Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@birharfbekcisi

Gittikçe belirginleşip büyüyen bir acı oturmuştu yüreğine. O acıyı alıp elleriyle paramparça etmek istiyor, haklı olmasına rağmen haksız bir konumda görünmesini kabullenmek istemediğini gösterme arzusu duyuyordu. Fakat genç adam öfkeliyken, Büşra hiçbirini yapamadı. Kayınvalidesine vardıklarında gözlerindeki ve yanaklarındaki yaşı silse de yeni yeni yaşlar birikti göz pınarlarında.

Başka başka şeyler düşünüp kırgınlığından uzaklaşmaya, gözyaşını artıran sebepleri ortadan kaldırmaya çalıştı. Fakat Hamza, ardında nasıl bir enkaz bıraktığından habersiz, aldırışsız bir şekilde önünde yürürken bu pek mümkün olmuyordu. Demir kapıyı açıp önlü arkalı yürüyerek toprak yolu aştılar. Genç adam, birkaç kez üst üste kapı ziline bastı. Sabırsız bir şekilde beklemeye koyuldu.

Büşra ise yeniden daha sert bir biçimde gözlerini ve yanaklarını silip burnunu çekti. Çok geçmeden kapı açıldı. Kayınvalidesinin güler yüzü, ikisini gördüğünde yavaş yavaş endişeye bulandı.

"Hoş geldiniz..." dedi aralarında gözle görülür biçimde olan o soğukluğun sebebini çözmek ister gibi. Gözleri en çok Büşra'da takılı kalmıştı. Bu yüzden genç kız, yüzünün ağlamaktan kıpkırmızı kesildiğini düşünerek bakışlarını kayınvalidesinden başka yerlere çevirdi.

"Kahvaltı hazır mı anne? Hazır değilse alışverişe gidip geleceğim."

Yaşlı kadın, sabırsız ve sinirli bir sesle konuşan oğluna karşı yumuşak bir şekilde: "Hazır değil oğlum" dedikten sonra ekledi: "Kızartma yapıyordum. Uzun sürer biraz."

Hamza, hiçbir şey demeden başını salladı. Arkasını döndüğünde çok kısa bir an Büşra'ya baktı. Ardından kaşlarını çatıp hızlı adımlarla bahçe kapısına doğru ilerledi.

"Geç kızım, geç..."

Büşra, ayakkabılarını çıkarıp içeri girer girmez tahmin ettiği gibi kayınvalidesi telaşlı bir yüz ifadesiyle baktı kendisine.

"Ne oldu Büşra? İkinizin de yüzünden düşen bin parça. Senin de yüzün, gözlerin kıpkırmızı kesilmiş. Ağladın mı?"

Sanki bu soruyu duymayı bekliyormuş gibi anında gözyaşları döküldü. Hırkasını çıkarıp vestiyere astı. Yaşlı kadının meraklı bakışları arasında mutfağa yürüdü usul adımlarla. Bir yandan da iç çekerek ağlıyor, Hamza'nın ona söylediklerini düşünüp kalbini bir kere daha yaralıyordu.

"Yardım edilecek bir şey var mı anne?"

Kısık ve çatallı bir şekilde çıkan ve gözyaşlarına karışan sesini duyunca kayınvalidesi daha fazla dayanamadı. Ocağın altını kısıp: "Gel bakayım sen buraya" dedi otoriter bir sesle. Mutfak masasının önündeki sandalyelerden birini çekip genç kızı belinden destekledi.

"Ne olup bitti, oturup anlat bakayım."

Büşra, kaynamakta olan çaya ve pişmekte olan patateslere şöyle bir baktıktan sonra kendisine gösterilen yere oturdu. İnce parmakları yüzünün üzerinde gezinip sıcak gözyaşlarını yakaladı. Hepsini sildi teker teker. Yenilerinin eklenmesine aldırmadan.

"Hamza..." dedi kırgın bir sesle. "Çok sinirli... Onunla konuşmaya bile korkuyorum. Sinirlenince gözü hiçbir şey görmüyor. Beni dinlemiyor. Bir şey oldu sabah. Ve hiç suçlu olmamama rağmen bana bağırdı. Açıklamamı bile duymadı sanki... Azarlayıp durdu. Yemin ederim ki hiçbir suçum yoktu anne!"

Sitem karışan son cümlesine karşın yaşlı kadın daha da artan bir merakla: "Ne oldu kızım?" Dedi elini anne şefkatiyle omzuna koyarken. "Olayı anlat da ben de ona göre yorum yapayım. Belli ki bayağı kırmış seni."

Büşra, kısa süren bir sessizliğin ardından titreyen bir sesle: "Sana gelmek için evden çıkmıştık" diye söze girdiğinde sanki yeniden o anı yaşıyormuş gibi ürperdi.

"Hamza cüzdanını evde unutmuş. Bana bahçede beklememi, hemen geleceğini söyledi. Ben de aşağı indim. O sırada alt komşumuzun oğlu sigara içiyordu. Ben onu görür görmez üzerindeki kıyafetler uygunsuz diye utanıp bahçeden uzaklaştım. Kapıya kadar yürüdüm. Hamza, bahçede bekle dediği için ve malum her şeye sinirlenebildiği için dışarı çıkmadım. Kapının önünde bekledim gelmesini. Hatta dışarıyı izledim o genci görmemek için. Sonra merdivenden sesler duyunca arkamı dönüp başımı kaldırdım. Hamza'nın aşağı indiğini gördüm. Fakat yanlış anlaşılmaması için başımı hemen yere eğip beklemeye devam ettim. Ama Hamza, sokağa çıktığımız an, anlayıp dinlemeden bağırmaya başladı. Sırf orada beklediğim için... Ben hiç fark etmedim gencin bana baktığını anne, yemin ederim ki... Sadece Hamza'yı bekliyordum. Hatta bana 'nasıl biriydi' desen yüzünü bile bilmiyorum çocuğun. Sadece aşağı inerken çok kısa bir an gördüm. O da birden oldu. Bir daha da hiç bakmadım. Ama Hamza, çok itham edici konuştu. Mahallenin ortasında bağırdı bana."

Her şeyi anlattıktan sonra yeniden, eskisinden daha şiddetli bir şekilde, omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Dirseklerini masaya koyup iki eliyle yüzünü kapattı. O anları hayalinde canlandırıp durdu dakikalar boyu. Ve aklına gelen her sahnede içi biraz daha burkuldu. Kırgınlığı epey büyüdü.

"Kızım, gel... Kıyamam ben sana. Ben o eşek sıpasının kulağını çekerim. Nasıl sana hiçbir suçun yokken bağırır, gösteririm ona. Ağlama sen, âh..."

Yaşlı kadın, beklediğinden daha şefkatli bir yakınlıkla saçlarını okşadığında anlaşılmanın verdiği rahatlamayla ellerini ıslak yüzünden çekti.

"Gel, gel" deyip kollarını açan kayınvalidesine sarılarak biraz da omzunda ağladı. Sırtında teselli edici bir biçimde ilerleyen bu sıcak elin varlığı onu kısa sürede yatıştırırken: "Bugün burada kalsam anne" dedi yalvarır gibi bir sesle. Kollarını kadından çeker çekmez içinde büyüyüp duran korkusunu dile getirdi: "Eve gidince bana yine bağırmasından korkuyorum."

Sanki bir felaket işitmiş gibi kaşlarını çatan kayınvalidesi: "Hele bir bağırsın" dedi gür bir sesle. "Yaşına başına bakmam, evlat mevlat dinlemem terlik manyağı yaparım onu. Gelsin, konuşacağım zaten onunla. Merak etme sen."

Büşra, bir nebze olsun rahatlayarak başını salladı. Teşekkür eder gibi buruk bir tebessüm oturdu dudaklarına. Biraz sonra yaşlı kadının kendisine doldurduğu sudan içti. Ardından ona yardım etmeye koyuldu. Bir yandan da Hamza'yla ilgili anlattıklarını dinliyordu.

"Önceden de dedim ya kızım, öfkeli biri Hamza. Biraz babasına çekmiş bu huyu. O da böyleydi. Ama bak, aklında bulunsun. Hemen parlar hemen söner Hamza. Saat de geç oldu ya... acıkınca da sinirli oluyor biraz. Onun da etkisiyle bayağı üstüne gelmiştir senin. Tabi yaptığı doğru değil ama..."

Elindeki kevgiri tavaya daldırıp patatesleri büyük bir tabağa boşaltan yaşlı kadın, iç çekerek anlatmaya devam etti. Büşra ise tüm bunları dinlerken eşine yumuşamak yerine yüreğinde açılan gediği daha çok büyüttü.

"Bir de çok kıskançtır. Yaşlı başlı kadınım, beni bile kıskanır... Anlatacak olsam şaşırır kalırsın. Bak mesela... Bir kere kalabalık yerde sesli bir şekilde güldüm diye demediğini bırakmamıştı bana. Neymiş, bir sürü adam varmış orada. Hepsi bana bakmış. Halbuki çoğu kardeşim yaşındaydı... Tamam ben de çok doğru bir şey yapmadım belki ama... Demek istediğim, koca kadın olmuş annesini bile kıskanıyor. Güzeller güzeli eşini nasıl kıskanmasın.."

Doğradığı domates ve salatalıkların üzerine tuz serperken hiçbir şey demeden iç çekti. Şu an duyduğu hiçbir şey Hamza'ya karşı iyi hisler beslemesine sebep olmuyordu. Aksine o bağırma sesleri sürekli olarak kulağında yankılanıyor ve adama olan zannı gittikçe kötüleşiyordu. Sanki biri kalbini bir mengeneyle sıktıkça sıkıyor ve genişlemesine fırsat tanımıyordu.

Her şeyi hazırladıktan sonra Hamza gelene kadar salonda sessizce beklediler. Büşra, onunla karşılaşmaktan çekindiğini fark ederek zihnini başka şeylerle meşgul etmeye çalıştı. Yine de; gelince o konuyu açıp kızar mı ki, diye düşünüp endişelerinin kökünü istemeden sulayıverdi.

Kapı çalınca gergin bir hissin kucağında kayınvalidesine baktı. Yaşlı kadın, endişe etmemesini telkin eder gibi gözlerini ağır ağır yumup 'bekle' işareti yaptı. O gelene dek elleriyle oynayıp durdu Büşra. Tüm kırgınlığını çehresinde biriktirdi. Adamın, ardında bıraktığı o enkazı görmesini istiyordu.

On beş dakika kadar sonra salonun kapısı açıldı. Durgun bir yüzle içeri giren kişi Hamza'ydı. Sırtını yasladığı koltuktan hafifçe doğrulup başını başka yerlere çevirdi. Avuçlarını dizlerine bastırdı. Kendisine yaklaşan adama, içinde biriktirdiği cümleleri fırlatıp rahatlamak için güç bulmaya çalıştı.

Karşısındaki koltuğa oturup bir süre sessizce bekleyen adamla göz göze gelmemek için büyük bir savaş verdi. Onun ağzından sakin bir: "Büşra..." hitâbını duymayı beklemediği için şaşırsa da pek belli etmedi. Dayanamayıp göz ucuyla ona baktığında genç adamın stresle ayağını salladığını ve başını eğip saçlarını karıştırmakta olduğunu fark etti.

"Bu sabah çok üstüne geldim, özür dilerim... O an çok sinirliydim. Çocuğun sana olan bakışlarını görünce deliye döndüm."

Büşra, bu özürü kabullenemeyerek: "Hamza..." dedi titrek bir sesle. "Hiçbir suçum yokken mahallenin ortasında bağırıp çağırdın. Beni dinlemedin bile."

"Onun için özür diliyorum ya zaten."

"Her sinirlendiğinde yakıp yıkıyorsun. Sonra hiçbir şey olmamış gibi özür diliyorsun."

"Ne yapmamı istiyorsun Büşra? Ayaklarına mı kapanayım? Seni yiyecek gibi bakan çocuğun karşısında dikiliyordun, ben de sinirlendim. Normal değil mi? Ne yapmamı bekliyordun? Gidip çocuğa; 'Karımı dikizlediğin için çok sağ ol' dememi mi?"

Büşra, bunu yapmayı hiç sevmemesine rağmen gözlerini devirmeye engel olamayarak: "Konuyu saptırıyorsun" diye mırıldandı. "Haklı çıkmaya çalışmak yerine beni anlamaya çalışsan keşke..."

"Özür diliyorum hâlâ uzatıyorsun. Sen de biraz öfkemin sebebini anlayıp bana hak verebilirsin."

Büşra, onun ses tonundan ve isyankâr hâllerinden sinirinin hâlâ tam anlamıyla geçmemiş olduğunu fark etti. Yine de kendini tutamayarak: "Hiç dilemeseydin daha iyiydi." Diye mırıldanıp ayaklandı. Burada daha fazla kalmayı istemeyerek kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdü. Fakat adam, belli ki durmayacaktı. Kolundan tutulup gitmesine engel olununca anladı.

"Sinir oluyorum şu harekete. Konuşma bitmeden niye çıkıp gidiyorsun!"

Büşra, demir parmaklıklar ardına hapsedilmiş gibi çılgınca bir kurtulma arzusuyla yandığını hissetti. İlk defa kendini kaybettiği bir noktada dururken bu tartışmanın nereye varacağını artık kendisi bile hesap etmiyordu.

"Her şeye sinir oluyorsun Hamza. Ne yapmalıyım sinir olmaman için? Yanında konuşmaya, hareket etmeye bile korkuyorum. Gittiğim her yerde horlanmaktan yoruldum... Keşke o gün hiç karşılaşmasaydık..."

Son cümlesi dudakları arasından bir miktar tereddüt eşliğinde dökülse de derin bir pişmanlık hissettiğini söyleyemezdi. Hatta bunu söylediği için bir miktar rahatladığını bile sezmişti. Hamza'nın yüzüne bakmaktan özellikle kaçındı. Sanki bir an yüzüne baksa ve öfkesine şahit olsa içini dökemeyecek ve yine korkacaktı.

Gözlerinden akan yaşları boşta olan elinin tersiyle silerek: "Bugün burada kalmak istiyorum" diye fısıldadı ve imalı bir sesle devam etti: "Eğer buna da sinir olmayacaksan..."

***

"Neyin var, anlatsana? Sabahtan beri yüzün sirke satıyor!"

Oktay'ın, dirseğini karnına geçirerek sorduğu soru üzerine: "Kafam çok dolu, üzerime gelme sakın" deyip elindeki telsizi döndürmeye başladı. Zaten bir süredir arkadaşlarının evlilik geyiklerini dinlemekten sıkılmıştı. Şaka kaldıracak bir hâlde olmadığı gibi muhtemel bir şakada kavga bile edebilirdi.

Neyse ki öfkeli olduğunu anlayan kişiler bugün ona pek fazla ilişmemiş, Oktay da durumun ciddiyetinin farkına vararak sessizce diğer arkadaşlarıyla konuşmaya dalmıştı.

İhbar üzerine geldikleri mağazanın önünde duran araçtan iner inmez etrafa toplanan meraklı kalabalığa baktı. Çevredeki polislerin uyarılarını dinlemeyen ve mağazanın içini görmeye çalışan insan grubunu: "Geri çekilin! Geri çekilin!" Diye uyardı. Bu uyarısı, önceki uyarılara göre daha sert ve caydırıcı olmuş olmalı ki kalabalık biraz daha geri çekildi.

Dört arkadaşıyla birlikte ikaz şeridini aşarak içeriye girdiler. Olay yeri inceleme ekibi etraftaki bulguları ve delilleri inceliyordu. Onlara kısa bir selam verdi. İçlerinden biri kamera kayıtlarını göstermek üzere yanlarına yaklaşırken mağazada bulunan bir kadın çalışanın ağlama sesi yankılandı az ileride. Oktay, iki kişiyi de yanına alarak çalışanların toplandığı yere giderken Hamza, operasyonlardan tanıdığı fakat çok samimiyetinin olmadığı olay yeri inceleme uzmanının arkasından giderek güvenlik odasına vardı.

Kamera kayıtlarını incelemek, tanıkların ifadesini almak, olay yerindeki ipuçlarını değerlendirmek ve bir operasyon planı hazırlayıp soyguncuların peşine düşmek; Hamza'nın bulanık zihnini durgunluğa kavuşturan şeylerdi. Evet, kendi kendiyle baş başa kaldığı zamanlar onun için daha yorucuydu. Koşturmak, yorulmak, ter dökmek sanki zihninin karmaşasından onu bir nebze olsun kurtarıyor ve içindeki suçluluk duygusunu bastırıyordu.

Fakat operasyon bitip de şubedeki son işlerini de hallettiğinde o duygu yeniden bir bıçak gibi deşti içini.

Büşra'nın, kızaran yaşlı gözlerini inatla boşluğa sabitleyerek: "Gittiğim her yerde horlanmaktan yoruldum..." deyişi beynine iğneler batırıyordu. O cümleyi işittiğinde sanki kafasına koca bir darbe yemiş gibi sarsılmış, hiç itiraz etmeden genç kızın o gece annesinde kalmasına izin vermişti.

Arabasına doğru ilerlerken içinde tuttuğu nefesi seslice dışarı verdi ve oflayarak anahtarını çıkardı. Ne yapacağından emindi fakat nasıl bir karşılık göreceğinden emin olamıyordu.

***

Salonun penceresini açıp demir korkulukların önündeki kurumuş çiçeklere dokundu. Çatlamış toprağa ve tozlanmış siyah saksıya sonra... Ürkütücü bir sessizliği ağırlayan karanlığa bakıp elini tozlu saksıdan çekti. Karanlığı delip geçen sokak lambalarını, bahçenin ilerisindeki tenha sokağı ve yan yana dizilmiş evleri seyretti.

Tam o esnada bir araba farı evlerinin yakınlarını aydınlattı. Az sonra Hamza'nın beyaz aracının yakınlarda bir yerde durduğunu, ardından farların söndüğünü gördü. Telaşlı bir hâlde pencereyi örtüp perdeleri çektiğinde kalp atışı hızlandı. Ne yapacağını bilemeyerek öylece ayakta dikildi.

Sanki onu aylarca görmemiş gibi hissediyordu. Oysa sadece dün gece ve bugün görememişti. Kalbinde o kırgınlığın tortusu duruyorken bile onun gelişi karşısında böyle bir heyecan duyacağını hayal etmemişti. Esasında onun bugün de gelmeyeceğini, biraz daha kendi kendisiyle baş başa bırakılacağını düşünmüştü.

Kapı zili çaldığında koltuğa oturup gergince bacağını sallamaya başladı. Beş dakika kadar sonra Hamza, kapıyı çalıp içeri girince yeniden ayağa kalktı. Sanki her ne yapıyorsa bilincinin dışından taşan itici bir kuvvetle yapıyordu.

Genç adam, içeri girip kapıyı örterken çehresinden bu sefer sahici bir pişmanlık okunuyordu. Büşra, eğer o ifadeyi okumasa belki gururuna yenilip adamın yüzüne bile bakmak istemeyecekti. Fakat nedense o ifade, içinde bir burukluk hissetmesine bile neden oldu. Halbuki daha dün, ona karşı oldukça öfkeli ve tahammülsüzdü. Şimdi ise utanmasa boynuna atlayacak kadar derin bir duygu hissetmesine anlam veremiyordu.

"Seni almaya geldim. Hazırsan..."

Ses tonunda sert mizacının aksine oldukça yumuşak bir tını vardı. Büşra, bu tınıya yenilerek usulca başını salladı. Yatsı namazından önce feracesini giyindiği için tekrar giyinmekle uğraşmadı. Sadece kayınvalidesinin ona verdiği rahat kıyafetleri katlayıp sehpanın üzerine bıraktı. Koltuğun üzerindeki telefonunu ve hırkasını alıp Hamza'nın peşisıra yürüdü.

Kayınvalidesi onları sakin bir ruh hâliyle gördüğü için mutluluğunu gizleyemeyerek kendilerini yolcu ederken Büşra belli belirsiz gülümseyip her şey için teşekkür etti.

Dışarı çıktıklarında soğuk hava çarptı yüzüne. Hızlıca hırkasını giyinip kollarını birbirine doladı. Pencerenin gerisindeyken soğuğu bu denli hissetmemişti. Şimdi tüm bedeni aniden buz kesmişti. Kışa doğru koşar adım giderken artık bu kalın hırka da onu soğuktan korumaya yetmeyecek gibiydi.

Arabanın önüne geldiklerinde Hamza, sanki arkaya geçeceğini hissetmiş gibi ondan önce davranıp ön kapıyı açtı. Büşra, kendini yeni bir şaşkınlığın kucağında bulup bir iki saniye afallayarak Hamza'ya baktı. Genç adam, buruk bir tebessüm eşliğinde: "Geç hadi" deyince daha fazla ayakta dikilmekten vazgeçip öne oturdu.

Eve varana kadar yüreğinde kuşlar uçuştu. O kuşların kanatları göğüs kafesine çarpıp durdu boyuna. Öyle ki; bir an sol yanına dokunup kalbine sakin olmasını telkin etmek istedi.

El freninin sesi aracın içinde yankılanınca Büşra, inmek için kapıya yaklaştırdı elini. Fakat Hamza'nın acele eder gibi bir sesle aniden: "Büşra..." demesiyle birlikte elini refleksle kapıdan uzaklaştırıp başını genç adama çevirdi.

"Özür dilerim... Tüm kabalıklarım için."

Bu sefer bir yönlendirme olmaksızın, sadece içten gelerek af dilemesi Büşra'nın inşa ettiği buzdan duvarları yerle bir etti. Adam, sanki bunu hissetmiş gibi bir adım daha öteye gitti.

"Eve küs olarak girmek istemiyorum. Her şeyi unut diyemem. Kalbini çok kırdım, biliyorum. Ama en azından eskisi gibi olalım."

İki arkadaş gibi mi, diyemedi Büşra. Çünkü her şeye rağmen bunu büyük bir adım olarak addediyordu. İki düşman gibi olmaktansa iki arkadaş gibi olmayı yeğlerdi. Adamın sonlara doğru yüzünde beliren tebessüm ona da bulaştı bu yüzden. "Olur..." deyip terleyen avcunu hırkasına sildi. Halbuki arabanın kliması açık bile değildi. Bu sıcaklık, nereden geliyordu?

 

 

Loading...
0%