sırayla dizilmiş sekiz kişiyi aynı anda öldüremeyeceğimiz için içeri sis ve ses bombası atarak onları şaşırtıp hepsini tek tek öldürdük ama bu sefer ses yaptığımız için Yusuf duruma uyandı ve "Baskın var! Hepiniz dışarı!" diye bağırarak bir odadan çıktı. Bizi dışarıda sanması sayesinde birden koridorda bizimle karşılaşması onu şoka soktu tabi. Elini silahına atsa da arkasında bekleyen Ahmet onun Yiğit'e yaptığını yapıp ensesine silahını geçirerek bayılttı.

"Hiç uğraşmayalım komutanım böylesi daha iyi, en azından sesini çekmeyiz." dedi gülerek.

Burada biten işimizle çocuğu bahçedeki ambulansa alarak yanına her ihtimale karşı Yiğit'i bıraktık ve biz de geldiğimiz arabayla yola çıktık.

Yolun yarsında uyanan Yusuf kendinden emin görünerek, "Sizi buna pişman edeceğim! Siz kimsiniz ki beni alıyorsunuz. Siz kendinizi bir şey mi sanıyorsunuz beni yine çıkarırlar, daha önce de tutuklandım. Buradan bir çıkayım ilk sizi öldüreceğim." Diye kendi çapında tehdit edince daha fazla dayanmayan Furkan, "Kapa çeneni elimizde bir sürü delil var sen çıkmayı unut daha." Dedi ve bir yumruk attı karnına.

Psikopatça kahkaha atan Yusuf hepimizi şoka sokacak o sözleri söyledi bunun ardından,

"Tek aldığımız doktor o mu sanıyorsunuz? Diğeri de yolda kadını alanlar buraya gelip beni burada bulamayınca ne olacak sanıyorsunuz, yokluğumu fark ettikleri gibi hem çocuğu hem de beni almaya gelecekler. Maho bizi bırakmaz! Oğlu onun her şeyi."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%