11. Bölüm

11. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Tenha sokakta, kaba botlarının yere bastıkça çıkardığı tok ses; bu sessiz, karanlık ve ıslak gecenin içinde yankılanıyordu. Uzunca merdiveni ikişer üçer çıkarak ve sık nefesler alıp vererek çam ağaçlarıyla dolu tepeye çıktığında az ilerideki bankta bir hayal gibi oturan Sevgi'yi gördü. Zaten çatık olan kaşları, öfkesinin bir dışa vurumu olarak daha çok çatıldı. İki kaşının arasındaki çizgi derinleşti iyice.

Sarı saçları bank ile beyaz montu arasına sıkışmış olan eski nişanlısı, ayak seslerini işitir işitmez arkasını döndü. Hamza, bu esnada iki bank ötede bira içip Sevgi'yi süzen gençleri; içinde devinen o can sıkıcı duygunun eşliğinde süzmeye başladı.

Başını onlardan çevirip Sevgi'nin önüne dek yürüdüğünde, mavi gözleri ağlamaktan şişmiş ve beyaz yüzü al al olmuş eski nişanlısına bakıp sertçe yutkundu.

"Belanı bulmaya mı geldin buraya! Ne yapmaya çalışıyorsun?"

Sesi, kısık olsa da tehditkar ve korkutucuydu. Fakat genç kız, bu durumdan hiç etkilenmemiş gibi çantasını da alarak oturduğu yerden doğrulmuş ve Hamza'nın geri çekilmesine fırsat bırakmadan onun boynuna atılmıştı.

"Geldin... biliyordum."

Genç kızın sıcak nefesi boynuna çarpınca bedeni gerilen Hamza, ilk başta neye uğradığını şaşırsa da çok geçmeden silkelenip onu iki omzundan tuttu ve kendisinden uzaklaştırdı.

"Ne yapıyorsun, kendine gel Sevgi!"

"Neden bize bunu yaptın Hamza? Neden hâlâ beni severken başka biriyle evlendin?"

İri mavi gözlerin içinde kıpırdayan hayal kırıklığına takılı kaldı bakışları. Fakat çok geçmeden başka başka yerlere; ağaçlara ve yıldızsız gökyüzüne tırmanarak yanlış bir şey düşünmekten kaçındığının şahidi oldular.

"Seni sevdiğim falan yok. Buraya geldiysem insanlığımı yitirmediğim için geldim."

Sanki sesi, karşısındaki kıza bir türlü ulaşmıyor veya kurduğu cümlelere onun tarafından bir mânâ giydirilemiyordu. Hamza'ya yaklaşıp iki elini göğsüne koyması, bunu kanıtlayan bir yakınlık kurma çabasıydı.

"Hatamın bedelini çok ağır bir şekilde ödettin bana... Oysa dört yıl boyunca affetmeni bekledim, ümitle... Ama sen..."

Adam, daha fazla kendini tutamayarak Sevgi'yi kolundan kavrayıp yürümeye başlarken gür sesi karanlıkta yankılanıyordu:

"Yürü Sevgi, aynı şeyi bin defa konuşmanın anlamı yok! Seni eve götüreceğim ve bir daha böyle bir saçmalık yaparsan inan ki başına hangi belanın geleceğini umursamam."

Genç kız, bu sefer bir şey demeye korkmuş olmalı ki arabaya varana dek Hamza'nın adımlarına ayak uydurup sessizce ağladı. Arabaya vardıklarında önce kendisi için açılan arka kapıya, sonra ise öfkeyle soluyan adama baktı.

"Bin hadi!"

Başını eğip arabaya binen, ardından çantasını kucağına koyup iki eliyle yüzünü kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam eden kıza karşı içinin burkulduğunu hisseden Hamza, bunu hiç belli etmeden şoför koltuğuna geçti. Yüreğinde sıkışan birbirine tezat onlarca duygunun ağırlığından kurtulmak ister gibi montunu çıkarıp göğsünü ovuşturdu. Arabayı çalıştırırken dikiz aynasından Sevgi'ye bakmamak için kendini zor tutuyordu.

Hıçkırık sesleri yol boyu devam etti. Kendi mahallelerini aşıp iki mahalle ötedeki dokuz katlı apartmanın önüne geldiğinde arabayı yavaşlattı. Aracı uygun bir yerde durdurup el frenini kuvvetlice çekti.

"Şimdi eve git ve bir daha da karşıma çıkma Sevgi! Ben senin gibi âdi biri değilim. Karımı aldatacak kadar düşmedim. Bir daha böyle saçma saçma kurgularla başını belaya sokma. İnan, bu sefer seni kurtaracak bir Hamza bulamazsın."

***

Kaç sigara tükettiğini saymamıştı fakat cebinden çıkardığı paketin içinde iki-üç tane sigara kaldığına göre epey içmiş olmalıydı. Sevgi, dört yıldır affedilmeyi beklediğini söylemişti. O sözü aklına gelince acı acı gülüp parmakları arasında iyice küçülen sigarayı masanın üzerindeki ıslak küllüğe bastırdı.

"Dört yıldır bekliyormuş. Ben dört yıldır her gün ölüyorum ulan! Her gün o pis görüntü içimi deşiyor benim."

Kendi kendine söylenirken öfkeden gözleri kızarmış, başı ağrımaya başlamıştı. Paketi açıp bir sigara daha çıkaracakken vazgeçip bıkkın bir şekilde masaya bıraktı. Hafif hafif kendini göstermeye başlayan sakallarını iki eliyle ovuşturup sırtını eğdi. Sanki yılların yükü şimdi bir anda üzerine yığılmıştı.

Onu ne kadar çok sevdiğini, öyle ki sevginin hudutlarını dahi aşıp baştan aşağı 'o' kesildiği zamanları anımsadı. Öl dese öleceği zamanlardan geçmişti. Gecelerini gündüze çeviren bir sevdadan geçmişti. Ertesi gün etrafta ölü gibi dolaşacağını bilmesine rağmen geceleri onunla saatlerce konuşup uykularını Sevgi için feda etmişti.

Tüm bunların ötesinde; inanmıştı. Sevildiğine, sevgisinin güzel bir karşılık bulduğuna tüm benliğiyle inanmıştı. İnsanlara kolay güvenen bir yapısı yokken o, güvenmişti. Ve tuhafı; insanları bir bakışta tanıyabildiğini düşünmesine rağmen ona yenilmişti.

Sırtındaki yükleri de alıp ıslak yapraklara basa basa eve geçti. Kimseyi uyandırmamak için sessiz adımlarla banyoya girdi. Elini yüzünü yıkayıp dişlerini fırçaladı. Yatak odasına girdiğinde arkası dönük bir şekilde uyuyan Büşra'ya bakıp bugün yaptığı şeyin doğru olup olmadığı üzerine derin bir düşünceye kapıldı. Üzerini değiştirirken ve yorgun bedenini yorganın altına bırakırken dahi bu düşünce zihnini terk etmedi. Oflayarak bir elini başının altına, diğer elini ise göğsüne koydu. Tavanı izleyip Sevgi'yi, Büşra'yı ve bir evlilikten çok evcilik oyununa benzeyen kendi evliliğini düşündü.

"O kadının yanına mı gittin?"

Kulağına yakıcı bir sıvı gibi dökülen bu soru karşısında irkilerek başını sağa çevirdi. Hâlâ arkası dönük olan eşinin uyumadığını anlayınca stresle yüzünü ovuşturup ona bir cevap vermekten kaçındı. Genç kız, herhangi bir cevap işitmeyince son derece donuk ve hissiz görünen ancak derinlerinde bir enkaz barındıran sesle sordu:

"Biz neden evlendik ki Hamza?"

Genç adam, kendini haksız görmesine rağmen son yaşadıklarından ötürü epey sinirli olduğu için şimdi böyle bir konu hakkında konuşma yapmak istemiyordu. Belki sonra açıklama yapar, gerekirse özür dilerdi. Fakat şimdi, konuştuğu takdirde yakıp yıkacağını biliyor; boş yere tartışma çıkmasını istemiyordu.

"Büşra..."

Yanıbaşındaki kız, öyle incinmiş olmalıydı ki uyarır gibi çıkan hitâbına bile aldırmadan başını ona çevirdi. Şişmiş gözleri ve kızarmış yanakları; saatlerce ağladığının işareti gibi çehresine battı Hamza'nın.

"Gerçekten de ona inat olsun diye mi evlenmek istedin benimle?"

Adam, yanlış bir şey söylememek için kendini sıkıp göğsündeki elini kaldırdı ve yüzünü sertçe ovuşturdu. Başını tekrar tavana çevirirken çehresinden tüm duyguları okunuyordu.

"Kalbini kırmak istemiyorum Büşra. İyi değilim, yarın konuşalım."

Net bir sesle çizgi çektiğini düşünmesine rağmen, eşi, sabrının son demlerini de harcayan bir çıkış yaparak: "Beni babama götür" dedi. İki elini yatağa bastırıp yerinden usulca doğruldu. Yanaklarını kapatan siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp gözlerini kucağındaki ellerine sabitledi.

"Şikayetimi geri alırım. O da korkmuştur zaten, bundan sonra bir şey yapamaz... Boşanırız sonra. Sevdiğin kişiyle evlenirsin. Sırtında bir kambur gibi yaşamak istemiyorum ben..."

Hamza, duyduğu şeylere inanamamış gibi saatler önce yaşadığı o tatsız zaman dilimini bile unutarak yerinden öfkeyle doğruldu. Yüzünü Büşra'ya yaklaştırıp sesini kontrol edemeyerek bağırdı:

"Sen ne dediğinin farkında mısın Büşra? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Bu kadar basit mi her şey?"

Eşi, dudaklarını birbirine bastırıp ağlamamak için kendini sıktı. Elleriyle oynamaya başlayıp dolan gözlerini odanın çeşitli yerlerinde bomboş gezdirdi. Sanki tehlikeli bir sokakta gezinir gibi tedirgin bir hâl taşıyor, buna rağmen direnmeye devam ediyordu.

"En baştan yanlış bir karar verdik. Ama daha fazla bu yanlışı sürdürmenin bir anlamı yok. Sana yük olmaktan başka bir işe yaramıyorum. Bir ömür böyle yaşanmaz..."

Hamza, onu daha fazla dinlerse büyük bir tartışmanın eşiğine geleceklerini bildiği için hışımla yataktan kalkıp yastığını eline aldı.

"Ben salona geçip uyuyacağım. Bir daha boşanma konusunu açarsan gerçekten kalbini kırarım Büşra. Bu işleri çocuk oyuncağı sanıyorsun ama öyle sandığın kadar basit değil."

***

Verdiği kararın doğru olup olmadığını bilmese de sanki bundan başka bir çaresi yokmuş gibi hissedip önünü ardını pek düşünememişti. Karanlık bastırmaya yüz tutarken vardığı bu ev; zifiri kabuslarının, onulmaz yaralarının ve sessiz hıçkırıklarının asıl kaynağıydı.

Kalbi, korkudan hızlı hızlı atarken kapıyı çaldı. Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilememenin verdiği o ürpertiyi de kucaklayarak öylece bekledi uzun bir süre. Nihayet kapı açıldığında, babasının zayıf bedeniyle karşı karşıya geldi. Adam, onu görünce ilk önce afallamış, sonra da yanında birinin olup olmadığını anlamak ister gibi etrafa bakınıp durmuştu. Yalnız olduğuna kanaat getirince ağzından tükürükler saçarak nefretle bağırdı:

"Ne diye geldin buraya? Pis nankör! Başımı belaya sokmaya mı geldin yoksa? Çabuk git buradan!"

"Şikayetimi geri aldım baba..."

Yaşlı adam, bu sözü duyunca gözleri parıldar gibi olsa da çok geçmeden yine eski öfkesine büründü ve yeniden yüzü karardı.

"Ne yapayım geri aldıysan! Artık benim senin gibi bir kızım yok! Buraya tek bir adım atmana bile izin vermem. Pis k*****! O polis seni kullanıp attıktan sonra mı aklın başına geldi? Hadi, başka kapıya!"

İşittiği her bir cümleye mukabil gözlerinden sıcak yaşlar boşanırken en sonunda kapının sertçe yüzüne kapanmasıyla birlikte sabahtan beri koşturan bedeni iyice bitâp düştü. Kendini tozlu yere bırakıp sessizce ağlamaya başladı. İşte şimdi, aniden verdiği yanlış bir kararın korkunç neticesini yaşıyordu. Ara ara önünden geçmesine rağmen kendisiyle ilgilenmeyen, suya sabuna dokunmaktan çekinen komşularının varlığını bile önemsemedi ağlarken.

Şimdi tekrar Hamzaların yanına gitmeye cesareti yoktu. Hiçbir açıklama yapmadan, telefonunu ve tek bir eşyasını dahi almadan sabahın bir vakti evi terk etmişken ona ne diyecekti? Tüm bunları yapmaya karar verirken böyle bir şeyle karşılaşmayı ummadığını mı?

Geçen hafta Hamza'nın verdiği bütün harçlığını taksiye vererek harcamıştı. Sanki tekrar o zifiri karanlık gecedeki çaresiz anın bir benzerini yaşıyordu. Yanında, kendi varlığından başka taşıyıp getirdiği başka hiçbir şey yoktu. Ve şimdi, o varlığı taşımaya bile takati yoktu. Aniden verdiği kararlarda genel olarak yanılırdı. Fakat bu yanılgısı pahalıya mâl olacak gibiydi.

"Keşke hiç gelmeseydim..." diye içinden geçirirken evin duvarına yaslanıp zorlukla ayağa kalktı. Ezan sesi dinmiş, hafif bir yağmur çiselemeye başlamıştı. Üç yüz metre kadar ötede bulunan caminin minaresine baktı. Karanlık çöktüğü için minarenin kenarındaki yeşil ışıklar yanmıştı.

Feracesindeki tozları silkeleyip gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Ufak yüzüne oturan acıyla karılmış o çaresizlik, gittikçe belirginleşti. Usul adımlarla camiye doğru yürümeye başladı. O, zihninde planlar kurup planlar yıkarken hiç beklemediği bir şey oldu. Bir araba, tekerlekleri acı bir çığlık atarak önünde durdu. Dudaklarının arasından korku dolu bir çığlık dökülürken arabanın camı sonuna dek açıldı.

Umudunu kaybettiği bu zaman diliminde, işte, şimdi yine o gelmişti. Hamza'nın, birbirine zıt duyguları ağırlayan yeşili bol ela gözlerine öylece bakakaldı. İçinde büyük bir utanç duydu. Yüzünü alıp uzaklara saklanmak istedi. Çünkü adam böylesine öfkeli görünüyorken, Büşra'nın yapacağı hiçbir açıklama bir şeyleri düzeltmeye yetmeyecekti.

Arabanın kapısı açılıp da Hamza dışarı çıkınca, onun tıraşlı yüzünü ve montunu ıslatan damlaların sıklığından yağmurun şiddetlendiğini ancak şimdi anlayabildi.

Kendi üzerindeki kıyafetlerin epey ıslanmış olduğunu da yeni yeni fark ediyordu.

Son derece kızgın bir yüz ifadesiyle kendisine yaklaşan adam, ondan uzaklaşma isteğini artırsa da yerinden kımıldayamadı. Duyacağı olası azarlamaları düşününce gözünden birer ikişer yaşlar boşaldı. Hamza, yanıbaşlarından geçen komşuların meraklı bakışlarına aldırmadan elinden tutup: "Gel!" Diye fısıldayınca sesinde belirgin bir endişe vardı. Genç kız, işte tam olarak şimdi, hem Hamza'yı hem de kayınvalidesini ne kadar çok korkutmuş olduğunu düşünerek derin bir pişmanlıkla kavruluyordu.

Eşinin peşisıra arabaya doğru giderken bu sefer arkaya binemedi. Hamza'nın ön kapıyı açıp onu içeriye yönlendirmesi üzerine, hissettiği suçluluk duygusunun baskısı altında öne oturdu. Genç adam, kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçince yorgun nefesini dışarı üfleyip: "Kemerini tak" diye uyardı onu.

Araba çalıştığında ve usulca ilerlemeye başladığında Büşra, kemerini bağlayıp başını cama doğru çevirdi. Gökyüzündeki son kızıllık yavaş yavaş kayboluyor, karanlık gittikçe koyulaşıyordu.

"Neden böyle bir şey yaptın Büşra? Aklımız çıktı sana bir şey oldu diye. Bizi ne kadar korkuttuğunu biliyor musun?"

Sesini sakin tutmaya çalışan ama pek beceremeyen Hamza'yı dinlerken başını camdan çekip yağmurda ıslanan yüzünü sildi.

"Şikayetini de geri çekmişsin! Sana yapılan onca eziyetten sonra... Şu yaptığının tek bir mantıklı açıklaması yok yemin ederim ki!"

Koca bir sükûtun avuçları arasında sıkışıp kaldı uzun süre. Sadece Hamza'nın haklı serzenişlerini dinledi. Dün gece ona karşı hissettiği kırgınlık, şimdi kalbinin ücra köşelerine taşınmıştı. Haklıyken haksız konuma düşmekti sanki yaşadığı. Bu sebeple dün geceki olayı bile öne sürüp kendini savunmaya çalışmıyordu.

Yolu yarıladıklarında Hamza da içini tamamen dökmüş olmalı ki artık daha fazla konuşmadı. Büşra, aklına gelen şeyle birlikte: "Namaz..." dedi telaşa bulanan bir sesle. "Eve gidene kadar vakit çıkar... Yakınlardaki bir camide kılsam..."

Ricasına karşı müspet hiçbir cevap alamayınca ağlamamak için kendini epey sıktı. Bir an, Hamza'nın durmayacağını, öfkeden bunu bile önemsemeyeceğini düşünmüştü. Fakat çok geçmeden zannında yanıldı. Araba, küçük bir mescidin önünde durdu. El freninin sesi doldurdu kulağını.

Eşinin güvenini öyle sarsmış olmalıydı ki; o da arabadan inip abdest alacağı yerin yakınlarında kendisini beklemiş, ardından kadınların namaz kıldığı kısmın az ilerisindeki banka oturup gözünü kapıdan ayırmadan olası bir kaçışın önüne geçmek istemişti.

Büşra, onun bu temkinli hareketlerine şahit olunca daha çok utanarak iki kişinin yan yana namaza durduğu yere yaklaştı. Niyet edip ellerini kaldırdı ve huşusunu bozmamaya gayret etmesine rağmen bunu istediği düzeyde başaramayarak namazını ağır ağır kıldı. Tesbihatını yaptıktan sonra kendisini bir bekleyen olduğu için dua edemeden mescitten çıktı. Ayakkabılarını giyerken Hamza'nın bakışları bıçak gibi yüzüne yüzüne batıyor, onu sıcak bir utancın içinde yakıyordu.

Tekrar arabaya binip yola koyulduklarında eve varana dek ikisi de sessizdi. Hatta öyle ki bir ara Büşra, 'keşke konuşsa' diye geçirdi içinden. Susması ona daha ürkütücü geliyor ve içindeki pişmanlık duygusunu perçinliyordu.

Araba, evin önünde durduğunda Hamza, derin bir nefes alıp: "Annem..." dedi sakinleşmiş bir sesle. "sen evi terk edince çok korktu. Kendini tutamaz şimdi. Sert çıkışıp kalbini kırmasın diye onunla ilk önce ben konuşacağım."

Büşra, başını sallamakla yetinip Hamza'nın aldığı karara ayak uydurmaya karar verdi. Gerçekten de eve adımlarını atar atmaz kayınvalidesi ilk başta sevinçle boynuna atlamış, ardından kırgın ve kızgın bir sesle ona hesap sormaya başlamıştı.

"Biz de kavga ediyorduk eşimle. Ama her kavgada evi terk etmiyorduk! Niye böyle bir şey yaptın Büşra? Allah katında bile doğru değil şu yaptığın. Senin bizden daha iyi bilmen lazım bunları!"

Hamza, az önce verdiği sözü tutarak: "Sen odaya geç Büşra" dedi ve annesine döndü. "Gel sen de anne, konuşalım biraz. Sakinleş bi Allah aşkına."

"Korkudan aklım çıktı oğlum, nasıl sakin kalayım!"

Büşra, kayınvalidesinin sitem dolu son sözünü de işittikten sonra başka hiçbir yaralayıcı cümleye muhatap olmadığı için bir nebze rahatlayarak kendini odaya attı. Üzerindeki tozlu kıyafetlerden kurtulup pijamalarını giyindi. Her şeye rağmen şimdi bu evde ve güvenli bir alanda olduğu için yatağa oturur oturmaz gözlerini yumup yüreğinden akan coşkun bir hisle şükretti.

Yarım saate yakın bir süre bekledi Hamza'yı. Söyleyeceği muhtemel şeylere hazırlamaya çalıştı kendini. Yapabildi mi emin değildi ama çabaladı yine de. Biraz sonra kapı açılıp da onunla göz göze geldiğinde ise utanarak başını yere eğdi.

Oturduğu yerin yanı çökünce ve Hamza, derin bir nefes alıp kendisi gibi iki elini dizlerinin arasında birleştirince zamanı geriye almak istedi. Böyle bir riski göze aldığı için kendini azarladı içten içe. Fakat artık olan olmuştu. Sonuçlarına katlanmaktan başka bir şey yapamayacaktı.

Derin düşüncelere daldığı bir esnada görüş alanına Hamza'nın avcu ve avcunun içindeki yüzük girdi. Şaşırarak başını kaldırdı. Oldukça bitkin görünen adam, ona biraz daha yaklaşıp sol elini tuttuğunda kalbinde yine o telaşlı hâl belirdi. O hâlin tesiri öyle büyüktü ki bir an titrer gibi oldu. Sanki Hamza'nın dokunduğu eline bir kor düşmüştü. Parmakları ve avuç içi yanıyordu.

"Her şeyi nasıl kafanda bitirdiysen..." diye mırıldandı adam. Fakat sesi bu sefer kızar gibi değil de salt sitem eder gibiydi. Bu çok anlam yüklü siteminin ardından nefesini seslice dışarı verip yüzük parmağından alyansı usulca geçirdi.

Büşra, sabah çıkarıp komodinin üzerine bıraktığı alyansı akşam tekrardan parmağında bulacağını asla hayal etmemişti. Tüm bunların ötesinde; Hamza'nın boşanmanın sadece konusundan bile hazzetmediğini ilk defa bu kadar somut bir şekilde görüyordu.

Hamza, yüzüğü taktıktan sonra elini bıraktığında genç kızın doludizgin koşturan kalbi biraz olsun sakinleşti. Elini telaşla ondan uzaklaştırıp yumruk hâline getirirken hâlâ o sıcaklığı hissetmeye devam ediyordu.

"Nasıl evlendiğimizin, neden evlendiğimizin bir önemi yok benim için. İnan yok, Büşra... Ben oyun olsun diye evlenmedim seninle. Evet, belki evli gibi değiliz kaç haftadır... Ama henüz bana ve bu eve alışmadığını biliyorum. Hem her şey birden oldu, ben de farkındayım. Sadece biraz zaman tanımak istedim bize... Yoksa bu evliliğin oyun olmadığının ben de farkındayım."

Hamza'nın bu kadar sakin konuşacağını tahmin etmediği için az önce hissettiği korku, utanç ve endişe; yerini rahatlamaya bıraktı.

"Bir karar verdim..." dedi birden adam. Sesinde kendinden emin bir tını vardı. Büşra, onun yüzüne bakıp bu kararın ne olduğunu büyük bir merakla anlamaya çalıştı.

Genç adam, ona saatler gibi gelen ama aslında kısa süren bir sessizliğin ardından: "Buraya yakın bir ev kiralayacağım." Dedi birden. Büşra, kaşlarını kaldırıp hayal kırıklığıyla onun kararlı yüz ifadesini seyretti.

"Hem yakın olunca yalnız kalmaktan endişe etmezsin. Annem sık sık gidip gelir yanına. Bizim için de böylesi daha sağlıklı olur."

"Ama..."

"Sırtımda yük olmadığını başka türlü anlamayacaksın Büşra. Artık evli olduğumuzu senin de kabullenmen gerekiyor. Bu evdeyken belli ki kabullenemiyorsun. Belki kendi evimize geçersek daha rahat alışırız birbirimize. Annem de en ufak bir şeyde evham yapıp korkmaz hem. Bir sorun yaşadığımızda ikimiz arasında kalır, o etkilenmez."

"Hamza-"

"Annemle de konuştum. Zaten o da ayrı eve çıkmamızı daha sağlıklı buluyordu. İtiraz etme boşuna."

Ne derse desin bu inatçı adamın kabul etmeyeceğini bildiği için gözlerini ondan kaçırıp ayrı evin kendileri için artı ve eksi yönlerini düşündü. Hamza ise yaşadıkları tüm sorunu bugün çözmek ister gibi başka bir konu açtı:

"Sevgi konusunda da benden şüphe duyma artık. Evet, dün gece onun yanına gittim ama tahmin ettiğin gibi bir sebepten dolayı değil. Tehlikeli bir yerdeydi. Hem insanlık gereği olarak gittim hem de onunla konuşmak, bir daha böyle saçma şeyler yapmaması için sert bir dille uyarmak istediğimden..."

Büşra, buraya geldiğinden beri söylemeye çekindiği o şeyi, bir anda içine doğan cesaretle birlikte söyleyiverdi:

"Peki kalbin... Onu nasıl ikna edeceksin?"

"Kalp bir sırdır Büşra... eğer o sırra hâkim olsaydık, belki birbirimizin yüzüne bile bakamazdık."

Büşra, bu cümlelerde gizli olan mânâ karşısında yüreğinde bir sarsıntı hissetti. Bazı şeyler öylesine âşikardı ki görmemesi için çok saf olması gerekiyordu. Evet, evlendiği adamın kalbinde başka bir kadın vardı. Bu nasıl kökleşmiş bir sevgiydi ki yıllar geçmesine rağmen adam hâlâ o kadını unutamamıştı.

Bu gerçek, her geçen gün gururunu incitiyor; sol yanına ağır bir yük bırakıyordu. Üstelik bunu bile bile onun yüzüne bakmak, kalbinde bir yer bulamamış olmanın verdiği o gurbet hissini parçalamak, öyle zor ve yaralayıcıydı ki... Kendini tutamadı. Siyah gözlerinde incinmiş duygular belirdi istemsizce. Ve ne kadar çabalarsa çabalasın bu duyguları gizleyemedi.

Hamza, gözlerindeki bu duyguyu sezmiş olmalı ki onu rahatlatmak ister gibi fakat biraz da çekimser bir hâlle elini kaldırıp sağ yanağına düşen bir tutam saçı geriye itti. Büşra, kalbinin incinmişliğiyle öylesine meşguldü ki eşinin bu gönül alıcı hareketi dahi onu heyecanlandırmadı. Hatta belirgin bir rahatsızlık duyarak gözlerini ondan kaçırdı. Eşi ise pes etmeyerek kalbini rahatlatma çabasına son bir umut devam etti.

"Korkma Büşra... Ben, uzun bir süre önce kalbimin her istediğine kulak asmayı bıraktım. Hem... doğru olanı yapmak için kalbimi ikna etmeme gerek yok."

 

 

 

 

 

Bölüm : 21.08.2024 19:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...