19. Bölüm

19. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Üzerinde birkaç izmarit bulunan küllüğe kilitlediği bakışlarını, Büşra'nın yarabandıyla sarılmış iki parmağına çevirdi. Ardından sağlam olan elindeki telefonu dalgın bir şekilde döndürüp duran genç kızın çehresine baktı. O çehrede dalgalanan hüzün öylesine âşikardı ki sebebini bile okumakta zorlanmadı.

"Babanın ve o adamın sana yaptıklarını mı hatırladın?"

Böyle bir soruyu beklemiyormuş gibi dalgın başını kaldırıp şaşırmış bir hâlde yüzüne baktı genç kız. Neden sonra gözlerini indirip başını ağır ağır salladı.

"Sanki bir süredir varlıklarını unutmuştum. Mahkeme konusu gündeme gelince ister istemez..."

Devamını getiremedi. İç çekip alnını ovuşturdu sıkıntıyla.

Hamza: "Her şeyi en baştan anlatmaya hazırsan, dinlerim" deyiverdi birden. "Bunu sormak için acele etmek istememiştim. Ama eğer senin için de sıkıntı olmayacaksa..."

Uzun zamandır açılmayan kilitli bir sandığın içindekileri merak eder gibiydi. Tüm dikkatini kızın üzerinde toplayıp kollarını masanın üzerinde birleştirdi. Büşra, önce cama çarpan kar tanelerine, ardından yaralı iki parmağına baktıktan sonra yüzü geçmişin izleriyle gölgelendi. "Babam..." dedi elemle yıkanan bir sesle. "Yani öz babam..." diye düzeltti aceleyle. Ardından devam etti:

"O da annem gibi yetimhanede büyümüş, bayağı zorluklar çekmiş... Sonra yolları bir tekstil fabrikasında kesişmiş. Birbirlerini sevip evlenmişler."

Konuşmanın bu noktasında beyaz yüzünde buruk bir tebessüm oluşan Büşra'ya daha bir dikkatle baktı. Sanki anlatmıyordu da o günleri yaşıyordu. Ve sanki yıllardır bu anı yaşamaya susamış gibi; gözünün önündeki her detay silinmişçesine cümleleri bir diğerine ekliyordu.

Bulundukları karanlık balkon, salonun ve sokak lambalarının ışığıyla loş bir aydınlığa bürünmüşken kasvet duygusuna kapılmamak çok güçtü. Bunda, anlatılan şeylerin tesiri de büyüktü şüphesiz.

Hamza, meslek hayatı boyunca irili ufaklı birçok hadiseye şahitlik etmesine rağmen henüz tam anlamıyla sırlarına vâkıf olamadığı bu kızın hayatını saf bir merakla incelediğini fark etti. O anlattıkça gözlerinin önünde hayali sahneler canlanıyor, daha önce hiç görmediği ve bundan böyle de görmesinin mümkün olmayacağı kayınvalidesini düşünüyordu.

"Sonra ben doğmuşum işte... Annem benim için işten ayrılmış. Maddi durumumuz çok iyi değildi bizim. Küçüklüğümden hatırlıyorum. Ama en mutlu günlerimizi o zaman yaşadık. Hem anne hem de baba sevgisiyle büyüdüm. Bunun için hâlâ Allah'a şükrediyorum. Benim için gerçekten büyük bir nimetti. Babam ölünce bunu daha iyi anladım."

Hamza, kendisini o kadar kaptırmıştı ki neredeyse dayanamayıp neden öldüğünü soracaktı. Neyse ki tuttu kendini. Genç kıza nefeslenmesi ve anlatacakları için güç toplaması adına zaman verdi. Zaten o da birkaç dakika sonra gözlerini ellerinden ayırmadan konuşmaya devam etti:

"Bir gün fabrikada patlama olduğunu duyduk. Babamın çok yakınlarında olmuştu. Ağır yaralananlar arasındaydı. Ortaokuldaydım o zamanlar... Yaz ayıydı. Annemle hastanede geçirdiğimiz günleri, ettiğimiz duaları hâlâ anımsıyorum."

Gözleri önce kızaran ardından da buğulanan genç kız, başını kaldırıp hızlı hızlı cama vurmaya devam eden yumuşak kar tanelerine baktı yeniden. Orada sanki bir gizi arar gibi dikkatle baktı. Neden sonra iç çekip: "On gün kadar sonra vefat etti babam" diye güçsüz bir sesle devam etti.

"Annem de ben de uzun bir süre kendimize gelemedik. Toparlanmamız çok zaman aldı. Kimsemiz olmadığı için annem yeniden işe başlamak zorunda kaldı. Çünkü kiradaydık ve fabrikanın bize ödediği tazminat ben liseye geçene kadar yetti bize. Dul aylığıyla da geçinememeye başladık. Bir komşumuz vardı. Akrabasından bahsetti anneme. Onun da birkaç sene önce boşandığını, evlenmek istediğini, durumunun iyi olduğunu söyledi."

Hamza, az önce fark etmeden çattığı kaşlarını yumuşatarak Büşra'nın epey solgun görünen yüzüne baktı. Sanki geçmişin yükü şimdi tekrar genç kızın sırtına binmişti.

"İlk başta kabul etmedi annem. Babamın ardından evlenmek istemiyordu. Ama ev sahibi kirayı ödemeyi geciktirince ve bize evden çıkmak için mühlet verince kabul etmek zorunda hissetti. Üvey babamla o şekilde tanıştılar ve bir süre sonra da evlendiler. Gerçekten de maddi durumu iyiydi babamın. Ama arkadaş çevresi pek iyi değildi... Kendisi de pek iyi sayılmazdı ama arkadaşları onu daha da bozuyordu. Hiç sevmedi o adamı annem. Bana bir şey söylemezdi ama anlardım. Çünkü babama baktığı gibi bakmadı ona hiç... Hatta annem, evlendikten sonra bayağı zayıfladı. Üvey babam gerçek yüzünü göstermeye başlayınca annem daha kötü oldu. Çünkü babam, kumarda ne var ne yok kaybettikten sonra kendini içkiye vermişti. Anneme de şiddet uygulamaya başlamıştı."

Bundan sonraki cümle hemen gelmedi. Bir sessizlik doğuverdi aniden. Büyüdü, büyüdü... Hamza, genç kızın ara ara çenesinin titrediğini ve kollarını kendine sararak ısınmaya çalıştığını görünce üşüdüğünü anlayarak: "İstersen salonda konuşalım" dedi ve sessizliği aralarından çekip alıverdi. Ardından sıkı sıkıya kapalı olan camlara baktı. "Burası iyi ısınmıyor. Hasta olma."

Salona geçtiklerinde Hamza, balkonun kapısını kapatıp kilitledi. Perdeyi çekip üçlü koltuğun en ucuna oturan eşinin yanına gitti. Elini koltuğun sırtına, Büşra'nın hemen arkasındaki yere koyup kızın buğulu siyah gözlerine ve kızaran çil dolu elmacık kemiklerine baktı. Sanki dokunsalar ağlayacaktı. Lakin dokunmadı. Sadece: "İyi görünmüyorsun..." diyebildi. "İstersen sonra da konuşabiliriz. Anlatmak için hazır hissettiğin bir zamanda..."

Büşra, titrek bir sesle: "Daha iyi olur" diye mırıldandıktan sonra sol elini elbisesine bastırıp başını diğer tarafa çevirdi. Sanki görünmekten, fark edilmekten korkuyor gibi dirseğini koltuğun koluna yasladı. Hamza, onun yüzünü göremese de iç çekişinden ve ellerinin hareketinden sessizce ağladığını ve gözyaşlarını silmeye çalıştığını fark etti. Ve aylar önce tıpkı o karanlık ve yağmurlu gecede ona rastladığı zaman hissettiği gibi derin bir merhamet duyarak bilincinin dışından taşan bir kuvvetle genç kızın omuzlarından tuttu.

"Büşra..."

Eşi, irkilerek arkasını döndüğünde ve ıslak yüzünü kaldırıp gözlerine baktığında ne söylemek istediğinden emin olamayarak yutkundu. Teselli veren birkaç cümle sıralamak istedi ama kızın yüzünden rastladığı birkaç duyguyu fark edince onu da yapamadı. Sanki üzerine koca bir dağ çöktü. Sarsıldı, acı duydu, dehşete uğradı.

Bir insanın, diğer bir insana böyle bakabilmesinin tek sebebi olabilirdi. Hamza, zamanında Sevgi'nin bile ona böyle bakmadığını fark ettiğinde anladı. Biri çıksa, gelip o bakışı tarif et dese; edemezdi. Denerdi belki. Sanki, derdi. Uzun ve engebeli yollar aşıp da nefes nefese kalmış gibi. Sanki yüreğinde koca bir yankı uyandıran ve fakat asırlardır görmediği bir çehreye aniden rastlamış gibi... Ama yine de hiçbiri o bakışı tam anlamıyla tarif etmeye yetmezdi.

İri gövdesi bu yüzden kaskatı kesildi, yüzü o fark edişin etkisiyle gerildi. Büşra, kırılmış ince bir dal gibi göğsüne yaslandığında ve utancını gizlemek ister gibi yüzünü tişörtüne gömdüğünde daha çok gerildi. Gözlerini sıkıca yumup tereddütle elini kaldırdı. Bir tüy hafifliğiyle genç kızın beline dokundu ve ancak dakikalar sonra onu kendi göğsüne daha çok bastırarak utancını gizlemesine yardım etti. Sanki bir sır âşikar olmuş, çözülmemesi gereken bir şifre aniden kırılıvermişti.

Öyle uzun bir süre bu hâlde kaldılar ki bir zaman sonra Büşra'nın yüzü koluna düştü. Hamza, başını eğip baktığında genç kızın uyumuş olduğunu fark etti. Beyaz yanaklarında kan kırmızısı iki gül açmış gibiydi. Yüzündeki kızarıklık geçene kadar onu izledi.

Duvardaki saate baktığında saatin on ikiyi geçtiğini fark etti. Derin bir nefes alıp dikkatli ve usul hareketlerle genç kızı kucakladı. Yatak odasına girip ışığı açtı. Derin bir uykuya dalmış olan eşini yatağın üzerine bırakıp gece lambasının düğmesine bastı. Ardından odanın ışığını kapatıp pijamalarını giyindi. Yattığı yerde kıvrılan ince bedene yaklaşıp yatağın kenarına oturdu. Yüzünü ovuşturup gece lambasının aydınlattığı yerlerde gezdirdi gözlerini. Ardından yeniden eşine baktı.

Alnının bir kısmını ve yanaklarını kapatan eşarbına uzandı eli. Çenesinin altındaki gevşek düğümü çözüp başını da hafifçe kaldırarak eşarbını çıkardı. Saçları gibi çiçek kokan o eşarbı yastığın kenarına bıraktı. Genç kız, bir an rahatsız olmuş gibi hareketlendi; siyah uzun saçları yastığın üzerinden taşarak beyaz nevresimin üzerinde dağıldı.

Uzun bir süre uyuyamadı Hamza. İtici bir gücün tesiri altında Büşra'yı seyretti. Sanki her şey zihninde yeni yeni kıvama geliyor ve şekilleniyordu. Önceki zamanları düşündükçe perde aralanıyor, binbir sır ortalığa saçılıyordu.

Genç kızın kalbinin mahremine şahitlik etmiş gibi hissedip anlam veremediği bir duyguyla sarsılsa da o kalbin gizlerini çözmeye çalışmaktan vazgeçemedi. Büşra'nın başrolünde bulunduğu birkaç an belirdi gözünün önünde. Uzun uzun düşündü o anları... Göz göze geldiklerinde iri bir telaşla başka başka yerlere baktığı zamanları sözgelimi... Yaralandığı gece ağlamaktan yüzü kızarmış bir hâlde odaya girip yüzüne belirgin bir endişeyle bakmasını... Omzuna merhem sürdüğü günlerde ellerinin titremesini, kaçar gibi uzaklaşmasını sonra...

Nefesini sıkıntıyla dışarı üfleyip yorgun bedenini yatağa bıraktı. Bir elini başının altına, diğer elini göğsünün üzerine koyup annesinin söylediklerini düşündü. Sevgi için yaptığı fedakarlıkları, o mutlu olsun diye çırpınıp durduğu günleri; fakat gün gelip de en yakın arkadaşıyla aldatıldığı gerçeğiyle unutulması güç bir darbe yiyişini... Ve hâlâ, dört yıldan fazla geçmesine, hatta evlenmesine rağmen; tüm nefretinin yanısıra ara ara tutuşmaya devam eden acısını...

Bir süredir eskisi kadar aklına gelmiyordu Sevgi. Fakat bu, ondan uzun bir süredir herhangi bir mesaj almadığı yahut onun tarafından aranmadığı için de olabilirdi. Şimdi arasa... Arasa ve kötü bir durumda olduğunu söylese, ne hissederdi? Bir daha ne olursa olsun yanına gitmeyeceğini söylemişti. Bunu ant içer gibi, keskin bir dille söylemişti.

Gerçekten de gitmez miydi?

Ne hissettiğini tam olarak kestiremedi, ne yapacağını da... Esasında artık ondan nefret dahi etmek istemiyordu. Ara ara yüreğinde tutuşan o acının varlığından da rahatsızdı. Bir ara annesi, Sevgi için yaptığı şeyleri Büşra için yapmadığını söyleyerek onu epey azarlamıştı. Haklı değil miydi?

Yeniden Büşra'ya baktı. Onun beklentilerini, hayal kırıklıklarını ve nihayet acısını düşündü. Bugün, onun hakkında aylardır bîhaber olduğu şeyler öğrenmişti. Anlatırken yüzünde beliren farklı farklı ifadelerden her duygusunu okuyabilmiş, dinmeyen acısını adeta o da yudumlamıştı.

Ona biraz daha yaklaşıp çehresini yer yer kapatan saç tutamlarını dikkatlice çekti ve yastığa bıraktı. Genç kız, sanki hissetmiş gibi yerinde rahatsızca kıpırdanıp yüzünü hafifçe buruşturduğunda Hamza telaşa kapılarak yüzünü tavana doğru çevirdi. Elini tekrar göğsünün üzerine koyup gözlerini yumdu.

***

"İki haftadır çok dalgınsın. Neyin var?"

Oktay'ın, şakadan ve alaydan uzak sesini işitince, gözlerini daldığı boş tabaktan ayırıp başını kaldırdı. Özel meselelerini kolay kolay en yakın arkadaşına bile anlatmamak gibi bir huyu olduğu için: "Yok bir şey" deyip geçiştirdi. "Asıl senin neyin var? Uzun süredir elinden telefon düşmüyor, durup dururken gülmeler falan..."

İmalı bir sesle bu soruyu sorunca arkadaşı hiç bozulmadan dudağının kenarı kıvrıldı. Sırtını sandalyeye yaslayıp bacağını sallamaya başladı.

"Evlenme konusunda ciddi olduğumu söylemiştim..."

Şaşırmadan edemedi. Şaka yapıp yapmadığını anlamak için irileşen gözlerini arkadaşının gözlerine kilitledi.

"Evlenecek misin?.."

Başını ağır ağır sallayıp güldü Oktay. Masanın üzerindeki boş ayran şişesini alıp sallamaya başladı.

"O yolda ilerliyoruz kardeşim. Yeni tanıştık, o yüzden net değil ama ben ufukta evlilik görüyorum."

Belli belirsiz gülümseyip: "Sen?.." dedi inanmaz gibi. "Bilemedim ama ne diyeyim... Hayırlısı olsun."

Bu konuda atışıp durduktan sonra mola saatinin bitimine on dakika kadar kala ayaklandılar. Hesabı ödedikten sonra koyu bir sohbet eşliğinde yeniden şubeye geçtiler.

***

Üzerini giyindikten sonra aynadaki aksine son bir kez daha baktı Büşra. Hamza, bugün gecikebileceğini haber verip annesine gitmesini söyleyince öğle namazını kılar kılmaz hazırlanıp sıkıca giyinmişti. Çantasına iki kitap, şarj aleti ve her ihtimale karşı bir de pijama takımı koyup telefonunu da kabanının cebine koyduktan sonra evden çıktı. Artık aşağı indiğinde alt komşunun oğluyla karşılaşmıyordu. Farklı şehirde okuduğu için ortalarda görünmediğini Hamza'dan öğrenmişti ve bunu bilmek -başına gelen talihsiz olaydan ötürü- onu epey rahatlatmıştı.

Dışarı çıktığında güneş ışıkları vuran karları eze eze ağır adımlarla, keskin soğuğu içine çekerek yürüdü. Güneş, ısıtmak yerine sadece parlak, pürüzsüz ve ışıltılı bir aydınlık yayıyordu. Ötesi yoktu. Fakat soğuk hava onu rahatsız etmedi, aksine bir nebze ferahladı bile.

Ellerini kabanının ceplerinden çekip sırtından kayan çantasını düzeltirken: "Bakar mısınız?" Diyen tok bir ses işitti. Başını kaldırdığında kaldırımın bitimine yakın bir yerde gördüğü tanıdık simâ ile adımları önce yavaşladı, sonra tamamen durdu.

Münire ile eve gelirken gördükleri, kendilerini epey süzen o kumral saçlı, uzun boylu gençti az ötede karşısında dikilen. Kalbi hızlı hızlı attı önce. Ne yapacağını bilemez gibi etrafına bakındı. Ardından ani bir kararla yolun karşısına geçip adam seslenmemiş gibi yürümeye devam etti.

Fakat kendi dışında hızlı hızlı atılan ayak seslerini duyunca, o genç tarafından takip edildiğini anlayarak cebindeki telefonu çıkardı telaşla. İçinde kötü, çok kötü bir his belirdi.

"Duymak isteyeceğin şeyler biliyorum, kaçmak yerine dinlesen..."

Aradaki mesafeleri kaldırarak "sen" diye hitap eden bu adam, içindeki korkuyu iyice büyütüp dururken o, durmak yerine yürümeye devam etti. Telefonu tuttuğu eli titriyor, nefes alış verişi gittikçe sıklaşıyordu. Bu yabancı adam, koşar adımlarla yürüyüp önüne geçtiğinde ve yolunu kestiğinde ise botları kara saplanıp kaldı öylece. Elini kalbine götürüp: "Ne yapıyorsunuz!" Diye bağırdı.

Bir şeyler daha diyecek oldu fakat adam, ellerini kaldırıp: "Sakin ol" dediğinde ve güldüğünde kurmak istediği tüm cümlelerini yutmak zorunda kaldı.

"Sadece iyiliğini isteyen biriyim. Sonunda bana teşekkür edeceksin."

Birkaç adım geriye doğru gidip bu yabancı ve tekinsiz adamdan biraz daha uzaklaştı. Titreyen elleriyle telefonunu çıkardı ve Hamza'yı aradı.

Genç adam, birini aradığını görünce dişlerinin arasından pek duyulmayan bir şeyler söyleyip hızlı adımlarla uzaklaştı oradan. Bu yüzden Büşra: 'Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor' sesini işittiğinde, endişelenmek yerine kendisinden uzaklaşan adamın arkasından bakıp rahatladı.

Kayınvalidesinin evine varana dek korku duvarlarını aşamadı. Sürekli olarak arkasına baktı, sağını ve solunu kontrol edip durdu. Kalbinin atışları ancak eve vardığında sakinleşti. Yüzünün nasıl göründüğünden öylesine bîhaberdi ki, kayınvalidesi: "Kireç gibi olmuş yüzün, ne oldu Büşra?" demese aynaya bakmak aklına bile gelmeyecekti.

Yalan söylemek istemediği için sadece: "Hızlı yürüdüm" diyebildi ve banyoya girip aynadaki aksine baktı. Yüzüne yerleşen o dehşet hâlâ okunabiliyor, elleri titremeye devam ediyordu. Sakinleşene dek banyodan çıkmadı. Ellerini yüzünü yıkayıp eşarbını çıkardı. Elini tekrar ıslatıp ensesini ovaladı. Uzun saç örgüsünü göğsünün üzerinden sarkıtıp ellerini lavaboya dayadı.

Duymak isteyeceği şeyler nelerdi? Bu adam kimdi? Daha önce hiçbir yerde görmediği, sadece iki hafta kadar önce Münire ile yürürlerken karşısına çıkan bu adam... Babasıyla bağlantısı olan biri olabilir miydi?

İşin içinden çıkamayacağını anlayınca feracesini çıkarıp uzun kollu body ve kloş eteğiyle kaldı. Kıyafetlerini katlayıp salona geçti. Yüz ifadesini düzgün tutmaya çalışarak kayınvalidesine yemek yaparken yardım etti. Aklı o denli bulanıktı ki gün sonunda konuştukları hiçbir şeyi anlamadığını yeni yeni fark ediyordu.

***

Düşünüp durmaktan uyuyamamıştı. Hamza, gecenin ikisinde eve gelip biraz zaman geçince salona girdi. Büşra, adamın varlığını salonda hissedince koltuğun üzerinde biraz daha kıvrılıp gözlerini açtı. Gelen seslerden, genç adamın giyindiğini anlayıp bekledi bir süre. Biraz sonra yorgan kalkıp da yanıbaşındaki yastık çökünce yutkundu ve: "Hamza..." diye mırıldandı.

"Uyanık mıydın sen?" Diye sordu o yorgun ve tok ses. Büşra, cevap vermek yerine arkasını dönüp iki elini koltuğa bastırarak yattığı yerden doğruldu.

"Uyuyamadım."

Fısıltıyla dudaklarından dökülen sesinin bile kayınvalidesine gitmesinden çekinir gibiydi. Oysa odalar arasındaki mesafeyi düşününce sesinin duyulması imkansıza yakın bir durumdu.

Gergin bir hissin kucağında kıvranarak elleriyle oynadı ve eşinin hafif hafif kendini göstermeye başlayan sakallarına, ardından da gözlerine bakıp bugün ne kadar bitkin göründüğünü fark etti. Fakat sanki bir terslik olduğunu sezmiş gibi o da bir elini başının altına koyup gözlerini gözlerine dikmiş ve: "Niye uyuyamadın?" Diye sormuştu.

Büşra, derin bir nefes alıp nasıl başlaması gerektiğini düşündü. Hamza'nın, öfkelendiği zamanlarda yakıp yıktığını biliyordu. Uzun bir süredir onunla tatsız bir anı yaşamadığı için şimdi kalbini yeni bir yükle sarsmak istemiyordu. Fakat gizlemek, bu belirsizlik yüzünden günlerini korkuyla geçirmek de istemiyordu. Uzun sayılabilecek bir süre düşündükten sonra: "Bir şey oldu..." dedi birden. "Ama hemen sinirlenmeyeceksin. Yoksa anlatamam."

Hamza, uykusu tümden dağılmış gibi kaşlarını çatıp kendisi gibi doğruldu. Şartını hiç duymamış gibi: "Ne oldu?" Diye endişeye bulanan bir sesle sorunca, Büşra'nın tereddüdü iyice arttı.

"Anlatsana."

"Daha anlatmadan sinirlendin..."

"Sinirlenmedim Büşra! Öyle bir girdin ki cümleye, şu an kafamda bin tane ihtimal dolaşıyor. Anlat hadi, ne oldu?"

Bahçenin önündeki sokak lambalarının aydınlattığı ölçüde gördüğü bu tedirgin yüz, biraz daha beklediği takdirde gittikçe koyulaşacak gibiydi. Aklında neler kurduğunu bilmiyordu. Bu yüzden kararsızlığını bir kenara bırakıp: "Geçen gün..." diye söze girdi.

"Hani Münire ile kütüphaneye falan gittik ya..."

"Evet?"

"Eve yakın yerde birini gördük. Genç bir adam... Bize bakıyordu. Çok uzun süre bakınca korktuk. Hatta o gün Münire, bana baktığını söyleyip eve kadar eşlik etti..."

Kurduğu her bir cümlede eşinin kaşlarının ortasındaki çizgi derinleşti. En sonunda dayanamamış olmalı ki sabırsız ve biraz da öfkeli bir sesle: "Bunu yeni mi söylüyorsun Büşra?" Diye soruverdi.

"Anlatmaya çalışıyorum. Niye kızıyorsun..."

Hamza, bu kırgın serzenişle birlikte sakin kalmaya çalışıp iç çekti.

"Tamam anlat, bölmeden dinleyeceğim. Eksiksizce anlat ama."

Büşra, ona baktığı takdirde anlatamayacağını bildiği için gözlerini kucağındaki ellerine çevirip: "Bugün... annene gelirken yine karşıma çıktı." Dedi zorlukla. "Bana bir şeyler söylemek istedi. Duymak isteyeceğim şeyler olduğunu söyledi... Ben de korktum. Dinlemek istemedim ama önüme geçip konuşmak için ısrar etti. Ben de seni aradım. Telefonla birini aradığımı görünce korkup gitti."

Cümlesini tamamladığında başını kaldırıp Hamza'nın tepkisini görmek istedi. İki eliyle sertçe yüzünü ovuşturan eşi: "Nasıl biriydi? Daha önceden gördün mü?" Diye sordu. Sakin kalmaya çalıştığı epey belli oluyordu.

"Hayır, tanımıyorum. Daha önce hiç görmedim. Babamı tanıyan biri mi dedim ama babam genelde kendi yaşıtlarıyla arkadaşlık kurardı."

Öfkesini dindirmek ister gibi ayağa kalktı genç adam. Salonun içinde gezinip düşünmeye başladı gergince. Bir an duraksayıp ensesini ovuşturdu. Neden sonra yüzüne bakmadan: "Uyu sen, saat geç oldu" dedi. "Her kimse, ne itlik peşinde olduğunu öğrenirim ben. Öğrenene kadar eve gitmezsin, burada kalırsın."

"Sen uyumayacak mısın?"

Tuhaf bir soru sormuş gibi bir süre bomboş yüzüne baktı Hamza. Sonra kendini tekli koltuğa bırakıp başını koltuğun sırtına yasladı.

"Uyuyacak kafa mı kaldı bende Büşra..."

***

Pazar sabahının ilk ışıklarıyla eve gelip balkon camının gerisinden dışarıyı gözetlemesinin sebebi, o adamı görme ihtimaliydi. Buraya iki kez gelip de karısıyla konuşmaya cüret edebildiğine göre bunu tekrar yapması ihtimal dahilindeydi.

Uzun bir süre bekledi. Sabah vakti Büşra'dan, adamın fiziki özelliklerini hatırladığı kadarıyla anlatmasını istemişti. Birkaç tane yabancı yüz görse bile hiçbiri kendisine anlatılan o adam değildi. Üstelik şüpheli bir hâlleri de görünmüyordu.

Ara ara sigara yaktı. Kalkıp kendisine kahve yaptı. Bir şeyler atıştırdı, telefonunda gezindi. Birkaç saat geçince sıkıntıyla ofladı ve salona geçti. Aslında yapmayı düşündüğü şey, kamera kayıtlarına bakıp adamı bizzat takip etmekti. Fakat olayı büyütmek ve duyurmak istemediği için ilk olarak kendi başına, sessizce bu sıkıntıyı halletmek istiyordu.

Biraz uzanmaya niyetlense de başını yastığa koyduğu an uykuya daldı. Bir saat kadar sonra vücudu kaskatı kesilmiş hâlde yüzünü buruşturarak kalktığında kombiyi açmadığına pişman oldu. Ağrıyan belini tuttu ve kesik kesik inleyerek uzandığı yerden doğruldu.

Uykusu dağılınca yeniden balkona girdi ve sigara paketini açtı. Çakmağını çıkarıp eline aldığı bir dal sigarayı yakarken biri daha girdi görüş alanına.

Deri ceketli, uzun boylu, kirli sakallı, kumral bir adam görünce sigarayı hızlıca küllüğe bastırıp kaşlarını çattı. Ayağa kalktı birden. Montunu bile almadan evden çıkıp merdivenleri ikişer üçer indi. Bahçeyi aşıp demir kapıyı açtı. Ağacın dibinde elleri cebinde etrafı gözetleyen o gence doğru hızlı adımlarla yürürken nefes alış verişi hızlanmıştı. Adeta burnundan soluyordu.

Karşı kaldırıma geçerken göz göze geldiler. Genç, ellerini cebinden çekip dudağının kenarıyla gülünce şaşırsa da belli etmedi. Ona iyice yaklaşınca hiçbir şey sormadan ve tek bir kelime dahi etmeden deri ceketinin önünü iri elleriyle kavradı. Sırtını ağaca vurup dişlerinin arasından bir küfür savurdu. Yüzünü iyice hafızasına kazımak ister gibi: "Amacın ne lan senin!" Diye kükredi. "Milletin karısına kızına sarkıntılık etmeye mi geldin bu mahalleye!"

Genç, sanki bu öfkeden ve hatta sırtının büyük bir şiddetle ağaca vurulmasından hiç etkilenmemiş gibiydi. Sadece acıdan yüzünü buruşturmuş, ardından tekrar gülmüştü.

"Büşra sana böyle mi anlattı?" Dedi yarı şaşkın, yarı alaycı bir sesle. "Gerçi kocasına benden bahsedecek hâli de yok ama..."

Hamza, başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissetti. Dehşete kapılan yüz ifadesini gizleyemedi bile. Genç de sanki bu hâlinden cesaret alır gibi gülüşünü daha bir derinleştirdi. Açık kahverengi gözlerindeki parıltılar eskisinden daha şeytanî bir tona büründü.

"Şanssız bir adamsın, ha komiser? Hangi kızı hayatına alsan aynı darbeyi yiyorsun... Ne olacak senin bu hâlin?"

 

Bölüm : 18.09.2024 23:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...