Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@birharfbekcisi

"Ve sonunda sonu gelmeyen yalnızlık yığınlarına bekçiler seçildi."


-Cahit Zarifoğlu


***


Ne ona ölümü anımsatan bu zifiri karanlıktan ve tenha yoldan, ne yolun iki yanına uzanan dağların heybetinden ne de kıyafetinde ve bedeninde tek bir kuru yer bırakmayacak kadar şiddetle yağan yağmurdan korkuyordu. İnsanın korkuları büyüyünce, eskiden endişe duyduğu şeylerin gözünde ne kadar küçüleceğini şimdi daha iyi anlıyordu. Bu karanlık ve ıslak günde burnunu dolduran yağmur değmiş toprak kokusu; artık zihninde bambaşka mânâları çağıracaktı: Dehşeti, hüznü, acıyı ve kaçışı. Bunu en az içinde bulunduğu anın korkunçluğu kadar net bir biçimde biliyordu.


Nefesini kesecek kadar hızlı atan kalbine dokundu. Yağmur, görüş alanını bulanıklaştıracak derecede hızlı yağdığı için ağladığı belli olmuyordu. Biri onu görse ağladığını anlamak için ancak hıçkırık seslerini işitmesi ve siyah gözlerinin derinlerindeki dehşeti okuması gerekirdi. Fakat kendi ve yoldan geçen tek tük araçlar dışında bu yer fazlaca tenha ve sessizdi.


Ayakkabıları ıslak toprağa battıkça; çamur, elbisesinin dizlerine değin bulaşıyor fakat o, buna hiç mi hiç aldırmadan koşmaya devam ediyordu. Arkasındaki sesler kesilmiş olmasına ve muhtemelen artık takip edilmemesine rağmen koşmayı uzun bir süre sürdürdü.


Nefes alamadığını ve dalağının hareket etmesini engelleyecek kadar şiştiğini hissedince durmak istedi. Fakat dizlerinde derman kalmadığı için iki elinin üzerinde yere düştü. Yağmurdan dolayı eline bulaşan tek şey çamurlaşan toprak değildi. Sol elinde keskin bir sızı hissetti önce. Kaşlarını çatıp dudaklarını ısırdı ve acıyla inledi. Bir araba farı bulunduğu yeri aydınlattığında sol elinin kırık bir camın üzerine düştüğünü fark etti. Eline batan keskin parçayı, canı yana yana çıkardı. Kan bulaşan çamuru seyretti öylece. Sanki kendi ölümünü seyretti. Ve bir an: "Allah'ım" diye geçirdi içinden. "Eğer ölümü temenni etmek yanlış olmasaydı şu an ölmeyi isterdim. Çünkü ölmek benim tek kurtuluşum. Ama Sen, benim bilmediklerimi de bilensin. O adamın eline düşmekten koru beni."


Acıyan elini siyah elbisesine bastırdı. Ardından çamurlu olduğuna aldırmadan sağlam olan eliyle alnını ovuşturdu. Eşarbının üzerinden sıkıca başını tuttu sonra. Tuttuğu yer zonkluyor, sanki orada bir nabız atıyordu. Gözlerinin önünde parlak noktalar yanıp söndü, vücudunun uyuştuğunu hissetti. Şiddetli bir migren atağı geçirdiğini anlayıp başını daha çok sıktı. Artık daha fazla koşamayacaktı.


Tüm benliğini kuşatan bir yitiriş duygusuna yenildi. Soğuktan titreyen bedenine o adamın ellerinin değdiğini hayal edince ağlaması şiddetlendi. Böyle bir felaket gerçekleşmeden oradan kaçmıştı. Fakat ya gerçekleşseydi? Ya birazdan bulunsa ve ölümü yeğlediği bu ihtimale yenilseydi? Onu kabuslar içinde kıvrandıran ahlaksız gülüşü anımsadı. Beyazı kırmızı damarlarla çevrili mavi gözler ve sararmaya yüz tutan dişleri sonra... Birazdan her şey bitecek miydi?


Bunu düşündüğü ve tüm ümidini kaybettiği bir esnada bu sefer başka bir araba farından gelen ışık, gözlerini kısmak isteyeceği kadar çok yakınına ulaştı. Aracın yanıbaşından geçip gitmediğini ve duraksadığını ışığın hâlâ devam etmekte olan varlığından sezdi. Etrafı tekrar zifiri karanlığa gömülmemişti. Evet, artık emindi. Bir araba, bilinçli bir şekilde yanıbaşında durmuştu.


Yeni bir bela, diye düşündü. O adamdan daha korkuncu olabilir miydi, emin olamadı. Ama bu dünyada tahmin bile edemediği kadar çeşitli kötülük bulunduğunu biliyordu. Bunu iki yıl önce annesini kaybettiğinde anlamıştı. Zâlim bir adamla tüm tehlikelere karşı yapayalnız kaldığında... Yakınında onu saracak hiçbir şefkatli kol ve merhametli bir yürek kalmadığında... İşte o zaman; bir insan, pis bir çıban gibi hudutsuz bir kötülüğü nasıl büyütür yüreğinde; öğrenmişti.


"Bana göndereceğin her hayra muhtacım" diye fısıldadığında kendisi bile zor duydu sesini. Gök, şiddetle gürledi. Bundan önce o kadar çok korkmuştu ki şimdi bu gök gürüldemesi onu çok fazla korkutmadı bile. Oysa sanki bir dağın parçalanması gibi yüreği hoplatacak derecede korkunç bir sesti. Yanıbaşında duran arabanın açılıp  kapanma sesi kulaklarına ulaştığında yerinden kıpırdayamadı bile. Kaçmak istiyordu. Kendisine yaklaşan kişinin tehlikeli biri olma ihtimaline az önce duyduğu gök gürültüsünden daha fazla korkuyor ve bir an önce kaçmak istiyordu. Ama ellerini yere bastırıp kalkmaya çalıştığında son derece güçsüzleşen bedeninin koşmaya takati kalmadığını anladı.


"Hanımefendi?"


Kulaklarına ulaşan sesin ardından görüş alanına kocaman siyah botlar girdi. Güçlükle ayağa kalkıp başını ağır ağır kaldırdı. Genç bir adam, yağmurda ıslanıp ıslanmadığına aldırmadan endişeli sayılabilecek bir yüz ifadesiyle kendisine bakıyordu. Çatık kaşların altındaki ela gözler, araba farının ışığı altında parlarken; hayatına kabus gibi çöken başka bir adamın mavi gözlerini anımsayıp yeniden yırtıcı bir korkuyla bağırmak istedi. Fakat sanki sesini bile yitirmişti.


Önce genç adamın montundan akıp giden su damlalarına ardından da  kendisine tereddütlü adımlarla yaklaşan iri botlarına baktı. Sadece tek bir adım geriye gidebildi. Vücudundaki uyuşukluk artıyor, başında nabız atması gibi zonklayıp duran o ağrı şiddetleniyordu. O, bir adım geriye gider gitmez adamın botları son kez çamura batmış, başka bir adım atmaktan çekinmişti. Duraksayan adımlara bakıp bu adamın kötü biri olmadığına hükmetmek istedi. Ama karşısındaki bir yabancıydı ve ona ne kadar güvenebileceğini; doğrusu güvenip güvenmemesi gerektiğini kestiremiyordu.


"Korkmayın, bir dakika..."


Adam, koşar adımlarla arabasına gitti. Kapıyı açıp içeri uzandı. Elinde bir cüzdan olduğu hâlde tekrar yanına geldi. Bu sefer adam, bir adımlık uzağındaydı. Fakat korkmasını istemez gibi el çabukluğuyla cüzdanını açtı ve kimliğini gösterdi. Kız, kartın üzerinde yazan "POLİS" yazısını okuyamadı bile. Sanki yavaş yavaş şuurunu, zaman ve mekan algısını yitiriyordu.


"Çok kötü görünüyorsunuz. Ya arabaya binin, sizi hastaneye götüreyim ya da..."


Genç adam, daha fazla devam edemedi. Çünkü kızın oldukça yorgun bakan gözleri henüz cümlesini tamamlayamamışken kapandı ve titreyen ince bedeni bir gül yaprağı gibi çamura düştü.


Mesleğinin getirdiği bir alışkanlıkla genç kıza yaklaştı. Eğilip ince bileklerini tuttu ve nabzını kontrol etti.


"Neyseki sadece bayılmış" diye mırıldanıp daha fazla oyalanmadan cüzdanını montunun cebine koydu. Sol kolunu kızın bacaklarının altından, sağ kolunu ise sırtının altından geçirip tek hamlede kucağına aldı bu hafif bedeni. Arabaya doğru ilerlerken kızın ıslak beyaz yüzünde acı dolu bir ifadeye rastladı. Uzun kirpikleri titremiş, yağmur suları kızaran çilli yanaklarındaki çamurları temizlerken moraran dudakları hafifçe aralanmıştı.


Genç adam, bu görüntüyü görür görmez aklına doluşuveren kötü senaryolar sebebiyle kaşlarını çattı. Arabaya yaklaştı ve arka kapıyı açıp kızı dikkatlice koltuğa uzandırdı. Kapıyı kapatıp hızlıca şoför koltuğuna geçerken kulaklıklarını çıkardı. Arabayı çalıştırmadan evvel ön paneldeki telefona uzandı eli. Kilidi açıp rehbere girdi ve "Sevda" ismini bulur bulmaz ismin üzerine dokunup ekranı sağa kaydırdı.


Emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırdıktan biraz sonra araması yanıtlandı. Kulağına Sevda'nın uykulu ve çatallı sesi doldu:


"Hamza?"


Az önce ıslanan siyah saçlarını eliyle geriye doğru tararken sabırsız bir sesle sordu:


"Evde misin Sevda?"


"Evdeyim de..."


Arkadaşı, gecenin bu vaktinde arandığı için afallamış gibiydi fakat genç adam açıklama yapmak bile istemiyordu.


"Yirmi dakikaya yanına geliyorum müsaitsen."


"Hamza..."


"Müsait misin, değil misin?"


"Müsaitim, bekliyorum."


Genç adam, olumlu cevap alınca az önceki sabırsız sesinin aksine sakin bir tonla: "Görüşürüz, birazdan oradayım" dedi ve aramayı sonlandırıp kulaklıklarını çıkardı. Dikiz aynasından genç kıza baktığında hâlâ baygın olduğunu fark etti. Yağmur yavaşlasa da su damlaları ardısıra camının üzerinde birikip görüş alanını kapattığı için sileceklerin hızını artırdı. Kaza yapıp başını yeni bir derde sokmak istemiyordu.


Nefesini sıkıntıyla dışarı üfleyip bir elini direksiyondan çekti ve tıraşlı yüzünü sertçe ovuşturdu. Dünden beri doğru düzgün uyku uyumamıştı. Yolda perişan hâlde görünen bu kıza acıyıp da aracını durdurmasa bugün eve gidip derin bir uyku uyuyabilirdi. Fakat bu saatlerin genç bir kız için ne kadar tehlikeli olduğunu bilmesi, hiç tereddüt etmeden ona yardım etmesi için yeterliydi.


Sanki tüm günü Asayiş Şube'de geçmemiş gibi yine orada sabahlamak istemiyordu. Çünkü bu görünüşte bir kızı, gecenin bir vakti iki dağ arasındaki tenha bir yola savuran sebep her ne ise, hayırlı bir şey olmadığı kesindi. Fakat gece boyunca ona eşlik etmek istemediği noktasında da kesin yargıya varmıştı.


Öylesine bitkindi ki; yorgun zihninin hastanedeki telaşa ve keşmekeşe katlanamayacağını düşündüğü için şimdi soluğu Sevda'nın yanında alıyordu. Kızı muayene ettirdikten sonra durumunu öğrenecekti. Tahmin ettiği gibi; başına kötü bir şey gelmişse eve geçmeden önce onu karakola bırakacaktı. Kızla özel olarak ilgilenecek hâli yoktu. Zaten ona en büyük iyiliği onu bu tehlikeli yoldan kurtararak yapmış sayılırdı. Kendisini teselli edecek birkaç sebep sıralayınca içi rahatladı. Bugün tek istediği şey olaysız bir şekilde eve gitmek ve uzun bir süre deliksiz, huzurlu bir uyku uyumaktı.


Loading...
0%