Tül perdeyi ve güneşliği hafifçe aralayıp beyaz bir örtüye bürünen bahçeye baktı. Sokak lambalarının aydınlattığı yerler dışında her yer zifiri karanlıktı ve ürkütücü bir uğultu, sessizliği yırta yırta kulağına ulaşıyordu. Kuvvetli rüzgârın etkisiyle salınan erik ağacının çıplak dallarına baktı. Ardından tek bir gölgeye dahi rastlamadığı sokağa...
İç çekip perdeyi örttü. Koltuğa oturup az önce bıraktığı kitabı kaldığı yerden okumaya devam etti. Belki bir saate yakın bir süre sadece okudu fakat okuduğundan pek bir şey anladığını söyleyemezdi. Bu yüzden kitabın kapağını yeniden kapattı. Başını koltuğun sırtına yaslayıp duvar saatine dalıp gitti uzun süre. Ardından gözlerini kapattı. Hamza, saat on bire yaklaşmasına rağmen gelmemişti ve telefonu kapalı olduğu için ne kendi ne de kayınvalidesi ona ulaşabiliyordu.
Artık beklemeyi bırakıp uykuya yenileceği bir esnada ise araba sesi işitti. Gözlerini açıp yerinden hızlıca doğruldu. Pencerenin yakınına gelip perdeyi hafifçe araladı. Hamza'yı, bahçenin demir kapısını açarken görünce içi rahatladı.
"Çok şükür..."
Oturmak yerine odada mekik dokuyup durdu. Kayınvalidesinin endişeli bir ses tonuyla oğluna söylenip durmasını, Hamza'nın ise ona verdiği cevapları dinledi. Yirmi dakika kadar sonra ancak odaya giren eşiyle göz göze geldiğinde ilk önce ruh hâlini çözmeye çalıştı. Sabahleyin evden çıkma sebebi; o genç adamı yeniden görebilme ihtimali olduğu için şimdi ona bir şey sormaya çekiniyordu.
Hamza, kısa bir an kendisini süzüp hantallaşan iri bedenini tekli koltuğa bırakınca Büşra da karşısındaki koltuğa geçip oturdu. Öfkeli göründüğü söylenemezdi. Sadece yorgun görünüyordu. Çehresine ise daha ilk bakışta okunan bir hüzün yerleşmiş gibiydi.
Büşra, belki de bu yüzden cesaretini toplayıp: "Annen seni çok merak etti" deyiverdi. Ben de çok merak ettim, diyemese bile cümlesinin içine gizlenen o mânâyı okumak pek de zor değildi.
Hamza ise sanki onu işitmemiş gibi durgun sayılabilecek bir sesle: "Bir şey soracağım..." dedi. "O genci gerçekten tanımıyor musun?"
Büşra, bu soruda gizli olan başkaca bir anlam olduğunu hissederek kaşlarını çattı. Ellerini kucağına bırakıp: "Tanımadığımı söylemiştim" dedi. "Hatta daha önce hiç görmediğimi de..."
Adamın gözleri halının üzerindeki desenlere dalıp gitti. Sanki bir şeyler söylemek istiyor ama tek kelime etmeye mecâli yokmuş gibi yorgun yorgun susuyordu. Büşra da daha fazla dayanamadı. Stresten terlemeye başlayan avcunu eteğine silip zorlukla yutkundu ve sordu:
"Sanki bir şey olmuş ama anlatmıyor gibisin... Endişeleniyorum."
Genç adam, derin bir nefes alıp seslice dışarı verdi. İki eliyle yüzünü kapatıp üst üste birkaç kez ovuşturdu. Kızaran gözlerini boşluktan çekip Büşra'nın son derece tedirgin görünen yüzüne baktı.
İnsanın içinde merak duygusu uyandıran bir sesle: "Anlamaya çalışıyorum" dedi birden. Neden sonra sustu. Tekrar boşluğa baktı suskunluğunu büyütüp dururken. Öyle uzun süre sustu ki; Büşra, bu sessizliğin altında yatan olası sebepten ürkerek terleyen avuçlarını eteğine sildi.
Onu ilk defa böyle görüyordu. İşten yorgun geldiği çok fazla zamana rastlamıştı. Fakat bu tür bir yorgunluğa daha önce rastlamış değildi. Bu yüzden Hamza'nın, evde olmadığı zaman içerisinde neler yaşadığını merak etti. İçinde huzursuz bir his kıpırdandı. Neler olduğunu anlamak öyle güçtü ki bir labirentin tam ortasında kaybolmuş gibiydi.
Hamza, yeniden gözlerini gözlerine sabitlediğinde ve birden ayağa kalkıp birkaç adımda yanına gelip oturduğunda şaşırmadan edemedi. Sanki içmeden sarhoş olmuş gibiydi. Hareketleri, konuşması ve tavırları bir tuhaftı. Aralarındaki mesafe yok denecek kadar azken ve genç adam bir gizi arar gibi çehresine bakarken korkmaması çok güçtü. Ellerini koltuğa bastırıp biraz olsun ondan uzaklaşmak istedi. Fakat Hamza, iki kolundan tutarak: "Büşra..." diye mırıldandığında hareket dahi edemedi.
"Yalan söylemiyorsun. Biliyorum... Hiçbir suçlu böyle bakmaz çünkü..."
Daha çok kendi kendine konuşur gibi dalgın bir hâlde bunları söylemişti. Onun bu esrik mimikleri ve tavrı, içindeki korkuyu farklı farklı parçalara ayırdı ve her bir parçayı büyüttü. Adamın koyulaşır gibi olan ela gözlerine daha fazla bakamayarak: "Seni anlamıyorum..." dedi güçsüz bir sesle. Yüzüne ok gibi saplanan bakışlardan kurtulmak istercesine başını kucağına eğdi. Sanki vücudundaki her zerreye bir ateş parçası düştü. Müthiş bir sıcaklık içinde kıvranmaya başladı.
Kollarını kavrayan eller biraz sonra yüzüne doğru yol aldı. Adamın sert ve pürüzlü parmakları yanakları üzerinde daireler çizdi bir süre. Büşra, utançla korku arasında belirsiz bir duygunun pençesinde kıvranarak: "Beni korkutuyorsun..." diye mırıldandı. Titremeye başlayan ellerini adamın iri gövdesine yerleştirip yeniden: "Korkuyorum" dedi. Onu itmek istiyor fakat bunu yapmak için güç bulamıyordu. "Neden böyle bakıyorsun?.."
Kalbi öyle hızlı atıyordu ki sanki göğüs kafesinin üzerinde bir kuş çırpınıp duruyordu boyuna. Göğsü hızla inip kalkıyor, nefesi de bu hıza ayak uydurmaya çalışır gibi düzensiz soluk alış verişlere evriliyordu. Fakat Hamza, onu duymuyor, görmüyordu. Sanki her ne yapıyorsa bilinç dışı yapıyordu.
Adam, ellerini yanaklarından çekip kalbine doğru indirdiğinde de bunu itici bir gücün baskısı altında yapıyor gibiydi. Büşra ise ağlamak istiyordu. Sanki adam, sol yanına gizlediği duyguları okumaya ant içmiş gibiydi. Bunu ise izinsizce yapıyordu; paldır küldür, acı verdiğini dahi fark etmeden.
"Kalbin çok hızlı atıyor. Titriyorsun..."
Büşra, çelikten zırhını düşürmüş de savunmasız kalmış gibi dehşete kapıldı. Eşinin ellerinde atan kalbine biraz olsun sakinleşmesini bile telkin edemedi. Artık gizlenmenin hiçbir imkânı kalmamış gibiydi.
"Denildiği gibi olsaydı ürkek bir kuş gibi çırpınmazdın. İnsan, alıştığı bir günahın içinde böyle titremez. O gencin kim olduğunu bulacağım... Amacını da öğreneceğim."
Hamza, son kez kendi kendine telkin verir gibi mırıldandıktan sonra ellerini Büşra'nın kalbinden çekip içine derin ve uzun bir nefes çekti. Büşra ise sanki zincirlerinden kurtulmuş gibi telaşlı bir hızla ayağa kalkıp salondan çıktı. Mutfağa girip titreyen elleriyle bir bardak su doldurdu. Ağır ağır, yudumladı suyu. Eşarbını gevşetip sonrasında tamamen çıkardı başından, omzuna bıraktı. Elini kalbine götürdü; hâlâ göğüs kafesine iri darbeler bırakarak, hızlı ve kuvvetli bir şekilde atıyordu.
Sağ gözünden bir damla yaş, yanağını yaka yaka aktı; uzun ve ak gerdanında kendine bir yol buldu.
***
"Bunları da aynı şekilde mi yapacağız anne?"
Yaşlı kadın, tamamlanan birinci tepsiye baktıktan sonra başını sallayıp: "Aynı olsun kızım" dedi. Büşra, poğaça hamurunu avcunun içinde yuvarladıktan sonra un serptiği tezgahın üzerine koydu. İki eliyle hamuru yayıp genişleterek bir ucuna haşlanıp kavrulmuş baharatlı patatesten göz kararıyla koydu. Hamurun uçlarına bıçakla uzun çizgiler atıp patates koyduğu ucu dikkatli bir şekilde tuttu ve yavaşça rulo yaptı.
Gelecek olan misafirler için yaptıkları hazırlık iki-üç saat sürdü. Kayınvalidesi, eve misafir geleceği günlerde hem temizlik hem de ikramlar hususunda epey titizleniyor, her şeyin kusursuz olmasını istiyordu.
Bu yüzden Büşra, işleri bittiğinde iyice yorgun düştü. Abdest alıp kuşluk namazı kıldı. Seccadesini katlarken aklına Münire'yi de çağırmak geldi. Fakat öncesinde kayınvalidesine sordu. Arkadaşını davet etmek için ondan da izin aldı.
"Gelsin tabi kızım, hem sen de sıkılmazsın." Dedi yaşlı kadın, anaç bir tavırla. Büşra, Münire'ye mesaj attıktan sonra telefonu kenara bıraktı. Dalgın dalgın boşluğa bakan kayınvalidesine döndü. Sabahtan beri düşünceli bir hâli vardı.
"Yoruldun mu anne? İstersen kahve yapayım? Misafirlerin gelmesine daha var zaten."
Yaşlı kadın, daldığı boşluktan gözlerini çekerek belli belirsiz gülümsedi.
"Sağ ol kızım, hiç canım istemiyor. Ama sen yap istersen kendine."
Aralarında uzun süren bir sessizlik peydâ oldu. İkisi de ayrı ayrı âlemlerde ayrı düşünceler içinde yitip gittiler o uzun süre içinde.
Kayınvalidesi birden: "Kızım..." dediğinde bu hitâbın arkasından bir soru geleceğini tahmin etti Büşra. Gözlerini halının desenlerinden çekip yaşlı kadına baktı.
"Hamza birkaç gündür çok dalgın, çok sessiz. Bir sıkıntı yok, değil mi aranızda?"
Tedirgin bir edâyla kendisine yöneltilen bu soru karşısında yutkunarak: "Hayır..." dedi kısık bir sesle. "Bu aralar yoğun ya... Geç de dönüyor eve... Belki yoruluyordur."
"Yok yok. Ben oğlumu tanırım. Kesin bir sıkıntısı var, söylemiyor."
Gerçekten de birkaç gündür epey dalgın olan Hamza'yı düşündü. Eve geldiğinde çaprazındaki koltuğa uzanıp düşünüyor, sonra o koltukta uykuya dalıp sabah da sessiz ve habersizce işe gidiyordu. O yabancı gençle karşılaştığından beri aynı hâldeydi. Üstelik o tuhaf gün, Hamza'nın söylediklerinden hiçbir şey anlamadığı gibi onu daha önce hiç öyle görmediği için kuvvetli bir korku duymuştu.
İç çekip oturma odasına geçti. Zaten toplu olan etrafı sanki mümkünmüş gibi biraz daha toparlamaya çalışıp ikili kanepeye oturdu. O yabancı gencin kim olduğunu, amacının ne olabileceğini düşündü. Hamza'ya ne söylemişti ki o günden beridir eşi, çözülmesi güç bir sırrın peşine düşmüş gibi durmadan düşünüyor ve kendi içine gömülüyordu?
Mesaj bildirim sesini işitene kadar nice tahmin kulesi inşa edip nicesini yıktı. Telefonu eline aldığında ve mesajın Münire'den geldiğini görünce sıkıntısı bir nebze azaldı. Arkadaşı, dersi olmadığı için gelebileceğini söylemişti. Onunla havadan sudan konuşmak bile kafasını epey dağıtıyordu.
***
Arabayı yavaşlattı, el frenini çekip başını cama yaklaştırdı. Yüz metre kadar ilerideki apartmana giren gence baktı. Geçmişin karanlık sayfaları rahatsız edici bir hışırtıyla açıldı o an. Uzun süredir görmediği fakat iki seferdir girmek zorunda kaldığı bu sokak, şimdi onun için kalbini alıp mengeneyle sıkan bir kabustan farksızdı.
Yarım saat kadar sonra o genç, apartmadan keyifli bir yüzle çıktığında Hamza kaşlarını çatıp kendini sakin tutmaya çalışarak bekledi. "O gün az dövmüşüm seni," diye mırıldandı arkasından bakarken. "Gerçi senden önce başka birinin akıllanması gerekiyor..."
Nihayet genç, gözden iyice kaybolunca Hamza da arabadan indi. Öfkesi damarlarından aka aka ayaklarına ulaşıyor; yere her basışında sabırsız bir hâle bürünüp daha da hızlanıyordu.
Gurup vakti gelmiş, gökyüzü sanki alev alev yanıyor gibi kızıl bir renge bürünmüştü. Hamza, içini basan kasvet duygusundan kurtulamayarak apartmana vardığında dört buçuk yıl kadar önce şahit olduğu o ihaneti anımsadı. Gayriihtiyari yumruğunu sıktı.
Merdivenleri ikişer üçer çıkıp Sevgi'nin yaşadığı dairenin önüne geldi. Kapı ziline üst üste basıp beklemeye koyuldu. Çok geçmeden: "Of Eray, anlattım ya her şe-" Diye söylenerek kapıyı açan Sevgi, kendisini görünce cümlesi yarıda kesildi. Mavi gözleri irice açıldı. Zorlukla yutkunup: "Hamza..." diye mırıldandı.
Saçlarını topuz yapmış ve ince bir eşofmanla askılı bir body giyinmiş olan eski nişanlısına bakarken garip bir şekilde minicik bir özlem kırıntısına bile rastlamadı kalbinde.
"Be-ben de... Kapıcı sandım da-"
Hamza: "Kapıcıya böyle mi hitap ediyorsun?" Diye sözünü keserken sesi öyle soğuktu ki Sevgi, başka bir şey diyemeden kapıyı iki eliyle sıkıca tuttu. Hamza ise tutulan kapıyı tek eliyle itip: "Geç içeri" dedi ve ayakkabılarını çıkarmadan o da içeri girdi. Kapıyı kapatır kapatmaz kararan ela gözlerini Sevgi'nin -suçlu olduğunu adeta haykıran- çehresinden ayırmadan bağırdı:
"O küçük aklınla kurmaya çalıştığın tuzağa düşeceğimi mi sandın?"
"Ne diyorsun, anlamıyorum..."
Köşeye sıkıştıkça korkudan sesi titreyen ve gözlerini endişeyle başka başka yerlere çeviren eski nişanlısının bu hâlini çok iyi bilirdi. Bu yüzden içinde ufacık bir şüphe dahi belirmeden: "Anlıyorsun!" Diye kükredi. "Yalan ağzına yuva yaptığı için anlatmıyorsun. Ama anlıyorsun!"
"Hamza, bak..."
Sanki o konuşmaya çalıştıkça biri beynine iğneler batırıyordu. Bu yüzden sakin kalamayarak yumruk yaptığı elini koridorun pütürlü duvarına geçirdi.
"Sus, beni dinle Sevgi!"
Omuzları irkilen ve birkaç adım geriye giden kız, araladığı dudaklarını tekrar birbirine bastırıp stresle alnını ovuşturdu.
"O aptal arkadaşına inanıp karımdan şüpheleneceğimi mi sandın? Ya da onu bırakıp koşa koşa sana geleceğimi mi?.. Günde sizin gibi kaç sahtekarla uğraşıyorum, haberin var mı?"
"Ne diyorsun hiç-"
"O pisliği bir daha evimizin yakınlarında görürsem öldürmekten beter ederim! Sonra da hiç acımam ikinizi de akıllanana kadar nezarethaneye tıkarım. Bu sana son uyarım! Yemin ederim ki söylediklerimi harfiyen yaparım Sevgi..."
***
Çantasına pijamalarını ve kitaplarını yerleştirdikten sonra: "Ben hazırım" deyip Hamza'ya baktı. Burada, kayınvalidesinin yanındayken aralarında var olan gerginlikler, suskunluklar ve hatta mesafeler bile daha katlanılır oluyordu. Bu yüzden eve gitmek, şimdi sırtına ağır bir yük bindiriyordu.
Fakat eve döndüklerine göre Hamza, önceden söz verdiği üzere, o yabancı gencin amacını çözmüş olmalıydı. En azından bunun için sevinebilirdi.
Kayınvalidesiyle vedalaşıp eşiyle birlikte evden çıktılar. Büşra, arabaya binmeden evvel, belli belirsiz bir cesaret kırıntısına tutunarak: "Bir şey soracaktım da..." deyiverdi. Genç adam, arabanın anahtarlarını çıkarırken göz ucuyla kendisine baktı, konuşmasını bekledi.
"Eve döndüğümüze göre..." dedi kararsızlıkla. "O genç bir daha karşıma çıkmaz değil mi?"
Meseleyi nasıl çözdüğünü sormak yerine, sadece kurtulup kurtulmadığını öğrenmek istiyordu. Çünkü sanki o gence dair detaylı şeyler soracak olsa eşi sinirlenecek veya kendisini yanlış anlayacaktı. Bu konunun, onun zayıf noktası olduğunu biliyordu.
Hamza, arabanın kilidini açarken: "Belasını arıyorsa çıkar" dedi dişlerinin arasından. Ardından arabaya binmesi için kapıyı açıp bekledi. Büşra, biraz olsun rahalayarak arabaya bindiğinde bir kez daha eşine baktı. Önceki günlere göre daha az dalgındı fakat sebebini anlamadığı bir şekilde öfkeliydi. Mesele çözüldüyse onu hâlâ öfkeli kılan sebep neydi, bilemedi. Bilmek istediği de söylenemezdi.
Başını soğuk cama yaslayıp eve gidene kadar gözlerini yumdu. Araba yavaşladığında ve geri geri gitmeye başladığında gözlerini açtı. Hamza, arabayı park ederken o, çantasını kucağından çekip hafif hafif atıştıran kara baktı.
El freninin sesi arabayı doldurunca kapıyı açıp aşağı indi. Ellerini hafifçe kaldırıp kar tanelerinin avcuna düşmesini ve ardından hızlıca erimelerini seyretti. Eşi yakınına gelene kadar onu mutlu eden bu minik hareketle teselli buldu. Adamın varlığını yanıbaşında hissedince bir suç işlemiş gibi ıslanan ellerini hızlıca kabanına silip yutkundu. Nedense böyle gergin zamanlarda en ufak bir hareketinden bile mânâ çıkarılacak diye anlamsız bir korku duyuyordu.
Ellerini cebine koyup Hamza'nın ağır adımlarını takip etti. Eve yaklaştıkça garip bir heyecan, bir sıcaklık gezindi vücudunda. Eve girdiklerinde ve kapı örtülüp kilitlendiğinde sanki onunla bu eve ilk kez giriyormuş gibi heyecanı katlana katlana büyüdü. Çantasını çıkarıp içinden pijamalarını aldı, banyoya doğru giden Hamza'nın arkasından bakarak yatak odasına geçti. Eşarbını ve bonesini çıkardı ilkin. Ağrıyan saç diplerini ovuşturup örgüsünü çözdü. Pijamalarını giyinip çıkardığı kıyafetlerin hepsini özenle katladı. Odadan çıktığında ışığını kapalı gördüğü banyoya geçip abdest aldı. Ferahladı, sakinleşti, duruldu.
Yatak odasının bir kenarında yatsı namazını kıldı. Selam verdikten sonra ellerini açtı ve uzun uzun sustu. Çünkü izlerine kelbinde rastladığı duaları dile dökemedi. Fakat O'nun, sessizliğini de duyduğunu biliyor, kelimesiz ve harfsiz de derdini anlatabileceğinden şüphe duymuyordu.
Vitir namazını kılmaya başladığında kendini namaza o kadar çok odaklamıştı ki kapının açılma sesiyle bir anda irkilir gibi oldu. Fakat çok geçmeden toparlanıp yeniden namaza odaklanmaya çalıştı. Hamza'yı görmese de arkada bir yerde varlığını hissediyordu. Biraz sonra gece lambası yandı, ışık söndü. Odayı loş, sarı bir aydınlık doldurdu.
Seslerden anladığı kadarıyla eşi uyumaya geçmişti. Bu ihtimal onu rahatlatırken namazda düşünüp durduğu şeyler için kendine kızarak son rekati daha dikkatli kılmak için epey gayret sarf etti. Namaz ve tesbihatlar bittiğinde seccadesini katlayıp bir kenara koydu. Elbisesini ve eşarbını çıkardı. Yorganı boğazına dek çeken ve gözleri kapalı olan Hamza'ya uzun uzun bakıp aynanın karşısına geçti. Dağılan siyah saçlarını taradı. Aynadaki yorgun aksinde annesinin yüzünü görür gibi oldu. Her şeyiyle annesine benzerdi. Yürümesiyle, konuşmasıyla, susmasıyla. Gülmesi ve ağlamasıyla...
İç çekip tarağı yerine bıraktı. Saçlarını örüp usul adımlarla yatağa yaklaştı. Hamza'nın uyuduğuna emin olunca uyumak yerine yatağın yanıbaşındaki yere çöküp ses çıkarmamaya gayret ederek komodinin alt çekmecesini açtı.
Arkalara gizlediği küçük poşeti çıkarıp dikkatlice açtı. Haki yeşili eşarbı çıkarıp okşadı, burnuna götürüp kokusunu uzun uzun içine çekti. Ardından dörde katlı olan eşarbı kucağına bırakıp uçlarından tutarak açtı. Doksandokuzluk tesbihin üstünden sanki kendisini seyreder gibi olan o mütebessim çehreye baktı. Yıpranmış bir fotoğraf karesinin yüreğine bıraktığı izler öylesine derindi ki gözlerini yumup acıdan titreyen dudaklarını ısırdı. Fotoğrafı alıp bağrına bastı. Sanki böyle yaparak annesine sarılıyor, göğsüne yaslanıp kokusunu içine çekiyor ve bir nebze teselli buluyordu. Uzun bir süre bu hâlde kaldı.
Fotoğrafı yeniden kucağına bırakıp gözlerinin altındaki sıcak yaşları sildi ve burnunu çekti. O esnada Hamza'nın yatakta doğrularak kucağındaki fotoğrafa dikkatlice baktığını gördü. Sanki onu görmemesi gereken bir şeye şahit kılmış gibi telaşa kapılarak fotoğrafı ters çevirip tesbihin üzerine koydu.
"Annenin fotoğrafı mı?" Diye soran eşinin sesi, yeni uyanmış gibi değildi. Oysa onu kontrol ettiği zaman uyuduğuna neredeyse emindi. Başını "evet" anlamında sallayıp göz pınarlarına asılı kalan yaşları da hızlıca sildi.
Hamza, üzerindeki yorganı sıyırıp yataktan kalktığında ve yanına gelip kendisi gibi dizleri üzerine çöktüğünde şaşırmadan edemedi.
Ters çevirdiği fotoğrafa uzandı genç adam. Müşfik bir sesle: "Bakabilir miyim?" Diye sordu. Sanki bir saat önceki o gergin hâlinden eser kalmamıştı.
Büşra, sağ eliyle üzerini kapattığı fotoğrafı kararsız bir şekilde tutup çevirdi. Eşi, en az kendisi kadar dikkat ve özenle fotoğrafı tutup kaldırdı. Gece lambasının aydınlattığı yüzünde saf bir merak kıpırdadı. Baş ve işaret parmağıyla kavradığı yıpranmış fotoğrafı kendisine biraz daha yaklaştırıp uzun uzun baktıktan sonra belli belirsiz gülümsedi.
"Annene ne kadar çok benziyorsun..."
Büşra, ona ağır gelen yükleri üleşip de rahatlamak ister gibi: "Onu çok özledim" diye fısıldadı. Avcunu dizine bastırıp ağlamamak için kendini sıktı. Babasının acısına alışacağı gibi zamanla annesininkine de alışacağını sanmıştı. Fakat günler günlere, aylar aylara katıldıkça yeni yeni sancılara gebe kalmış, bambaşka acılar doğmuştu sinesinden. İşte şimdi o acının bir pâresi adamın avuçlarındaydı. Ve adam, o pâreyi sımsıkı kavramış, bırakmıyordu.
Biraz sonra Hamza, sanki acısının daha büyük bir kısmını üleşmek ister gibi zayıf bedenini güçlü kollarıyla incitmeden sardı. Ağla, der gibi sırtını sıvazladı. Öyle olunca da Büşra, direnmedi hiç. Sessiz sessiz iç çekerek ağladı. Oysa önceleri üvey babası, ağlamasından dahi nefret ederdi. Bunu anımsamak onu dehşete uğrattı. Belki biraz daha fazla orada eziyet çekse; hissedebilen bir kalbe sahip olduğunu unutacaktı.
Şimdi ise Hamza: 'Ağla' der gibi sırtını sıvazlıyor, başını şefkatle göğsüne bastırıyordu. Sanki ona 'bir kalbin var, hissetmekten korkma' diyordu. Acıyı da, hüznü de, sevinci de yaşamasına izin veriyordu. Lakin önceleri hepsinin önüne bir set konulmuştu. Annesini kaybettiğinden beri acısını bile kalabalıklar arasında yaşamasına izin verilmemişti.
Ağlaması dinip de sakinleştiğinde sanki bu kıymetli an, bir bilinmezliğin içinde yitip gitmeye mahkummuş gibi adamın göğsüne daha kuvvetle sokulup: "Biliyor musun Hamza..." diye mırıldandı.
"Senden sonra çok şey değişti... Bir kalbim olduğunu seninle hatırladım."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |