Dün geceki durgunluğu bugüne de taşınmış olsa da Hamza'nın teklifi üzerine çehresindeki o bulanık hüznü gizlemeye çalışmıştı. Hazırlandıktan sonra balkonda kahve içen genç adamın yanına gitti. Burnuna dek çektiği atkıyı dudaklarına indirip kabanının üst düğmesini bağladı.
"Ben hazırım."
Hamza, kahvesinin son yudumlarını da içtikten sonra ayaklandı. Sandalyenin sırtındaki montunu alıp hızlıca giyindi. Biraz sonra dışarı çıkıp evin önüne geldiklerinde Münire'yi de hemen karşı çaprazlarındaki evlerinin önünde, dut ağacının dibinde beklerken gördüler.
Büşra, birkaç haftadır sık sık buluştuğu ve artık varlığına epey alıştığı bu neşe dolu genç kızı gördükçe onun mutluluğundan ufak bir pay da kendisine düşüyordu. El sallayıp gülümsedi.
Hamza, arabaya binerken o, kendisini fark eden ve hızlı adımlarla yanlarına gelen arkadaşına: "Selamun aleyküm" dedi. Yüzünden, sevdiği biriyle vakit geçirecek olmanın tatlı heyecanı okunuyordu.
"Aleykümselam. Hamza Abi'yi yormasaydık keşke. Biz kendimiz giderdik..."
Çekingen bir edâ ile arabaya bakıp sıkıntısını dile getiren Münire'nin içi rahatlasın diye: "İşe giderken bırakmak istedi" deyip açıklama yaptı. "Hem yolunun üstüymüş."
'Gel' dercesine kolundan tutup: "Sıkıntı yapma" diye devam etti. "Dönüşte kendimiz geleceğiz zaten..."
Ağır ağır başını sallayan arkadaşı, kendisini takip ederek arabaya bindiğinde Büşra, yeniden o hüznün gelip de kalbinin çeperlerine dayandığını hissetti. Araba hareket ettiğinde ve bilmediği sokaklardan, hiç görmediği caddelerden geçtiğinde gözleri ara ara Hamza'nın direksiyonu kavrayan damarlı ellerine takılıyor; bazense gayriihtiyari dikiz aynasına dalıp gidiyor ve adamın -kendisine nazaran- gayet sükûnet içinde görünen bakışlarında kayboluyordu.
Genç adam, sanki bu bakışların varlığını sezmiş gibi gözlerini kaldırıp da aynaya baktığında Büşra, telaşla gözlerini indirip kucağındaki çantanın sapıyla oynamaya başladı. Biraz vakit geçip de çehresini saran kızıl utanç azaldığında başını cama, hafif hafif kar atıştırmaya başlayan yola çevirdi. Sırtlarında okul çantasıyla kaldırımda yürüyen kimi sessiz sakin, kimi ise konuşup gülüşen gençleri gördü.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen uyanan tabiatla beraber insanlar da çeşitli meşguliyetleri için koşturmaya başlamıştı.
Dükkanını açan birkaç esnafı, açılmış olan dükkanının önünü silen genç bir kadını, çam ağacının dibinde elleri cebinde simit satan yaşlı dedeyi; dikkat çekici bir film sahnesiyle karşılaşmış gibi seyretti. Nihayet üniversiteye yaklaştıklarında Münire, yerinde kıpırdanıp camın ötesini işaret etti.
"Geldik..."
Çok geçmeden araba durdu. Münire, teşekkür ederek arabadan inince Hamza direksiyonu bırakmadan arkasını döndü.
"Kartını aldın değil mi yanına?"
Büşra, dün gece Hamza'nın verdiği ulaşım kartını göstermek ister gibi çantasını gösterip: "Evet aldım" derken sesi bir mırıltı hâlinde döküldü dudaklarından. Gün geçtikçe ona alışması gerekirken, aralarındaki o dile getirilemeyen mesafe büyüyüp genişliyordu. Belki de bu, yalnızca kendisinin hissettiği ve aslen bir yanılsama olan fakat anlamsızca büyütüp durduğu bir duygudan ibaretti. Çünkü eşinin hareketleri de konuşması da oldukça doğal, oldukça kendiliğindendi.
"Bir sıkıntı olursa ara. Tek başına dönme, mutlaka Münire'yle birlikte dönün. Yolları henüz bilmiyorsun."
Artık alışmış olduğu bu uyarılara karşı sadece başını sallayıp: "Tamam..." demekle yetindi. Arabadan inmeden önce: "Allah'a emanet ol" deyip genç adamın soğuk sabahın etkisiyle canlanan yüzüne son kez baktı.
"Sen de."
Çantasından öğrenci kartını çıkaran Münire'yi görünce ne yapması gerektiğini anımsayıp iki eliyle sıkıca kavradığı çantasının fermuarını açtı. Kimliğini çıkarıp az ileride bulunan turnikelerden geçiş yapan çok sayıda öğrenciye baktı. Kalbinin heyecanla attığını, çehresinde yine bir sıcaklık gezindiğini hissetti. Arabayı hâlâ hareket ettirmemiş olan Hamza'ya bakmak istese de bu isteiğini içinin kuytu bir yerine gömüp Münire'ye yaklaştı.
"Ben gerildim sanki biraz... "
Arkadaşı: "Fark ettim" deyip gülümsedikten sonra derin bir nefes alıp koluna girdi.
"Biraz zaman geçince rahatlarsın. Ben de ilk geldiğimde böyle hissetmiştim."
Büşra, bu açıklama karşısında tam anlamıyla rahatlayamasa da Münire'ye güvenmeyi tercih etti. Onun hızlı adımlarına ayak uydurup turnikelere yaklaştığında bir an için geçmişe gitti. Sınava girdiği zamanı, sonuçlar açıklandıktan sonra üvey babasının önüne koyduğu engelleri ve annesinin tesellilerini düşündü. İçinde buruk, acı bir his duydu. Kimlik kartını tutan terleyen ellerini kabanına silip atkısını yeniden burnuna dek çekti. Nedense dünkü heyecanı ve isteği birden yok olmuş ve hatta geldiğine pişmanlık duymuştu.
***
Vakit ilerledikçe içini boğan o kasvetten kurtuldu. Kütüphanenin kimi tozlu ceviz rengi raflarında kendisini kaybetti. Bitiremeyeceğini, hatta belki her birinden yalnızca birkaç sayfa okuyabileceğini bilmesine rağmen ilgisini çeken kitaplardan beş-on tane alıp Münire'nin karşısındaki yere oturdu. Kitapları önüne yığıp her birini dikkatle incelemeye başladı.
Ara ara işittiği birkaç ayak sesinden ve kitap sayfalarının hışırtılarından başkaca bir ses olmayan bu büyük kütüphane, yavaş yavaş ona huzur vermeye başladı. Yabancılık duygusu; yerini tanıdık, alışıldık bir hisse bıraktı. Sanki buraya daha önceden gelmiş, kitapların kokusunu içine çekmiş ve işte tam da buraya oturup saatlerce çalışmıştı. Âşinaydı sanki her bir detaya. Oysa ilk kez geldiğine, ilk kez gördüğüne şüphe yoktu.
Kitapları incelemesi, her birinden birkaç sayfa okuyup beğendiklerinin isimlerini bir kâğıda not etmesi ve nihayet aralarından bir kitap seçip tüm dikkatini ona vermesi bir saate yakın sürdü. Münire, ders vaktinin yaklaştığını söyleyene kadar kitaptan başını kaldırmadı. Gitmeleri gerektiğinde kaldığı sayfayı ve kitabın çıktığı yayınevini not edip masayı toparladı. İçinde yükselen huzur öylesine yoğundu ki neredeyse somutlaşacak ve elle tutulur bir hâle gelecekti.
Derse geçtiklerinde ve yaşlı tefsir hocası "Kur'ân'da ma'ruf- münker" konusunu tane tane anlatmaya başladığında o da sanki buradaki öğrencilerden biriymiş gibi dikkatle notlar aldı. Belki de bu, gerçekleşmeyen bir hayalin avuntusu yahut sadece bir avuntu kırıntısıydı.
Sebebi üzerine düşünmedi, geçmişe dair meyus anıların bulunduğu o tozlu sandığı hiç açmadı. Sadece dinledi, anlamaya çalıştı, anladıklarını yüreğine işlemek için kendine zaman tanıdı.
Blok ders bittiğinde ve Münire ile sohbet ede ede fakülteden çıkıp otobüse bindiklerinde bugünü her zaman yaşayamayacağını bilerek durgunlaştı.
Arkadaşı, sanki bunu hissetmiş gibi: "İstersen," dedi neşeli bir sesle. "Ara ara seninle kütüphanelere gideriz. Okul dışında birçok büyük kütüphane var. Çalışırız ikimiz. Ne dersin?"
Hamza'nın izin verip vermeyeceğini bilmediği için: "Belki..." diye belirsiz bir cevap verdi. "Eşim izin verirse gelirim inşallah..."
Yolun geri kalanı daha çok Münire'yi, onun bir hocasına karşı yaptığı yakınmaları dinlemekle geçti. Hocanın reformist görüşleri olduğundan, öğrencilerin kafasını bulandırıp durduğundan ve kendisinin de bazen dayanamayıp usulünce hocayla münakaşa ettiğinden esefle bahsetti. Fakat yine söylediğine göre babası bu münakaşalardan onu sakındırmış, anlamak için dinlemeyene sözleri israf etmemesini tembihlemişti.
"Birkaç kez şikayet ettik ama sonuç alamadık" dedi en son iç çekerek. "Dua et de kurtulalım ondan. Zehrini daha fazla akıtmasın gençlere."
Büşra: "İnşallah..." diye mırıldanıp: "Sıkıntılı bir durum" diye devam etti. "Senin temelin sağlam, bu konularda bilgin de çok. Ama herkes öyle değil. Bazıları sıfırdan inşâ ediyor her şeyi. İnşallah bir çözüm bulunur bu sıkıntılı duruma."
Sanki hiç bahsetmemiş gibi en baştan farklı farklı konular üzerinden örnekler vererek söylenmeye devam etti Münire. Hiç susmayacakmış gibi nefes almadan konuştukça Büşra onun bu konuyu ne kadar çok kafaya taktığını anlayıp anlayışla onu dinledi. Kendince onu teselli etmeye çalışıp en sonunda da aciz kaldığını hissederek dua etti. Otobüsten indiklerinde tekrar otobüse binmek yerine epey yürüdüler.
Büşra, yollara dikkatle baksa da eve gittiğinde hiçbirini anımsamayacağından neredeye emindi. Münire, bir rehber edâsıyla kendinden emin bir şekilde yürüdükçe onun bu yolları ne kadar iyi bildiğini fark edip hayret ediyordu. Belirli yerler dışında pek fazla dışarı çıkmadığı için bu şehir ona fazla büyük, bazen de içinde yitip gidecekmiş gibi karmaşık gelirdi. Oysa bu kızın yanında yürürken bir nebze olsun özgüven duyarak korku duvarlarını yıkmıştı. Yine de ara ara babasını ve adeta bir metâ gibi satıldığı o yaşlıca adamı düşünmeden duramıyordu.
Mahalleye yaklaştıklarında içi epey rahatladı. Münire, yeniden atıştırmaya başlayan kardan korunmak ister gibi koluna yapışıp: "Çok soğuk..." diye çenesi titrer bir hâlde mırıldandığında, Büşra belli belirsiz gülümsedi. Elleri, burnu ve yanakları soğuktan kızarmış olsa da dolu dolu geçirdiği bir günün verdiği o sıcak his, tüm bu soğuğu bıçak gibi kesen bir güç taşıyordu sinesinde.
"Her şey için teşekkür ederim Münire. Gerçekten çok güzel bir gündü... Allah razı olsun..."
Gülümseyerek kendisini dinleyen arkadaşı, sonlara doğru kaşlarını çatıp az ilerideki bir yere dikkatlice bakınca Büşra da gayriihtiyari aynı yere yöneltti bakışlarını. Elektrik direğinin başında, elleri montunun cebinde, uzun boylu ve dimdik kendilerine bakan bir genci görmeye beklemiyordu. Kumral saçlarına yer yer kar atıştırmış olan bu genç adam, eğer yanlış görmüyorsa çok dikkatli bir şekilde kendilerini süzüyordu.
"Bize mi bakıyor bu?" diye biraz da öfkeyle sordu Münire. Sonra kendi sorusunu kendi yanıtladı: "Bize bakıyor... Hızlanalım mı biraz Büşra? Sapık mıdır nedir..."
'Sapık' kelimesi Büşra'yı korkutmaya yetti. Münire'ye daha çok sokulup adama bakmamaya gayret ederek yürümeye devam etti. Yanıbaşlarından geçtiğinde kalbinin hızlı hızlı attığını, korkusunun had safhaya vardığını fark etse de başını kaldırmadı.
"Sana bakıyordu sanki Büşra! Tanıyor musun bunu? Uzkaklaşana kadar süzdü seni!"
Suçlamadan çok hayretle sorduğu bu soruya telaşlı bir ses tonuyla: "Tanımıyorum" diye cevap verdi. "Belki birine benzetmiştir, bilmiyorum..."
Münire, sanki kendisini hiç işitmiyormuş gibi gergin bir çehreyle arkasını döndü. "Hâlâ bakıyor, sapık mıdır nedir!" diye söylendikten sonra sabrı taşıyormuş gibi derin bir nefes alıp seslice dışarı üfledi.
"Birine mi benzettiniz beyefendi?"
Sesi, hesap sorarcasına sert ve öfkeliydi. Büşra, içinde kötü bir hissin yuvalandığını, korkusunun epey arttığını hissederek: "Gidelim" diye mırıldansa da Münire inatla adama bakmaya devam ediyordu. Biraz sonra o genç adam, çok yakınından ve bakışlarını ok gibi üzerine saplaya saplaya yürüyerek geçip gittiğinde Münire: "Sapık ya bu!" diye duymasını istercesine bağırdı. "Pişkin pişkin güldü bir de... Aptal!"
"Lütfen gidelim Münire..."
Yaşadığı dehşet öylesine büyüktü ki sesi neredeyse kırılıp çatlayacak, ortalığa savrulacaktı.
"O adamı hiç gözüm tutmadı. Ben de seninle eve kadar geleyim. N'olur n'olmaz..."
Bu teklife 'hayır' diyemeyen Büşra, mahalleyi terk etmeye yönelen adamın arkasından bakmaya korkarak yerde biriken karları eze eze eve doğru yürüdü. Bir yandan da Münire'nin kolunu sıkmaya devam ediyor, az önce yaşadığı hâdisenin tesirini üzerinden atmaya çalışıyordu.
Eve geldiklerinde: "Bir sıkıntı olursa ara" diye tembihledi arkadaşı. "Buralarda daha önce hiç görmedim bu adamı. Muhtemelen bir arkadaşı falan vardı burada, onun için gelmişti. Ama yine de korkarsan ara, olur mu?"
"Tamam... Allah razı olsun her şey için."
Sıkıca sarılıp ayrıldıklarında Büşra da anahtarları çıkarıp hızlıca eve girdi. Kapıyı kilitleyip kendini salona attı. Güzel geçen bir günün böyle devam edeceğini hiç mi hiç tahmin etmemişti. Sanki damarlarındaki tüm güç çekilmiş, ayaklarındaki dermân yitip gitmişti. Zorlukla ayağa kalkıp pencereye yaklaştı. Tül perdeyi aralamadan kaldırımın üzerindeki elektrik direğinin önüne baktı. Fakat kimseyi görmedi orada. Elini kalbinin üzerine bastırıp Âyet'el-Kürsî'yi okudu.
Nedense aklına babası gelmiş, kafasında imkânı zor ihtimaller kurup yıkmıştı. Bir süre, pencereye düştükten sonra eriyerek aşağı doğru bir damla hâlinde süzülen iri kar tanelerine baktı. Ardından abdest alıp namaz durdu. Korkusu dinsin diye biraz Kur'an okudu, dua etti. Seccadenin üzerinde uzun uzun düşündü.
En sonunda saatin epey ilerlediğini fark edip uyuşan bacaklarını ovuşturark ayaklandı. Üzerini değiştirip mutfağa geçti. İyi şeyler düşünmeye çalışarak yemek yapmaya koyuldu.
***
Önündeki tabağı bitirmek üzereyken birden: "Mahkeme tarihi belli oldu" diyen Hamza'ya çevirdi gözlerini. Çatalını masaya bırakıp zorlukla yutkundu.
"Ne zaman?"
Duygularını anlamaya çalışır gibi dikkatli bir şekilde kendisine bakmaya devam eden eşi: "Bir buçuk ay sonra" diye cevap verince başını ağır ağır salladı.
Hamza'nın, bundan aylar önce mahkemenin muhtemel sonucuna dair kurduğu ümitsiz cümleler yankılandı kulağında.
Adam, sanki ne düşündüğünü hissetmiş gibi derin bir nefes aldı. Önündeki tabağı biraz geriye itip sırtını sandalyeye yasladı.
"Mahkeme nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, korkma... Sen onları görmeyeceksin bile, avukat seni temsilen duruşmaya katılacak. Bundan sonra sonuç ne olursa olsun sana zarar veremezler. Yalnız değilsin..."
Hamza'nın güven verici, kendinden emin ses tonu onu biraz rahatlatsa da tam anlamıyla huzurlu hissettiğini söyleyemezdi. "İnşallah..." diye mırıldanıp boşalan ve yarım kalan tabaklara ve bardaklara baktı. Bir süre aynı sofrada aynı sessizliği üleştiler.
Sanki söylenecek başka bir şey kalmamış gibi başka bir cümle kurmaktan kaçınan eşi: "Eline sağlık" deyip sofradan kalksa da o,.bir süre daha oturmaya devam etti.
Mahkemeyi, babasının öfkesini, o adamın yapacağı muhtemel savunmayı düşündü. Stresten terlemeye başlayan avcunu elbisesine silip usulca ayaklandı. Eşarbını düzeltip masayı toparlamaya koyuldu. Elinde sigara paketi ve küllük bulunduğu hâlde balkona geçen Hamza'yı görmedi bile. Tabakları dalgın dalgın mutfağa taşımaya devam etti.
Bu dalgınlık öyle büyüdü ki bardakları tezgaha bırakayım derken tezgahın ucuna bıraktı. İki bardak da büyük bir gürültüyle yere düşüp parçalara ayrıldığında irkilerek kendine geldi. Alnını ovuşturup sıkıntıyla iç çekti.
"Allah'ım..."
Eğilip iri cam parçalarını toplamaya başladı. Avcunda biriken kırık cam parçalarını tezgaha bırakıp yeniden eğildi. Dört bir yana saçılan cam kırıklarını gelişigüzel toplamaya başladı. Gözleri doldu, görüş alanı bulanıklaştı.
Eline aldığı keskin bir cam parçası, geride büyük bir sızı bırakarak işaret ve baş parmağını kesince dudakları arasından acı dolu bir inleme yükseldi. Kırık camları telaşla elinden bırakıp ev terlikleriyle cam parçalarının üzerine basarak iki üç adımda tezgahın önüne yaklaştı. Kanayan parmaklarını suya tutup lavabonun içini dolduran kızıl renge baktı. Sağlam olan sol elini tezgaha dayayarak gözyaşlarını sessizce akıttı. Fakat elinde zonklayan ağrı için gözyaşı dökmüyordu. Ağlamasının tek sebebi anımsadığı kötü anılardı.
"Büşra..."
Hamza'nın endişe yüklü sesini duyunca tezgaha dayadığı elini kaldırıp ıslak gözlerini ve yanaklarını hızlıca sildi. Sanki bir el, heyula gibi boğazına sarılmıştı; nefesini kesiyordu. Arkasını dönüp: "Yaklaşma lütfen" diye uyardı adamı. "Bardak kırıldı, her yer cam oldu. Ayağında terlik yok, sana da batmasın."
Fakat genç adam, sanki bu uyarıyı hiç işitmemiş gibi cam kırıklarının olmadığı yerlere basa basa yanına vardı. Bileğinden tutup avcunu açtı. Ela gözlerindeki o belirgin endişe, avcundan yere damlayan kana bakarken daha da büyüdü.
"Derin kesilmiş..."
Büşra, eşinin bu kesiği büyütmeyecek kadar soğukkanlı olduğunu düşündüğü için onun bu hâline şaşırdı. Tezgahın az ötesindeki havlu kağıdı alıp koparmasını, hızlı bir hareketle iki parmağını kavrayıp kanı durdurmasını dikkatle seyretti. Ve bir süre önce yüreğinin izbe bir köşesine kaldırdığı soru işaretleri yeniden kıpırdayıp dört bir yana dağılmaya başladı.
"Yarabandı vardı odada, değil mi?"
"Evet..."
"Bekle, ben alıp geleyim. Sen peçeteyi bastır iyice."
Söyleneni yapıp boşluğa bırakılan elini kavradıktan sonra Hamza'nın camlara basmamaya dikkat ederek yürümesini seyretti. Adam mutfaktan çıktığında kızıl renge boyanan peçeteye ve sol eline baktı. Peçeteyi hafifçe sıyırıp kesilen yere baktı fakat çok geçmeden yeniden kan sızmaya başlayınca tam anlamıyla bakamadan geri kapattı. Cam kırıklarını aşıp kapının eşiğine geldi. Omzunu kapıya yaslayıp bekledi öylece.
En ufak bir ilgisinde hemen ümitleniyorsun, diye geçirdi içinden. Ama o, sadece sana merhamet duyan bir adam. Ötesi yok. Ötesi olsaydı görürdün. Hissederdin. Anlardın. Tıpkı o Sevgi'ye koştuğu zamanlarda ela gözlerinde kıpırdayan hisleri görüp anladığın gibi... Ne istiyorsun? Aşk mı? Merhamet yetmiyor mu ki sana? Hangisi daha büyük Büşra? Hangisi daha kalıcı?
Aşk mı, merhamet mi?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |