Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@birharfbekcisi

 

Arabayı evlerinin önüne park edip el frenini çekti. Demir kapıya doğru yürürken annesinin niçin kendisiyle konuşmak istediğine dair tahminler yürütüyordu. Kapıyı el yordamıyla açıp içeri girdi. Bu hantal demir yığınını itip çektikçe kulak tırmalayıcı bir gıcırtı yükseliyordu. Yürürken; 'Bunu yağlamanın vakti geldi' diye düşündü bu yüzden.

Işığı yanan salonun penceresinden annesinin gölgesini gördü. Evin önüne gelip zile bastı iki kez. Biraz sonra kapı açıldığında annesi, güler bir yüzle karşıladı onu. Fakat gülen yüzüne rağmen normal zamanlara göre durgun bir hâli de vardı.

"Hoş geldin oğlum. Geç geç."

Hamza, kaba siyah botlarını çıkarıp yorgun nefesini seslice dışarı üfledi.

"Hoş buldum."

"Yorgun görünüyorsun. Yeni iyileştin, çok işe koşturmuyorlardır seni inşallah?"

Annesinin sorgulayıcı sesine karşı gülümseyerek: "Sadece şubede olsam bile yoruluyorum" dedi. "Koşturmayla geçiyor, biliyorsun."

Montunu çıkarıp içeri girince dışarıdaki soğuğun aksine mayıştıran, ağır ve nemli bir sıcaklık karşıladı kendisini.

"Sana zamanında zordur bu meslek, demiştim. Ama işte, başına buyruk olduğun için nerede anne sözü dinlemek..."

Annesinin yanaklarına hızlı iki öpücük kondurup ardından yer yer kırışan o yanaklardan makas alan genç adam: "Ben hâlimden memnunum" deyip banyoya geçti. Elini yüzünü yıkayıp aynadaki aksine baktı. Gerçekten de yorgunluğu yüzünden okunuyordu.

"Yemeğin hazır, gel ye."

Mutfak yerine salona doğru sabırsız adımlar atarken: "Büşra yalnız," deyip mesaj var mı diye telefonunu karıştırmaya başladı. "evde yerim. Ne konuşacaktın sen benimle?"

Kendini salondaki tekli koltuğa atarken bildirim gelmemiş olan telefonunun ekran kilidini kapattı. Omuz yarası iyileşmiş olsa da yarasının taze olduğu günlerden kalan temkini elden bırakmayarak sırtını yavaşça koltuğa yasladı. Annesi, derin bir nefes alıp karşısına oturduğunda çehresine ciddi bir ifade oturmuştu.

"Bir şey soracağım ama doğruyu söyleyeceksin. Kaçamak cevap istemiyorum oğlum."

Gözlerini yumup başını salladı, öyle çok uyku vardı ki bıraksalar şuracıkta uyuyabilirdi.

"Büşra ile aranız kötü mü?"

Böyle bir soru beklemediği için şaşırdı, göz kapakları hızlıca aralandı. Sırtını koltuktan çekip: "Niye böyle düşündün?" Diye şüphe yüklü bir sesle sordu. Yaşlı kadın, sıvalı kollarını indirip eşarbını düzeltirken gözlerini oğlundan kaçırıp: "Anneler hisseder" dedi. "Sen bilmezsin."

"O zaman yanlış hissetmişsin anne. Aramız kötü değil çünkü."

"Ne zaman size gelsem Büşra'nın yüzünden düşen bin parça. Aranız kötü değilse niye kız her geldiğimde üzgün oluyor? Benden bir şey saklama oğlum!"

Hamza, Büşra'yı ve onun son zamanlarındaki kederli hâlini düşündü. Onunla ilk karşılaştığında veya evliliğin ilk haftalarında da mutlu olduğunu söyleyemezdi. Fakat bu seferki farklıydı. Daha çok sessizleşmiş, daha çok içine gömülmüş ve daha büyük bir hüzne sarılmıştı. Hatta bazen gizlice ağladığını kızaran gözlerinden çok çabucak anlıyordu. Yine de eşi, inatla hiçbir şey anlatmıyordu.

Bunları tekrardan enine boyuna düşünmek onun da moralini bozdu. "Bilmiyorum..." diye mırıldanıp sıkıntıyla iç çekti. "Ben de hissettim ama anlatmıyor. Üstüne gitmek de istemiyorum. Şikayetini geri aldı diye böyledir dedim ama tekrar şikayet oluşturalı bir ay oldu neredeyse... Ama yine aynı, sorun ne bilmiyorum."

Annesi, sorunun kaynağını biliyormuş gibi kendinden emin bir şekilde: "Ben biliyorum" dediğinde Hamza, kaşlarını çatıp merakla dinlemeye koyuldu. Fakat yaşlı kadın, bunu dedikten sonra hemen konuşamadı. Sanki zor bir şeyden bahsedecekmiş gibi terledi. Beyaz yüzü kızardı, avuçlarını eteğine silip durdu boyuna. En sonunda bir cesaret kırıntısı bulmuş gibi solgun ela gözlerini oğluna çevirdi.

"Aklında hâlâ Sevgi var, değil mi?"

Hamza, açıklanmaması gereken bir giz, herkesin ortasında ortalığa savrulmuş gibi hissederek sinirlendi o an.

"Anne, Allah aşkına! Başladın yine..."

"Ben oğlumu tanırım. Kendini bana anlatma hiç! Sevgi'yle nişanlıyken onu hep mutlu ediyordun. Hiç hak etmemesine rağmen hediyeler, çiçekler, iltifatlar... Bu kız kimsesiz diye onu ihmal edersen sana hakkımı helal etmem Hamza! Büşra bunu hak etmiyor. Bir kez olsun dışarıda tek bir erkeğe bile göz ucuyla baktığını görmedim. Ama sen git, en yakın arkadaşınla seni aldatan kızın yasını tut! Aklını almış o senin..."

Tozlu raflardan çekip çıkarmaktan en nefret ettiği anıları, şimdi acımasızca önüne seren annesinin daha fazla devam etmesine izin vermedi. Hışımla koltuktan kalkıp: "Yeter anne!" Diye bağırdı. Ona saygısızlık yapmayı istemediği için salondan çıkıp koridora yöneldi. Vestiyerden montunu alıp hızlıca giydi. Annesi ise hâlâ durmuyor, söylenmeye devam ediyordu:

"Gözünü aç da biraz yanıbaşındaki hazineyi gör. Biraz düşün, niye bu kız böyle? Niye birden bu kadar değişti, çöktü... Sevilen kadın böyle mi olur, biraz düşün Hamza! Üstelik daha yeni evlisiniz, hiç normal değil bunlar. Evliliğine zarar verme o hak etmeyen kız için!"

***

Tükettiği kaçıncı sigaraydı, bilmiyordu. Uzun süredir bu kadar çok içmemişti. Annesinin sözleri bir ur gibi beyninde büyüyor ve ona düşünecek başka bir şey bırakmıyordu.

Sigara içmekten de bıkınca üşüyene dek balkonda kaldı. Soğuk rahatsız etmiyor, aksine iyi hissettiriyordu. Dirseklerini masaya dayayıp yüzünü ovuşturdu. Uykusuzluktan dolayı kızarmış olan gözlerini açık camın ötesine, gökyüzüne çevirdi. Büşra'nın, balkona çıktıkları zaman kendisine bakmaktan kaçınıp bakışlarını çevirdiği göğe...

Annesi haklı mıydı?

Derin bir düşünce girdabına kapıldı. Sevgi'yle geçirdiği vakitleri; ona sarıldığı, onunla mesajlaştığı ve yetmeyip saatlerce telefonda konuştuğu zamanları düşündü. Çeşit çeşit hediye alıp mutluluğunu seyretmeye doyamadığı zamanları sonra. Saçlarını okşayıp kulağına güzel sözler fısıldayışını. İltifatlarını, hiç konuşmayıp sadece gözlerine baktığı zamanları...

Ve dönüp kendi evliliğini düşündü. Bir evlilikten çok uzak olan, üstelik bunun farkında olmasına rağmen Büşra'ya doğru bir adım atamayan kalbini düşündü. Evet, merhamet duyuyordu. Hatta incitmekten korktuğunu da söyleyebilirdi. Fakat sevmek... Sevgi'yi sevdiği gibi sevmek... Bunu mümkün görmüyordu. Sanki hayatı boyunca bir kere sevme hakkı vardı da bu hakkı Sevgi'de kullanmıştı. Karısına yaklaşmayı, ona güzel sözler söylemeyi elbette bilirdi. Fakat bunu yaptığı takdirde hepsinin üzerinde eğreti duracağını ve bu eğretiliğin fark edileceğini biliyordu.

Büşra, hassas bir kızdı. Sanki bunu fark edecek olsa kalbi şimdikinden daha çok kırılır diye bir endişe vardı içinde. Birkaç kere denemesine rağmen dudaklarından güzel sözler dökülememesinin sebebi buydu. Her şeyin, atılacak tek bir adımla düzeleceğine yürekten inansa o adımı hiç düşünmeden atardı. Fakat Büşra, hâlâ tam anlamıyla okuyamadığı sırlarla dolu bir kitap gibiydi. Üstelik zannettiği kadar da saf değildi. Birçok şeyin farkında görünüyordu. Şimdi nasıl olur da koca bir yalanı yaşamaya çalışırdı?

İki arkadaş gibi olmak zor gelmiyordu. Ama iki âşık gibi olmak... İşte bu, birçok sorunu beraberinde getirecek bir yalanı yaşamak demekti.

Soğuğu iyiden iyiye hissedince kalkması gerektiğini fark edip balkonun pencerelerini örttü. Hızlı bir duş alıp yatak odasına girdi. Odaya ilk girdiğinde avcunu yanağının altına koyup kıvrılarak uyumuş olan eşi; şimdi yatağın ortasında, kolları iki yana düşmüş ve siyah saçları dağılmış, düzenli soluk alış verişler eşliğinde uyuyordu.

Nemli saçlarını karıştırıp yatağın kenarına oturdu. Bir bütün olarak Büşra'ya, ardından gece lambasının aydınlığında iyice belirginleşen çillerine, gözlerinin altına bir gölge olarak düşen kirpiklerine baktı. Uyurken kendisinden kaçmadığı için doğru olup olmamasını umursamadan uzun süre onu seyretti.

Eğer bilseydim o duyguları Sevgi'yle değil, seninle yaşardım. Ağır ağır, hissederek yaşardım. Çünkü annemin dediği gibi; bu sevgiyi hak eden biri varsa o da sensin. O kadın değil... Keşke bir yolu olsaydı Büşra. Keşke ondan önce sen çıksaydın karşıma.

***

"Annene gidebilir miyim bugün? Hep o geldi..."

Eşi, kemerinde bulunan kılıflara sırasıyla telsizini ve silahını yerleştirirken ona yeleğini uzattı. Adamın gözleri tereddütlü bir bakışla çehresinde gezinirken yeleği hızlı bir hareketle eline alıp yine aynı hızla giyindi.

"Bilmiyorum Büşra, yalnız başına hiç çıkmadın dışarı."

Reddedilme ihtimalinden korkunca gözlerinde yalvarır gibi bir ifade belirdi.

"Çok sıkıldım, hem biraz bana da değişiklik olur. Yolu da biliyorum artık. Lütfen..."

Hamza, hiçbir cevap vermeden cüzdanını ve telefonunu komodinin üzerinden aldı. Son kez aynaya baktı. Arkasını döndüklerinde yine yüz yüzeydiler. Adam, on-on beş saniye kadar düşündükten sonra: "Tamam" dedi birden. "Ama varınca mesaj at bana. Yolu karıştırırsan da beni ara, tanımadığın kimseye bir şey sorma."

Büşra, çok büyük bir müjde almış gibi sevinerek: "Teşekkür ederim" dediğinde Hamza güler gibi oldu.

"Bu kadar mı bunaldın evde..."

"Hayır ama..."

"Tamam tamam, şaka yaptım. Bunalabilirsin de hem... sıkıntı yok."

Hamza, işi şakaya vurarak geçiştirince içinde bir rahatlama hisseden Büşra, eşini kapıya kadar yolcu edip o gittikten hemen sonra etrafı toparlamaya başladı. Mutfaktaki masaya yöneldi ilkin. Kirli tabakları el çabukluğuyla makineye yerleştirdi. Tezgahı ve mutfak dolaplarını gelişigüzel silip ardından yatak odasına girdi. Yine aynı hızla toparladı her yeri. Kuşluk namazını kıldıktan sonra saat ona buçuğa doğru hazırlanıp evden çıktı.

Bunaldığı yer ev değildi. Evde kaldıkça kafasında kurup durduğu o karamsar düşüncelerden bunalmıştı. Kabanına iyice sarınıp ellerini cebine koyarak soğuğu derinden hissettiği boş sokakta yürüdü. Yakında kar yağmaya başlayacak gibiydi. Dün sabah karşıdaki dağların tepelerine kar yağdığını görmüştü. Kışı seviyordu. Bu yüzden tüm hüznüne rağmen kışın iyiden iyiye kendini göstermesi onu mutlu ediyordu.

Kaldırımda epey yürüdükten sonra ikiye ayrılan yoldan sağa sapıp yürümeye devam etti. Çoğunlukla arabayla gitseler bile yolu izleyip durduğu için hızlı bir şekilde buraları ezberlemişti. Soğuk hava yüzüne çarptıkça biraz olsun kendine geliyor, yürüdükçe zihni bir nebze olsun dağılıyordu.

Önceki günlere nazaran yavaş yavaş daha iyi hissetmeye başladığını fark ettiğinde ve yüzüne buruk bir tebessüm oturduğunda: "Günaydın!" Diyen tanıdık bir ses işitti. Bu ses, kalbine kötü bir his yaydığı için hızlıca sesin geldiği tarafa, sol yana döndü. Sesin barındırdığı tınılar arasındaki farktan dolayı ilk başta anımsayamadığı bu kişiyi, görür görmez tanıdı. İliklerine dek üşüten, buz gibi bir hissin gelip kalbinin çeperlerine dayandığını ve birazdan içeri doluşup her yanı saracağını anladı.

"Bu ne güzel tesadüf! Ya da tesadüf mü ki?"

Soğuk havanın içinde süzülen ancak ısıtmayan güneş ışıkları, karşısındaki genç kadının sarı saçlarını yer yer parlatırken bakımlı yüzündeki kusursuzluğu daha çok ortaya seriyordu. Ve güzelliğinden bir kibir payı çıkarır gibi küçümseyerek, dimdik; kendisini süzüyordu.

Sözlerindeki ima, Büşra'ya anlaşılmaz fakat itici gelmişti. Onunla konuşmak, ona baktığında Hamza'nın geçmişini anımsamak istemedi; geçmişe dair çok az şey biliyor olsa da canının yandığı gerçeği değişmiyordu. Çünkü biliyordu, adam hâlâ bu kadını unutamamıştı.

"Hamza bilerek mi buralarda ev tuttu?" Derken elindeki ekmek poşetini kaldırıp belirsiz bir yeri işaret eden kadından gözlerini çevirip zorlukla yutkundu. Gitmeye karar verdiği bir anda kadın, daha da ileriye giderek yüreğine zehirli bir tohum bıraktı:

"Hayır yani... taşındığınızı öğrenmiştim ama bir mahalle ötemde olduğunuzu hiç tahmin etmemiştim. Bana biraz şaşırtıcı geldi de..."

Geriye dönüp geldiği yere bakmamak için kendini çok zor tuttu. Hamza'nın isteğiyle tuttukları, kendi müdahalesinin sadece "güzelmiş" demekten ibaret olduğu o ev, gerçekten de bu sebeple mi tutulmuştu? Yerinden kıpırdayamayıp sadece bunu düşündü. Bir sonuca varmaya çalıştı. İçindeki ses, sebebin bu olmadığını söylese de bir diğer itici gücün tesiri onu Hamza'nın duygularının yoğunluğunu düşünmeye davet ediyordu. Ya gerçekse? En fazla ne yapabilecekti?

Omzundaki çanta askısını sıkıp gitmek üzere bir hamle yaptı ki genç kadın heyecanlı bir atılımla önüne geçti, ona biraz daha yaklaştı. Boyu uzun olduğu için Büşra'nın yüzünü kaldırarak ona bakması gerekiyordu. Fakat bunu yapmadı. Sanki ona biraz daha baksa dayanamayıp ağlayacaktı.

"Aradan yıllar geçmesine rağmen sırf beni unutamadığı için kimseyle basit bir ilişki bile yaşamadı, biliyor musun? Mahallede bunu bilmeyen yoktu. Hayret, evlenirken kimse seni uyarmadı mı..."

"..."

"Aslında sana da acıyorum. Gencecik kızsın, çok toysun. Belli ki kanmışsın Hamza'ya. Ama ben senin yerinde olsaydım başka birini seven bir adamla aynı yastığa baş koymayı gururuma yediremezdim. Benimle yaşadıklarını hiçbir kadınla yaşamadı Hamza. Yaşayacağını da sanmıyorum. Bazı duygular bir kere yaşanır çünkü..."

Aldırmaz görünmeye çalışmak öyle zordu ki kendini sıkmaya çalışmasına rağmen bunu becerip beceremediğini bilemedi. Önünde dikilen kadın, başka bir hamle yapmasın diye kaşlarını çatarak sağ yanından geçip gittiğinde adımları hızlıydı. Arkasında bir çift gözün kendisini seyrettiğini hissediyordu fakat takip edilip edilmeyeceğini önemsemeyerek yürümeye devam etti.

Hava almak, biraz olsun zihnini dağıtmak için evden çıktığı bugünün kabusu olacağını tahmin etmemişti. Tahmin etseydi evde sıkıntıdan çatlasa da hiçbir yere gitmezdi. Fakat yaşanacak olan bir şeyin önüne geçmek mümkün değildi. Bunları elbette bir gün öğrenecekti. Önce ya da sonra olması ne fark ederdi?

Kayınvalidesine varana dek sessizce gözyaşı döktü. Eli sık sık çehresine dokunuyor, orada asılı kalan hayal kırıklıklarını süpürüyordu. Gerçekten çok güzel bir kadın, diye geçirdi içinden. Bir başkasının fiziğiyle ya da yüzünün güzelliğiyle kendisini kıyaslamaktan nefret etse bile kalbine atılan zehirli tohum çok çabuk çatladı. Hamza'nın, o kadına bakarken hissettiği şeylerle kendisine baktığında hissettiği şeyleri tahmin etmeye çalıştı. Oysa sevmek için sadece dış güzelliğin yetmediğini o da biliyordu. Fakat bu adamın o kadınla geçmişi vardı. Paylaştığı anılar, ona dair hissettiği duygular vardı. Ve şimdi Hamza'nın evindeki kendi konumu; sevilen bir kadın olmaktan ne kadar uzaktı!

Kayınvalidesine yaklaştığında dikkat çekmemek için adımlarını epey yavaşlattı. Yüzünü son bir kez sertçe silip başka şeyler düşünmeye çalıştı. Bunu yapamasa da ağlamamayı becerebildi. Oyalana oyalana, ağır ağır o eve vardığında ve kapıyı çaldığında çok geçmeden kulp aşağı indi ve yaşlı kadının dinç bedeniyle karşı karşıya geldi.

"Hoş geldin kızım, gel gel, buz gibi hava. Yüzün kıpkırmızı olmuş."

"Selamun aleyküm anne."

"Aleykümselam... İyi, Hamza izin vermiş bak. Dün izin vermez diyordun ama ikna edebilmişsin."

Belli belirsiz gülümsemekle yetindi. Botlarını çıkarırken ağladığı fark edilmediği için şükrediyordu. İçeri girdiğinde sıcacık hava onu hemen kendi içine çekti. Soğuktan uyuşan parmakları ve yüzü rahatlar gibi oldu. Kabanını çıkarıp vestiyere astı. Ardından annesini takip edip mutfağa girdi.

"Sarma mı yapıyordun?"

Tezgahın üzerindeki büyük plastik kapta üst üste yığılmış yapraklar ve diğer bir cam kapta bol salçadan dolayı parlak rengiyle dikkat çeken pirince baktı. Henüz yeni başlanmış gibiydi.

"Hamza çok sever. Akşam birlikte yeriz inşallah. Zaten gelemeseydin de sizi çağıracaktım bugün."

"Ben de feracemi çıkarıp yardım edeyim anne. Hem daha çabuk biter."

Yaşlı kadın, bu teklifi reddedemeyerek gülümseyince Büşra banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Salondaki koltuğun bir köşesine eşyalarını bırakırken Hamza'ya haber vermesi gerektiğini anımsayarak eve vardığına dair kısa bir mesaj attı. Ona mesaj yazarken Sevgi'nin söylediklerini tekrar hatırlasa da feracesini çıkarır çıkarmaz kendini hızlıca mutfağa attı ve yeni yeni düşüncelerin altında ezilmekten korundu. İş yapınca biraz olsun kafası dağılıyor, sohbet ederken başı ağrıdan çatlayacak kadar derin düşünemiyordu.

Kollarını sıyırıp yaşlı kadının yanındaki yerini aldı. Dalgın dalgın, arada bir açılan konulara kısa kısa katkılarda bulunarak sarma sardı. Derinlerine dalamasa da, bugün duyduğu acı sözlerin kıyısında köşesinde dolanıp durdu. Eve dönünce tüm bu duyduklarıyla nasıl başa çıkacaktı, hiç bilmiyordu.

***

Uzun bir süre sadece çatal ve kaşık seslerinin duyulduğu sofrada sözün perdesini ilk aralayan kişi kayınvalidesiydi. Sanki bu ağır sessizlikten rahatsız olmuş gibi önce yerinde hafifçe kıpırdandı, ardından: "Bugün pazara da gittik Büşra'yla" deyip gülümsedi. "Gez gez bitmedi valla. Ben alışkınım da Büşra bayağı şaşırdı pazarın büyüklüğüne."

Büşra, ayranını yudumlarken gözlerini sofradan ayırmadan başını salladı. Pazarda kayınvalidesinin evde giymesi için zorla aldığı tişörtler, eşofmanlar ve elbiseler geldi gözünün önüne. Sanki yaşlı kadın, Hamza'yla aralarında var olan mesafenin farkındaymış gibi sürekli olarak: 'Bu da çok yakışır sana, evde giyersin" deyip durmuş, o ise itiraz etmeye mecâl bulamamıştı.

"Belli bayağı gezdiğiniz. Yorgun görünüyorsunuz."

Büşra, adamın sesini işittikçe beynine iğneler batıyor gibi hissedince dayanamayıp elindeki çatalı yerine bıraktı. Durgun çıkmasına engel olamadığı bir sesle: "Eline sağlık anne" diye mırıldanıp ayaklandı.

"Bir şey yemedin kızım..."

"Doydum, çok güzeldi hepsi."

"Afiyet olsun, çoğunu sen yaptın zaten kızım."

Buruk bir tebessüm dışında hiçbir karşılık vermeden salondan çıktı ve banyoya gitti. Ellerini lavaboya dayayıp yorgunluktan ve üzüntüden solan beyaz yüzüne baktı. Uzun bir süre donuk ve biçimsiz bir hissin baskısını üzerinde hissederek banyoda kaldı. Evliliğine dair ümitlerinin tek tek solduğunu, üstelik o ümitleri yeşertmek için ne yapacağını bilemediğini fark etti.

Sanki zaman geçmek bilmiyor, uzayıp genişliyordu. İyice bunaldığını hissetti. Eve gidene kadar Hamza ile kayınvalidesi arasındaki sohbete dahil olmadı. Sadece konuları pek anlayamadan seslerine kulak verdi. Sofrayı toplayıp bulaşıkları makineye yerleştirirken de sessizdi. Konuşmak istemediği anlaşılmış olmalı ki yaşlı kadın bu sefer hiçbir konu açmadan işine odaklandı. Gittikçe büyüyen, derinleşen ve girift hâle gelen bir mesafe girdi aralarına.

Eve gitme vakitleri geldiğinde üzerini giyinip eşarbını dikkatlice bağladı. Sadece durgun bir: "Hayırlı geceler" sözcüğü döküldü dudaklarından. Hamza, elinde tuttuğu kıyafet dolu poşetleri alıp: "Ver ben taşırım" dediğinde ve şöyle bir içine göz gezdirdiğinde Büşra yanaklarının ısındığını hissetti. Tüm bunların kendi isteğiyle alınmış olduğunun zannedilmesini istemiyordu.

Taş ve toprak yolu aşıp bahçeden çıktılar. Genç kız, her zaman olduğu gibi arabayla döneceklerini zannederek etrafına bakındı. Hamza, bunu fark etmiş gibi: "İş dönüşü ilk eve uğramıştım duş almak için" dedi saçlarını karıştırırarak. "Gelirken arabayı getirmedim yakın diye."

Bu açıklamaya: "Anladım..." diye karşılık verip ellerini cebine koydu. Konuştukça ağızlarından bulanık beyaz bir buhar yükselip buz gibi havanın içinde dağılıyordu. Büşra, az sonra adamın elini belinde hissedince irkilerek başını kaldırdı. Eşi, yolun karşısına odakladığı bakışlarını indirmeden bir teklif sundu:

"Çay içmeye gidelim."

Sırtından aşağı doğru akıp giden ürpertiye, hızlanan kalp atışlarına ve adamın aniden geliveren bu teklifine farklı mânâlar giydirmekten özellikle kaçındı Büşra. Nitekim sol kaldırımda gülüşerek yürüyen gençlerin varlığını hissedince bu yakınlığın sebebini anlayarak belini kavrayan koldan da rahatsızlık duymaya başladı.

Epey yürüdükten sonra meydana inip büyükçe bir cafeye geldiler. Hamza, yavaşlayarak elini genç kızın belinden çekti.

"Buranın çayı çok güzel oluyor. Bakalım beğenecek misin..."

Cafenin cam kapısını itip içeri giren eşini takip ederek onun seçtiği cam kenarında bir yere oturdu. Genç adam, boş olan sandalyeye poşetleri bırakıp sırtını sandalyeye yasladı.

"Çay dışında bir şey istersen söyleyebilirsin."

"Çay iyi..."

Garson gelene dek ara ara kaçamak bakışlarını Hamza'nın üzerinde gezdirdi. Sevgi'nin söylediklerini ve o sözlerin ne derece doğruluk payı taşıdığını düşündü. Acaba buraya onu da getirmiş midir, diye geçirdi içinden. Burada da anıları var mıdır onunla? Baktığında geçmişi anımsıyor ve o geçmişe özlem duyuyor mudur?

O, bu düşüncelerle meşgulken, eşi hiç beklemediği bir konu açtı:

"Evden çıktığımda mahalle camisinin imamıyla karşılaştım. Tanıştık. Elli, elli beş yaşlarında, cana yakın bir adam. Bize yakın oturuyorlarmış, hemen karşı çaprazımızda."

Büşra, konunun nereye varacağını merak ederek ve biraz da az önce düşündüğü şeyden utanarak telefonunu evirip çevirmeye başladı.

"Polis olduğumu duymuş, bazı sorular sordu, bir sıkıntı yaşamış zamanında... Konu konuyu açtı işte. Seni gördüğünü söyledi. Kızı varmış seninle aynı yaşta. Arkadaş olsunlar, diyor. Ne dersin?"

Yıllardır hiç arkadaş edinmediği için bu teklif karşısında afalladı. Hemen cevap vermek yerine kalbinde beliren o çocuksu heyecanı anlamaya çalıştı. Öyle ki az önce düşündükleri sanki bir anda toz olup dört bir yana savrulmuş, şimdi önünde yeni ve umut dolu bir sayfa aralanmıştı. Garson geldiğinde sessizliği daha çok büyüdü. Hamza'nın siparişleri söylemesini beklerken yüzüne gayriihtiyari bir tebessüm oturdu.

"Ee ne diyorsun? Numaralarımızı aldık. Tamam dersen yarın mesaj atacağım, kız bize gelecekmiş."

O kız her kim ise bu kadar hızlı bir şekilde tanışacaklarını tahmin etmediği için kendisini yeni bir şaşkınlığın ve heyecanın kucağında buldu.

"Olur..." derken sesindeki titrek mutluluğun fark edilmemesi imkansızdı.

Çayları gelince Büşra, yeni bir hayalin kapısını araladı. Bir arkadaş... Hiç deneyimlemediği bu bağ, insana nasıl hissettirirdi? Üstelik çok yakınında oturuyordu. Nasıl biri olduğunu, karşılaşacakları ilk anı, o an ne yapması gerektiğini uzun uzun düşündü. Nedense bir an önce yarın olsun istiyor ve sesinin yankı bulabileceği biriyle arkadaş olacağına dair tatlı ihtimallerle kuvvetli bir neşe duyuyordu.

Loading...
0%