Yabancı bir evde olmanın getirdiği histen rahatsızlık duyduğu için değil; sadece ve sadece bu eve ve bu aileye bir yük olmaktan çekindiği için kendini kötü hissediyordu. Komiser Hamza, çevresinde görmeye alışkın olmadığı bir biçimde iyiydi. Karşılıksız bir iyilikti yaptığı. Gidecek bir yeri olmadığını anladığı için onu kendi evlerine getirmişti. Esasında buraya gelene dek ve hatta kapı açılana dek kaçıp gitmeyi çok düşünmüştü. Lakin nereye gidecekti? Karanlık çökünce ve gizlenen kötülükler birtakım sokaklarda cirit atmaya başlayınca ne yapacaktı? Bu yüzden kaçamadı. Bu adama güvenmeyi tercih etti. Dün gece ona zarar vermediyse bugün de vermez, diye düşünmeye çalıştı. Fakat komiserin annesiyle yüz yüze geldiği o ana dek hiçbir şey onu teselli etmeye yetmedi. Sırtından aşağı doğru soğuk bir ürperti gezinip durdu yol boyu.
Kapının önünde, Komiser Hamza'nın arkasında ve nice suizannın gölgesi altında bekledi. Çalınan kapı onlara açılır açılmaz göz göze geldikleri yaşlı kadın, epey afallamıştı. O ise üzerine kara bir bulut gibi çöken zanlardan bir nebze olsun kurtulmuştu. Kadın, muhtemelen oğlunun yanında genç bir kız gördüğü için şaşırmıştı. Yüzlerine bakarken sanki nutku tutulmuştu. Bunu fark eden Büşra, ne yapacağını bilemeden, sıcak bir utancın altında eridi öylece.
"Misafirimiz var" diyen o tok ses, zorlukla yutkunmasına sebep oldu. Yaşlı kadın, az öncekinden daha büyük bir şaşkınlık yerleşen ela gözlerini üzerinde gezdirdi. Çok sonra oğlunun: "Geçebilir miyiz anne?" Diye soran sabırsız sesine karşılık silkelenip: "Geçin geçin" dedi. "Kusura bakmayın, bir anda..."
Devamını getiremedi. Büşra da duymak istemedi. Bir yanlış anlaşılmanın tam ortasında fazlalık hissettiği varlığını kapının önünden kıpırdatamadı. Yaşlı kadın, tekrar daha yumuşak ve ısrarlı bir sesle: "Geç kızım" demese belki de öylece beklemeye devam edecekti. Kurumuş çamurdan dolayı rengi belli olmayan ayakkabılarını çıkarırken o adamın evinden kaçtığı zaman dilimini anımsadı. Kaçarken ayakkabılarını giymeye vakti olmadığı için onları hızlıca eline almış ve evden iyice uzaklaştıktan sonra ancak giyebilmişti. Bu yüzden ayaklarında da çeşitli yaralar vardı. Yürürken ince ince sızlıyordu. Yol boyu hissetmediği o sızıları, içeri geçtiğinde yeniden hissetmeye başlamıştı.
Komiser Hamza: "Siz şu odaya geçin isterseniz." Dedikten sonra başka bir seçeneği olmadığı için başını sallayıp dediğini yaptı. Oldukça temiz görünen oturma odasına girdiğinde burnuna yoğun bir oda parfümü kokusu doldu. Kuru kuru öksürdü. İçeri geçerken: "Gel anne" diyen adamın, annesiyle ayrı bir odaya geçtiklerini az sonra kulağında yankılanan kapı sesinden anladı. Muhtemelen komiser, durumu annesine açıklayacaktı.
Büşra, bunu sezince gergin bir hissin kucağında beklemeye koyuldu. Burada bulunmanın doğruluğu üzerine düşündü. Sonra yaşlı kadının onu istememe ihtimali geldi aklıma. Eski model, sarıya çalan desenli koltuklara bakıp iç geçirdi. Sehpanın ve televizyonun üzerindeki dantellere, duvardaki gösterişli büyük saate baktı. Başını nereye çevirse annesini anımsadı. "O da bu yaşlı kadın gibi titiz bir kadındı" diye geçirdi içinden. Bu anımsayış üzerine dudağının titremesine engel olamadı. Yanağından süzülen iki damla sıcak yaşı hızlıca silip oldukça eğreti bir biçimde koltuğa oturdu. Sürekli başka birinin evinde kalamazdı. Kalıcı bir çözüm bulması gerekiyordu.
Komiser Hamza ve annesi, diğer odada epey durdular. Bir an; ikna olmadı mı ki, diye düşünüp yeniden varlığının fazlalık olduğu hissine kapılarak başını yere eğdi. Fakat tam ümitsizliğe kapıldığı bir esnada adamın sesini işitti.
"Büşra Hanım..."
Eğdiği başını usulca kaldırdığında göz göze geldiler. Adam, kapının eşiğinde durmuş, gömleğinin üst düğmesini ilikliyordu. Bunu yaptıktan sonra annesinin uzattığı yeleği alıp dalgalı siyah saçlarını eliyle taradı.
"Ben çıkıyorum, siz artık kadın kadına takılırsınız."
Bunu der demez oldukça rahat bir tavırla eşikten uzaklaşan adamın ardından şaşkınlıkla bakakaldı. Daha farklı bir beklenti içinde olduğu için etrafını çepeçevre saran o hayretten sıyrılamadı. Yaşlı kadın, yanına gelip kendisiyle biraz sohbet ettikten sonra ayaklandı.
"Kızım, hadi gel. Bir şeyler hazırlayayım sana."
İsminin 'Aysel' olduğunu öğrendiği yaşlı ama dinç kadın, zannettiğinin aksine epey cana yakındı. İtiraz istemez buyurgan sesine karşılık onun arkasından mutfağa gitti. Kadın, ona hiçbir şey elletmeden yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladı. Masaya koyup durduğu yiyecekler sanki azmış gibi sürekli olarak çeşitli meyveler ve kuruyemişler getirip önüne seriyor; bunu yaparken de tatlı bir telaşla: "Hay Allah, Hamza önceden haber verseydi..." deyip duruyordu. Sanki yoldan bulup insanlık icabı buraya getirilen herhangi biri değilmiş de bir tanıdıkmış gibi muamele görmek onu allak bullak etti. Ne düşüneceğini şaşırmış bir hâlde yaşlı kadının telaşını seyretti.
Biraz zaman geçtikten sonra onu sıkıntı içinde bırakan bir mahcubiyet duyarak masadan kalktı. Yaşlı kadının karşısına geçip: "Lütfen artık oturun" dedi yalvarır gibi bir sesle. "Zaten size yeterince yük oldum, bir de koşturup durmayın... Bu kadar yiyeceği kim yiyecek hem..."
Bunu söylerken üzerinde pek boş yer kalmayan masayı işaret etmişti. Yaşlı kadın, eşarbının iki ucunu başının üzerinde düğümlerken: "Sen yiyeceksin tabi ki kızım" deyiverdi. Sesi hâlâ heyecanlı, hâlâ telaşlıydı.
"Hadi otur bakayım, hepsinden yiyorsun bak."
Onu ikna edemeyeceğini anladığında elini yüzünü yıkamak için banyonun yerini öğrenip işlerini hızlıca halletti. Kokusundan ve aynaya yansıyan bitâp görüntüsünden utanarak yeniden mutfağa girdi. Kadın, hâlâ bir şeyler hazırlamakla uğrraşıyordu. Masaya geçip önündeki çatalı zorlukla aldı ve dünden beri hiçbir şey yemediği için iyice artan o açlık duygusunu yavaş yavaş dindirdi. Midesi bomboş olmasına rağmen her bir yiyeceği zorlukla yiyordu. Aysel Teyze ise muhtemelen utanmaması için onunla sohbet edip durmasına rağmen üzerine yapışan o fazlalık duygusundan bir türlü sıyrılamıyordu.
Yemeğini güçlükle yedikten sonra; kadın, bu sefer rahatlaması için onu zorla duşa soktu. Büşra, elinde temiz bir havlu ve yaşlı kadının birkaç parça kıyafeti olduğu hâlde banyoya girdiğinde kapıyı kilitleyip aynaya baktı. Burnundan başlayıp elmacık kemiklerinde sıklaşan çillerine, çöken göz altlarına, onca yükü taşımaktan bitâp düşen omuzlarına baktı. Derin bir iç çekerek elindeki havluyu ve kıyafetleri çamaşır makinesinin üstüne koydu.
Duş alırken bir yandan da sessiz sessiz ağladı. Yaşlı kadın, ona annesini anımsatıp duruyordu. Fakat annesinin hayali gözlerinin önünden çabucak siliniverdi. "Baba" demeye bin şahit isteyen o adamın görüntüsü, tüm zalimliğiyle tekrar ve tekrar zihninde belirdi. Beyninin kıvrımlarına, bir ur gibi büyüyen hastalıklı düşünceler gelip yerleşti.
Duştan çıkıp giyinirken adeta bir metâ gibi satıldığı o adamın elinden nasıl kurtulup da şimdi oldukça güvenli bir yerde bulunduğuna hayret etti. Uzun siyah saçlarını havluyla sardı. Kendisini bir an rüyada zannetti. Sonra dualarını anımsadı. Yüreğinin en dip yerlerinden fırlayarak gözlerinden yaş diye, dudaklarından ise niyâz diye dökülen o duaları... Allah'ın, bir duayı kabul etmek dilediğinde; gerçekleşmesi oldukça zor olan nice ihtimali bir zincirin halkaları gibi birleştirmeye kudretinin yettiğini hayret makamında seyredaldı. Banyodan çıkmadan önce son kez aynadaki aksini seyretti. Sıcak sudan dolayı kızaran yüzüne, ona oldukça bol gelen krem renkli gömleğin içindeki tuhaf görüntüsüne, o adamın kirli elleri değmemiş bedenine...
Ve tüm bunlar için uzun uzun şükretti. Şimdi tek istediği şey mahkeme sürecinin hemen başlaması ve o zalim adamın ve babasının ceza almasıydı. Artık korku duymadan evine girip çıkmayı, geceleri başını yastığa koyarken endişelerinden sıyrılmış olarak bunu yapabilmeyi arzuluyordu. Bedeni, zihni ve hatta sanki tüm zerreleri bu yorgunluktan paylarına düşen hisselerini almıştı. Bu evde durdukça rahat hissedemeyececeğini, yorgunluğunun da geçmeyeceğini biliyordu. Yaşlı kadın, varlığından ötürü en ufak bir rahatsızlık duymasa bile ailenin rutinini bozduğu için kendini suçlu hissediyordu.
"Bir yol aç Allah'ım..." diye mırıldandı bu yüzden. "Gidecek güvenli bir evim yok... Sanki nereye adım atsam orada bir gurbet hissine mahkûmum. Bir yol aç çünkü Senden başka bir dayanağım yok..."
***
"Kimi kimsesi de yokmuş... Ne kardeşi, ne halası, ne teyzesi... Amcası varmış ama o da babası gibi sorumsuzun tekiymiş. Evine giren çıkan belli olmadığı için ona da gidemiyormuş."
Hamza, ağzındaki lokmayı ağır ağır çiğnerken gözlerini önündeki pilav ve kavrulmuş et dolu tabaktan ayırmadan başını salladı. Kızın beyaz yüzündeki korkuyu anımsadı. İrileşen siyah gözlerini. Çamurlu kıyafetlerini sonra.
"Kıyafetleri verdin mi?" Diye sordu elindeki kaşığı masaya bırakıp ekmeğe uzanırken.
"Verdim. Şaşırdı bayağı. Teşekkür etti."
Annesi, oğluyla övünç duyan bir sesle bunu söylemişti. Aralarında uzun bir sessizlik oldu. Hamza, karnını hızlıca doyurduktan sonra sırtını sandalyeye yaslayıp derin bir iç çekti.
"Kıza söylemedim ama mahkeme uzun sürer gibi... Sonuç da kızın lehine olmaz. En iyi ihtimalle birkaç yıl yatar çıkarlar. Sonra yine başına bela olurlar."
Hamza, bunu dedikten sonra suyu tek dikişte içip masaya bıraktı. Sert elleriyle yüzünü ovuşturdu. Gözlerini bardaktan ayırmadan kendi kendine söylenir gibi mırıldandı.
"Burada da fazla kalmak istemez. Zorla getirdim zaten..."
Annesi, imalı bir sesle: "Bekarmış" deyince bakışlarını bardaktan çekip dudakları kıvrılan yaşlı kadının beyaz yüzüne şaşkınlıkla baktı. Şaşırdığı nokta imada bulunduğu konu değildi. Annesinin, onu evlendirmeye çalışıp durmasına ve sürekli otuz yaşına yaklaştığını, torun sevmek istediğini söylemesine alışkındı. Fakat yolda bulup başına bir zarar gelmemesi için geçici bir süreliğine eve getirdiği bir kıza bu gözle bakacağını tahmin etmemişti.
"Ne öyle bakıyorsun oğlum? Güzel kız. Hem edepli, saygılı... Belki karşına boşuna çıkmadı, nasibini alıp getirmişsindir belki..."
Son cümleye karşı kendini tutamayarak sesli bir şekilde güldü.
"Çok fazla romantik dizi izliyorsun anne. Televizyonu yasaklamalı sana."
"Ölene kadar bekar mı duracaksın? Ben hep yanında olmayacağım. Nişanı attığından beri hayata küstün. Hep o kızın yasını mı tutacaksın? Seni aldatan-"
Hamza, çatılan kaşlarının altından annesine bakıp, pek yapmadığı bir biçimde, sert bir sesle sözünü kesti.
"Anne, açma şu konuyu!"
Geçmişten kesik kesik görüntüler doluştu zihnine. Zamanın yayı gerildi, okun ucunda kendisi vardı. Yay, onu müthiş bir hızla dört yıl öncesine fırlattı. Elindeki hediye paketiyle nişanlısının evine doğru neşeyle yürüdüğü o yola savruldu. Kendisini seyretti. Apartmanın açık olan dış kapısından içeri girişini, ağır ağır adımlarla merdivenlerden çıkışını, ara ara elindeki hediye paketine bakıp aptal aptal gülümsemesini....
Onun bulunduğu daireye yaklaştığında ise adımları yavaşladı. Elindeki hediye paketi, ardında büyük bir gürültü bırakarak düştü ve merdivenlerden yuvarlanmaya başladı. Sevdiği kadının ve arkadaşının ayrılan kolları, genç kızın elini dudaklarına götürüp çirkin bir günahın izini yok etmek istercesine gayriihtiyari bir hızla silip durmasını izledi. Annesinin sesini işitmese uzun bir süre o hayalin içinde yanmaya devam eder ve masadaki bardağı elleri kızarana dek sıkardı. Neyse ki annesi: "Hamza!" Deyip çekip çıkardı onu o tehlikeli kuyudan. Bardağı sıkan ellerini gevşetip nefret ve acıyla kızaran ela gözlerini annesinin hüzünlü çehresine çevirdi.
"O kızdan beri kimi gösterdiysem reddediyorsun. Değer mi oğlum? Seni en yakın arkadaşınla aldatan biri için-"
"Anne-"
Bu sefer cümlesini tamamlamasına annesi de izin vermedi. Otoriter bir sesle konuşmaya başlarken sesi kıza ulaşmasın diye mutfağın kapısını örttü.
"Ben konuyu açmasam da senin bunun için acı çektiğini bilmeyecek kadar kör değilim Hamza! Anne terliği yemek istemiyorsan sus da dinle beni!"
Annesi, sandalyeye oturup ellerini masanın üzerinde birleştirince ne diyeceğini tahmin ettiği için sıkıntıyla iç çekti. Yine de ona büyük bir saygı duyduğundan dolayı sözünü kesmemeye karar verdi.
"Bak, ben insan sarrafıyım oğlum. Bu kız gerçekten çok iyi. Hiç öyle içten pazarlıklı, sinsi biri de değil o Sevgi gibi..."
Eski nişanlısının adını işitmek, yüzünün gerilmesine ve bakışlarını annesinden çekip yerinde huzursuzca kıpırdanmasına sebep olsa da bir şey demedi. Diyecek olsa annesinin daha da sinirleneceğini biliyordu. Kimseden çekinmeyen ve korkmayan bir yapısı vardı. Fakat annesine gelince işler değişiyordu.
"Hem huyu güzel hem yüzü... Namazında niyazında, edepli, saygılı... Tam aradığım gelin. Valla fark etmeden nasibini bulup getirmişsin. Ama işte... görecek göz lazım."
Hamza, annesinin kurgularına gülerek başını iki yana salladı.
"Ne diyeyim annem, Allah sahibine bağışlasın..."
Bunu dedikten sonra cebinden sigara paketini çıkarıp ayaklandı.
"Ben bahçeye çıkıyorum biraz."
Mutfaktan çıkarken annesi söylene söylene boşalan tabakları toplamaya koyuldu. Hamza, odasındaki küllüğü alıp kendini bahçeye attığında erik ağacının döktüğü sararmış yapraklara basa basa plastik masanın önüne geldi. Yemekten sonra iyice hantallaşan bedenini soğuk sandalyelerden birine bıraktı. Küllüğü ve çakmağını masaya bırakıp sigara paketini el çabukluğuyla açtı. İçinden bir dal sigara alıp çakmağa uzandı. O esnada genç kızın odasının ışığı söndü. Bahçe, karanlığa gömüldü.
Hamza, sigarasını yakarken genç kızın bulunduğu odanın camına bakıp annesinin söylediklerini düşündü. Hiç istememesine rağmen Sevgi'ye duyduğu nefreti yeniden harlayıp durdu kalbinde. Onu çok sevmişti. Hayatında ilk defa bir kadına tüm ömrünü vermeye hazır hissetmiş fakat delicesine sevdiği o kadın, kendisini en yakın arkadaşıyla aldatmıştı.
Sigara dumanını karanlığa doğru üflerken gözleri yeniden genç kızın kaldığı odanın camında sabitlendi. Görüş alanını aydınlatan tek ışık kaynağı; sokak lambalarının yaydığı cılız aydınlıktı. Dudaklarının arasından havaya karışan zehirli dumana bakıp iç çekti. Kız bu evde kaldığı süre boyunca annesinden evlilik teşvikleri, nasihatler ve sitemler işitmeye devam edecekti. Onu bu eve getirmekle doğru yapıp yapmadığını şimdi tam olarak kestiremiyordu. Güvenli bir yer olarak onu bir sığınma evine götürmeyi de tercih edebilirdi. Fakat o zaman bu fikir nedense aklına hiç gelmemişti. Şimdi istese de onu alıp bir sığınma evine bırakamaz, bırakmaya niyetlense de annesi bunu asla kabul etmezdi. Sigarasını bitirdikten sonra yeni bir tane daha çıkardı.
"Şu merete de zamanında hiç bulaşmasaydım keşke" diye geçirdi içinden. Sonra yeniden Sevgi'yi düşündü. Karanlığın içinde onun kumral saçlarının dalgalanışını ve mavi gözlerinin gözlerinde sabitlenişini seyretti. Hayali gözlerinin önünden kaybolana dek bir paket sigarayı bitirdi. Küllüğün üzeri dolup taştı. Bir yağmur damlası düştü elinin üzerine. Damlalar; ardısıra masaya, bedenine ve bahçenin her bir köşesine düşmeye devam etti.
Hamza, silinen hayalin kalbinde bıraktığı o meyus tesiri de küllükle beraber alıp hızlı adımlarla eve doğru ilerledi. Muhtemelen bugün de uyuyamayacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |