Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@birharfbekcisi

"Korkuyorum o nedenle


Başım eğik


Dilim kapalı"


-Cahit Zarifoğlu


***


Ciğerlerine dek çektiği sigara dumanını üflerken başını Sevda'dan diğer tarafa çevirdi. Loş ışığın aydınlattığı salonda, koltuğun üzerinde boylu boyuna yatan ince bedene baktı. Sevda, kızın tansiyonunu ölçtükten sonra ateşi çok yüksek olduğu için Hamza'yı odadan çıkarmış ve kıza ateş düşürücü iğne vurmuştu. Ardından ona kendi temiz kıyafetlerinden giydirip başına da dolabında bulduğu bir şalı dolamıştı.


Hamza, içeri girdiğinde genç kızı farklı kıyafetler içerisinde, başında gelişigüzel sarılı kalın bir şal bulunduğu hâlde görünce az önce salondan neden çıkarıldığını anladı. Üzeri krem renkli, ince bir örtüyle örtülen kızın yanakları hâlâ kıpkırmızıydı. Burnunun üzerine ve elmacık kemiklerine yayılan çilleri sanki daha da belirginleşmişti. Küçük dudakları aralıktı. Hamza, onu gereğinden fazla incelediğini fark ederek sigarasından son bir nefes çekti ve elinde kalan küçük parçayı sehpanın üzerindeki küllüğe bastırıp Sevda'ya döndü.


"Düştü mü ateşi?"


Pembe pijamalarını dizlerinden tutup koltuğa çöktü arkadaşı. Gözlerinden uyku akarken durgun bir sesle: "Düştü" dedi. Aralarında süregelen kısa bir sessizliğin ardından: "O kim?" Diye sordu. Sesinin tonuna merak, sorgulama ve hatta gizli bir imâ hâkimdi. Hamza, bunu anlasa da görmezden geldi. Sonuçta gecenin bir yarısında onu tatlı uykusundan uyandırıp baygın bir kızla kapısında dikilmişti. Sevda'ya borçlu hissediyordu.


"Eve giderken yol kenarında gördüm. Perişan hâldeydi."


Gece lambasının sarı ışığı ela gözlerine vuruyor, yorgun ve stresli olduğu için uzaktan bakana korkutucu gelebilecek bir simâ ile boşluğu izliyordu. Sevda, bacak bacak üstüne atarken alayvarî bir tavırla güldü.


"Belayı çekiyorsun galiba..."


Hamza, umursamaz bir tavırla: "Alışkınım ben." Dedi. Çok kısa bir an yine baygın hâlde yatan genç kıza baktı. Her şeyden habersizce yatıyordu. Uyandığında kimbilir ne kadar çok korkacaktı. Bu ihtimal üzerine çeşitli görüntüler doluştu zihnine. Kızın korkudan bağırdığını ve nerede olduğunu sorguladığını düşündü. Sevda ise az önceki imâlı sorusunun cevaplanmasından güç alarak farklı bir soru yöneltti:


"Ne yapacaksın şimdi?"


Arkadaşının sorusunu işitmesine rağmen hemen cevap veremedi. Deminden beri ayakta dikilmekten yorulmuştu. Uzunca bir süre sessiz kaldı. Genç kızın çaprazında bulunan ikili koltuğa geçerken uyku akan gözlerini ovuşturup: "Uyanmasını bekleyeceğim" diye mırıldandı. Sıkılır gibi nefes alıp verdi. "Başına ne geldi, neden o hâldeydi öğreneceğim sonra. Ona göre karakola bırakırım belki."


Sevda, ayağa kalkıp: "Uyanması uzun sürebilir" dediğinde birkaç adımda yorgun adamın yanına varmıştı bile. Eliyle koltuğu işaret etti.


"Burada uyu istersen, çok yorgun görünüyorsun. Uyanırsa haber veririm sana."


Hamza, bu teklife dünden razıymış gibi ayaklarını uzatıp koltuğun kenarındaki kırlenti başının altına koydu. Mesleğinin getirdiği özelliği biraz da eğlenir gibi bir sesle vurguladı:


"Uyandırmana gerek yok, nefes alış verişi değişse bile uyanırım."


Sevda, az önce üzerini değiştirdiği genç kızın kirli ve ıslak kıyafetlerini yerden çekti. Koltuğun kenarındaki enjektörü ve naylon parçalarını da eliyle toplayıp salondan çıktı. Biraz sonra elinde ince bir örtü bulunduğu hâlde Hamza'nın yanına geldi. Hamza, arkadaşının varlığını hissedip gözlerini açtığında ve başını yana çevirdiğinde Sevda'nın gülümseyerek kendisine örtü uzattığını gördü.


"Sağ ol." Deyip örtüyü hızlıca eline aldı. Bir an önce uyumak istiyordu. Üzerini örter örtmez de yorgunluktan ağrımaya başlayan gözleri kapandı. Oldukça tatlı bir uykuya daldı.


***


Bir felaketi avuçlar gibi sehpanın üzerindeki küllüğün hemen yanında bulunan bibloyu kavrayıp genç adamın başucuna geldiğinde ne yapacağından artık emindi.


Uyanır uyanmaz çaprazında boylu boyuna uzanıp uyuyan bir erkek görmek algılarını alt üst etmişti. Şimdi ondan kurtulmanın tam sırasıydı. Üzerindeki kıyafetlerin nasıl değiştiğini, bunları kimin giydirdiğini bilememesi de onu tarifi imkansız bir acının eşiğine bırakıyordu. Gözlerini açar açmaz ilk gördüğü yüz bu adama aitti. Belki de izni olmaksızın üzerini değiştiren kişi, bu adamdı. Ondan kurtulur kurtulmaz buradan da kaçacak ve bir camiye sığınarak ne yapması gerektiğini tüm ayrıntılarıyla planlayacaktı.


Elindeki ağır ahşap bibloyu kaldırdı. Tüm gücünü toplayarak adamın kafasına geçirmek üzereyken genç adamın ela gözleri irice açıldı. Dudaklarından bir küfür savruldu. Hızlı bir hareketle iki eliyle kızın bileklerini sıkıca kavradı. Genç kızın elindeki biblo, ardında epey gürültü bırakarak parkeye düşüp yuvarlandı. Adamın uzandığı koltuğa düşerken dip dibe olduklarının farkındalığıyla acı bir çığlık attı.


"Bırak beni! Bırak! Dokunma bana!"


Kızın tüm vücudu yaralı bir kuş gibi titriyor, sesi durmadan çatlayıp kırılıyordu. Hamza, uyku mahmurluğundan sıyrılabildiğinde oldukça korkutucu görünen çatık kaşlarını yumuşattı. Ellerini hafifçe gevşeterek: "Sakin olun!" Diye bağırdı. O esnada Sevda, telaşla içeri girdi.


"Ne oluyor burada?"


Genç kız, bileklerini adamın güçlü ellerinden kurtulabildiğinde koşarak hemcinsinin yanına gitti. Arkasına saklanarak hızlı hızlı soludu. Ürkek bakışlarla genç adama baktı. Neden burada olduğunu, bu kişilerin niyetlerini kavramaya çalıştı. Ama pek mümkün görünmüyordu.


Genç adam: "Sizi her kurtaran kişinin kafasını mı kırarsınız?" Derken sesi azarlamaktan çok, bir gerçeği açıklamak ister gibiydi. Uzandığı yerden doğrulup birkaç büyük adımda karşıdaki koltuğa vardı. Montunu alıp cebinden cüzdanını çıkardı. Genç kıza yaklaştı ancak kız, ne olduğunu anlamadığı için daha çok ürkerek önündeki tanımadığı kadının kolunu kavradı.


Koluna yapıştığı kadının "Sakin ol, güvendesin" diye mırıldanışını bile işitmedi. Genç adamın kendisine doğru uzattığı kimliği fark etti. Üzerinde büyük harflerle "POLİS" yazan kartı görünce zorlukla yutkundu. Siyah gözleri irileşti. Önce Sevda'ya sonra da Hamza'ya pişmanlık dolu gözlerle bakıp hiçbir şey diyemeden başını yere eğdi.


Sevda, olayı anlayınca gülmesini bastıramayarak yerde gördüğü ahşap biblosunun yanına gitti. Yan dönmüş bibloyu eline alıp incelerken göz ucuyla genç kıza baktı.


"O tehlikeli yolda komiser Hamza'yla karşılaştığına yat kalk dua et. Şanslı birisin."


Bibloyu sehpaya koyarken Hamza'ya döndü.


"Neyse ki kafan kırılmadan uyanmışsın. Ağır bir bibloydu. Beyin kanaması bile geçirebilirdin."


Hamza, Sevda'nın espirilerini duymazdan gelerek korkusu dinen ve utangaç bir ifadeyle yeri seyreden genç kıza baktı. Ona yaklaşmadan: "Oturun şuraya" dedi ve koltuğun gösterdi. Genç kız, saçı görünmesin diye başına gelişigüzel dolanan şalın altından ellerini geçirip saçlarını geriye doğru itti. Polisin gösterdiği yere bir emri yerine getirir gibi hızlıca oturup iki elini dizlerinin üzerinde birleştirdi. İnce parmaklarını birbirine kenetleyip stresle ovuşturmaya başladı.


Hamza, sehpanın üzerindeki sigara paketine uzanıp içinden bir dal sigara çıkarırken: "Anlatın" dedi bıkkın çıkmasına engel olamadığı bir sesle. "Belli ki başınıza bir şeyler gelmiş. Gecenin bir vakti neden o yoldaydınız?"


Sigarasını yakıp tekli koltuğa yayıldığında Sevda da ışığı açıp gece lambasını söndürdü. Genç kız, ellerini ovuşturmaya devam ederken titrek bir nefes aldı. Gözleri gri renkli yumuşak halıda gezindi, ardından kahverengi parkelere değdi bakışları. Sesini bulabildiğinde epey vakit geçmişti.


"Ben... nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilmiyorum... Uzun bir mesele."


Hamza, gözlerini genç kızın acı yüklü çehresinden çekmeden: "En baştan anlatın," dedi güven vermek isteyen babacan bir tavırla. "vaktimiz var ne de olsa."


Yine uzun süren ağır bir sessizliğin ardından genç kız, sesine bulaşan o tereddüdü aşamayarak konuşmaya başladı:


"Annem, iki yıl önce vefat etti."


Bunu söyler söylemez gözleri dolan kızdan bakışlarını çekip sigara dumanını boşluğa üfledi. Duman, havada bir miktar oyalandıktan sonra yukarı doğru yükseldi. Genç kız, güçsüzleşen sesiyle konuşmaya devam etti:


"Üvey babamla yaşıyordum. Ama o, zamanında anneme çok eziyet ettiği gibi annem vefat edince de bana eziyet etmeye başladı. Evimize girip çıkan, babamın birlikte kumar oynadığı, içki içip sarhoş oldukları bir adam vardı. O, eve girip çıktıkça ben kendimi odaya kilitlerdim. Çünkü ne zaman gelse bana yaklaşmaya çalışırdı... Babam da görmezden gelirdi. Çünkü o adam tarafından içki parası ödeniyor ve kumar borçları kapatılıyordu. Fakat bunu babam için değil, bana daha yakın olmak için yapıyordu. Sonradan öğrendim..."


Genç kız, sözün bu kısmında ellerini ovuşturmayı bırakıp kirpiklerine takılan bir damla yaşı hızlıca sildi. Ağlamaktan özellikle kaçınır gibi bir hâli vardı. Hamza, olay ilgisini çektiği için henüz yarısı bile bitmeyen sigarasını küllüğe bastırıp tüm dikkatini kıza verdi. Aynı merak içinde dinleyen bir başka kişi de Sevda'ydı.


"Sonra bu adam bir gün yüklü bir para teklif etti babama. Benimle evlenmek için... Kendisi elli yaşına yakın, her kötülüğü işleyebilecek kadar zâlim biriydi. Ama babam, hayatta para kadar değer verdiği başka bir şey olmadığı için o adama adeta sattı beni... Gitmek istemedim ama zorla gönderdi. Adamın dağ başında bir evi vardı. Beni oraya götürdü. Bir odaya kapattı. Ertesi gün evleneceğimizi söyleyip beyaz bir elbise bıraktı yanıma. O gece boyu içti sonra. Gece yarısı odaya girip bana yaklaşınca kendini kaybedecek kadar çok içtiğini ve bana zarar vereceğini anladım... Sarhoş olduğu için çok iyi hareket edemiyordu. Bundan istifade ederek kaçtım ben de... Bir süre arkamdan koştu ama dediğim gibi bilinci açık olmadığı için bana yetişemedi. Ben de ondan kurtulmak için bilmememe rağmen epey koştum. Arabaların geçtiği bir yol bulana dek koştum... Sonrası mâlum..."


Hamza, Asayiş Şube'de buna benzer ve hatta bundan daha çirkin nice olayla karşılaştığı için gözü dönen bir adamın genç bir kıza yapabileceği kötülüğün sınırları olmamasına pek şaşırmamıştı. Esasında bu işin direkt olarak öz baba yahut üvey babayla ilgili olmadığını düşünüyordu. Tamamen insanlıkla alakalı bir durumdu. İnsanlığını yitiren bazı öz babalarla ilgili vakalarla da çokça uğraşmış olduğu için mesleğe başladığında ilk yitirdiği şey güven duygusuydu. Artık kimseye kolay kolay güvenmiyor, yolda yürürken bile karşılaştığı birçok kişinin yüzüne potansiyel suçlu gözüyle bakıyordu.


"Babanızı şikayet ettiniz mi peki hiç? Yani bu olay olmadan önce?"


Genç kız, başını sallayıp: "Evet" diye cevapladı. "Ama babam çok usta bir oyuncu. İstediğinde kendini herkese karşı iyi gösterebiliyor. Polislere yalan söyledi. İstediğim kişiyle evlendirmediği için ondan bu şekilde intikam almaya çalıştığımı iddia etti. Çok geçmeden de serbest bırakıldı."


"Size şiddet uygulamıyor muydu? Eğer uyguladıysa darp raporu-"


"Şiddeti psikolojikti. Vurma, dövme yoktu. Keşke dövseydi ama beni zâlim bir adamın ellerine teslim etmeseydi. Kaçmasaydım belki de o adam..."


Devamını getiremedi, zaten kaçmasaydı ne olacağı epey aşikardı. Hamza, daha fazla soru sormaktan vazgeçti. Kızı karakola götürüp ifade vermesini sağlamak en mantıklı yol olarak göründü gözüne. Montunu koltuktan çekip seri bir hareketle giyindi. Sigara paketini ve çakmağını cebine atıp: "Siz hazırlanın" dedi genç kıza hitaben. "Karakola gidelim ifade vermeniz için."


***


"Komiserim, hayırdır, buraya pek uğramazdınız?"


Bazen olay yerlerinde karşılaştığı ama çok samimi olmadığı Alper Komiser'in uzattığı eli sıktı. Oturduğu sandalyeden doğrulup az ilerideki memura ifade veren genç kızı işaret etti.


"Yolda şu kızı gördüm, birinden kaçıyordu. Üvey babası biraz sıkıntılı bir tip. Başına epey bela açmış. İfade vermesi gerekiyordu, getirdim. Bir sonuç çıkar mı bilmem ama bakalım..."


Alper, göz ucuyla kıza bakıp: "Delil yok mu?" Diye sordu.


"Yokmuş. Yolda sordum da; mahallede mağduriyetine şahit olan kişiler başlarına bir bela almamak için kıza yardım etmiyorlarmış. Önceki şikayeti de sonuçsuz kalmış bu yüzden. Halbuki üç-dört kişi şahit olsa sonuç daha farklı olabilirdi."


Anladığını belirtircesine başını sallayan arkadaşı bu tür olayları duymaya alışkın olduğu için herhangi bir şaşkınlık emaresi göstermeden başka bir soru yöneltti:


"Mahallelinin şahit olmaya çekindiği olaya sen şahitlik edeceksin yani?"


Hamza, başını sallayarak: "Sadece kaçarken gördüm ama" derken kendini tekrar sandalyeye bıraktı. "bu da kız için bir delil sayılır sonuçta. Kamera kayıtları falan incelenir. Aklımda birkaç şey daha var."


Alper, elinde tuttuğu dosyayı göğsünden çekip meraklı bir edayla arkadaşının yüzüne baktı. Dudaklarının kenarı kıvrıldı.


"Ne gibi?"


Hamza da kendisi gibi gülerken: "Şu mahallelinin kulaklarını çekmek gibi." Diye cevap verip karşıya baktı. Genç kız, telaşlı el kol hareketleriyle sanki o dehşetli anları tekrar yaşıyormuş gibi memura başına gelenleri anlatıyor; orta yaşlı polis memuru da anlattıklarını zapta geçiriyordu.


Arkadaşı, omzundan tutup: "Kolay gelsin sana" derken elini tekrar kendisine uzattı. Hamza, uzatılan eli dostça sıkarak vedalaştı onunla. Gözlerini yeniden genç kıza çevirdiğinde, onun sustuğunu ve karşısındaki polis memurunun kendisine bir şeyler söylediğini gördü.


Başından geçenleri rahat rahat anlatsın diye yanına gitmemişti. Oysa yakınında dursa kimse ona karışmazdı ama kız, utangaç birine benzediğinden, onun rahat etmesini istemişti. Görünüşe bakılırsa iyi de yapmıştı.


Genç kız, kendisinden aldığı tavsiye üzerine koruma talebinde de bulunduğu için işlemler epey uzun sürmüştü. Hamza, bugün yaptığı hiçbir plana sâdık kalamadığını fark ederek yüzünü ovuşturdu. Kolunu kaldırıp saatine baktığında gözleri irileşti.


"Saat ne ara beş oldu be..."


Genç kız, işlemleri bittikten sonra yanına geldiğinde onun yüzünde bir miktar rahatlamış bir ifadeye rastladı. Karşı karşıya geldiklerinde ayaklanıp merak ettiği birkaç soruyu sordu. Genç kız, bunalmış gibi sorularını cevapladı. Ardından sabırsız bir sesle: "Vakit çıkmadan namaz kılabileceğim bir yer var mı?" Diye sordu.


"Mescit şu taraftaydı yanlış bilmiyorsam...."


Az evvel genç kızın ifade verdiği yerin hemen ilerisindeki koridora çıktı. Tahmin ettiği üzere koridorun en sonunda "Mescit" yazan kapıyı gördü. Arkasını dönüp genç kıza seslendi: "Burada. Gelebilirsiniz."


Genç kızın güvende olup olmadığını bilmek adına onu namazdan çıkana kadar koridorda bekledi. Beklerken ara ara sıkıntıyla üflüyor, ellerini cebine atıp oradan oraya koşturan memurlara bakıyordu. Genç kız, kapıyı açıp mescitten çıktığında hâlâ bekleniyor olduğuna şaşırır gibi kaşları havaya kalktı. Bir şey diyecek gibi dudakları aralandı fakat sonra vazgeçti.


Dışarı çıktıklarında Hamza, kızın beyaz çehresine baktı. O çehrede büyük bir endişenin kol gezdiğini fark etmemek imkansızdı. Sebebini az çok tahmin ediyordu. Fakat yine de sordu: "Gidebileceğiniz bir yer var mı?"


Kız, bu soruyu beklemiyormuş gibi önce afalladı, sonra gözlerini az ilerideki yola çevirip zorlukla yutkundu. Yürümesi yavaşladı, utanarak başını yere eğdi.


"Her şey için teşekkür ederim. Bundan sonrasını ben kendim hallederim inşallah. Uzaklaştırma kararı hemen çıkıyormuş zaten."


Hamza, kızın korku gezinen çehresinden anlaması gereken her şeyi anladı. Belli ki gidebileceği bir yer, güvende olacağı bir ev yoktu. Büyük ihtimalle kimsesizdi. Yine de özel hayatına dair sorular sorup onu ürkütmek veya yanlış düşünmesine sebep olmak istemedi. Fakat ne yapacağını da bilemedi. Tamam, deyip gitse kızın başı büyük ihtimalle yeniden belaya girecekti.


Kız, karakola gitmek üzere hazırlanmadan önce Sevda'dan kirli kıyafetlerini istemiş ve bir başkasına ait olup üzerinde epey eğreti duran kıyafetlerle dışarı çıkmayı reddetmişti. Yine Sevda'dan öğrendiği kadarıyla üzerinde para veya cep telefonu yoktu.


Hamza, tüm bunları bildiği için kızın yanından hemen ayrılamadı. Gözleri, uzaklardaki evlerin tepelerinin ardından nazlı nazlı süzülen güneşe kaydı. Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Fakat yine akşam olacaktı ve bu büyük şehirde -özellikle de karanlık çöktüğü zaman- kimsesiz ve çaresiz bir kızın başına bir bela gelmesi oldukça ihtimal dahilindeydi. Bir şey diyecek oldu ama ondan önce davranan biri olduğu için dudaklarının ucuna kadar gelen cümleleri yutuverdi.


"Her şey için tekrar teşekkür ederim."


Genç kız, telaşlı bir teşekkürün ardından hiçbir cevap beklemeden arkasını dönüp yürümeye başladığında Hamza, söylemek istediklerini yuttu. Yanlış anlaşılmamak için arkasından gidemedi. Bir süre öylece ayakta dikilip kızın arkasından bakakaldı. Çok sonra, yapabileceği başka bir şey kalmadığına inanarak arabasına doğru ilerledi.


Bir saatlik uykuyla ayaktaydı. Uykusuzluğa alıştığı için bunu dert etmiyordu. Fakat yine de eve uğrayıp şöyle iki saat uyku çekse ve ardından işe gitse fena olmazdı. Arabasına bindiğinde bunun hayalini kurup durdu. Kemerini bağlayıp dikiz aynasından gözlerine baktı. Mor halkalar oluşmaya başlayan göz altları ve kızaran ela gözleri uykusuz olduğunu haykırıyordu.


Arabayı çalıştırıp tali yola giren yere direksiyonu kırdığında az ileride o genç kızı orta yaşlı bir kadına soru sorarken gördü. Camı sonuna kadar açtı. Aracıyla onların bulunduğu yere yaklaştığında artık seslerini duyabiliyordu.


"Sen buraları bilmiyor musun?"


Elini beline koyan orta yaşlı kadın, bu soruyu sorarken gözlerini kısmış bir hâlde genç kızı dikkatlice süzüyordu.


"Bilmiyorum..."


"Ben seni götürürüm, bizim orada büyük bir cami var. Gel benimle."


Kadın, bunu der demez genç kızın kolunu girdiği gibi yürümeye başlamış, yürürken de: "Ailen nerede, niye bu saatte yalnız başına buradasın?" Diye çeşitli sorular yöneltmeye başlamıştı. Hamza, kadının bakışlarından, soru sorma üslubundan ve hareketlerinden genç kızın oldukça tehlikeli bir yere doğru adımladığını sezdi. Gayriihtiyari bir mimik oynamasıyla yüzü gerildi, kaşları çatıldı. Kendisinden uzaklaştıkları için artık seslerini duyamadığı orta yaşlı kadınla genç kıza bakarken sezdiği şeylere karşı harekete geçme sorumluluğu taşıdığına inandı. Bu inançla dörtlüleri yaktı. El frenini çekerek arabadan hızlıca indi. Koşar adımlarla hedefine doğru yürüdü. Yakınlarına geldiğinde varlığını fark eden ilk kişi, orta yaşlı kadın olmuştu. İsmini karakolda öğrendiği genç kıza seslendi:


"Büşra Hanım..."


İsmini seslenişiyle birlikte genç kız da arkasına dönmüş, hayrete bulanan beyaz çehresinde bir tedirginlik emaresi belirmişti. Orta yaşlı kadın ise memnuniyetsiz bir ifadeyle kendisine bakmaya devam ediyordu. Hamza, bakışlarının çok şey anlattığı bu kadının niyetinden artık daha fazla emin olmuştu.


"Birkaç işimiz daha vardı. Lütfen gelir misiniz? Söylemeyi unuttum."


Sanki zor bir istekte bulunmuş gibi; genç kız, bir süre kararsızca yüzüne baktı. Hâlâ güven problemi yaşıyor gibiydi. Fakat muhtemelen karakoldaki bir işlemin eksik kaldığını düşünerek kadının kolundan çıktı ve yanına geldi.


"Ne işi kaldı? Her şeyi anlatmıştım ama..."


Hamza, onu işitmemiş gibi orta yaşlı kadına çatık kaşlarla bakıp uzaklaşmasını ister gibi sabırsız bir ifadeye büründü. Kadın, korkmuş olacak ki hiçbir şey demeden hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştı. İyice uzaklaştıktan sonra Hamza bakışlarını genç kıza yöneltip: "Herkese güvenir misiniz siz?" Diye kızarcasına söylendi. "O kadının kötü niyetli olduğunu anlamadınız mı?"


Büşra, hiçbir şey anlamamış gibi kaşlarını havaya kaldırıp kadının arkasından bakakaldığında Hamza: "Böyle olmayacak, benimle gelin lütfen." Dedi ve yürümeye başladı. Genç kız, o buyurgan sesten rahatsız olmuş olacak ki adamın arkasından gitmedi. Hamza, bunu fark ettiğinde sesini biraz daha yumuşatarak: "Lütfen gelir misiniz?" Diye yeniden ricada bulundu. Herhalde sabırlı kalmaya çalışıp bunu becerebildiği nadir anlardan biriydi.


"Size zarar verip mesleğimi heba edecek kadar aklımı yitirmedim. Gelin lütfen benimle."


Genç kız; tenha sokağa, yoldan geçip giden araçlara bakıp ağlar gibi bir yüz ifadesiyle başını yere eğdi. Ne yapacağını şaşırmış gibi bir hâli vardı.


"Sizi güvenli bir yere götüreceğim" dedi Hamza. "Gidebilecek yeriniz olmadığını ikimiz de biliyoruz. İnat etmenizin zarardan başka bir mânâsı yok."


Kız, uzun sayılabilecek bir süre ince parmaklarını yanağında gezdirip düşünmeye başladı. Tekrar etrafına bakındı. Bir gizi çözmeye çalışır gibi yahut bir soruya cevap arar gibi dikkatlice bakındı. En sonunda başka bir çaresi kalmamış olduğunu anlayarak: "Nereye gideceğiz?" Diye sordu. Sanki ses tonunda asırların hüznü birikmişti.


Loading...
0%