@birbulutkalemi
|
Kahkahalarla bağırarak konuşup bir yandan da ara sokaklarda gezdiğimiz gezimiz Timur'un telefonunun çalmasıyla bozuldu. İşte o an da içimi öyle bir sıkıntı kapladı ki o telefonu asla açmasın istedim. Nereden bilebilirdim ki haklı olacağımı... Bir askerle birlikteyseniz her anınızı son anınızmış gibi yaşamanız gerektiğini zamanla öğreniyorsunuz. Birlikte geçirdiğiniz her anın değerini, birbirinizin kıymetini bilmeyi... "Tamam, o da yanımda söylerim ben yarım saate görüşürüz." Telefonla konuştuğu süre boyunca belli etmemeye çalışsam da içimde endişeyle görev olmamasını diliyordum ama yine yanıldım. "Görev emri çıktı, gitmem lazım." Derin bir nefes aldım, içimdeki endişeyi dışarı yansıtmamayı ne kadar başarabiliyorum bilmiyorum ama karşımda onun gibi profesyonel bir asker varken çok da saklayamayacağımı biliyorum. "Hemen mi?" Yaslandığı motordan doğruldu, beni kendine çekip sıkıca sarıldıktan sonra kokumu derin derin içine çekti. İşte o an anladım bu onun bana vedasıydı, hemen şimdi gitmesi gerekiyordu. "Hemen ama şimdi vedalaşmamıza gerek yok Yarbay Harun seni de çağırdı. Sanırım yine tansiyonu yükseldi o yüzden birlikte gideceğiz orada vedalaşırız." Güzel biraz daha birlikte olabileceğiz o zaman. Hayatımda ilk defa bir yolun uzaması için dua edebilirim ki ben normalde uzun yolu da pek sevmem, hele de iki tekerlekli bir ölüm makinesinde gidiyorsak. "Tamam, öyle yapalım o zaman." Bu sefer gelirken bindiğimin aksine beline daha sıkı sarıldım, gideceğini bilmenin verdiği boşluk sıkı sıkı sarılmamı bir an bile olsa ellerimi bedeninden çekmemem gerektiğini fısıldıyor sanki kulağıma, bense ipsiz bir kukla gibi uyuyorum o sese. Tekerleklerin her hareketinde daha da sıkı sarılıyorum. Sonunda askeriyenin kapısına geldiğimizde ise mecburen bıraktım onu. "Sen önce Yarbay'a bak istersen ben de o arada hazırlanırım. Gitmeden görüşürüz olur mu güzelim?" Aslında içimden olmaz gitme demek geçse de mecburen onayladım onu. Konuşamam, konuşursam sesim titrer giderayak onu üzüp aklının bende kalmasını istemediğim için gülümsemeye çalıştım. Aklım onda olsa da yapmam gereken bir iş olduğu için mecburen ayrıldım yanından. Kapıda bekleyen nöbetçi askere Yarbay'ın beni beklediği bilgisi verildiği için sorgulamadan aldı içeri. "Hoş geldin Asya, geç otur bakalım seninle önemli bir konuda konuşmamız lazım." "Hoş buldum Yarbay'ım siz iyi misiniz tansiyon falan dediler isterseniz önce revire geçelim?" "Yok, iyiyim ben bir şeyim yok. Seninle özel konuşmam lazım o sebeple onu bahane edip çağırdım." "Tabi Yarbay'ım buyurun dinliyorum sizi." Yüzünde kararsız bir ifade vardı, sanki söyleyip söylememekte emin değil ama çağırdığına göre de mecburen söylemek zorunda gibi ve bundan da pek memnun değil anladığım kadarıyla. "Biliyorsundur Artemis Timi biraz sonra bir göreve çıkacak ve çıktıkları görev bu timin kuruluş amacını içeriyor." Durdu derin bir nefes alıp söyleyeceklerini toparladı zihninde "Yani demem o ki hayatları boyunca çıktıkları operasyonların hepsi onları buna hazırlamak içindi. Maho kod adlı teröristten haberin vardır." "Evet Yarbay'ım var." "Nihat bir süredir yoktu buralarda fark etmişsindir, aslında tayini çıktı ama son bir ricası vardı o da bu operasyonu bitirip yeni görev yerine o zaman gitmek." Sözleri beni şaşırttı Nihat'ın gideceğini bilmiyordum, eminim Timur da bilmiyordur, bilse söylerdi. "Yaptı da Nihat gitmeden buradaki son görevini gerçekleştirip Maho'yu buldu. Buldu bulmasına ama yaralanmış, küçük bir bıçak yarası fakat zehirlendiğini düşünüyor. Uzun zamandır bu adamın peşinde olduğumuz için şimdilik kimseye güvenemediğinden görev yerini terk edemiyor ama en kısa zamanda müdahale edilmezse hayatı tehlikeye girecek." Sözlerine kısa bir ara verip masanın sağında duran su şişesinden ağır ağır bardağa su doldurdu ve bunun aksine suyu tek yudumda bitirdi. "Senden bunu istemek hakkım değil ama tüm askerlerim benim evladım gibi oldu. Şimdi Artemis Timi birazdan onun yanına gidecek ve böylece operasyon başlayacak ama ben senin de onlarla gidip Nihat'a orada bakmanı istiyorum. Sen gitmezsen o buraya geri dönmemekte ısrar ettiği için hayatı tehlikeye girecek. Şimdi diyecek olursan ki gidersem de benim hayatım tehlikede olacak, sana oradaki tüm evlatlarımın siper olacağının sözünü verebilirim ama diğerleri Nihat'a orada bir şey yapamaz. Eğer kabul ederim dersen bil ki sınır dışı bir operasyona çıkacaksınız ve gideceğiniz yer çok tehlikeli bir bölgede." Biten sözleriyle geriye yaslandı, gözleri ve odağı tamamen bende sadece söyleyeceklerime odaklanmış bekliyordu. O an durdum düşündüm, tek gayesi insanlara yardım etmekken bundan aylar önce tamamen bir çılgınlıkla hiç tanımadığım bir adama mesaj atıp hem onu kurtarıp hem de eğlenirim diye düşünen kızdan şimdi çatışmalara gidip birilerine gerçekten yardım etme fırsatı bulan bu kıza evirilmek hiç de kolay olmadı. O zamanlar hayatın gerçek yüzüyle tanışmamış en büyük problemi arkadaşlarıyla tartışmak olan kızdan şimdi ülkenin bir ucunu bırakın direkt sınır dışına gerçek bir kahramanın hayatını kurtarmaya gidebilecek güce eriştim. Ve ben şimdi tam istediğim yerdeyken sırf tehlikeli diye binlerce insana faydası dokunmuş bir askerin ölmesine göz yumamam. "Tamam Yarbay'ım gideceğim, bunun düşünülecek bir yanı bile yok." O koskoca adamın karşımda resmen ter döktüğünü gördüm, sanırım gerçekten de tüm askerlerini bir evladı olarak görüyor ki Nihat için de ancak bir babanın endişeleneceği kadar endişelendi. "Teşekkür ederim Asya, bunu yapmak zorunda olmamana rağmen yapıyorsun." "Ne demek Yarbay'ım, onlar her gün bizim için canlarını tehlikeye atıp görevden göreve giderken benim burada bir şey yapmadan beklemem olmaz tabi ama önce hastaneye gidip gerekli ilaçları almam lazım nasıl bir zehir bilmiyoruz. Garanti olsun buradakiler yetersiz bana göre." "Tamam sen ne lazımsa yaz ben oradan birilerini arar ilaçları temin ederim. Vakit kaybetmeyelim sen hazırlığını yap gitmek için." "Tamam Yarbay'ım çıkayım ben o zaman." "Tamam kızım görüşürüz yine gitmeden. Bu arada göreve dahil olduğunu kimseye söyleme seni gizli bindireceğim helikoptere, gidişini saklayalım ne olur ne olmaz." "Tamam Yarbay'ım." Odadan çıktıktan sonra soluğu revirde aldım. Burada her ihtimale karşı bıraktığım üzerimdekilere nispeten daha rahat olan kot ve tişörtü giyip hızlıca müdahalede bulunmam için hazırda bekleyen malzemeleri sağlık çantasına koyduktan sonra tek yapmam gereken görevin ne kadar süreceğini bilemediğim için beni merak etmemeleri için aileme haber vermek kaldı. Akılları bende kalsın istemiyorum ama ulaşamadıkları zaman akılları daha çok bende olacağından arayıp haber vermek en iyisi olacak. Annemi aradığımda telefon ne kadar çalarsa çalsın açılmayınca sakin kalıp babamla denedim şansımı. Hayır bir şey olacağından değil ama üzerimde operasyonun stresi olduğundan normalden daha endişeliyim. "Efendim kızım?" "Çok şükür, baba neredesiniz Allah aşkına annemi arıyorum açmıyor bir türlü öldüm meraktan!" "İyiyiz kızım endişelenecek bir şey yok bu gün burası kalabalık olunca annen de mutfağa yardıma girdi. Sen bu saatte aramazdın hiç hep akşam arardın ne oldu? İyi misin sen bir problem yok değil mi?" "İyiyim ben baba bir sorun yok ama bir durum oldu bana birkaç gün ulaşamayabilirsiniz merak etmeyin diye haber vermek istedim." "Nasıl bir durum? Asya sen iyisin değil mi kızım bak bir şey var da söylemiyorsan bozuşuruz." "İyiyim baba detay veremem yasak sadece bir askerin bana ihtiyacı var ve bulunduğu konuma telefon götürmem yasak." "Tamam yavrum dikkat et kendine. Arayabildiğin ilk anda da arayıp haber ver bana bak tamam mı?" "Tamam babacım, siz de dikkat edin kendinize döndüğümde görüşürüz." Timur'dan "Planda anlaşılmayan bir şey var mı?" "Her şey net komutanım, ne zaman çıkacağız?" tim komutan yardımcısı Onur'un sorusu benim de merak ettiğim bir soruydu fakat bu konuda bilgim yok. "Bu konuda bilgim yok Yarbay siz beş dakika sonra çıkacakmışsınız gibi hazır olup pistte bekleyin bilgi vereceğim dedi." Bu sefer söze Tansu girdi, "Komutanım acaba ters bir durum mu var? Normalde Yarbay karışmazdı hiç." Ondan sonra diğerleri de onu onaylayan şeyler söylediler ama bu konuda gerçekten bilgim yok. Burası askeriye, üstün sana bir konuda ne kadar açıklama yaptıysa o kadarıyla yetinmek zorundasındır daha fazlası olmaz. "Bilmiyorum arkadaşlar, ben de size anlattığım kadarını biliyorum sadece, hadi şimdi gidin vedalarınızı edin en fazla on dakika içinde pistte sizi bekliyor olacağım." "Emredersiniz komutanım!" İçeri de yalnız ben kalınca zaten hazır olduğum için gitmeden Asya'yı görmek için fırsatımın kalması beni mutlu etti. Umarım işi bitmiştir de gitmeden kokusunu doya doya içime çekerim. Maho'yu almak için çıkacağımız bu görevin sonunda nasıl bir psikolojide olurum hiçbir fikrim olmasa da pek de iyi bir ruh halinde olmayacağım kesin. Onu sağ ele geçirip buraya getirmek mecburiyetindeyim, her ne kadar kafasına sıkmak istesem de yapmam. Henüz Yarbay'ın yanındaysa meşgul etmemek için eski usul mesaj attım, "İşin bitti mi?" garip hissettirdi kim bilebilirdi ki bana attığı mesajla hayatımın aşkı olacağı... "Henüz değil sen piste geç bende oraya gelirim." Aldığım mesajla daha fazla düşünmeyi bırakıp son kontroller için piste geçtim. Pilotla güzergâh hakkında ve hangi konumda ineceğimizi tartışırken Yiğit'in sesini duydum. "Dikkat!" Arkamı dönüp esas duruşa geçtiğim zaman Yarbay ve yanında sırtında kocaman çanta ile Asya'yı gördüm. Hayır, olmaz olmamalı! Lütfen aklıma gelen başıma gelmesin. "Rahat çocuklar yapın siz hazırlığınızı. Turgut, hastaneden bir çanta gelecekti geldi mi?" "Geldi Yarbay'ım burada. Vermemizi ister misiniz?" "Doktor hanıma teslim edin." Duyduğum konuşmalardan sonra daha da emin oluyorum. Hala inanmak istemesem de gerçek ortada. Yarbay pilotların yanına gidip bilgi alırken ben de Asya'nın yanına geçtim. "Lütfen bana senin de geldiğini söyleme!" "Öyle söylememi istersen tabii ki söylerim sevgilim." Dedi ama asıl bu konuşmasıyla geleceğini garantilemiş oldu. "Asya çok tehlikeli gelemezsin. Ben konuşurum Yarbay'la hadi geri dön sen lütfen." "Biliyorum her şeyin farkındayım ve buradayım geleceğim Timur." "Bak Yiğit var bize bir şey olursa o bakar senin gelmene gerek yok." Yüzünde farklı bir ifade oluştu, "Timur, siz bilmiyorsunuz." Dedi sadece. "Neyi bilmiyoruz?" "Ben sizin için değil farklı bir görev için gidiyorum. Madem bilmiyorsunuz o zaman benim söylemem doğru olmaz. Yarbay söylemediyse vardır bir bildiği." Kafam karıştı neyi bilmiyoruz biz? Yarbay bizden ne saklıyor? Dahası Asya'yı öyle bir ortama götürecek görev ne olabilir? "Artemis Timi! Vakit geldi, gidin ve ne yapmanız gerekiyorsa yapın ve geri döndüğünüzde hepinizi sağ salim burada görmek istiyorum. Emrim anlaşıldı mı?" "Anlaşıldı komutanım!" "Asya size emanet, o neden gittiğini biliyor burada duyulmaması lazım helikopter havalanınca konuşursunuz. Allah'a emanet olun evlatlarım." "Sağ ol!" gür sesimiz pisti inletse de aklım hala Asya'da. Onun bu göreve gelmemesi lazım. Yarbay arkasını dönüp gittiğinde tekrar Asya'ya döndüm. "Asya gelme sen, sorun her neyse biz hallederiz. Gerçekten çok tehlikeli." "Farkında mısın bilmiyorum ama ben askeri doktorum ve görev tanımım bu benim! Tamam tehlikeli ama ben bunu zaten biliyorum ve bildiğim halde buradayım. Ayrıca burada yeri dolmayacak tek kişi benim, sen mesela bu göreve katılmazsan timin halleder ama ben gelmezsem benim görevimi halledecek vasıfta kimse yok burada o yüzden vaktini bununla harcama gidelim. Ve görev bitene kadar bana sevgilin gibi değil meslektaşın gibi davranırsan sevinirim." Her sözüme rağmen bana sıkıca sarılıp kenarda elinde çantayla bekleyen pilotun elinden çantayı alıp helikoptere bindi. Gerginliğimizi anladılar da ondan mı sessizler yoksa gideceğimiz görevin ağırlığından mı bilmem ama tim ilk defa bir göreve sessizce gidiyor. Helikopter havalandıktan sonra sessizliği ben bozdum, "Evet doktor hanım açıklayın bakalım bu göreve neden dahil oldunuz." Aysa önce bize sonra pilotlara baktı, güvenli mi bilmediği için olsa gerek isim vermeden anlattı. "İstihbaratı aldığınız asker yaralı." Herkes istihbaratı kimin verdiğini bildiği için yerimizde kaskatı kesildik. Yanımızda doktor götürüyorsak durumu ağır demektir. "Çok mu kötü durumu?" benim merak ettiğimi Selvi sordu. "Yarası derin değil bir bıçak sıyrığı olduğu bilgisi geldi ama bıçakta zehir varmış, fazla vakti yok. Dönmesini bekleyemeyiz o yüzden ben de geliyorum. Ve hayır zehrin ne olduğu belli değil o yüzden ben geliyorum Yiğit müdahale edemez." Şimdi bir de görevin stresine bu eklendi. Helikopter bizi bırakacağı konumda ilerlerken ben de diğerlerine uyup sessizce bekledim. Farkında olmadan tek bacağımı salladığımı ise Asya'nın elini dizime koyup durdurması oldu. "İyi misin?" İyi miyim? Bilmiyorum nasılım anlamıyorum, içimde bir sıkıntı var, gerginlik desen görev çıktığından beri var. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Sonunda şehit olan arkadaşlarımın rahat yatması için verdiğim sözü tutabileceğim ama sonrasında ne olacak bilmiyorum... "Gerginim biraz, üzgünüm sana öyle çıkışmamalıydım Asya. Sadece korktum, en son onun için çıktığımız operasyonda olanları biliyorsun." "Sorun değil hayatım, anlıyorum seni ama lütfen biraz sakinleş bu şekilde göreve yeterince konsantre olamamandan korkuyorum." "Gidene kadar gel sineme şöyle kokunu soluyayım az, beni anca kokun sakinleştirir." Binmeden önce dediklerinin aksine yüzünde gülümsemeyle başını göğsüme yasladı. Bana sarılan bedeni bizden farksız değil kaskatı, sanırım endişeyle onu daha da korkuttum. "Asya, orada ben ne dersem onu yapacak sözümden ne olursa olsun çıkmayacaksın tamam mı? Ben vurulsam dahi ortam güvenli olmadan seni yerleştirdiğim yerden bir adım atmayacaksın! Anlaştık mı?" Vurulma ihtimalim bile yerinde dikleşmesine sebep oldu, "Timur benden bunu isteme bunu yapamam, nasıl sana bir şey olursa yerimde kalabilirim?" Onu yerinde tutacak bir şey bulmam lazım, bu ihtimal ne kadar göz ardı etmeye çalışsak da hep var ve ne zaman olacak asla belli olmaz. "Bana yardım edebilmek için önce senin iyi olmaz lazım, ben yaralıyken sen yanıma yaklaşırsan sen de zarar görürsün ve o zaman bana yardım edecek kimse kalmaz şimdi söz ver bana." "Tamam, söz..." Dedi biraz durup düşündükten sonra. Konuşmamızı pilotlardan biri bozdu, "Konuma geldik, daha ileri gidemeyiz buradan yarım saatlik bir mesafede gideceğiniz yer." "Tim toparlan!" Gözüm Asya'ya kaydı, üzerinde kıyafetleri dışında bir şey yok, helikopterde yedekte duran yeleklerden birisini ve kendime yedek olsun diye aldığım beylik tabancamı ona uzattım. "Al bunları yeleği giy, silahı da yanından bir saniye ayırma. Nasıl kullanman gerektiğini biliyorsun tereddüt etme." "Tamam, etmem." Alçalan helikopterden inip Asya'yı koruma çemberine alıp hızla uzaklaştık buradan. Helikopter sesini duyup gelmeleri ihtimalini göze alamayız sessiz olmamız lazım. "Komutanım, haberciyle iletişime geçildi, hâlâ aynı konumda sabit bizi bekliyor." Burak kolunda takılı olan tabletten güzergâhı ayarlayıp yol göstermek için önden ilerledi. Çorak topraklar üzerinde gizlenmek zor olsa da daha az dikkat çekecek yerlerden yürüyerek sonunda verdiği konuma ulaştık. "Haberci?" ses gelmedi. Normalde en ufak bir sese bile tepki veren adamın şimdi cevap vermemesi olası bir durum değil. Ya yakalandı ya da zehir etkisini gösterdi ve kendinden geçti. Arkamı dönüp bana bakan askerlerime elimle konum almalarını işaret ettim, Asya ise Yiğit'in yanında o ne yaparsa onu yapıyor. "İçeri giriyorum, siz çevreyi korumaya alın!" "Emredersiniz komutanım." Ağır adımlarla mağaradan içeri girdiğimde tıpkı düşündüğüm gibi alnından boncuk boncuk ter akıtan Nihat'ı mağaranın duvarına yaslı halde kendinden geçmişken buldum. "İçeri temiz gelin." Mağaranın iç kısımlarına daha da ilerlediğim zaman yere yapılmış bir yatak ve kenarda dizili konserveleri gördüm, resmen kendine küçük çaplı bir ev yapmış. "Asya acilen uyanması lazım ne yapabilirsin?" Hemen koşup göz kapaklarını kaldırıp bakarken arkasındaki Yiğit'e dönüp konuştu, "Çantada buz kalıplarıyla dolu bir çanta olması lazım içindeki sarı renkli enjektörü bana ver." Aldığı enjektörü göğsünün ortasına kelimenin tam anlamıyla sapladı, kabul bu görüntü biraz korkutucu ama umarım işe yarar. "Gömleği çıkarmam lazım yardım gerekli." Furkan yanına eğilip tam çıkaracaktı ki Asya ona bir eldiven uzattı, sorgulamadan dediğini yaptıktan sonra tekrar silahını alıp mağara girişine diğerleriyle nöbet tutmaya geri döndü. Bense başında uyanmasını ve bilgi vermesini bekliyorum. "Birazdan uyanır ama bilinci ne kadar açık kalır bilmiyorum ne öğrenmen gerekiyorsa hemen onu sor başka şeyler sorma! Tedavisine devam etmem lazım." Asya hala bedenini incelip sırayla ağzına, kulaklarına, gözlerine bazen de ellerine bakarken önce kısık sesli bir inleme duyuldu. "Kendine geliyor yaklaş, sesi çıkmayabilir, ama zehrin bulaşıcı olma ihtimaline karşı temas etme." Beynimden vurulmuşa döndün. Ne demek bulaşma ihtimali! Ya ona da bulaşırsa, gözlerimdeki endişeyi görünce ağzındaki maske ve elindeki eldivenleri gösterse de içim rahatlamadı. "Sonunda gelmişsiniz, her şeyi not..." sesi kesildi, zorlukla yutkunduktan sonra devam edebildi sözlerine, "Not aldım, yatağın altındaki kayayı kaldır orada..." birden nefesi kesilip boğulur gibi sesler çıkarınca Asya onu hemen yan döndürdü ve ağzından beyaz köpükler akmaya başladı. "Üzgünüm daha fazla konuşamaz. Tedaviye başlamam lazım o zaman bilinci tamamen gidecek." Ne kadar o adamı yakalamak istesek de hiçbirimizden önemli değil, önemli olan bizim hayatta olmamız. O elbet yakalanır. Daha fazla o adam için kimseyi riske atamam. Söylediğini yapınca her ayrıntıyı noktasına kadar yazdığını gördüm işte bu bugünün en mutluluk veren haberi olabilir. Hemen tüm detayları okudum ve saate baktığımda başlamak için en uygun anın akşam saatleri olduğunu gördüm. Sessizlikle geçen zamanda tek hareket eden Nihat'ı hayatta tutmaya çalışan Asya'ydı. Bir sağına geçiyor bir soluna aldığı kanları bir şeylerle karıştırıp en doğru tedaviyi bulmak için uğraşıyor. Saat 22.00 olduğu zaman gün boyu süren hareketliliğin aksine şimdi içeride yemek yediklerini not düşmüştü Nihat. En uygun an bu olsa gerek beklemedikleri bir zaman dilimi "Tim toplan, şu an yemek saatleri bu saatlerde hepsi içeride oluyor saldırmak için en uygun an. Unutmayın gireceğimiz yer eskiden kalma bir savaş sığınağı nerede ne var bilmiyoruz, her zamankinden daha da dikkatli olmanızı istiyorum." "Anlaşıldı komutanım." "Tansu, sen buradasın. Hem çevreyi hem de bizi gözleyeceksin en ufak bir değişikliği de haber veriyorsun." "Emredersiniz komutanım." Aldığım karşılıkla başımı salladıktan sonra kalanlara döndüm, "Tim sızıyoruz." Ağır ve dikkatli adımlarla karşımızda bulunan sığınağa doğru inmeye başladık. Tam karşılarında kayaların arkasına geldiğimiz zaman kapıda bekleyen iki teröristi halletmeleri için Yiğit ve Burak'a işaretlerle anlattım. Her ne kadar kulaklıklarımız olsa da konuşma riskine girmemek en iyisi, düşmanı hiçbir zaman hafife almamak gerek. Yerimizde durup çevreyi kontrol ederken bir gözüm de ikisinin üzerinde bir terslik olması durumunda müdahale etmek için tetikte bekliyorum. Operasyon düzenlediğimiz sığınak yer altına yapılmış, girişi ise tespit ettiğimize göre tek bir yerden yapılmış. Arkadan gelecek olsaydık düzlük diyebileceğimiz bir konumda dururken şimdi bulunduğumuz yerden büyük bir açıklık var, girişin önünde iki üç tane araba bulunuyor. Kenarlarda ise neyde kullandıklarını bilmediğimiz borular var ki hayırlı bir şeyde kullandıklarını düşünmek anca bir hayalpereste yakışır. Binanın çevresinden dolanıp adamların tam tepelerinde duran Yiğit ve Burak bu tarafa bakıp elleriyle onay verdikten sonra adamları tuttukları gibi yukarı çekip boyunlarını kırdılar. "Tim kontrollü bir şekilde içeri sızıyoruz, Tansu gözün çevrede olsun." "Emredersiniz komutanım!" Aklıma gelen ayrıntı ile içeri girmeden önce, "Nihat nasıl?" diye sordum. İçeriden çıkamazsak en azından onun durumunu bilmek iyi olur. "İyi komutanım, son iğne de yapıldı şimdi serumla birlikte uyanmasını bekliyoruz." Güzel bu iyi haber kendine geldiğinde bize bir şey olsa bile o ikisi Asya'yı korur bir delilik yapmasına engel olur. "Tim, başlıyoruz!" Sığınağın girişine gelince sırtlarımızı birbirimize dayayıp kontrollü olarak içeri sızmaya başladık, geçtiğimiz her odaya aramızdan birisi girip bakarken kalanlarımız her ihtimale karşı beklerken henüz bir hareketlilik yok. "Temiz!" Selvi'den duyduğum ikazdan sonra, "Devam ediyoruz!" ağır adımlarla her şeye hazırlıklı olarak yürürken sesler gelmeye başladı. İşte şimdi asıl operasyon başlıyor. "Hareketlilik var dikkatli olun!" uyarımla ellerindeki silahlara daha bir kuvvetle sarıldılar. Son dönemece yaklaştığımızda gözükmemek adına duvara tam anlamıyla yapıştık diyebilirim. "Burak, ne yapacağını biliyorsun" Belindeki çantadan ince bir çubuğa bağlı kamerayı çıkarıp önüme geçince çabuğu dikkat çekmeyecek şekilde içeri tuttu. Şimdi içeriyi tam anlamıyla görebiliyoruz işte. Kolundaki ekrana verdiği görüntüde Nihat'ın haklı olduğu doğrulandı. Tam bir fare gibi bu deliğe saklanan Maho ve yardakçılarından birisi masada önlerindeki yemekleri yerken kalanlar yere serilmiş gazetelerin üzerinde yiyorlar. "İçeride gizli çıkış olabilir riske atmayalım gazla uyutmak en iyisi, maskelerinizi takın işaretimle başlıyoruz." Verdiğim komutla birlikte hepimiz maskeleri takınca Furkan tekrar onay almak için bana baktı, başımı sallayıp istediği onayı verdim ve bacağına taktığı aparattan gaz bombasını çıkarıp içeri attı. Gazın etkisi oldukça az olsa da kendilerinden geçtikleri o kısa zaman bize büyük avantaj sağlayacaktır. İçeri yayılan dumanla panikleyip bu tarafa ateş açsalar da gazdan kaçamadılar ve birkaç dakika içinde hepsi bayıldı. Dumanın etkisi kısa süreli olduğu için herkes hızlıca hareket edip içeridekilerin ellerini plastik kelepçe yardımıyla bağladılar. Maho ve yanındaki kimliği belli olmayan adamın başında iki kişi beklerken diğerlerinin başında da Selvi vardı. "Siz adamları dışarı çıkarın gazın etkisi geçmek üzere bende önemli ne varsa toplayım, Maho ve yanındaki kalsın bizle birlikte çıkarlar. İçeride ben, Onur ve Yiğit kalırken diğerleri çıkıyordu. Karşımda üzeri kâğıtlarla dolu masaya yaklaşıp kâğıtları kontrol ettiğimde gördüğüm şeyleri görmemeyi diledim. "Hemen karargâha bağlanın ve Yarbay'la acil görüşmek istediğimi söyleyin!" "Komutanım ters bir durum mu var?" "Şu an bilgi veremem, siz ikisini alın dışarı çıkın ben konuşup geleceğim." "Komutanım Yarbay hatta." Elinden aldığım telsiz telefonla çıkmaları için işaret verdim, "Komutanım hedefi yakaladık ama bir problem var..." tam bulduğum planlardan bahsederken bir ses duydum, "Tahliye! Acil tahliye füze geliyor!" "Timur ne oluyor orada?" "Komutanım füze atmışlar, büyük ihtimalle dışarıda gözcü vardı ve şuan size anlattığım planları ele geçirmememiz için ölmeyi göze aldılar." Kısa bir sessizlik oldu, "Hadi hadi hadi boşalt! Füze geliyor!" "Belgeleri al planı yaparız sonra." "Emredersiniz komutanım!" Hızla toparladığım belgeleri alıp başına bir şey gelmemesi için dışarı doğru koşmaya başladım. Kapıya yaklaştıkça dışarıdakilerin çıkmam için bağırtıları kulaklarıma doldu, az sonra karşıma Onur çıktı, "Komutanım acele edin!" daha da hızlı koşmaya başladım ama ayağımın takılmasıyla elimden kayıp düşen dosyaları toplamak için durdum. Onur arkasına bakmadan çıktığında hızla toparlayıp tekrar kalktım ve koşmaya devam ettim. Aklımda iki şey var birincisi ben buradan çıkmazsam Asya ne yapar? İkincisi ise elimdeki bilgilerin başına bir şey gelmeden buradan çıkabilecek miyim? Tam aydınlığı görüp bir adım daha attım ki önce büyük bir ateş parçası sonra ise ortalığı inleten bir gürültü ve sallanan yer. Bedenim önce havada savruldu ve ardından yerle buluştum sonrası ise derin bir karanlık... Asya'dan Çantadan zehirlenme gibi vakalarda kullandığımız en etkili ilaçları yaptığım testlerden sonra tahmin yürüterek Nihat'a verdim ve acısını azaltmak için bir serum bağladıktan sonra her şeyin yolunda olduğuna karar verdiğim an Tansu'nun yanına geçtim. Kenarda yedekte duran dürbüne baktığımı fark edince, "Alabilirsin." Dedi. Aldığımda baktığım tek şey kayaların arkasına saklanmış Timur'un bedeni olurken yanımdaki kadın bir o tarafa bir bu tarafa bakıp kısık sesle kulaklıktan bilgi veriyor. Ters bir durumda bilgim olsun diye benim kulağımda da kulaklık olsa da gözüm sadece Timur'a odaklı olduğu için arkada konuşulanlar bana uğultudan başka bir şey gibi gelmiyor. İçeri girmelerinin ardından geçen yirmi dakikadan sonra Tansu elindeki silahın dürbünüyle çevreyi tararken bir yerde takılı kaldı, dudaklarından fısıltıyla füze kelimesi dökülünce buz kestim. "Tim füze geliyor, hemen orayı terk edin! Tahmini olarak bir buçuk dakikası var ulaşmak için!" Duymuyorlar içeride sinyal engelleyen bir şey olsa gerek kahretsin! Kendi kendine söylenmesi beni daha da korkuttu, Allah'ım sen yardım et! "Tim beni duyuyor musun? Tim ses ver!" Gözüm elimdeki dürbünde girdikleri yerden çıkacak birilerine bakarken yanımdaki Tansu hala içeri sesleniyor. "Anlaşılmadı tekrar et!" diyen Furkan'ı gördüm giriş kapısında. "Füze geliyor hemen boşaltın orayı bir dakikadan az kaldı! Hemen!" Çıktığı yere koşarak girdi ve çok geçmeden önde elleri kelepçeli dokuz on kişilik terörist grubu çıktı. Ardından ise iki kişiyi sürükleyerek getiren Onur ve Yiğit ama Timur gelmedi. Endişeyle oturduğum yerden ayağa kalktım hala gözümde dürbün girişe bakarken Onur tekrar içeri koştu ama saniyeler içinde yine yalnız çıktı. İçeri bakınca ne gördü bilmiyorum ama tekrar içeri gidecekken kolundan tutup zorla çekmeye çalıştı timdekiler. Birden bakış açıma füze girdi ve saniyeler içinde Timur'un hala çıkmadığı sığınağın üzerinde düştü. O an nefesim kesildi. "Hayır, hayır, hayır Timur hayır!" hayır olmadı bu hayır ben yanlış gördüm! Evet evet ben yanlış gördüm çıktı ki Timur içeriden çıktı! Ben kaçırdım sadece çıktığı anı, Timur içeriden çıktı! Karşımda alevler içinde kalan binadan Timur çıktı! İçeride olamaz. O kısacık anda Timur'la geçirdiğimiz tüm anlar düştü aklıma. Mesaj attığım ilk an beni nasıl sinirlendirdiği. Hemen ardındansa onu ilk gördüğüm an hastanenin bahçesinde şekerli kahvesini içmek için bana doğru yürüdüğü o yılbaşı gecesi. Ya da birlikte yaptığımız yemekler. Gittiğimiz düğünde bundan sonraki bizim ki olur umarım demesi şimdi gelen bunun belki de olamayacağı farkındalığı... Daha dün sırf binmek istiyorum diye arkadaşından aldığı motosikletle yaptığımız gezi. Kokumu derin derin içine çekmesi, buraya gelirken sıkıca sarılmamız ve binlercesi. Kulağımdaki kulaklıktan gelen ses, "Komutanım 22.50 itibari ile füze düştü, Timur komutanım içeride durumu ne bilmiyoruz cevap vermiyor acil yardım gerekli!" 22.50 bana geldiği saat, gözlerime ilk kez baktığı an. Şimdiyse benden gittiği saat mi olacak? Tam 22.50'de üzerine düşen füze. Elimdeki dürbün elimden kaydı, ayaklarımın dibine düşünce bende daha fazla ayakta kalamadım. En son hatırladığım şey dizlerim üstünde yerlere vurarak çığlık attığımdı... "Timur!"
|
0% |