Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Yeşilliklere Bakan Mavilikler

@birdeliyazariz

Bölüm şarkısı: Bak Bana - Sena Şener

"O bir tepe ben bir ova

Koyulmuşuz aynı yola

O gök mavi bense kara

Koyulmuşuz aynı dünyaya."

 

  

8 Ağustos 2024

Nergis Ova

13.09 Nazilli Devlet Hastanesi

 

Etrafımda çok fazla gürültü vardı. Gözüme vuran beyaz ışıklar çok rahatsız edici olduğundan kıpırdanarak doğrulmayı hedefledim. Dirseğimin iç kısmında hissetiğim acıyla kısık sesli inlemem kulaklarıma ulaşamadan yok oldu.

 

Yakınımda dikilen sarışın hemşireyi gördüğümde neler yaşadığımı hatırlatan anılar zihnimin ücra köşelerinden çıkıp ruhumu işgal altına aldı.

 

"Nazilli Devlet Hastanesi burası. Lütfen sakin olun." Sarışın hemşirenin yatıştırıcı ses tonunu kale almadan net şekilde tek soru sordum.

 

"Çarptığım kadına ne oldu? Yaşıyor mu?" Sarışın hemşire yerine masmavi gözlere sahip kumral bir doktor araya girdi.

 

Mavi gözlerinde fırtınalar kopan doktor asabi tavrıyla odak noktasına beni aldı.

 

"Öldü. Kaza sonrası buraya geldiğinizde çok geçti. Sizin de herhangi bir sağlık sorununuz yok. Karakola gideceksiniz." Ölüm? Tek kelime binlerce anlam.

 

"Öldü mü? Nasıl? Benim yüzümden mi? Ama firen tutmadı bastım ,durmadı. Geçmeyi denedi." Dilimden dökülen karmaşık cümlelerin hiçbir şeyi anlatamadığına emindim ya da gözlerimden firar eden değersiz yaşların.

 

 

 

Kumral dalgalı saçları mavi gözlerine uzanan doktor benim olduğum kısımdan ayrılarak sessizliğini geride bıraktı. Yaşlar sanki hapishaneden kurtulan mahkumlar gibi gözlerimden kaçıyor, yanaklarıma süzülüyorlardı.

 

“Serum bitti. Müsaade ederseniz çıkarayım.” Sarışın hemşire koluma yöneldiğinde kafamı geriye doğru hastane yastıklarına bıraktım. Katil olmuştum değil mi? Masum bi’ cana istemeden kıymıştım.

 

“Banu hemşire! Taner hoca seni çağırıyor,” dedi sarışın hemşirenin ardında görünen siyah saçlı genç hemşire. “Yeni gelen hastanın sonuçları çıkmış, adliyeye sevk ederler artık.”

 

Yorum yapmadan beni siyah saçlı hemşireyle baş başa bırakarak az önce kumral doktorun gittiği yöne ilerledi. “Soğuk nevale bu da aman!” Dedikodu havamda hiç değildim, yorgun bedenimi uykuya teslim ettim. Dakikalar geçerken yanımda hissetiğim nefes alış veriş sesleriyle gözlerimi araladım.

 

“Gitme vaktin Samara,”dedi. Ses tonu korku masallarında anlatılan kurdu aratmayacak kadar kasvet içeriyordu. Samara? Bana ismimle seslenmediğinin farkında mıydı?

 

“Mimiklerinden şaşkın ruh halin okunuyor. Nergis Ova değil mi?” Fazlasıyla alay barındıran sesi hasarlı bünyeme sarsıcı bir darbe olmuştu. Yeşilliklerimi boğan mavi gözleri saçlarıma odaklı duruyordu.

 

“Üstündeki beyaz gelinlik ,siyah saçlarınla birleştiğinde sana muhteşem uyan ad Samara oluyor.” Kendi kendine konuşması tahmini ne zaman biterdi? Başımda dikilerek boş boş konuşan doktorlara pek de tahammülüm olduğunu falan sanıyordu galiba?

 

“Doktor ,sadede gel. Sözde çene yapan kadınlardır da sen bizi sollarsın.” Yorgun ses tonumu duyduğu an bakışları yeşil gözlerime döndü. “Doktor mu Nergis hanım? Teessüf ederim bir adım var.” Ne zırvalıyordu bu adam? Hasta yatağında olmasam saniyesinde arkama bakmaz kaçardım kesinlikle.

 

“Değil misiniz Cihan hoca?” Gündelik hayatımda kalan ponçik Nergis kısmım bu adamı görünce adaya veda etti. Sol yanağı gamzelerini belli edecek kadar yana açıldığında ne olduğunu anlamak için büyük efor sarf ediyordum.

 

“Adımı biliyorsun ,güzel. Ama burada kimse ilk adımla seslenmez. Sen nereden duydun?” Ona yaka kartında yazdığını söylemek yerine iki elimi de şıklattım. “Yaklaş,” dedim. Ciddi manada dinliyor olması dahi komikti. Hasta yatağına yaklaştığında yakasında duran isim kartını kaptım. “Nasıl sihir ama? Yan kesicilik, gasp, adam kaçakçılığı gibi daha bir sürü meziyetlerimde var.”

 

Ses tonumda bariz alayla bana boş bakışlar atan maviliklere gülümsedim. “Seni nasıl doktor yaptılar hayatsız?” Yakasını düzelterek geri çekildi. “Yıllarımı verdim mesleğim için ova.” Artık gülümsemiyordu. Hatta mimiklerimi dünyaya kapatabilsem anca ona benzerdi ifadem.

 

“Taner hocam! Tunç komiser geldi. Nergis Ova’nın ifadesini almak istiyor.” Banu hemşirenin sesi ortamda oluşan sessiz savaşı dağıtmıştı. Arkasında duran sarışın komiser dikkatle beni süzüyordu.

 

“Hoş geldin. Ben karakola yollardım gelmene gerek yoktu.” Komiser, Cihan’ı duymazdan geldi. Adımları yere sağlam basarken yanıma varması çok hızlı olmuştu. Boyunun uzunluğu dolayısıyla başımı dikleştirerek yerimde doğruldum.

 

“Merhaba Nergis. Ailen gelene kadar bizimle karakolda biraz zaman geçirmen gerekiyor. Sinan akşam seni almaya birilerini yollar maalesef eli kolu uzun piç herifin.” Eski nişanlımın konuyla alakası ne olabilir ki? Birini öldürdüğümden cezamı çekeceğimi zaten biliyordum ,Sinan gereksizinden de yardım isteyen yoktu.

 

Tunç, bana açıklama yapmadan taburcu işlemleri için Cihan doktorla beraber acil servisten çıktılar. Arkalarında bıraktıkları Banu kolumu sıvazlayarak kendi çapında bana teselli verdi. Evrak imzalama durumları bittiği an karakola giden araca resmen sürüklendim. Tunç, kendi cüssesinin farkında olmadığından iri elleri bileğimi acıtıyordu.

 

Hastanenin yakınında olan karakola varmamız pek uzun sürmeyince sıkıntılı nefesimi havaya üfledim. “Sinan ile bağlantın ne?” Tunç’a öylesine sorduğum soru karakolun içindeki tüm herkesin dikkatini çekti. “Nergis bu mu abi?” Tunç, ona seslenen esmer çoçuğu başıyla onayladı.

 

“Vay vay vay, Sinan harbi kız seçmiş. Üzerinde gelinlikle dik başlı durabiliyor.” Bunu diyen az önce benim ismimi doğrulamak adına soran kişiydi. “Nezarethane yolu Nergis hanım.” Tunç, daha fazla girişte kalmamıza izin vermeden aşağı inen merdivenlere yöneldi.

 

Beni tek başıma nezarethane kapısından geçirerek içeri kilitledi.

 

 

 

8 Ağustos 2024

 

Cihan Taner Hayatsız

 

Nazilli Devlet Hastanesi 14.26

 

Nergis Ova, Tunç tarafından karakola götürülürken arkasından bakarak kazayı neden yaptığını düşünüyordum. Üstünde gelinlikle kimsenin insan öldüreceğini sanmıyordum. Tunç’un bahsettiği Sinan şahsının kim olduğunu da bilmediğimden olay daha ilgi çekici duruyordu.

 

“Taner hocam, sizin yarım saat sonra çıkmak için izin almanız gerekmiyor muydu?” Ne ara yanıma geldiğini anlamadığım Banu saatine bakıyordu. Kız kardeşimi görmek adına bugün erkenden çıkacaktım.

 

“Doğru. Çiçek, geç gidersem bu sefer iki hafta anneme beni şikayet eder. Hastalar size emanet Nuray ablanın tahlil sonuçları çıktı onları da Orhun hocaya gösterirsin.” Dinlenmek için kullandığımız odadan eşyalarımı alarak önlüğümü kapı arkasına astım. Çıkmadan önce gece nöbeti olanlara kolaylıklar dileyerek Çiçeği aramıştım.

 

“Abiciğim!” Neşeli sesi ortalığı karıştırdığının kanıtıydı. “Çiçek, yine bir kavgaya karıştın değil mi?” Kardeşimden ses çıkmayınca emin olmuştum.

 

“Hangi karakola düştün bu sefer?” Alışagelmiş olaylar silsilesinde kız kardeşimi kurtarmak vardı. 17 yaşında olduğundan yaptığı ergence şeyler kendisini kavgalara sürüklüyordu. Aramızda 12 yaş olması Çiçek’in arkadaşlarının benden korkmasını sağlasa da Çiçek belayı çeken tiplerdendi. Kavgaya girerken bileğinde beklettiği siyah lastik tokayla saçlarını toplar sonra Allah ne verdiyse karşısındaki kişiye dalardı.

 

“Hastanenin yakınında olana götürüyorlar Tunç’un olduğuna. Merak etme bu sefer kavgayı ben başlatmadım, hızlı kurtulurum.” Kaç kere Tunç için abi kelimesini de kullanacaksın demiştim. Aralarındaki 7 yaş onun hiç umurunda değildi. Çiçek zaten Tunç için kardeş teriminde uzaktı.

 

Telefon hala açıkken hastaneye yakın karakola yürümeye başladım. Çiçek, korkusundan ses etmeden telefonu açık tutuyordu. “Az sonra oradayım. Telefonunu Tunç abine teslim et.” Aramayı sonlandırıp telefonu arka cebime attım. Karakol girişindeki kalabalık şaşkınlığa sebep olsa da mimiklerimi sabit tutarak içeri geçtim.

 

“Selamlar Taner abi. Senin küçük halin yine bizle.” Boş boğaz Hakan, esmer tenli normal kalıplarda bir adamdı. “Biliyorum dedikoducu Melahat.” Aşağıya inen merdivenlerde Tunçla karşılaşınca elindeki telefonlar dikkatimi çekti. Bir tanesinin kılıfı Çiçek’in kullandığıyla aynıydı. Muhtemelen onun telefonuydu.

 

“Taner, bilmesem beni görmeye geldin sanacağım. Ne bu uzun uzun ellerime bakmalar?” Salak olma konusunda Tunç kız kardeşimi rahatlıkla geçerdi. “Elinde Çiçek ve tayfasının telefonları var Tunç.” Onu geçerek parmaklıkların ardında duran kız kardeşime ulaştım.

 

Tövbe bismillah. Çiçek, yanındaki gelinlikli kişiye heyecanla kavgada yaptıklarını anlatıyordu. Nergis Ova. Kız kardeşim suçlulara mı merak salmıştı? “Sonra kızın saçından tutup duvara çarptım. Benim yanımda hayvana şiddet uygulayana nesne muamelesi yaptığım için buraya düşmem saçmalık değil de nedir?” Naif ses tonuyla ona gülümseyen Nergis’e anlattıkları pek de muhteşem şeyler değildi.

 

“Samara?” Sesimi duyan siyah saçlı cellat bana döndü. “Doktor? Beni takip etmiş olamazsın, değil mi?” Tam ona cevap vereceğim an Çiçek yerinden fırladı. “Pamuk abim!” Yalaka kardeşim.

 

“Abi mi? Bu doktor bozması senin gibi bal kızın nasıl abisi olabiliyor? Acaba sen evlatlık mısın Çiçek?” Nergis’in şaşkın yeşillikleri benim mavi gözlerimde geziniyordu. Çiçekle benzer yönlerimiz az olsa da göz rengimiz aynıydı.

 

“Bende bilmiyorum aramızda 12 koca yıl var. O sürede neler olmuştur ben bilemem.” Kız kardeşimin öylesine söylediği sözlerde Nergis’in tek takıldığı nokta yaşımdı. “Abin 29 yaşında bir ayağı çukurda yani.” Sanki kendisi 26 yaşında değildi. Daha fazla onunla konuşmamak için hızla Çiçek’in işlemlerini hızlandırdım. Tunç, gidebilirsiniz dediğinde kız kardeşimi almaya, aşağı kata geri indim.

 

“Bence olur. Sinan cehennemde yanar, sen buradan kurtulursun Nergis abla. Sıkma canını.” Verdiği tesellileri duyduğumda son merdiven basamağındaydım. Arkadaşları ve Çiçek kurtulabilmiş olsa da Nergis cinayetten yargılanacaktı. Kurtulması kolay durmuyordu. Dakikalar ardından kız kardeşimle eve yürüyorduk.

 

“Nergis abla kazada suçu olmayan tek kişi bence. Sonuçta kadın yola atlamış, arabanın firenleri tutmadı diye masum bir kadını suçlayacaklar.” Çiçek, yol boyu Nergis öyle iyi böyle güzel dedikçe siyah saçları zihnimi bulandırıyordu. Evin kapısına vardığımızda babamla karşılaşmamak için Çiçek’i kapıya bırakarak veda ettim. Kendi evim aile evi ve hastane arasında kalıyordu.

 

Geldiğimiz yöne geri dönerek ara sokağa saptım. Gri dış cepheli bina tüm yıkık dökük haliyle önümde duruyordu. Maalesef kiralar uçuk olduğundan bulabildiğim en iyi 1+1 ev kirası on bin civarıydı. Cebimden anahtarları çıkarıp 3. kata çıktım. Karşı dairemde oturan çocuklu aileden yine bağırış sesleri geliyordu.

 

Artık kavga sesleri normalimiz olduğundan yadırgamayarak eve girdim. “Asil, gel oğlum!” Giriş kapısından bağırdığım an üstüme koşarak atlayan Asil yüzümü yalamak isterken zıplıyordu. Amerikan Staffordshire teriyeri tüyleri beyaz yer yer de kahverengileri bulunuyordu.

 

“Sen olmasan beni kim sevecek oğlum?” dedim. Ellerim kulaklarının altından boynunu severken iki kez havladı. Kendi dilinde beni sevdiğini söylediğine emindim. Günün yorgunluğu ile kendimi salondaki koltuğa atarak telefon bildirimlerimi kontrol ettim. Saat neredeyse 17.00 olmuştu. Gözlerim bedenimin isteğine uyarak uykuya teslim olurken aklımın içinde yeşillikler vardı.

 

*** 

 

Gecenin karanlığı etrafı sarmışken uykudan uyandım. Salonda yattığımdan belim tutulmuştu. Asil’in ben yokken dağıttığı ortalığı toplamaya kalktığımda duvardaki saat gece yarısını haber verir şekilde ötmeye başladı. Başıma giren ağrı nedeniyle fazla ayakta durmadan yatak odasına geçtim. Yatağımın üstünde gördüğüm Asil gülümsememi sağladı.

 

Yanına uzanarak öğleden sonra annemin attığı meraklı mesajları okudum. Dikkatimi çeken tek şey telefon ekranımın sol üst köşesinde yazan tarihti. 8 Ağustos yazısı güncellenmemişti. Ama saatin 00.01 yazısı bugünün 9 Ağustos olduğunu haber ediyordu.

Loading...
0%