Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@birharfbekcisi

Aysel Teyze'nin verdiği hırkaya sarınmış bir hâlde otururken, algıları soğuğu bile hissetmeyecek kadar dış dünyaya kapalıydı. Hırkanın önünü sımsıkı tutmasının nedeni üşümesi değil, utancıydı. Sanki böyle yaparak gizleniyor, ellerini sıkarken endişe içeren duygularını da bastırıyordu.

Karşısındaki adamın bakışlarını yüzünde hissetmek, yanaklarında sıcak bir hissin yayılmasına sebep oldu. Masanın üzerinde bulunan çay dolu kupa bardağa ve bardağın üstünden yükselen buhara bakarken düşündüğü tek şey, nasıl bir yola girdiğiydi.

"Annem, komşulardan bazı şeyler duyunca etkilenmiş. Resmi nikaha kadar beklemeyelim diyor. Dini nikâh tarihini öne almak istedi. Sizinle konuşmadan ona cevap vermek istemedim."

Hamza'nın sesi, sanki uzak diyarlardan ve yabancı bir insanın dudakları arasından çıkıp boşlukta süzülüveriyordu. Büşra, uzun bir süre o sesteki mânâları yakalamaya çalıştı. En sonunda başarabildiğinde; haklarında çıkan muhtemel dedikoduları düşündü. Eğer evlilik konusu gündeme hiç gelmemiş olsaydı bu evde yaşayacağı son günler olacağını fark ederek irkildi. Hâlâ ara ara yalnız kaldığı takdirde başına gelebilecek muhtemel belaları düşünüp korkmaya devam ediyordu. Bunu bir türlü aşamamıştı. Belki de kendisine sunulan her teklife baş sallamak zorunda hissetmesinin sebebi de tam olarak buydu.

"Olur" dedi zorlukla çıkan bir sesle. "Kimse kötü düşünmesin... Sizi de zor durumda bırakmak istemem."

Bunu der demez karşısındaki adam sıkıntıyla iç çekti ve elini saçlarına götürüp stresle karıştırdı.

"Başkalarının fikrini değil, sizinkini soruyorum. Eğer gerçekten istiyorsanız..."

Telaşa bulanan bir sesle: "Sorun değil..." dedi. Ardından düzeltme gereği duyarak: "yani benim açımdan..." diye tereddütle tamamladı cümlesini. Çok geçmeden gözleri yeniden uzun bir dalgınlığın hüküm sürdüğü âlemleri seyredaldı. Bulunduğu yer; havadan dolayı kasvetli görünen şu bahçe, çıplak dalları salınan erik ağacının altı veya evleneceği adamın karşısı değildi artık. Kaygıları onu nereye sürüklerse oradaydı.

"Ne düşünüyorsunuz? Kaygılı gibisiniz..."

Hamza'nın durgun sesini işitince gözlerini onun traşlı beyaz yüzüne çevirdi. Siyah saçları dalga dalga alnına düşmüş, biçimli kalın kaşlarının altındaki ela gözleri hâlâ yüzünde mekik dokumaktaydı. Bu sebeple ona daha fazla bakamadan gözlerini tekrar sıcak çaya çevirdi. Adam, kendisine nazaran rahat sayılabilecek bir durumdaydı. Hem konuşmak hem de yüze bakmak konusunda kendisinden bir adım öndeydi. Büşra ise az önceki soruya cevap verirken, ses tonu dahi utancını ele vermeye yetiyordu:

"Hayatta bir şeyler çok hızlı değişebiliyor. Ben... İşlerin bu noktaya varacağını hiç tahmin etmemiştim... Yani... Biraz şaşkınım. Bir de gündemimde evlilik yoktu hiç. Afalladım galiba."

Kendisinden beklemediği bir açık yüreklilikle içindekileri döktüğünde adam bir süre sessiz kaldı. Hatta öyle ki Büşra, acaba yanlış bir şey mi söyledim, diye endişelendi. Oysa söyledikleri, hissettiklerinin ufacık bir parçası bile değildi. Evet, hissettiği şeyler daha girift, daha içinden çıkılmaz ve daha kelimeye dökülmesi güç şeylerdi. Onlarla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu.

"Ben de o yüzden biraz konuşmak, birbirimizi yakından tanımak iyi olur diye düşünmüştüm."

Adam, bunu dedikten sonra kendi önündeki bardağı alıp birkaç yudum çay içti. Büşra, içindeki cesaret kırıntısına tutunarak başını kaldırdığında ve adama baktığında bu sefer o gözlerin kendi üzerinde gezinmediğini fark ederek rahatladı. Hiç içmediği çaya uzanıp üşüdüğünü yeni fark ettiği elleriyle bardağı kavradı ve dudaklarına götürdü. Minik bir yudum alıp kuruyan dudaklarını ıslatmakla yetindi.

"Babam da polisti" diye bir anda söze girdi karşısındaki adam. Gözleri uzak bir yerlere dalıp gitti. Anlatacağı şeyler pek iç açıcı olmasa gerekti ki çehresinde koyu bir hüzün dalgalanıyordu.

"Ben altı-yedi yaşlarındayken bir çatışmada şehit oldu. Akrabalarımızın çoğu Amasya'da... O yüzden annem; tek başına hem annelik hem de babalık yaptı bana. Bu koca şehirde birbirimize sahip çıktık işte yıllar boyu..."

Büşra, bu samimi iç döküşlere karşın bir şeyler demek istedi. Fakat yapamadı. Acısını tüm çıplaklığıyla anlatan birine nasıl karşılık vermesi gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Zaten konuşmasına da gerek kalmadı. Hamza, anlatmaya devam etti:

"Bu mesleği de küçüklüğümden beri istiyordum. Ama annemi ikna edememiştim. Babamdan sonra istemedi polis olmamı. Bana da bir şey olursa yaşayamayacağını söyledi. Ben de hukuk okudum. Mezun olduktan sonra ise dayanamadım. Lisans mezunlarına yönelik komiser yardımcısı yetiştiren kurumun sınavları vardı. Onlara girdim gizlice. Kazandım da... Annem epey şaşırdı tabii... İlk başta kabul etmedi. Sonra baktı vazgeçmeyeceğim, en sonunda razı oldu. Bir yıl eğitim aldım Ankara'da. Ardından dört yıl komiser yardımcısı olarak görev yaptım. Sonra komiserliğe terfi ettim. Bir yıldır da Asayiş Şube'de görev yapıyorum."

Adamın cümlesi, gittikçe düşen bir ses tonuyla noktalanınca Büşra başını sallayıp: "Anladım..." diye mırıldandı. O esnada göz göze geldiler. Bu sefer sebebini bilmediği bir şekilde gözlerini ilk ayıran kişi olmaktan çekindi. Genel olarak bu adamın ve annesinin karşısında -onlara duyduğu minnet sebebiyle- bir çekingenlik duyduğunun farkındaydı. Sanki birtakım şeyleri sadece onları üzmemek için yapıyordu. Evlilik teklifini kabul etmek de buna dahil miydi, emin olamıyordu. Adama bakarken ne hissettiğini anlamaya çalıştı bu yüzden. Yabancı bir erkeğin yakınında olduğu için hissettiği o gergin duygulardan başkaca bir şey hissetmiyordu. Daha fazla bakamadı. Utanarak başını kucağına eğdi ve elleriyle oynamaya başladı. Sanki adamın bakışları, yüzüne değmiyor da batıyor gibiydi. Bir an önce eve geçmek istemesi sadece bu yüzdendi.

Hamza da sanki hissetmiş gibi: "İçeri geçelim" dedi. "Hava soğudu."

***

Tek yaptığı şey yüzüklere bakmaktı.

"İstediğini seç kızım" diyen sesi sanki işitmiyor, Hamza'nın kendisinden biraz uzakta durup rahat rahat seçmesi için ona alan tanımasını fark etmiyordu. Kuyumcu, vitrindeki yüzük dolu tepsilerden birini daha çıkarıp önüne koyunca ve: "Bunlar da 22 ayar" deyince daha çok utandı. İçinde taşıdığı o büyük ağlama isteği kendisini son derece zorlasa da mücadele etmeye devam etti. Yüzüklerden ince olanlarına uzandı elleri. İçinde bulunduğu an hemen sonlansın diye içlerinden bir tanesini hızlıca seçip aldı.

"Bu olabilir..." dedi yüzüğü yaşlı kadına gösterirken. Sesi oldukça cılız ve sevinçten uzaktı.

Kayınvalidesi olmaya üç hafta kadar kısa bir süre kalmış kadın: "Tektaşlara da bakalım" deyince yeni bir stresin içine yuvarlandı. Her şey öyle hızlı ilerliyordu ki bu hız içerisinde kendisini dinlemeye bile vakit bulamamıştı. Tek yaptığı şey Aysel Teyze'ye uyum sağlamaktı. O da; mahallede yanlış anlaşılmayı engellemek için bu evliliğin hemen olmasını istemişti. Büşra, hırçın bir dalganın sürüklediği incecik bir yaprak gibi hissediyordu kendini. Sanki sadece o akışa uyum sağlayan minik, iradesiz bir varlıktı.

Hamza'nın hislerinden haberdar olmasa da bazen kendi kaygılarını ve endişelerini onun yüzünde de okuyordu. Hatta bazen sesi bile yüreğine vesvese tohumları atmaya yetiyordu. Nişan, kına gibi merasimler istemediğini söylediğinde sesi oldukça soğuktu. Öyle ki Büşra, bir an için ürpermiş ve o sesteki soğukluğun sebebini kavramaya çalışmıştı. Aysel Teyze ise aralarının bozulmasından endişe eder gibi, yalnız kaldıkları bir zaman: "Hamza hiç sevmez öyle ortamları. Konu komşunun düğününe bile zorla götürürdüm onu" dediğinde rahatlamak yerine daha çok gerilmişti. Sanki o adamı tam olarak tanımadığı gerçeği ancak şimdi kafasına dank ediyordu. Bu yüzden derin bir korkunun kıskacında kıvranıp durmuştu günler boyu...

Kendisi unutsa bile; Hamza'nın annesi, ne alyansla tektaşı ne de mehir meselesini unutmuştu. Birikimleri olmuş olacak ki elini neye atsa hiç düşünmeden alacakmış gibi rahat alışveriş yapıyordu. Büşra, annesinin vefatından beridir alışkın olmadığı bu geniş gönüllülük karşısında nutkunun tutulduğunu hissetti. Kuyumcudan çıktıklarında o sıcak utanç, çehresini yakmaya devam ediyordu.

***

Hamza, en son eski nişanlısından ayrıldığı zaman bu kadar çok sigara tükettiğini anımsıyordu. Keskin ayazın iliklere işlediği bir gece vakti bahçede yürürken paketinde kalan son iki sigaraya bakıp iç çekti. Kendini dışarıya atış sebebi; artık o kızla aralarındaki bağın, yabancı bir erkekle yabancı bir kadının arasındaki bağdan çok daha ötelere taşınmış olmasıydı. Annesinin isteği olmuş, öğle vakti nikâhları kıyılmıştı. Resmiyete dökülen bir bağın kurulmasına da çok az bir vakit kalmıştı. Fakat sanki kalbinin üzerinde koca bir oyuk açılmıştı; koca bir boşluk... Her duygusu, o boşluktan içeri süzülüp kayboluveriyordu. Belki de bu yüzden kendisini hâlâ onun eşiymiş gibi hissedemiyor, herhangi bir yakınlık gösteremiyordu.

Sevgi'yle nişanlı olduğu dönemi düşündü. Aldatıldığını öğrenmeden öncelerini... Güzel bir rüyadan uyanmaktan korkar gibi onun yüzünü seyredip durduğu, daldığı fark edilince yanaklarını kavrayan ince uzun parmakları ve birbirine ulanan sevinçleri; hepsini ama hepsini hayalinde en baştan tekrar yaşadı. Kendini fazla kaptırırsa dudakları bu hayalle birlikte kıvrılır, kalbi deli atlar gibi koşturabilirdi. Fakat genç kızın kaldığı odanın perdesi aralandığında ve Büşra, sanki bunalmış gibi pencereyi açıp başını pencereden dışarı uzattığında o hayallere daha fazla kapılamadı. Masaya yaklaşıp iki parmağı arasında iyice küçülen sigarayı küllüğe bastırdı ve yakında resmi olarak da eşi olacak olan kızın ağlamaklı görünen beyaz yüzüne baktı. Aralarında gizli bir soğukluk vardı ve ikisi de bunu dile getirmekten çekiniyordu.

Hamza, ellerini cebine koyup sırtını erik ağacının iri gövdesine yaslarken; genç kız, onun varlığını fark ederek irkildi. Elini, göğsüne dek uzanan siyah yazmasına götürüp pencereden biraz uzaklaştı. Çok büyük bir hata yapmış gibi telaşla pencereyi kapatıp perdeyi çekti. Hamza, hâlâ gerçeklikle düş arasında; belirsiz bir çizgide durduğunu fark ederek yutkundu. Sanki yakında bambaşka bir hayata sahip olacak olan bir adam değildi de rutin bir görevi yerine getiriyordu. Sadece bu bile dehşete kapılması veya ne yaptığını sorgulaması için yeterli bir sebepti. Ancak tuhaf bir şekilde bunu dahi yapamıyordu. Düşüncelerinin odak noktası; Sevgi'nin son sözleriydi. Sürekli olarak içindeki bir ses eski nişanlısıyla konuşuyor ve ona: 'Bak' diyordu. 'Senden başka biriyle de kendime yeni bir hayat kurabiliyormuşum...'

Ellerini cebinden çekip sararmış kuru yaprakların üzerine basarken ayaklarının altından yükselen hışırtı seslerine kulak verdi. Büşra'nın korkuları devam ettiği için, evlendikten sonra burada kalacaklardı. Fakat henüz ne odasını boşaltmış ne de bir yatak odası takımı almak için harekete geçmişti. Şu sıralar annesi de sürekli ona vaktin daraldığını, alışverişe çıkmaları gerektiğini söylüyordu.

"Yakın zamanda birkaç mağazaya gitmeli' diye geçirdi içinden. Eve girerken yüreğini çepeçevre saran kasvetin baskısı altında yüzünü ovuşturdu.

***

Babasına doğru giderken korkuları uç uca eklenmiş ve bir dağ hâlini alıp üzerine çökmüştü. Yanında kayınvalidesi, önünde ise Allah katında eşi olan adam varken dahi korkuları yok olmuş değildi. Öylesine gizlenemiyordu ve hissettiklerini öylesine aşikar ediyordu ki dile getiremediği o sıkıntıyı yanıbaşındaki kadın ortaya çıkardı:

"Biz yanındayız, niye korkuyorsun kızım?"

Daldığı yerden başını kaldırıp yaşlı kadının yüzüne baktığında terleyen avcunu yeni aldıkları feracesine silerek iç çekti. Dikiz aynasından yüzüne bakan Hamza'yı bile fark etmeden başını camdan ötelere çevirdi. Evlerinin nerede olduğunu tarif ettiğinden beridir tek yaptığı şey derin bir suskunluğu büyütüp durmaktı. Neyse ki Hamza da Aysel Teyze de üzerine gitmeyip sessiz kalmayı tercih etmişti.

"Geldik mahalleye. Eviniz neredeydi tam olarak?"

Hamza'nın sorusu üzerine kaygı dolu kızarmış gözlerini camdan çekerek evin yolunu tarif etti. Tek katlı, duvarları sıvalı ve üzerlerine sprey boyalarla çeşitli yazılar yazılmış olan evin önüne geldiklerinde: "Burası" dedi.

Araba yavaşladı ve nihayet uygun bir yerde durdu. Hava soğuk olduğu için dışarıda kimsenin bulunmadığı bu soluk renkli mahalleye karşı, içinde çok kötü kavramlar barındıran hisler duydu. Kayınvalidesi: "Ben sizi burada bekliyorum" deyip yanındaki çantayı kucağına aldığında ona cevap veremeden aşağı indi. Hamza da arabadan inip büyük bir gürültüyle kapıyı örttüğünde mahalleyi gözleriyle şöyle bir taradı. Büşra; onun gözlerinde sorgulayıcı soğuk bir ifadeye rastladı. Adam, yanıbaşına gelip: "Korkmayın artık" dediğinde sesi güven vermek ister gibiydi.

Büşra, hırkasına sarınıp Hamza'nın ağır adımlarını takip ederken içinden dualar etmeye başladı. Biraz sonra önünde, dağı andıran bir heybetle duran adam, kapı ziline sabırsız bir şekilde basıp göz ucuyla kendisine baktı. O bakışın tesiriyle olsa gerek korkusu bir nebze azalır gibi oldu. Babası, böyle adamlardan çekinirdi.

"Çatladın mı be!" Diye söylene söylene kapıyı açan yaşlı adam, bir şeyler söylemek ister gibi öfkeyle dudaklarını aralamıştı fakat karşısında kızını ve kızının yanında da yabancı bir adamı görmek onu şaşırtmış olmalı ki söyleyeceği her şeyi yuttu. Büşra, kaşları çatılan babasının öfkesinden korkarak Hamza'ya biraz daha yaklaştığında aklına bir meta gibi satıldığı o an geliverdi. Üzerine sayılan paralar, kolundan tutup arabaya doğru sürüklenişi, bilmediği bir yere doğru götürüldüğü o kabus gibi an... Hepsi bir ur gibi büyüdü beyninde. Ağlamak istedi. Babası ise Hamza'yı bile görmemiş gibi salt bir öfkenin ardından seyrediyordu onu. Biraz sonra üzerine yürüyüp ellerini tehdit edercesine savurmaya başladı. Konuşmaya başlar başlamaz ağzından tükürükler savrulmuştu. Kendisini kaybetmiş gibi bağırıyordu.

"Babanı şikayet ettiğin yetmiyormuş gibi başımı yeni bir belaya sokmaya mı geldin uğursuz kah-"

Büşra öyle dehşete kapıldı ki dudaklarının arasından korku dolu bir çığlık yükselip yanındaki adamın koluna yapıştı. Bu zamana dek aralarına girmeyen Hamza, tam bu noktada müdahalede bulunup yaşlı adamın yakasından kavradı ve onu geriye doğru itip korkutucu bir sesle sözünü kesti:

"Hop hoop! İhtiyar mihtiyar dinlemem seni bayıltana kadar döverim ulan. Karım hakkında konuşurken o ağzını temizleyeceksin önce."

Büşra, ıslanan yanaklarını hırkasının yeniyle silerken duyduğu "karım" kelimesine karşın afalladı. Fakat bunun üzerinde durmaya takati olmadığı için sessiz sessiz ağlamaya devam etti.

"Karım mı?" Diye hayrete bulanan bir sesle ve dehşete bulanan gözlerle kendisine bakan yaşlı adama hiçbir şey demeden başını yere eğdi. Hamza, onu buraya babasıyla konuşturmak için getirmemişti. Hem bu zâlim adama göz dağı vermek hem de kimliğini, özel eşyalarını ve annesine dair hatıraları alması için başka bir çare bulunmadığından buraya getirilmişti. Esasında geldiğine pişman da sayılmazdı. Sadece yılların korkusu bir tortu gibi yüreğinde birikmişti. Ve durmadan o korkuya yeniliyordu.

Hamza, cüzdanını çıkarıp polis kartını bıyıkları sararmış yaşlı adama gösterdiğinde, Büşra, babasının yüzündeki ifadeyi merak ederek başını kaldırdı. Tahmin ettiği gibi epey korkmuşa benziyordu. Yutkunduktan sonra irileşen gözlerini Hamza'dan çekememiş ve titreyen bir sesle: "Siz..." deyivermişti. Ne olup bittiğini anlamayan, şaşkın ve korkak bir hâli vardı. Biraz sonra her şeyi öğrenecek ve korkusu kat ve kat artacaktı.

***

Büşra, koltuğun üzerindeki kimliğine, annesine dair hatıralara ve birkaç parça kıyafetine bakarken artık ağlayamıyordu bile. Sanki ağlamaktan gözyaşları kurumuştu. Kapısı iki kez tıklatılmasa ve Hamza'nın: "Girebilir miyim?" Diyen tok sesini işitmese bomboş gözlerle babasının evinden getirdiklerine bakmaya devam edecekti.

"Girin" dedi çatallaşan sesiyle. Oturuşunu düzeltip alnına dek inen eşarbını biraz geriye çekti.

Kapı açılıp da Hamza'nın iri bedeni içeri girdiğinde yüreğinde tuhaf bir heyecan duydu ve koltuğun üzerindeki eşyaları kenarda istifledi. Adam, kapıyı kapatıp yanına yaklaştıkça heyecanı gözle görülür derecede arttı. Yakınına bir yere oturduğunda ise kalbi göğüs kafesini zorlarcasına atmaya başladı.

"İyi misin?" Diye soran eşinin gözlerinde yorgun bir ifadeye rastlamıştı. Sesi, bu sefer soğuk değil, aksine şefkat doluydu. Nedense bu durum onu şaşırttı. Ve ilk defa "siz" diye değil de "sen" diye bir hitapla karşılaşmanın sebebini düşündü. Belki de Hamza, aralarındaki o sebepsiz soğukluğu kırmak istiyordu.

"Teşekkür ederim, iyiyim" diye mırıldanıp gözlerini adamdan çekti. Telaş dışında hiçbir mânâ barındırmayan bakışlarını odada gezdirip durdu öylece. Çehresine yeniden ardısıra oklar saplandı. Bu adamın bazen hiç çekinmeden tüm sırlarını okumaya yeltenirmiş gibi yüzüne bakması, onu bunaltıcı bir sıcağın tam ortasına bırakıyordu. İşte şimdi yine vücudu, hissettiği utançtan dolayı ısınmaya başlamıştı.

Hiç konuşmadan, kahır dolu bir sessizliği paylaşacaklarını bilseydi adamın bu odaya girmesini istemezdi. Gittikçe büyüyen, rahatsız edici bir kıvam alan, ellerini nereye koyacağı hususunda onu şaşırtan bu sessizliği parçalamanın bir yolu yok muydu? İnce parmakları alnıyla buluşup orayı gergince ovuşturunca adamın hâlâ kendisini izlediğini fark ediyor lakin hiçbir şey söyleyemiyordu.

Daha fazla direnemedi. İnatla kendisine bakmaya devam eden o adama, bir zorunluluğun gereğiymiş gibi gözlerini çevirdi. Bunu yaparken, koyulaşan bir çift gözün bakışlarını esir alacağını tahmin etmemişti. Onun beyaz tıraşlı yüzüne ilk defa bu kadar yakından bakıyordu ve ilk defa bir erkeğin yüzüne kendi ihtiyârıyla bu kadar uzun baktığını fark ediyordu. Belki de adamın, kendisine bakarken bile sanki bambaşka bir yere bakıyormuş gibi taşkın bir bilinçsizliği kuşandığını fark ettiği için gözlerini ondan hemen çekmemişti. Belki de bu sefer yaptığı tek şey; Hamza'ya baktığında ne hissedeceğini anlamak; eşi olduğunun idrakine varıp varmayacağını öğrenmekti. Fakat hissettiği utanç, ona şeffaf gözlerle bakmasına engel oluyordu.

Adam, yavaş yavaş dalgınlığından sıyrılır gibi olunca bu sefer o ela gözler bomboş değil de farklı bir mânâ ile bakmaya başladı. Büşra, tedirginlik izlerini yüzünden silememişti. Aksine; rahatsızca kıpırdanıp durması ve avuç içini eteğine silmekten vazgeçmemesi; onu daha çok ele vermişti.

Hamza: "Korkuyor musun?" Diye mırıldandığında yüzünün nasıl göründüğünü merak etti. Kendini bu kadar çabuk ele vermeyi istemiyordu. Ancak duygularını gizleyebilen bir yapısı yoktu. İnkâr etmedi, koca bir yalana sığınmadı. Ağlar gibi bir sesle: "Neyden korktuğumu bilmiyorum...." diye fısıldadı. Dudakları titredi, ellerini dolan gözlerine götürüp ağlamamak için üzerlerine bastırdı.

Bileklerinde sert ve soğuk ellerin varlığını hissedince ve elleri gözlerinden uzaklaştırılınca baştan aşağı ürperdiğini hissetti. Hatta öyle ki elinden gelse ondan kaçıp saklanır ve bir köşede içi rahatlayana dek ağlardı. Fakat zaten yeterince kaçtığı için yeni bir kaçışa cesaret edemedi. Eşi, bileklerini bırakmamıştı. Adamın tek istediği şey, görüş alanını açıp yüz yüze bakmak olmalıydı ki Büşra'nın korktuğu herhangi bir yakınlaşma meydana gelmedi. Zaten gerek bakışı gerek de sesi, duygusal bir bağ hisseden bir adamın bakışından ve sesinden epey uzaktı. Gözlerinde ve dudaklarında bir baba şefkati okunuyordu. Büşra ise buna sevinip sevinmemesi gerektiğinden bile tam olarak emin değildi.

Hamza: "Benden korkma..." derken, güven vermek isteyen bir hâli vardı.

"İncitmek için evlenmek istemedim seninle... Alışmak için zamana ihtiyaç duyduğunu biliyorum..."

Bunu dedikten sonra bileklerini kavrayan el gevşedi. Adam, ayağa kalkıp son bir kez kendisine baktı.

"İkimizin de zamana ihtiyacı var, Büşra... Doğru veya yanlış, bu yolu tercih ettik. Alışmaya çalışmaktan başka bir çaremiz yok artık..."


Loading...
0%