13. Bölüm

13. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Selamlar🌿

Hamza'ya epey kızabileceğimiz bir bölümle geldim. Ne yapalım, onun da kontrol etmekte güçlük yaşadığı bazı huyları var. (Bizim de yavaş yavaş keşfettiğimiz.) Bölüm sonunda uyarırsınız artık beyimizi.🫠

Bu arada wattpadden gelenler kendilerini belli edebilir mi? Bazı tanıdık gibi olan kullanıcıları görünce tahmin yürüttüm ama emin olamadım. Merak ediyorum kimlerin geldiğini 🌸

Keyifli okumalar💜

 

****

Kıyafetleri gardıroba yerleştirirken yatak odasının dışındaki koşuşturma seslerine kulak veriyordu. Kayınvalidesi mutfak eşyalarını yerleştirmekle uğraşırken ara ara Hamza'yı yanına çağırıyor ve ondan bazı yardımlar istiyordu.

Akşam karanlığı çökmesine rağmen evdeki işler bitmemişti. Taşınırken onları en çok zorlayan ve vakitlerini alan husus, ufak tefek şeyleri yerlerine yerleştirmek olmuştu. Büşra, gardırobuna ve komodinin içine kıyafetleri ve birkaç ıvır zıvır eşyayı yerleştirmeyi bile yeni bitirmişti. Bir köşede taşınmayı bekleyen yorganları, battaniyeleri ve yastıkları ise kaldırmamıştı. Hamza, ağır işlere dokunmamasını, sadece ufak tefek şeylerle ilgilenmesini istemişti.

Başka bir işi kalmayınca, yapmak için en sona sakladığı o şey için derin bir nefes aldı. Birkaç hatıra ile dolu olan küçük poşeti yatağın altından çekip henüz halıları serilmemiş olan yere oturdu. Sırtını bazaya verip poşeti ağır ağır açtı. Annesinin ceviz rengi doksandokuzluk tesbihini, haki rengi uzun pamuklu eşarbını ve yıllar önce henüz tesettüre girmemişken çekilmiş olan yıpranmış fotoğrafı tek tek çıkarıp hepsini kucağına bıraktı.

Tesbihi ince parmakları arasına alıp buğulu gözlerle baktı her bir ahşap boncuğa. Annesinin beyaz ellerinin tesbihin üzerinde usul usul ilerleyişini ve küçük dudaklarının kıpır kıpır tesbih edişini seyredaldı. Bu hayal onu öylesine mest etti ki sanki annesi karşısındaymış gibi belli belirsiz bir tebessüm oturdu hüzünle yıkanan çehresine.

Bu hayalin yaşattığı esrik duygudan çarçabucak sıyrılıp dörde katlı olan haki rengi eşarbı burnuna yaklaştırdı ve uzun uzun kokladı. Yıkamamasına rağmen, aradan geçen iki yıl içinde sık sık çıkarıp hasretini dindirmeye çalıştığı için, artık sadece belli belirsiz bir koku duyuyordu. Neyse ki o koku bir çivi gibi çakılmıştı kalbinin orta yerine. Ne zaman onu özlese ve kalbi bir kazan gibi kaynayıverse o tatlı rayiha kalbinin içinden yükselerek burnuna dek ulaşıyordu.

Eşarbı açıp içerisine doksandokuzluk ahşap tesbihi koydu. Bir mücevheri koyar gibi dikkatle ve özenle koydu. En son; kenarları buruşmuş, üzerinde kırışıklığın verdiği beyaz uzun çizgiler hâlinde ilerleyen izler bulunan eski fotoğrafı aldı eline. Bir gülü okşar gibi okşadı üzerini. Bir hindibayı öper gibi yahut bir kuşu ürkütmekten çekinir gibi minik, minicik bir buse bıraktı o beyaz çehreye.

Eşarbı tekrar özenle katlayıp komodinin alt çekmecesini açtı. Tüm bu hatıraları; bonelerin, yazmaların ve eşarpların en altına, görünmeyeceğinden emin olduğu bir yere dikkatlice koydu. Ardından üzerinde oluşan dağınıklığı hızlıca düzeltip çekmeceyi kapattı.

Mutfağa girdiğinde kayınvalidesinin tüm işleri bitirmiş olduğunu, şimdi ise yerdeki gazete kağıtlarını, fazlalık kutuları ve poşetleri topladığını gördü.

"Yatak odası bitti anne. Senin de işin bitmiş, yerleri sileyim."

Kayınvalidesi başını iki yana sallayıp terli yüzünü kaldırdı. İş yaparken kendisinin aksine hızlı hareket ettiği için nefes nefese kalmıştı.

"Yok yok, yorulduk bugün bayağı. Yarın yaparız devamını da. Hamza salondaki balkondaydı. İki dakika çağırsana kızım, beni eve bıraksın. Hiç yürüyecek dermânım kalmadı. Bir duş alayım, kendime geleyim."

Büşra, kendisinden daha fazla yorulan yaşlı kadının yüzüne mahcubiyetle bakarak: "Tamam" diye mırıldandı.

Bir köşede halıların istif edilmiş olduğu taze mobilya kokan büyük salona girdiğinde tül perdenin gerisinden Hamza'yı gördü. Parmakları arasında bulunan küçülmüş sigarayı küllüğe bastırıyor, bir yandan da elindeki telefon ekranına dikkatle bakıyordu. Büşra, dışarıdan içerisi görünmeyen aynalı camla çevrelenmiş bulunan geniş ve uzunca balkona adım attığında Hamza, daldığı yerden başını kaldırdı.

"Bir şey mi lazım?" Diye sordu dalgınca.

Genç kız, sigara kokusundan rahatsızlık duyarak balkonun kapalı olan camına baktı. O gider gitmez burayı havalandırması gerekiyordu.

"Annen çağırıyor da..." dedi yüzünü buruşturmamaya gayret ederek. "Çok yoruldu, onu eve bırakmanı istiyor."

Hamza, uzayıp alnına düşmeye başlayan saçlarını eliyle geriye doğru tararken gözlerini tekrar telefon ekranına indirip: "Tamam" dedi. Bu adam için hayatındaki her gelişme öylesine normal ve olağandı ki; Büşra, taşınmış olmalarına bile hâlâ inanamazken onun böylesine rahat bir görüntü sergilemesine şaşırmadan edemiyordu.

Adamın bu rahatlığı bazen onun yüreğini üşüten bir detay oluyordu. Hamza için her şey sıradandı. Karşılaşmaları, evlilikleri, taşınmaları... Hayatın içinde, günlük telaşların arasına serpiştirilmiş alelade görevlerden sadece birkaçıydı bunlar. Heyecansız, telaşsız ve belki de sevgisizce, salt bir sorumluluğun gereği olarak yerine getirilen... Öyle soğuk, öyle biçimsiz, öyle donuk...

Bunu yeniden fark etmek dehşete uğramasına sebep oldu. Kayınvalidesinin birkaç hafta önce, ona, Hamza'nın eski nişanlısından bahsettiği akşamı anımsadı. Zorlukla yutkundu. Sanki boğazına yumrular dizilmişti.

Ben, diye geçirdi içinden. Ben de onun için sıradan biriyim. Kalbinde sığınacak bir yer kalmamış olmalı. Annesi o kadına olan sevgisinden bahsederken anlamıştım. Onu öyle çok sevmiş ki sanki bütün sevgisini onda tüketmiş. Artık başka bir kadına verecek sevgi kalmamış yüreğinde. Şimdi ben geldim o kalbin önüne. Kapının eşiğindeyim fakat içeri girmem mümkün değil. Bir ömür, eşikte yaşanır mı ki? Bir fazlalık olarak o eşiği aşındırıp durmak... Allah'ım, ne zor. Oysa annesi; 'Neyse ki karşısına sen çıktın, artık doğru kişiyi seviyor' demişti. Fakat buna inanmak çok güç. Evet, daha önce hiç sevmedim. Ve temiz duygularla sevilmedim. Fakat sanki hissediyorum. Sevilmek böyle bir şey değil. Bu olsa olsa merhamet duyulmak olur. Ama hayır. Sevilmek asla bu değil. Bu olsaydı eğer; ben, şimdiki ben olmazdım. Peki ya nasıl? Sevilmek nasıl bir şey Allah'ım?

*

Kayınvalidesinin yarın sabah için yaptığı birkaç planı dalgın dalgın dinledikten sonra Hamza'yla onu yolcu edip akşam namazını edâ etti. Namazdan sonra dua etmek istedi fakat öyle yorgun hissediyordu ki ellerini kaldırıp susmaktan başka bir şey yapamadı. Sustuklarını da bilen birine konuştuğu için elleri semâda öylece durmak bile kalbine iyi gelmişti.

Seccadesini katlayıp üzerine pijamalarını giyindiğinde banyoya girip dağınık saçlarını taradı. Tarak, uzun siyah saçları üzerinde kayıp giderken aynadaki aksine baktı. Yorgunluktan hafif solmuş olan beyaz yüzüne, sanki bugün daha bir belirginleşen çillerine, kuruyan dudaklarına ve nihayet bir bütün olarak kendisine baktı.

Sonra Hamza'nın hayali gelip kuruldu aynanın baş köşesine. Bir süre onun ela gözlerini seyretti. Ona yıllanmış bir hüzünden haber veren o çehreyi ve o çehrenin sert görünümünün altında yatan merhameti inceledi. Yüreğinde titrek bir hissin gezindiğini hissetti o an. Yine de üzerinde çok fazla durmadı. Daha doğrusu durmaktan korktu.

Saçlarını taramayı bitirdiğinde gri pijamalarının ona uzun gelen kollarını dirseklerine dek sıyırıp lavabonun içinde biriken saç tellerini peçeteyle topladı. İki eli arasında top hâline getirdiği peçeteyi çöpe atıp ellerini ve yüzünü yıkadı. Taranmış saçlarını hızlıca örüp sağ omzundan göğsüne sarkıttı.

Banyodan çıktığında koridorda Hamza'yla karşılaşmayı ummuyordu. Genç adam, elindeki kırmızı poşeti kaldırıp: "İçli köfte aldım" dedi neşeli bir sesle. "Sever misin?"

Büşra, epey acıkmış görünen ve birazdan karnını doyuracağı için mutluluğu göz bebeklerinden okunan adama bakıp başını salladı. Oysa içli köfte yiyeli belki yıllar olmuştu ve tadını çok iyi anımsadığını söyleyemezdi.

Birlikte mutfaktaki masaya kurulduklarında Hamza, poşetten iki ayran ve iki beyaz plastik kap çıkardı. Büşra, önüne yaklaştırılan ayranı eline alıp çalkalamaya başladı. Bir yandan da Hamza'nın yemek kaplarını açmasını ve kabın üzerinden yükselen buharları seyrediyordu. Acıktığını yeni yeni hissediyordu.

"Al bakalım, beğenecek misin... Ev yemekleri yapan bir ablanın dükkanından aldım. Temiz yapıyor, için rahat olsun."

Önüne bırakılan sıcak kaba ve içindeki altı adet içli köftelere baktı ve çok bekleyemeden yemeye başladı. Hamza kadar hızlı yiyemese de normale göre biraz daha hızlı yediğini fark etti. Kendini işe verdiği için acıktığını bile çok geç fark ediyordu.

"Yarın iznimin son günü. Alışverişe çıkarız, buzdolabı bomboş. Kahvaltıyı da annemde yaparız, sonra bize geçeriz."

"İnşallah..."

Kendisinden önce içli köftelerini bitiren ve pek fazla doymuş gibi de görünmeyen Hamza'ya bakarken ağzındaki son lokmayı yuttu ve plastik kabı ona doğru uzatıp: "Ben doydum" dedi. "Bunları da ye istersen."

Hamza, önce kalan iki içli köfteye sonra da Büşra'ya baktı inanmamış gibi.

"Doymuş olman imkansız..." deyip ayranın dibini de hızlıca içti ve boş kabı masaya bıraktı.

Gerçekten de; biraz doymuş olsa bile tam anlamıyla doymamış olan Büşra: "Benim için yeterli, çok güzeldi, teşekkür ederim" Dedikten sonra kabı biraz daha genç adamın önüne itip ayağa kalktı. Ayran kaplarını ve Hamza'nın boşalan içli köfte kabını alıp mutfak tezgahının üzerindeki çöp kutusuna attı. Bir yandan da tezgahın üzerindeki su bardaklarını yıkamak için kollarını sıvadı.

Biraz sonra Hamza, elindeki boşalan kapla birlikte yanına gelip çöp kutusuna yöneldi. Kabı elinde buruşturup çöpe atarken Büşra, onun bakışlarını kendi üzerinde hissederek gerildi. Hâlâ bir erkek tarafından izlenmeye veya bir erkekle göz göze gelip konuşmaya alışamamıştı.

"Sağ ol."

Köpüklediği bardakları sudan geçirirken onun yüzüne bakmadan: "Afiyet olsun" dedi. Aynı zamanda yakınlığından rahatsızlık duyarak bir iki adım sağa doğru gidip işine öyle devam etti. Hissettiği rahatsızlık, onun varlığına duyduğu bir rahatsızlıktan ziyade eşine alışamamış olmamasının getirdiği bir sonuçtu.

"Çayı koyayım ben..."

İkisi de gergin bir sessizliğin kendilerini çepeçevre sardığı bu mutfakta iki ayrı âleme dalar gibi yahut kaçıp uzaklaşır gibi farklı farklı işlerle ilgilendiler.

Büşra, genç adamı mutfakta yalnız bırakıp kitabıyla birlikte salona geçtiğinde kurduğu plan; biraz kitap okuyup yatsı vaktini beklemek, namazdan sonra da yorgun bedenini uykuyla dinlendirmekten ibaretti. Fakat Hamza, yarım saat kadar sonra elinde iki bardak çayla salona girip: "Gel çay içelim balkonda" dediğinde kitabını koltuğun kenarına bırakıp onun adımlarına ayak uydurdu. Bir yanı onunla vakit geçirme isteğiyle doluyken diğer yanı büyük bir çekimserlikle uzak kalmak istiyordu. Fakat tuhaf bir şekilde ona "hayır" diyemiyor, ne söylerse yapmak zorunda hissediyordu. Oysa genç adam; onu kendisine mecbur olan biri olarak görmüyor veya minnet altında hissetmesini istemiyordu. Hatta adam, böyle hissetmemesi için büyük bir çaba harcıyor, evden habersizce gitmek gibi büyük bir hata yapmasına rağmen beklediği kadar büyük bir tepkiyle kalbini yaralamıyordu.

Belki de sadece biraz zamana ihtiyacı vardı. Ona kat kat yabancı olan, üstelik pek fazla tanımadığı, evlendikten sonra yeni yeni huylarını keşfettiği bir adama alışmak, elbette zannettiği kadar hızlı ve kolay olmayacaktı.

Balkona geçip oturduklarında önüne bırakılan büyük kupa bardağın üzerinden yükselen buhara doğru getirdi elini. Avcunun içi tatlı bir sıcaklıkla mayıştı. Balkon camının ötesine, yıldızsız göğe baktı. Ay, gümüşî rengiyle göz kamaştırıyordu. Bir süre ayın lekeli yüzeyinde takılı kaldı siyah gözleri. Hamza, iç çekip: "Ev içine sindi mi?" Diye sormasa gözlerini gökyüzünden ayırmayacaktı.

"Evet, güzel..." deyip elini bardağın üzerinden çekti ve gözlerini meşe ağacından yapılmış masanın üzerinde gezdirmeye başladı. Az ötede bulunan küllüğün üzerinde izmarit ve küller vardı. Bayağı içmiş, diye geçirdi içinden genç kız. Hep böyle midir ki, diye düşünmeden edemedi.

"Ben de beğendim. Geniş, ferah... Balkonu olması da iyi oldu. Malum, sen sigara kokusundan rahatsız oluyorsun."

Büşra, başını kaldırıp şaşkınlamış bir yüz ifadesiyle Hamza'ya baktığında onun muzip bir şekilde güldüğünü fark etti. Rahatsızlığını bu kadar çok belli ettiğini fark etmemişti.

"Sen zaten dikkat ediyorsun." Diye yuvarlak bir cevap verince beklemediği bir karşılık aldı:

"Normalde dikkat etmezdim. Çoğunlukla bahçede içsem de evde de içtiğim olurdu. Ama artık içmem."

Büşra, ne diyeceğini bilemeyerek sadece başını sallamakla yetindi. Gözlerini yeniden genç adamdan kaçırıp bakışlarını çayına çevirdi.

"Hep böyle sessiz misindir? Yoksa bana mı özel?"

Oldukça keyifli görünen -belki de sadece keyifli davranmaya çalışan- eşine bakıp gülümsemeye çalıştı. Çayından bir yudum alıp: "Konuşacak pek kimsem olmadı" dedi kendinden beklemediği bir hissizlikle. "Annemle konuşurdum eskiden. Ondan başka da arkadaşım yoktu zaten."

"Liseye gittiğini söylemiştin. Okulda da mı yoktu arkadaşın?"

Hamza'nın ciddileşip meraklı bir tınıya bürünen sesi karşısında dayanamayıp gözlerini yeniden ona çevirdi.

"Yoktu" dedi net bir ifadeyle. "İçime kapanıktım biraz. Özgüvensiz... Gerçi hâlâ çok değiştiğimi söyleyemem belki ama... O zamanlar daha kötüydü."

Hamza, anladığını belli etmek ister gibi başını sallayıp sırtını sandalyeye yasladı. Gözlerini camın ötesine çevirdi usulca. Biraz dışarıda oyalandı bakışları. Ardından yeniden Büşra'ya döndü.

"Bazen zayıf sandığımız yanımız, aslında güçlü yönümüzdür. Ama biz her zaman fark etmeyiz."

Büşra, bu iki cümledeki mânâyı kavrayamayarak merak bulanan gözlerini Hamza'nın ela gözlerine dikince genç adam açıklama yapma ihtiyacı sezdi:

"Annem, kolay kolay birini beğenmez aslında. Ben zaten uzun süredir evlenmeyi düşünmüyordum. Ama işte... bana kız bakıp duruyordu Aysel Sultan. Bayramda, seyranda, düğünde, misafirlikte... Hiçbiri içine sinmiyordu tabi. Sonra sen geldin. Kanı bayağı kaynadı sana. Senin bu zayıf gördüğün yönler, annemin aradığı özelliklerdi. Özgüvensiz olmak iyi bir şey demiyorum. Sadece annem hep sessiz, sakin, hanım hanımcık bir gelini olmasını isterdi. Seni de öyle gördü o da. Belki gördüklerini yanlış yorumladı ama sonuçta senin kendinde sevmediğin özellikleri o çok değerli buluyordu."

Büşra, sevinmekten ziyade kalbinde bir kırıklık hissederek zorlukla gülümsemeye çalıştı. Evlilik için ilk teklif aldığı zamanlar bu teklifin Hamza'nın bizzat kendisinden, hiçbir etkiye maruz kalmadan geldiğini zannetmişti. Sonraları yaşadıkları tatsız olay üzerine eski nişanlısına inat evlendiğini düşünerek kendini epey horlanmış hissetmişti. Şimdi ise başka bir düşünceyle karmaşık bir ruh hâline girmişti. Annesinin yönlendirmesi, annesinin beğenmesi ve annesinin övmesi etrafında geçen az önceki konuşma, Hamza'yı bu konunun dışına atıp fırlatan bir güç taşıyordu içinde. Genç adam, belli ki bunu bile istemeye yapmamıştı. Fakat bile isteye yapmaması, Büşra'yı daha büyük bir karmaşanın içine sürüklemeye yetmişti.

"Peki ya sen?" Diye sormak istedi. "Senin gözünde ben nasıl biriyim Hamza? Kim için evlendin benimle? Kim için kendini istemediğin bir hayatın içine attın?"

Fakat soramadı. Çoğu zaman yaptığı gibi bu soru yumağını da içinin kuytu köşelerine gömerek çayından bir yudum aldı.

***

Hamza, bugün yapacak çok iş olduğunun bilincinde olarak erkenden kalkmış ve kendisinden önce kalkıp temizlik yapan Büşra'ya hazırlanmasını söylemişti. Bugünkü planları arasında; annesine gidip kahvaltı etmek, market ve pazar alışverişi yapmak ve ardından hep birlikte eve dönüp kalan işleri halletmek vardı. Kendi işleri ise banyonun musluğunu tamir etmek, mutfağın kırık kapı kulpunu onarmak gibi tamir gerektiren şeylerdi. İzninin son günü her şeyi halletmek istiyordu.

Biraz sonra Büşra, giyinmiş hâlde balkonun kapısının önünde belirince henüz yeni çıkardığı sigarayı tekrar paketin içine koydu ve ayaklandı. Eve gelene kadar içerisi havalansın diye pencereyi üstten açarak telefonunu ve sigara paketini el çabukluğuyla cebine koydu.

Üzerine montunu alıp Büşra ile birlikte merdivenleri inerken: "Hay aksi!" Diye söylendi birden. "Cüzdanımı unuttum."

Merdivenin ortasında kendisi gibi duraksayan kıza: "Sen in, bahçede bekle beni, geliyorum hemen" deyip hızlıca yeniden çıktı merdivenleri. Montunun cebine koyduğu anahtarları çıkarıp kapıyı açtı. İçeri girip yatak odasından cüzdanını aldığında bugünkü dalgınlığını işlerin çok oluşuna bağlayarak evden çıktı.

Merdivenleri ikişer üçer inip bahçeye vardığında alt kattaki komşularının genç oğlunu bahçede, üzerinde atlet ve altında da bir şort bulunduğu hâlde sigara içerken gördü. Yirmili yaşlarda, zayıf, uzun boylu ve esmer delikanlı kendisini fark etmedi. Çünkü bahçenin demir kapısının önünde başı öne eğik olarak bekleyen ve ayakkabısıyla toprağı eşeleyen Büşra'ya bakmakla meşguldü.

Hamza, o bakışların anlamına çok çabuk vâkıf oldu. İçinde yakıcı bir hissin devindiğini hissederek sertçe alnını ovuşturdu. İnsanları tanırdı. Bu gencin Büşra'ya bakarken ondan hoşlandığı öylesine aşikardı ki bunu fark etmemek imkansızdı. Gayriihtiyari bir şekilde yumruğunu sıkıp birkaç adımda gencin yakınlarına geldi. Daha ilk gördüğü zamanlar kalbinin ona ısınmaması boşuna değildi.

"Günaydın delikanlı!" Dedi ses tonunu sakin tutamayarak. Kaşlarını da yumuşatamamış ve hatta az önce hissettiği öfkenin bir dışa vurumu olarak iki kaşının arasındaki o çizgi daha bir derinleşmişti.

Genç, fark edildiği için afallayarak elindeki sigarasını düşürürken birkaç saniye sessiz kaldı. Çehresine şaşkın ve ürkmüş bir ifade oturdu aniden. Zorlukla yutkunup: "Günaydın abi" dedi.

Hamza, hiçbir şey demeden, sadece bakışlarıyla onu uyararak anlatmak istediğini yeteri kadar ifade ettiğine kanaat getirdi. Ardından Büşra'nın yanına varıp içindeki öfkeye yenilmiş bir hâlde elini tuttu. Bu tutuş, merhametli bir tutuş olmaktan öyle uzaktı ki genç kız, neye uğradığını şaşırarak elini çekmek istedi. Hamza ise o eli daha çok sıkarak kendi dilinde uyardı Büşra'yı.

Demir kapıyı açıp arabaya doğru yürürken dişlerinin arasından: "Başka yer bulamadın mı bekleyecek?" Diye söylenmeye başladı. "Görmüyor musun, adam yarı çıplak sigara içiyor bahçede. Niye gözünün önünde duruyorsun! Sana nasıl baktığını görmedin mi?"

Genç kız, yeni bir tartışmanın fitilinin ateşlendiğini hissederek telaşlı bir sesle: "Sen bahçede bekle dedin-" diye açıklama yapmaya çalışsa da Hamza, ses tonunu ayarlayamadan sözünü kesti:

"Yarı çıplak adamın önünde dikil mi dedim sana Büşra!"

"En uzak yer orasıydı. Sen bahçede bekle dedin diye orada bekledim. Kötü bir niyetim yoktu. Başımı bile kaldırmadım. Yemin ederim ki..."

Hamza'nın kulağına sanki genç kızın tek bir cümlesi bile ulaşmıyordu. O gencin bakışı durmadan gözünün önüne geliyor ve bir türlü baskılayamadığı bir öfke duyuyordu. Herhangi bir kadına bile böyle bakılmasından nefret ediyorken karısına yiyecekmiş gibi bakan bir adamın onu öfkelendirmemesi muhaldi. Büşra'nın kendisini beklerken böylesi bir yanlış tercih yapması ise, Hamza'yı, genç adamın bakışlarından daha çok kızdırmıştı. Bu yüzden kendini tutamayarak: "Bin şu arabaya Büşra!" Diye bağırıverdi.

Genç kız, boşluğa bırakılan elini arabaya dayarken epey irkildi. Öyle ki omuzları bir an havaya kalktı, gözlerine buğulu bir ifade oturdu ardından.

"Ben kötü bir şey yapmadım, neden bağırıyorsun?"

"Bin şu arabaya artık! Daha fazla burada kalırsak o çocuğun gözlerini oyacağım!"

Genç kız, titreyen dudaklarını birbirine bastırıp kendini tutmaya çalışsa da gözlerinden birkaç damla yaş süzülüp beyaz yanaklarında usulca yol aldı. Başka bir şey demeden arka kapıyı açıp oturdu. Hamza, Büşra'dan önce uzanıp fazlaca güç uygulayarak kapıyı kapattı.

Şimdi ne eşini ne de onun kırgınlığını ve korkusunu görebilecek bir durumdaydı. Bir dahaki sefere gençle baş başa konuşup onun bir güzel kulağını çekmeyi kafasına koyarak şoför koltuğuna geçti. Zihninde dönüp duran görüntülerin çehresine bıraktığı binbir farklı izden habersizce annesinin evine doğru ilerledi.

 

Bölüm : 25.08.2024 23:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...