Yeni Üyelik
44.
Bölüm

Bölüm 44

@birbulutkalemi

Nihat'tan

Bu katılacağım ne ilk ne de son şehit töreni olacak ama içim bu sefer hepsinden farklı yanıyor. Bana ailemden daha çok aile olan kardeşimi, canıma can olan, sırtımı sorgusuz gözü kapalı yaslayacağım adamı, can yoldaşımı kaybetmek ayrı bir yaktı içimi.

Hele de şimdi bu şartlarda ona veda ediyor olmak. Patlamadan çıkarılan yalnızca kemikleri olunca son bir kez veda bile edememek... Hadi biz neyse de anası son kez sarılmadı, sevdiği kadın ölümünü kabullenemeyip iğnelerle hastane yatağında yatarken biz burada Ankara'nın göbeğinde sadece yarım saat sürecek bir törenle ona veda ediyoruz.

Babası üzülse de başı dik en ön sırada komutanların yanında, anası biraz geride kalmış, bir kolunda kızı diğerinde Tansu onlara yaslanıp ayakta kalıyor. Bizse omzumuzda hafifçe bir tabut kalabalığa yürüyoruz. Bütün timde hala inanamayan bunun olmasını reddeden yüzler, bense boşum bomboş. Bu tablodaki en büyük eksikse Asya.

Gözlerinin önünde sevdiği öldürülen Asya... Uyandığında belki kızacak ona son kez veda etmeme izin vermediniz diye ama daha fazla bekletmek de Timur'a haksızlık olacak. O artık askerliğin en şerefli rütbesine ulaştı. Nice şehidimizle birlikte arkamızdaki görünmez orduya katıldı. Bu kısa bir ayrılık, bu vatan için hepimizin erişeceği son mevki onun yanı olacak inşallah.

Üzerimizde diğerlerinin aksine Timur'un elleriyle verdiği üniformalar var. Ona son kez onun bize armağanıyla veda etmek istedi tim. Omuzlarımızdan indirdiğimiz tabut açıldı, Onur ve ben koyduk mezara bedeninden kalanları, sonraysa herkesin kürek kürek attığı toprakla uğurladık onu sonsuzluğa.

Tıpkı Timur'un da isteyeceği gibi güçlü durmak isteyen annesi üzerine atılan her toprakta fenalaşınca ambulansla götürüldü. Edilen dualardan sonraysa birer ikişer azaldı herkes. Durun demek istedim, sizin için can veren birisine bu kadar mı vedanız ama diyemedim...

Geriye bir tim kaldı bir de babası. Çöktüm başına mezarın, "Affet beni kardeşim, biraz daha dikkatli olsaydım, fark etseydim şimdi aramızda olurdun sende. Yüzüm yok burada bile durmaya ama sana son görevimi yapmadan da gitmek istemedim." Titreyen ellerimi toprağına attım, "Sözüm olsun, sana bunu reva gören kim varsa hepsinden soracağım hesabını." Ağlamamak için verdiğim mücadeleyi kaybettim. Usul usul aktı gözümden yaşlar, toprağını gözyaşlarımla suladım.

"Hadi evlat kalk artık daha fazla burada kalamazsın, bak sen gitmezsen bu aslanlar da gitmez buradan. Artık vatana bir borcunuz daha var. Hem kendiniz için hem de Timur'um için savaşacaksınız." Ah be amcam nasıl iyi yüreklisin ki kendi acını bırakıp bizim için uğraşıyorsun bir de. Kalktım yerimden ellerini öpüp, "Merak etme sen, bundan sonra attığım her kurşun Timur için olacak." Diyebildim sadece o acılı babaya.

"Artemis dönüyoruz! Sormamız gereken bir hesap var."

Asya'dan

Dıt, dıt, dıt......dıt kulağım aşina olduğum sesle dolarken hangi hastama bakarken uyuya kaldığımı hatırlamaya çalıştım. Bizim meslekte olur öyle, takip etmen gereken riskli hastan varsa başında beklerken böyle uyuya kalabilirsin ama ben sanırım biraz fazla abartmış olmalıyım ki kirpiklerim birbirine yapışmış açılmıyor.

Gerçekten ben kimi beklerken uyudum ki? Hem de yatmışım bir de eğer hasta benden önce uyandıysa, bir dakika Timur! Bu sefer monitörün sesi düzensiz ve hızlı atmaya başladı.

Başıma saplanan korkunç bir ağrı ardından parça parça gelen görüntüler. Timle çıktığım görev, Nihat'ın zehirlemesi, gelen füze ve en son Timur'un oradan çıkamadan patlayan sığınak...

Ne oldu? O iyidir, çıkmıştır! Koskoca Üsteğmen çıkmıştır oradan! Gelir ki birazdan, hatta kızar bana ne oldu bir şey mi var ki bu kadar yattın der! Der gelir o bırakmaz beni!

Hızla açılan kapıdan giren doktoru tanısam da sesinden da şu anda ismini hatırlayamadım.

"Asya! Dur sakin ol! Seni tekrar uyutmak zorunda kalacağız kendine gel!"

Tekrar mı? Ne zaman uyandım ki ben tekrar uyutsunlar hatırlamıyorum. Timur! Benim acilen onu görmem lazım! İyiyim ben tamam kendimdeyim, kesin karargâhtan çağırdılar yoksa o gitmez başımda beklerdi.

"Güzel, evet böyle derin nefes al! Sakinleşmen lazım, evet."

"Nasıl hissediyorsun kendini?"

"İyiyim bir an panikledim sadece, ne zamandır baygınım?" eğer dedikleri gibi daha önce kendime geldiysem ve bunu hatırlamıyorsam muhakkak bilincim kapanmış demektir.

"Bugün dördüncü gün oldu."

"Timur, Timur çok merak etmiştir. İyiyim ben artık çıkabilirim, çıkışımı verir misiniz?"

Karşımda duran doktor ve hemşire bana acıyan gözlerle bakıp birlerine döndüler. Ne yapacaklarını bilemezmiş gibi bir halleri vardı.

"Aileniz dışarıda onlara uyandığınızı haber verelim sonra çıkarsınız çok merak ettiler sizi."

"Ne? Annemler mi geldi? Buradalar mı?"

"Evet, buradalar hemen gönderiyorum."

"İyi olur. Teşekkür ederim.

Kapıdan çıkmalarının üzerinden geçen birkaç dakikanın ardından içeri anne babam girdi. Benim için fazlaca korkmuş olmalılar ki ikisi de ruh gibi bembeyaz olmuşlar, gözlerine kan oturmuş. Çok kötü hissettim bunu onlara yapmaya hakkım yok.

"Annem, iyi misin yavrum çok korkuttun bizi?"

"İyiyim anne endişelenmene gerek yok. Sadece bir an Timur'un patlamadan kurtulmadığını sandım ama o çok iyi bir asker, kurtulmuştur kesin. Hatta nerede o? Gelsin de biraz trip atayım ben baygın burada yatıyorum o ortalıkta yok."

Yine bir sessizlik oldu odada. Annem karşısında duran babam baktı, babam anneme. Neler oluyor burada?

"Ne oldu? Niye sustunuz?"

Kararsızlıkla birbirlerine bakmalarının ardından annem gözyaşlarını dökerken babam başını yere eğdi. Benim babam başını hiç yere eğmez ki! Hep dimdiktir o!

"Baba kaldır başını! Ne oldu nerede Timur? Görev mi çıktı? Ha ondan mı yok burada?"

"Kızım..." Yok! Hayır! Olmadı öyle bir şey!

"Baba! Bir şey desene! Baba nerede Timur?"

Annemin omuzları sarsılarak ağlamaya başlamasıyla kalktım ayağa, üzerimdeki hasta kıyafetini umursamadan yatağın ayakucundaki hırkayı üzerime geçirip çıktım odadan. Karşımdan gelen Emre'yi gördüm.

"Asya iyi misin? Nereye?" dedi, sanırım o da biliyor bakışlarından anladığım kadarıyla. Önemsemedim, askeri bilgi herkesle paylaşılmaz. Ortada bir yanlış anlaşılma var.

"Arabanı ödünç verir misin? Benimki nerede bilmiyorum ben."

"Ben... Tabi al." Dedi ve cebinden çıkardığı anahtarını bana verdi.

"Teşekkür ederim. Ben getiremezsem askeriyeden almak senin için sorun olur mu?" Timur oradadır eve birlikte geçeriz biz kesin.

"Sorun değil alırım."

"Tamam görüşürüz."

Onu orada bırakıp hızla koşmaya başladım. Arkamdan şaşkınca baksa da ne onu ne de seslenen anne babamı umursamadan sadece hedefime ulaşmak için koştum. Ne ara arabaya bindim de çalıştırdım bilmiyorum ama şimdi askeriyenin otoparkında durdurup indim arabadan.

Neredeydi Yarbay? İlk birkaç saniye hatırlamasam da sonradan odasının yeri geldi aklıma. Duraksız koştum, etraftakilerin garipseyen bakışları da umurumda olmadı. Hepsi önce üzerimdeki hastane kıyafetine sonra ise ayakkabı giymeyi unuttuğum çoraplı ayaklarıma bakıyor.

Ben niye Yarbay'a gidiyorum ki? Timur buradadır önce onun odasına bakmalıyım, evet kesin odasındadır. Yönümü değiştirdim tekrar. Koşar adımlarla odasına gelince durdum. Gözüm duvarda yapıştırılmış isimliğe kaydı, Kıdemli Üsteğmen Timur Karadağ...

Sevgilim benim, ismini öyle görünce tekrar gurur duydum onunla. Fazla oyalandım, kapıyı hızla açıp içeri girdim. Masanın üzerinde bir koli duruyordu, onun dışında oda boştu, bomboştu. Bu ne demek şimdi?

Niye topladılar Timur gelince çok kızar! Kutuyu alıp sandalyeye koydum. İçinden önce defterini çıkardım onun hep yaptığı gibi masanın ortasına koydum, Timur aklına geleni not etmeyi sever bunun için hep elinin altında olsun ister. Kalem kutusunu masanın sağ köşesine koydum, ikimizin fotoğrafının olduğu çerçeveyi ise bilgisayarın hemen yanına sol tarafa. İsimliğini ise masanın ortasına evet böyle güzel oldu. Aynı onun düzeni. Bir dakika sürahisi yok! Sürahisi nerede? Dolapları karıştırıp sürahiyi ararken birisi adımı seslendi.

"Asya?"

"Hah Nihat gelsene, Timur'un sürahisini arıyorum ama yok. Zaten biri eşyalarını da toplamış! Gelirse çok kızar o gelmeden eski haline getirelim."

"Asya..."

"Hadi sordur birilerine gelmeden yerine koyalım, biliyorsun sevmez o eşyalarına başkalarının dokunmasını."

"Asya, Timur bir daha gelmeyecek!" titreyen sesiyle konuşması beni sinirlendirdi.

"Hayır! Sus! Gelecek, bana söz verdi gelecek!"

Elimi saçıma atıp karıştırdıktan sonra kalan dolaplara bakmaya başladım. Gelecek, evet gelecek o gelmeden bulmam lazım.

"Asya o artık yok."

"Hayır!"

Gözümden akan yaşlar görüşümü bulanıklaştırsa da umursamadım. Tek yaptığım başımı sallayarak onun dediklerini reddedip sürahiyi aramak oldu. “Nerede bu lanet olası sürahi?” bulmam lazım onu. Timur kızar, çok kızar bulmam lazım.

"Ne oluyor burada?" Yarbay Harun'un sesini duysam da bu seferlik saygıyı bir kenara bırakıp aramaya devam ettim. "Timur gelirse çok kızar bulmam lazım. Sürahisi yok, KİM ALDI SÜRAHİSİNİ!" sona doğru bağırmamla odanın kapısında bu sefer de sesimi duyup gelenler vardı.

"Asya!" Yarbay'ın seslenmesi de durdurmadı beni sona kalan dolaba geçtim korka korka ellerim titreyerek açtım.

"Yok! Yok işte! Nerede bu sürahi!" dolaba vura vura çöktüm yere. "Ne olur biriniz getirin Timur su içmek ister yok işte burada!" sarsılan bedenimde birinin kollarını hissettim. "Yarbay'ım sizi dinlerler ne olur söyleyin getirsinler, Timur'un canı su ister o sevmez, elinin altında dursun ister. Söyleyin ne olur getirsin!"

"Çok üzgünüm Asya, inan bizim için de hiç kolay değil. Ben bir evladımı daha toprağa verdim. Üzgünüm gelmeyecek o artık. Yapma bunu kendine Timur da böyle olsun istemezdi. Hırpalama kendini artık."

"Yarbay'ım o olmaz ki çıkmıştır o oradan. Hem hem Tansu uyardı ki onları Timur arkadan falan çıkmıştır. O çok iyi bir asker durmaz içeride gelir o bana geri ölmüş olamaz."

Elini cebine attı, avuçlarıma bir künye bıraktı. Gözlerimi künyeye indirdiğim zaman yarısı isten kararmış künyedeki yazıyı okuyunca dudaklarım titredi. Keşke hiç görmeseydim de okumasaydım.

"Bunu patlamadan sonra içerideki yanmış bedenlerin birinde bulduk. DNA testi yapıldı. Timur vasiyetinde arabasıyla birlikte sana bırakılmasını yazdığı için ailesine teslim etmedim. Ailesi burada şimdi evini toparlıyorlar sabah geldiler. Cenaze töreni iki gün önceydi Ankara'da Şehitlikte." Zorla konuşarak.

Zorla da olsa ayağa kalktım, bana doğru adım atan Artemis Timi'ni elimle durdurdum. Kutunun içinde görüp çekmecesine koyduğum anahtarı hırkanın cebine koyup masasını tekrar topladım. Ben tüm bunları yaparken tim üyeleri dahil kapıdaki herkes ya ağlıyor ya da kızarmış gözlerle beni izliyordu.

Cebimdeki diğer anahtarı Nihat'ın eline tutuşturup, "Hastaneden biri gelip alacak benim arabam nerede bilmiyorum." Dedim. Ve kutuyu da alıp sarsak adımlarla çıktım. Timur arabasını hep arka tarafa personel garajına park ederdi, oraya doğru yürüdüm.

Arabanın önüne geldiğim zaman durdum, arka tarafın kapısını açıp elimdeki kutuyu bıraktım. Öne geçip direksiyona oturduğumda burnum bir kez daha sızladı. Arabanın içine sinen kokusunu bir daha soluyamayacağımı bildiğimden derin derin içime çektim.

Elim titreyerek çalıştırdım arabayı, ağır ağır çıktım buradan. Onunla birlikte onlarca kez geçtiğim bu yollar bugün bana cehennem oldu. Alışkanlıkla Timur'un her gün park ettiği yere bıraktım arabayı. Evimin önünde bekleyen anne babamla göz göze gelince bir kez daha aktı gözlerimden yaşlar.

"Kızım..."

Durmadım karşı binaya Timur'un evine çıktım. Hep yorgunluktan kullandığımız asansörü es geçip bu karşılaşmayı uzatmak için daha da ağırdan aldım yürüyüşümü ama olmadı en fazla birkaç dakika geciktirebildim. Elimdeki anahtarlıkta evin anahtarı olsa da bir umut belki o açar kapıyı diye zili çaldım.

İçeriden duyduğum adım sesleriyle yerimde dikleştim, kalp atışlarım hızlandı, umutla bekledim ama kapının ardından Timur'un ablası Bahar abla vardı. O da çevredeki herkes gibi kırmızı ve şiş gözler soluk bir tene bürünmüş.

Herkes ne kadar da çabuk kabullenmiş. Şimdi benim sevgilim gerçekten öldü mü? Artık yok mu? Bana söz verdiği o tatile hiç çıkmayacak mıyız? Arkasından Gülten teyze çıktı, annesi... O daha da perişan. Beni görür görmez yeni dindiğini anladığım gözyaşları tekrar aktı. Daha fazla durmayıp içeri adım attım. Sevdiğim adamdan kalan en değerli kişiye sıkıca sarıldım işte o an bağıra bağıra ağlamaya başladım daha da tutamadım kendimi.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama babamın beni yerden kaldırmasıyla lavaboda buldum kendimi. Yüzümü yıkayıp çıkardı beni, ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Kalktım oturttuğu koltuktan ağır adımlarla Timur'un odasına geçtim. Yerde valizlere toplanmış kıyafetleri görünce bu sefer sesim çıkmadan akmaya başladı gözlerimden yaşlar. Kendime birkaç parça eşyasını ayırıp bir de masasının üzerinde duran losyon ve parfümünü aldıktan sonra kalanları topladım. Kimseye bırakmadım, son kez dokunduğu her şeydeki izi bende kalsın istedim, ne kadar bencilce olursa olsun.

En son elime aldığım başucundaki kitabın içinden üzerinde adım yazılı bir mektup bulsam da şimdi okumak için cesaretim yok. Mektubu tekrar kitaba koyup onu da kendime ayırdıklarımın arasına bıraktım. Kapıda bekleyen ailem ve Timur'un ailesine bakıp "Alabilirsiniz, sizin için mahsuru yoksa bunları ben almak isterim." Dedim sadece titreyen sesimle.

"O nasıl laf kızım al tabi. Zaten Timur'um sana bırakmış en kıymetlisini bunu mu sorun edecek al." Onları arkamda bırakıp kendi evime geçtim, en son giydiği tişörtü alıp yatağıma uzandım.

Ne zaman oldu bilmiyorum fark etmedim ama bir ara akşam olunca annem gelip gideceklerini söylemesine rağmen kalkmadım. Ona dair birilerine daha veda etmeye takatim yok.

Sonrasında günler günleri kovaladı ama ne ben yatağımdan kalktım ne de ailem pes etti. Ben öylece yatarken hayatta kalmam adına bin bir ısrarla günde bir kez ağzıma aldığı yemekle yatarken bu sabaha gözümü çalan zille açtım.

Bugün onsuz geçirdiğim ikinci hafta, "Kızım sana posta gelmiş belki bakmak istersin." Başucuma bırakıp çıktığı zarfa değdi gözüm. Üzerindeki amblem beklide bundan sonra yaşamam için bir umut olabilir. Yeryüzü Doktorları'nın sembolü vardı.

Aklıma günler önceki konuşmamız geldi. Sırf tehlikeli diye gitmemi asla istemediği ama yine de beni kıramayıp çok istiyorsam izin çıkarıp birlikte gidelim istediği görev. Ah Timur şimdi keşke burada olsan da yine bunlar için tartışsak ama yoksun.

Açtım yavaşça zarfı, ellerimin arasında kurtuluş biletim duruyor resmen. Üç gün sonra Ankara'dan kalkacak bir uçak bileti. Önce buradan Ankara'ya geçip işlemleri halledeceğim sonraysa tekrar sınır dışına çıkacağız rota henüz belli değil. Belki de yanına gelirim ha Timur...

"Anne!"

Seslenmemle merdivenlerden yukarı çıkan adım sesleri doldu kulağıma. Ne de çok endişelendi benim için güzel annem. Artık bunu size yaşatmaya hakkım yok.

"Kızım ne oldu, bir şey mi istedin?" odadan içeri ardından babam da girdi.

"Gelin oturun şöyle."

"Yavrum korkutma beni ne oldu?" telaşla konuşan annemin ellerini aldım avucuma.

"Hani aylar önce bir şeyden bahsetmiştim size Yeryüzü Doktorları diye başvurmuştum."

"Evet kızım çok mutlu olmuştuk, ne iyi yürekli kızımız var diye."

"Zarf oradan gelmiş, çağırdılar. Ben de gideceğim en azından burada onun hatırasıyla yaşayıp her gün acı çekmektense orada bir işe yararım."

"Asya'm yavrum gerçekten mi?"

"Evet anne, o yüzden toparlanalım hadi siz eve geçin artık ben de önce Ankara'ya sonra da görev yerim nere olursa oraya gideceğim."

"Ne zaman gideceksin?"

"Yarına bilet göndermişler."

"Tamam kuzum biz de yarın gideriz o zaman."

"Anne benim bir gece de olsa yalnız kalıp kafamı dinlemeye ihtiyacım var, siz bugün gitseniz olmaz mı?" son bir kez veda etmek istiyorum onunla olan her şeye.

Gerilse de gülümsemesiyle kapattı bunu, "Olur kızım, sen iyi ol da her şey olur. Bey sen biletlere bak."

Sıkıca sarıldım ona, "Teşekkür ederim anne." Dedim sadece. Sonrasıysa üç saat sonra buldukları biletlerle kendime yetecek kadar kıyafet ayırıp kalanları paketleyip yarısını onlarla gönderdim. Kalanları da üçümüz kolilere kaldırdık. Bunları biraz sonra kargo şirketi gelip alacak onların ardından eve götürecek. Tekrar buraya dönebileceğimi sanmadığım için görev değişikliği isteyeceğim. Burada onsuz daha fazla kalamam.

Hızla geçen bir kaç saatin ardından evde bir başıma kaldım. Gözüm Timur'la birlikte seçtiğimiz ev eşyalarında dolanıp duruyor. Hepsini birlikte seçip yerleştirdiğimiz, ne umutlarla aldığımız eşyalarda. Şimdi gerçekten de kurduğumuz hiçbir hayali gerçekleştiremeyecek miyiz?

Düşünürken farkına varmadan geceyi sabah etmişim. Kalktım usulca en son onunla oturup film izlediğimiz koltuktan. Üzerimdeki kazağın şapkasını kafama geçirdim hiçbir şeye mecalim yok artık, ne saçımı yapabilecek ne de uykusuzluktan ve ağlamaktan kızaran gözlerimi kapatmak için makyaj yapacak enerjim yok. Sadece suyla yüzümü yıkayıp kapının yanındaki sırt çantasını alıp çıktım evden.

Aşağı indiğimde Timur'un arabasını çalıştırıp çıktım yola. Şehir merkezine geçince bir maketin önünde durup bayılmamak adına yiyebileceğim birkaç parça şey aldım ve yönümü tekrar şimdilik beni iyi hissettiren hala onun kokusuyla dolu arabaya çevirdim.

O kadar takatim yok ki ne arabanın arkasına ve önüne park edilmiş arabaları ne de çevrede duran takım elbiseli adamları bile umursayamadım. Arka kapıyı açıp bıraktım poşeti bakışların arkama çevrildiğini fark edince kapıyı kapatıp gelene baktım.

Altmışlı yaşlarda bir adam vardı, "Kimsiniz siz?" dedim.

Yüzünde pis gülüşle, "Biz kim miyiz?" dedi, ona dönüp ellerimi montumun cebine soktum o gittiğinden beri daha çok üşür oldum. Karşımdaki adam şöyle bir çevremizdeki adamlarına bakıp devam etti konuşmasına, "Biz o dibinden ayrılmadığın adamı arayanlarız doktor! Nasıl bildin mi bizi?" dedi alaycı bir konuşmayla. Başka zaman olsa karşımdaki teröristlerden ölümüne korkardım ama artık hiçbir duyguyu hissetmiyorum.

"Şimdi akıllı ol ve bize söyle nerede o?"

Siz kim onun gittiği yere gidebilecek olmak kim, "Te Allah'ım ya, cennette ama sizin oraya girebileceğinizden şüpheliyim." Dedim sadece ve arkamı dönüp arabaya yaklaştım tekrardan ama anlaşılan onun beni bırakmaya niyeti yok.

"Ne oldu doktor beğenemedin mi bizi? O komutan gibi iyi yüzlü değiliz diye adam yerine koymuyor musun bizi?" sorusuyla döndüm tekrar ona, "Sen arkana bunları alınca, kendini adam yerine mi koyuyorsun?" dedim.

Önce bir adamlarına baktı, "Niye ne varmış yalnız gezmiyorsak?" dedi.

"Gez, ben sana gezme mi diyorum?" dedim ve devam ettim, "Bunları arkana alıp, bir kadını tek başınayken sıkıştırıp bir de adamım deme diyorum." Dedim ve umutsuzca başımı sallayıp onları öylece bırakıp arabaya bindim ve arabalar için olan kargo şirketine gittim.

Arabayı kimseye bırakıp gidemem onu şirketle Bursa'ya göndereceğim o benim tek tesellim. Ondan geriye kalan, onun izlerini taşıyan kokusunun sindiği son şey bu araba başına bir şey gelsin istemem.

Ankara...

Ah Ankara bana hayatımın aşkını getiren güzel şehir. Şimdiyse hayatımın aşkını içinde taşıyan ona yuva olan şehir. Seni sevsem mi senden nefret mi etsem bilmiyorum ama sırf içinde onu barındırıyorsun diye bile güzelsin.

Burada kalmak bana iyi gelmiyor, oysa ne çok severdim burayı. Zaman dolmadan kurumun merkezine geçtim ve yarı kendimde yarı değil hallettim işlemleri. Yine kaçamadım senden sevgilim, her yerinde ayak izlerini bıraktığın bir yere gönderiyorlar beni, Suriye'ye.

Savaştan kaçamayan halkın sığındığı Özgür Suriye Ordusu tarafından korunan ama can güvenliğimiz için de garanti verilmeyen sözde temizlenmiş fakat gitmeden önce de her şeyin olabileceğine dair uyarıldığımız bir bölge. İsteyenin anında cayabildiği sadece gönüllük esasında çalışabileceğimiz bir bölge.

Sanırım kavuşmamız sandığımdan da yakın bir zamanda olacak sevgilim.

Demir kapıyı itip ağır adımlarla girdim içeri. Her yerde Timur'um gibi şehit olan askerlerimizin yattığı bu kutsal yerde apayrı bir hava var sanki ya da içinde sevdiğim olduğundan mı böyle güzel geliyor bana?

Yürüdüm, henüz iki tahta çubukla belli edilmiş daha mermeri bile yaptırılmamış mezara yürüdüm. Şimdi benim gözleri güneşi andıran sevgilim bu toprağın ardında ebediyen karanlıkta mı kalacak?

"Timur..." titreyen sesim kulaklarıma dolunca daha fazla tutamadım kendimi çöktüm toprağının üstüne. "Ahhh!!" acımı ifade edecek kelimeleri bulamıyorum. "Çok özledim seni sevgilim, ne olur kalk gel hem sen hani alışmıştın ben olmayınca uyuyamıyordun kalksana!"

"Bak ben gidiyorum, hem de çok tehlikeli bir yere hani sen beni koruyacaktın! Kalksana gel hadi kıyamazsın sen bana, hem hiç yakışıyor mu sana böyle yatmak? Kalk sevgilim..."

Ağlamaktan, bağırmaktan bulanan mideme daha fazla hakim olamayıp kalktım buraya gelirken çarptığım çöp kovasına koşup çıkardım içimde ne varsa. Çöktüm öylece yere, tam karşımda duran mezara emekleyerek gidip yattım üzerine.

"Çok endişelendirdim seni değil mi? Merak etme yok bir şeyim, senin yokluğuna dayanamadığımdan hep ağladım diye kustum, merak etme sevgilim."

Yattığım yerde uyuya kalmışım, çalan telefonumla kendime geldim. "Bak gördün mü yine senin yanında deliksiz uyumuşum." Dedim mezara ama yine cevapsız kaldım. Oysa Timur beni hiç cevapsız bırakmazdı ki sorduğum soru ne kadar saçma olursa olsun o beni hep cevaplardı.

"Efendim?" diyerek açtım hala çalan telefonu.

"Asya Hanım sizi bekliyoruz yarım saate kadar hareket edecek araç." Dedi tanımadığım kadın.

"Tamam geliyorum."

"Görüşmek üzere." Cevap vermende kapattım telefonu. Biliyorum yaptığım kabalık ama benim hiçbir şeye takatim kalmadı artık...

Toprağından biraz alıp cebimdeki mendile koyup sonra da çantamdan çıkardığım kavanoza koydum ona dair hiçbir şeyin eksilmesine bir gram tahammülüm kalmadı dökülme ihtimalini göze alamam.

Eğilip toprağını son kez öptüm,

"Görüşürüz sevgilim, umarım çabuk kavuşuruz..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%