5. Bölüm

5. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

"Konuştun mu onunla?"

Annesi, moralinin bozuk olduğunu fark etmiş gibi kırgınlığını daha fazla devam ettirmeden: "Hayır..." dedi. "Konuşmadım ama konuşurum oğlum." Sesine bulanan merhamet, neredeyse somutlaşıp oğlunu sarıp sarmalayacaktı. Fakat Hamza, hâlinin fark edilip edilmediğini bile önemsemeden: "İyi" dedi donuk bir sesle. Az önce Sevgi'den işittiği cümleler hâlâ bir ur gibi beyninde büyürken sağlıklı düşünemediğini o da biliyordu. Yine de ani bir kararla yaptığı manevranın onu sürükleyeceği durumu hiç düşünmeden: "İstediğin olsun" deyiverdi. "Konuşursun onunla. Yani... Şu evlilik meselesini..."

Bunu dedikten sonra sabırsız bir şekilde ceketini çıkarıp kendini mutfak masasının önündeki sandalyeye bıraktı. Cebinden sigarasını ve çakmağını çıkarıp annesinin şok geçirmiş gibi donakalan beyaz yüzüne baktı. Ani karar değişikliği onu afallatmış gibiydi. Hamza ise hâlâ öfkeliydi. Duygularına hükmeden tek şey Sevgi'nin son sözleriydi.

"İstemiyor muydun anne? Hadi, git konuş."

Yaşlı kadın, şoku atlattığında zorlukla gülümseyip doğru anlayıp anlamadığını teyit etmek istedi.

"Sen ciddi misin? Yani istiyorsun onunla evlenmeyi?"

"Benim istemem yetmez. Onun da istemesi lazım" gibi yuvarlak bir cevap verip sigarasını yaktı. Sevgi'nin gözlerini düşünmemeye çalışarak stresle dizlerini sallamaya başladı.

"Tamam tamam... Bir an şaşırdım da. Allah'ım, sana şükürler olsun."

Ellerini kaldırıp dua ede ede genç kızın odasına doğru yürüyen annesinin ardından bakıp sigarasından öfkeyle bir nefes çekti. Sanki içine çektiği şey, zehirli bir duman değil de eski nişanlısının zehirli cümleleriydi. Gözlerinin önüne onun yaşlı gözlerinin hayali gelip dayandığında yüreğinde bir acıma duygusunun peydâ olmasından ölesiye korkuyordu. Aldatıldığı zaman ona acınmamıştı. Evet. Güvenini de, içindeki çocuksu heyecanı da öldüren kadın, yıllar önce ona hiç acımamıştı. Şimdi kalkıp ona acıyacak değildi. Yaldızlı sözlere yahut yaşlı gözlere kanmayacaktı.

Sigarası bitene dek kendisiyle büyük bir savaş verdi. Esasında onun son sözlerinin hakikate ne kadar temas ettiğinin farkındaydı. Dört yıldır kimseyle görüşmemesinin, evliliği artık düşünmüyor oluşunun, hiçbir kadına farklı bir duygu hissedememesinin sebebi gerçekten de Sevgi değil miydi?

"Niye geldin ki..." diye öfkeyle soluyup küçülen sigarasını masanın ortasındaki küllüğe bastırdı. İki eliyle yüzünü ovuşturup ardından gergince saçlarını karıştırdı. Annesi hâlâ odadan çıkmamıştı. Bir yanı kızın kabul etmemesini dilerken diğer bir yanı Sevgi'nin son sözlerini ona yedirmek istiyordu. Neyi kanıtlamak istediğinden kendisi de emin değildi fakat allak bullak hissettiğinden son derece emindi.

Uzun bir süre bekledikten sonra diğer odadan kapı gıcırtısının sesi geldi. Hamza, az öncekinden daha büyük bir strese kapılarak beklemeye koyuldu. Annesi, mutfağa girdiğinde yüzünde durgun bir ifade vardı. Bu yüzden cevabın olumsuz olduğuna kanaat getirerek sırtını sandalyeye yasladı ve acele karar verdiği için büyük bir pişmanlık duydu. Yakınındaki sandalye çekilip de annesi yanına oturduğunda iç çekiş sesi doldurdu kulağını. Az sonra ise tahmin ettiğinin aksine bir şey duydu:

"Bayağı şaşırdı, oğlum. Hemen cevap veremedi. Onu rahatlatmaya çalıştım. Düşünecekmiş..."

***

Büşra, perdeyi aralayıp camdaki buğuyu eliyle temizledi. Yağmur damlalarının toprakla buluşma sahnesini izlerken kalbindeki endişe hâlâ taptazeydi. Oysa Aysel Teyze ile konuşalı saatler olmuş, hava kararmaya yüz tutmuştu. Yine de sanki az önce konuşmuş gibi heyecan duyuyor, ne düşünmesi gerektiğini bile tam anlamıyla kestiremiyordu. İnce uzun parmaklarıyla camın üzerinde birtakım daireler çizip derin bir nefes aldı. Erik ağacının çıplak dallarına, o dalların altındaki ıslak masa ve sandalyelere baktı.

Komiser Hamza'yı düşündü. Annesinin onun hakkında söylediklerini... Kendisine ansızın yapılan teklifi...

Bu teklifin, bir acıma duygusundan kaynaklandığını düşünse de; yaşlı kadın, sebebin bu olmadığını, Hamza'nın sırf acıdığı için evlenmeyi düşünmeyeceğini söylemişti. Bunu bilmek bile içini rahatlatmaya yetmiyordu. Henüz bir haftadır burada bulunuyordu. Issız bir yolun kenarından acınarak kurtarılmış ve bu eve getirilmişti. Ne adamın kalbinde kendisine karşı bir sevgi oluşabilirdi ne de kendi kalbinde bu teklife karşı bir heyecan uyanabilirdi.

Fakat yaşlı kadına ve o adama borçlu hissettiği için hemen reddedememişti de... Düşüneceğini söylemişti. Yirmi dokuz yaşında, biraz öfke problemi bulunan ama bunun yanısıra yufka bir yüreğe sahip olan, sevdi mi tam seven o adama ne cevap verecekti? Evet, yaşlı kadın oğlunu tam olarak bu vasıflarla tanımlamıştı. Büşra, ne aradaki dokuz yaş farka ne de adamın öfke problemlerine takılmıştı. Evlenmeyi bu zamana dek hiç düşünmemişti, doğrusu düşünecek fırsatı olmamıştı. Sadece annesinin dualarını anımsıyordu. Bu anımsayış; önceden düşünmemesine rağmen, evlenmek istediği kişide aradığı özelliklerin ne olduğuna dair ona az çok ipuçları veriyordu.

Namaz kılan, helale harama dikkat eden ve pek tabi eşine sadakatle bağlı olan bir eş... Düşününce; annesinin dualarına mukabil bir eş bu özellikleri haizdi. Kendisine teklifte bulunan adam ise dini olarak pek hassasiyet sahibi biri sayılmazdı. Bu kısa süre içerisinde elde ettiği izlenim, teklifine sıcak bakmasını engelliyordu.

Fakat ne yapacaktı? 

Sonsuza dek burada kalamazdı. O teklifi aldığı için artık istese bile burada rahat hissedemezdi. Gidecek olsa da yaşlı kadın izin vermiyor, güvende olacağını düşünene kadar burada kalmasını istiyordu.

Hızlanan yağmur damlaları, üst üste cama vurup telaşlı bir koşturmacayı andıran bir şekilde aşağı doğru süzülürken perdeyi örtüp yorgun bedenini koltuğa bıraktı.

"Ne yapacağım..." diye mırıldanıp parmaklarını stresle diz kapaklarının üzerinde gezdirdi. Siyah gözlerinde; bakanın hemen fark edebileceği o endişe, küçülmek şöyle dursun gittikçe büyüdü. Evi aydınlatan bir parıltının ardından gök, şiddetle gürüldedi. Büşra, irkilen bedenini koltuğa daha çok yaslayıp dizlerini karnına çekti. Çenesini diz kapaklarına dayayıp dalgın bir ruh hâliyle duvardaki gümüş renkli büyük saate baktı. Akşam ezanı okunmak üzereydi. Oda, ne tam karanlık ne de tam aydınlıktı. Yağmurlu havanın da etkisiyle iyice kasvete bürünen ruhu bu şekilde rahatlamayacaktı, biliyordu. Bu sebeple namazdan sonra uzun uzun dua etmeye karar verdi.

***

Yerde boylu boyuna yatan kadın cesedine son bir kez daha bakıp eve geldiklerinden beri ağlayan küçük çocuğa döndü. Dört yaşlarında görünen çocuk, kıvırcık saçlarını çekiştiriyor ve "anne" diye sayıklayarak bağırıyordu.

"Burada tutmayalım daha fazla. Dışarıda sorarız soracağımız şeyleri. Ama önce kendine gelsin biraz. Meyve suyu, kek falan verin. Sohbet etmeye çalışın, sakinleşsin."

"Tamam Komiserim." 

Çelik gövdeli tabancasını belindeki silah kılıfına hızlıca yerleştirirken olay yeri inceleme polisleri odanın içinde harıl harıl geziniyor ve delilleri tespit ediyorlardı. Mevkidaşı Murat, yanına gelip elini omzuna koyduğunda başını yan tarafa çevirdi. Korku dolu gözlerle kendilerine bakan kişi, silah sesini işitip şikayette bulunan üst komşudan başkası değildi.

"Ben sadece silah sesini duydum" dedi ses tonunu ayarlayamadan. "Korktum... kim yaptı diye inip bakamadım bile..."

"Seni suçlayan yok, sadece bildiklerini öğrenmek için çağırdık. Korkma..."

Yaşlı adam, bunu duyunca rahatlar gibi oldu. Hamza, adamın dazlak kafasındaki kocaman benden gözlerini çekip: "Bir husumetlisi falan var mıydı?" Diye sordu.

Yaşlı adam, başını iki yana sallayıp: "Kendi hâlinde yaşar giderdi" dedi. "Yeni taşınmışlardı buraya. Bir lokantada çalışıyordu. Sessiz sakin bir kadındı. Oğluna da kadının annesi bakıyordu. Bugün işe gitmemiş sanırım."

Hamza, Murat'a dönüp: "Eşinden ne zaman boşanmıştı?" Diye sorduğunda arkadaşı az önce komşulardan öğrendiği bilgileri tekrardan sıralamaya başladı:

"İki yıl önce boşanmışlar. Mahalleli onu birkaç kez bu eve girip çıkarken görmüş ama hiç kavgalarına şahit olmamışlar. Sessiz sakin bir adammış."

Dazlak kafalı yaşlı adam araya girerek: "Ben de hiç şahit olmadım" dedi. "Eli yüzü düzgün bir adama benziyordu."

Hamza, başını tekrar kadının bembeyaz kesilmiş minik yüzüne çevirdi. Bakışları aşağı doğru yönelip merminin delip geçtiği göğsü bulduğunda küçük çocuğun korku dolu gözlerini anımsadı. Acı dolu çığlıklar, kulağında yankılanmaya devam ediyordu.

***

Eve geldiğinde oldukça yorgundu. Genç kızın odasının lambası sönmüştü. Annesi ise tahmin ettiği üzere uyumamıştı. Kapının kilidini açar açmaz onunla karşı karşıya geldi. Gözleri mahmur mahmur bakıyordu.

"Oğlum... Demir kapının sesiyle uyandım. Geciktin bugün."

Hamza, siyah saçlarını karıştırıp: "Yoğunduk" dedi. "Başım çatlıyor."

Annesinin alnına hızlı bir öpücük bırakıp banyoya yönelirken adım sesleri ardı sıra yükselmeye devam etti. Elini yüzünü yıkarken ve havluyu asılı olduğu yerden çekip alırken annesinin hâlâ kendisini izlemekte olduğunu hissedip başını kaldırdı. Az önce o çehrede gördüğü mahmur ifade silinivermiş, güleç bir yüzle karşılaşmıştı. Buna sebep olan şeyi bilmediği için gayriihtiyari kaşlarını çattı.

"Hayrola, bu sevincini neye borçluyuz? Geç gelmeme değil herhalde."

Son cümlesini muzip bir sesle söyleyip yüzünü kuruladıktan sonra havluyu gelişigüzel askılığa bıraktı.

"Gel hele, sana diyeceklerim var!"

Hamza, kaşlarını çatıp annesinin heyecanlı adımlarla mutfağa girdiğini görünce aklına gelen ihtimal üzerine gerildi. Ceketini çıkarıp vestiyere astıktan sonra yeleğini ve silahını çıkarmakla uğraşmadan mutfağa girdi. Kapıyı örtüp annesinin neşeyle aydınlanan beyaz yüzüne baktı.

"Büşra..." dedi annesi, kabına sığmayan bir heyecanla. "Kabul etti oğlum!"

Hamza, dört gündür bir cevap alamadığı için artık reddedileceğine kesin olarak inanmıştı. Bu yüzden duyduğu habere ilk başta inanamadı. Çatık kaşları yumuşayıp havaya kalktı.

"Kabul mu etti?"

"Valla ben de bir an ümidimi kesmiştim oğlum. Ama kabul etti."

Hamza, sevindiğini söyleyemezdi. Fakat tuhaf bir biçimde üzülmemişti de. Sadece rahatsız edici bir duygunun baskısı altında: "Kabul etmek zorunda hissetti" diye bir tahminde bulundu. Aslında tamamen içinden geçenleri söylüyordu. Sesi sayıklar gibiydi. "Başka çaresi olmadığını düşündü belki de. İyi mi yaptık bilmiyorum..."

Annesi, onun tereddütlü sesinden endişe duymuş gibi telaşla: "Kafanda kurup durmasana oğlum!" Dediğinde Hamza sandalyeyi çekip oturdu ve alnını ovuşturup ofladı.

"Kurup durmak değil anne. Bana bir şey hissettiği için kabul etmiş olmayacağına göre; çaresizlikten kabul etti."

"Nereden biliyorsun bir şey hissetmediğini? Boy pos desen var oğlumda... yakışıklılık desen o da var. Tamam, biraz öfke problemin var ama merhametlisin de... O da bunları fark etmiştir elbet."

Hamza, alay eder gibi gülerek: "Annemden çok objektif yorumlar!" Diye söylendi. Ardından ciddi bir sesle: "Bilmiyorum" deyip tekrar kaşlarını çattı. "Sanki çaresizliğinden faydalanıyor gibi gözükmek istemiyorum."

"Oğlum, sen iyi misin? Ne faydalanması? Gönül eğlendirmek mi istedin? Evlenmek istedin. Hem öyle düşünse kız kabul etmezdi seni. Kaç kez sığınacak bir yeri olmamasına rağmen buradan gitmek istemedi mi? Evlenmeyi kabul ettiğine göre demek ki o da az ya da çok bir şeyler hissetmiş sana karşı..."

Hamza, kızı kurtardığı o geceyi anımsadı. Zifiri karanlıkta yolunu yitirmiş bir hayal gibi ürkek bakışlarla etrafına bakınan Büşra'yı uzun uzun düşündü. Beyaz yüzündeki dehşeti ve yorgunluğu, bayılıp çamurlaşan toprağa düştüğü o anı, yaptığı planların tek tek farklı bir yere doğru evrilişini... Şimdi evlenecek miydi?

İdrak edemiyor gibiydi. Sanki evliliği ve onun barındırdığı mânâları unutmuştu.

Bir öfkenin peşisıra yürürken kendini önünde bulduğu bu yol, nereye çıkacaktı? Kalbinde uğrun uğrun bir endişe kıpırdadı. Bir an; ben ne yaptım, diye söylendi içinden. Sanki şuurunu yeni yeni kazanıyor ve önündeki gerçekliği perdesiz bir şekilde ancak şimdi fark edebiliyordu.


***


Selamlar🌿

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin; arka planda büyük bir emek var🌺

Hem yeni bölüm yazmak için motivasyon kaynağı oluyor bu oy ve yorumlar🥰

Genel olarak kitap hakkındaki düşüncelerinizi de yazarsanız çok mutlu olurum.🫶🏻

Sevgilerimle🌿


Bölüm : 27.07.2024 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...