Taradığı gece karası saçlarına baktı. Beyaz yüzünde kıpırdayıp duran o acemi duygulara, ince kaşlarına değecek gibi duran uzun kirpiklerine, bazen varlığından çekindiği çillerine sonra... Bugün eşinin uzun uzun baktığı bu soluk beyaz çehrenin her noktasına dikkatle baktı. Ne kusur arar gibi rahatsız edici bir hissin baskısıyla ne de güzelliğiyle kibirlenen bir kadının halet-i ruhiyesiyle... Salt merakla, öylece baktı. Evet, o bir çift ela göz çehresini yakıp dururken ardında hangi hisleri taşıdığını merak ediyordu.
Salona geçtiğinde, geçip de telefonuna gömülen Hamza'ya göz ucuyla baktığında parkta geçirdikleri o kısa zaman diliminin yüreğine bıraktığı rayiha hâlâ taptazeydi. Koltuğa serdiği -yapay bahar çiçekleri kokan- çarşafın üzerine uzandı. Battaniyeyi üzerine çekip sol elini yanağının altına koydu. Yanı başındaki yastığa baktı. Sonra yine Hamza'ya. Adam, hissetmiş gibi başını telefondan kaldırdığında ise Büşra utanarak yutkundu. Bugün ona önceki günlerden daha fazla bakmıştı ve bakarken pek fazla gizlenebildiği söylenemezdi.
Sırf konuşmuş olmak ve utancını bir nebze olsun perdelemek için: "Yine kızacaksın belki ama..." deyiverdi. Ardından mırıltı hâlinde dökülen bir sesle: "Teşekkür ederim." Diye ekledi.
Hamza'nın yüzüne, alaydan çok uzak yarım bir tebessüm konduğu zaman onun da bu sonu gelmeyen teşekkür seanslarına alıştığını sezdi. Hatta biraz daha dikkatli baksa bu durumun onun canını pek de sıkmadığını, aksine bir miktar hoşnutluk duyduğunu dahi fark edebilecekti. Fakat bakmadı. "İyi geceler" deyip arkasını döndü ve gözlerini usulca yumdu.
Hamza ise cevap vermek yerine derin bir iç çekip ayaklandı. Biraz sonra ışıklar söndüğünde ve adım sesleri kendisine doğru yaklaştığında duvara biraz daha yanaşarak göğsüne dek çektiği battaniyeyi parmaklarının ucu acıyana kadar sıktı.
Yanı başına uzanan bu kişi eşiydi. Ama eşinin kalbi kiminleydi? Evet, bu adamın kendisine ihanet edemeyecek kadar vefaya önem verdiğini biliyordu. Onu en azından bu kadar olsun tanımıştı. Lakin insan kalbine söz geçiremezdi. "Düşünme" dese de o kadın aklına gelmeyecek miydi? "Evlendin artık" diyen bir iç ses her gün zihninde yankılansa dahi anıları öylece silip atabilecek miydi?
Hamza, tok bir sesle konuşmaya başlamasa nice soru üretip nicesine can yakıcı cevaplar verecekti. Neyse ki konuştu. Konuştu ve içerisinde zanlar kurup zanlar yıktığı o sessizliği bozdu:
"Babanla konuştum. Bir de o pis herifle."
Büşra, dehşet verici bir haber duymuş gibi gözlerini hızlıca açıp yeniden sol tarafa döndü. Salonu cılız da olsa aydınlatan sokak lambalarının yardımıyla Hamza'nın tavana sabitlediği ela gözlerine baktı.
"Ne?.."
Genç adamın bakışları tavandan ayrılıp kısa bir süreliğine kendi çehresinde gezindi, belli belirsiz bir tebessüm kondu dudağının kenarına. Bu hâliyle ne yaptığının son derece farkında olan ve bununla da iftihar eden bir adama benziyordu. Dahası; korkusuz, olası tehlikeler karşısında umursamaz ve biraz da alaycı sayılabilecek ufak mimik hareketleriyle bu adam; yeni yeni keşfettiği bir kitap gibiydi. Onu ne zaman tekrar okumaya kalksa kişiliğinde yeni bir ayrıntı keşfediyordu. Hamza ise hakkında düşünülen şeylerden gaflette olarak başını çevirip yukarıya bakmaya devam etti.
"Ceza almadılar sonuçta... Bundan güç alıp yeni bir şeytanlık düşünemesinler diye biraz korkuttum onları."
Böyle bir cevap duymak Büşra'yı pek şaşırtmadı. Başını sallayıp: "Anladım" diye mırıldandı. Bir süre o da gözlerini Hamza gibi tavana dikip boş bakışlarla avizeyi seyretti. Hamza başını çevirip yüzüne bakmasa daha çok dalıp gidecek, hatta salondaki varlığını dahi unutacaktı. Genç adamın bakışları çehresinde uzun bir süre oyalanınca başını çevirdi. Onunla göz göze gelmeye, sessizce oynanan bir oyunun içinde olmaya alışamamıştı. Evet, bu evlilik sanki bir oyundu. İkisinin de hakkında tek kelime etmekten çekindikleri fakat gizliden gizliye farkında oldukları tuhaf bir oyun.
Hamza, bu sessiz oyunu bozmak ister gibi beklemediği bir soru yöneltti:
"Mutlu musun Büşra?.. Yani burada, bizimle... Her şeye rağmen?"
Hamza'nın sabırla cevabını beklediği bu soru, Büşra için beklenmedik bir misafirdi. Ne yapacağını şaşırdı. Belirgin bir telaşa ve ihtiyatlı bir heyecana kapıldı. Gözlerini o bir çift ela yangından çevirmesi bu sebeptendi. Üzerindeki battaniyeyi sıkıp sıkıp durması, ona bakmaktan kaçındığında yüreğinde kıpırdanan duygularından saklanabileceğini sanması; hep bu sebepten... Büşra kendine, kendi kalbinin bu hâline şaşıp kaldı. Orada kor bir ateş mi vardı? Sanki dokunsa elleri yanacaktı. Yoksa acımasız bir harami tarafından talan mı edilmişti? Sanki adımını atsa yıkık dökük, viran olmuş duygulara rastlayacaktı. Oysa basit bir soruydu işte. Gündelik telaşların arasından fırlamış, dingin bir mânâ barındıran basit bir soru. Gece kadar sakin, gündüz kadar aşikâr basit bir soru... Karmaşaya gerek yoktu. İhtimaller büyütüp durmaya hiç mi hiç gerek yoktu.
"İyiyim. Daha önce hiç olmadığım kadar iyi bir hâlde... Hakkınızı ödeyemem..."
Bir şeyler daha diyecek, daha doğrusu geveleyecekti. Hamza sözünü kesmese ona duyduğu minnettarlığa dair kırık dökük birkaç kelâm daha edecekti. Lakin edemedi.
"Mutlu değilim, demenin yumuşatılmış hâli mi bu?"
Hüzünle yıkanmış bu soruya cevap vermek yerine sırtından göğsüne düşen siyah saçlarını seyretti. Zaten en fazla ne diyebilecekti?
"Bu sessizlik 'evet' demek galiba..."
"..."
"En azından bugün mutlu ol isterdim. Hiç olmazsa bugün, sen güzel bir haber beklerken... Ama Büşra, emin ol ki adalete ulaşamayan tek kişi sen değilsin. Gölgesinden korkan insanlar tanıdım. Yalnızlıktan çatlayacak gibi olmasına rağmen böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemediğini söyleyen arkadaşlarım oldu. Ama bu böyledir. Adaletin eksik olduğu yerde insanlar güvende hissedemez."
"..."
"Burada mutlu olmadığını ben de biliyorum. Sana evinde hissettiren bir adam olamadığımı da... Ama hiç olmazsa güvende hissetmeni istiyorum. O şerefsizler sana zarar veremezler."
Evinde hissetmek. Bu, kalbinde hissetmek mi demekti? Büşra bunu bilemedi. Dışarıdaki soka lambalarından yansıyan ışık sebebiyle loş bir aydınlığa kavuşan bu salonda varlığı sanki gitgide küçülüyordu. Utandıkça daha çok, daha çok küçülüyordu. Hamza, iç çekerek kendi üzerinden battaniyeyi sıyırdığında Büşra başını refleksle kaldırdı. Adam, koltuktan doğrulup berjerin üzerindeki ceketine uzandı. İç cebinden minik bir poşet çıkarıp yanına geldi. Koltuğun kenarına oturdu. Kararsız, çekimser bir ifadeyle poşeti açtı, içinden çıkan lacivert renkli kutuyu bir süre elinde gezdirdikten sonra genç kıza uzatıp: "Aslında..." diye mırıldandı. "Birkaç gün önce almıştım. Vitrinde görünce... aklıma geldin."
Genç kız, kutuyu alıp usulca açarken elleri titrer gibi oldu. Cılız bir utancın ve kuvvetli bir heyecanın gölgesinde sakin kılmaya çalıştığı kalbi, işte şimdi aklının önüne geçiyordu. Oysa henüz taptaze bir ümitsizlik duygusuyla allak bullakken şimdi değişen tek şey eline tutuşturulan bu hediyeydi. Üstelik ne yüreğini kıpır kıpır eden bir cümle işitmiş ne de aklındaki şüphe bulutlarını dağıtan bir bakışa şahit olmuştu. Fakat onca açık delil önünde dururken cılız bir '...aklıma geldin' cümlesine yeniliyordu.
Kutunun içinden çıkan gümüş bilekliği avcunun içine aldığında hissettiği duygunun ağırlığı altında zorlukla yutkundu. Bilekliğin ortasındaki manolya çiçeğine uzun uzun bakıp baş parmağıyla gayriihtiyari bir şekilde okşadı çiçeği. Gerçek bir manolya çiçeğini okşar gibi, incitmekten korkarak okşadı. Teşekkür etmek için başını kaldırdığı esnada genç adam ayağa kalkıp ceketini eline aldı. Alnına düşen siyah saçlarını eliyle geriye doğru tarayıp: "Uyu dinlen sen..." diye mırıldandı. "Ben bir arkadaşla buluşacağım. Biraz sıkıntısı var, yanında olmam gerekiyor."
Büşra, bu sefer teşekkür etmekten çekinerek başını sallamakla yetindi. O esnada içinde, kuytu bir köşede: 'Gitmesen' diyen sesi duymamaya çalıştı. Fakat içindeki o ses, belirgin bir acıyla yükselmeye devam ediyordu.
Gitmesen Hamza... Ben de bir derde tutuldum, yanımda olsan...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |