7. Bölüm

7. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Kendisini tebriğe gelenler, oradan oraya koşuşturan çocuklar, misafirlerle ilgilenirken oldukça telaşlı hareket eden kayınvalidesi; kısacası her detay onu boğan bir unsur olmaktan öteye gidemiyordu. Oysa işte evleniyordu. Resmi nikâhları kıyıldıktan sonra isteği üzerine kadınlar bir tarafta, erkekler bir tarafta otururken fonda slow bir müzik çalıyordu. Esasında bunu da istememişti lakin kayınvalidesi insanların yadırgamasından çekinerek en azından fonda bir müzik sesi olmasında diretmişti.

Büşra, hem evlendiği adamla hem de o adamın annesiyle aralarında derin bir uçurum olduğunu gün geçtikçe daha iyi fark ediyordu. Üstelik bununla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Her ne kadar kadın-erkek ayrı otursalar bile karşıdan bakan bir erkeğin göreceği bir konumda oldukları için beyaz elbisesinin üzerindeki feracesini çıkaramamıştı. Ve bu zamana değin aralarında hiçbir soğukluk olmayan Aysel Teyze, ilk defa kendisine gönül koymuş, gelinlik aldırmadığı gibi şimdi de elbisesini göstermiyor oluşuna sitem etmişti. Belki o sitemleri işittiğinde ağlamamak için kendini zor tuttuğu belli olmasa yaşlı kadın üzerine daha fazla gelecekti. Neyse ki titreyen dudakları ve dolan gözleri, başka bir yaralayıcı cümle duymasına engel olmuştu.

Davetliler tek tek gidip de salon adamakıllı boşalana dek, huzursuz bir hissin kucağında kıvranıp durdu. Nihayet koca salonda bir tek eşi, kayınvalidesi ve onların birkaç akrabası kaldığında rahat bir nefes aldı. Kalabalık dağılmasına rağmen o kalabalığın etkisiyle iyice ağırlaşan ve sıcaklayan havadan bir an önce kurtulup dışarıdaki soğuk havayı hissetmek için sabırsızlanıyordu.

Eşinin dayısı, amcası ve iki teyzesinin kendi aralarında konuşmalarını bir zorunluluğun gereği olarak hiç dahil olmadan dinledi. Hamza'ya bakmamak için özellikle direniyor; fakat nereye kadar kaçabileceğini kestiremiyordu.

"Yok yok, ben de sizinle geleyim Şerif. Fatma'ya biraz yardım ederim hem. Ne kadar zamandır gelmiyordum zaten..."

Kayınvalidesinin, kendisinden birkaç yaş küçük kardeşine hitaben söylediği bu cümleleri işittiğinde endişeleri katlanarak artmaya devam etti. Hamza'yla aralarında soğuk rüzgarlar eserken onunla baş başa kalmak düşüncesi kalbine ağır bir yük bırakıyordu. Göz ucuyla eşine baktığında onun da kendisinden farksız olduğunu fark etti. Rahatsız olmuş gibi kaşlarını çatmış ve kravatını gevşetip: "Biz de geliriz" diye bir teklif sunmuştu.

"Oğlum, yeni evlendin, saçmalama! Siz gelmiyorsunuz hiçbir yere. Hem ağır bir durumu yok yengenin."

Hamza, nefesini sıkıntıyla dışarı üflerken dağılmış siyah saçlarını karıştırıp sürekli yaptığı gibi cebinden sigara paketini çıkardı ve yanlarından uzaklaştı. Büşra ise her şeyi başa sarıp bu evlilik teklifini en baştan reddetmeyi istediğini dehşetle fark etti. Karakola ilk gittiği zamanlar aklına geliyor ve ta o zamanlar bu adamın peşinden gitmemesi gerektiğini şimdi içi acıya acıya fark ediyordu.

***

Yabancı ve korkunç bir cismi seyreder gibi yatak odasının eşyalarında gezinen gözleri, kan çanağına dönmüştü. Nikâh için giydiği -daha doğrusu zorla giydiği- bu beyaz elbisenin içinde boğuluyor gibi hissediyordu. Takat bulabildiğinde güçlükle ayağa kalkıp dolaptan temiz birkaç kıyafet, havlu ve bornoz çıkardı. Annesi gittiğinden beri evin bahçesinde sigara içen Hamza'yla karşılaşmaktan korkarak hızlı hızlı banyoya girdi. Yine aynı hızla duş alıp üzerindeki yüklerin bir kısmından kurtuldu.

Giyinip tekrar odaya girdiğinde eşini, üzerinde gömleği ve siyah kumaş pantolonu olduğu hâlde; kolunu gözlerinin üzerine kapatmış bir şekilde uzanırken gördü. Uyuyup uyumadığını bilmediği için temkinli davranarak kapıyı son derece dikkatle örttü. Başına örttüğü havluyu tutarken yere atılmış olan siyah cekete ve kravata bakıp ne yapacağını bilemeyerek öylece ayakta dikildi. Kapı zilleri ard arda büyük bir telaşla çalmasa ve Hamza, kolunu yüzünden çekip uyku mahmuru gözlerle etrafına bakınmasa ayakta hareketsizce dikilmeye devam edecekti. Kapının çalması, varlığının da hissedilmesine sebep oldu.

Hamza: "Kim bu ya?" Diye çatallaşan gergin sesiyle kendi kendine mırıldanırken göz göze geldiler. Adam, kendisini ilk defa pijamalarıyla ve tesettürsüz bir hâlde gördüğü için utanarak başındaki havludan elini çekti.

Hamza, şaşkınlığından sıyrılıp uzandığı yerden doğrulunca zilin üst üste çalıyor olmasına iyice öfkelenmiş gibiydi. Saçlarını karıştırıp hızlıca ayağa kalktı. Yanıbaşından bir rüzgâr gibi geçip kapıyı açtı ve ardında büyük bir gürültü bırakarak tekrar kapattı. Büşra, saçını sardığı havluyu çekip eşarbını giyinirken Hamza'nın gür sesini işitip irkildi.

"Sana bir daha karşıma çıkma demedim mi Sevgi!"

Eşarpların bulunduğu rafı kapatıp telaşla ayağa kalktı. Dolabın kapağını aralayıp içinden feracesini çıkardı ve hızlıca giyindi. Sesler gittikçe yükseliyor, Hamza, daha önce hiç şahit olmadığı kadar yüksek bir sesle bağırıyordu. Kapıya doğru yaklaşmışken: "Nerede o?" Diyen bir kadın sesi işitti. Ardından yatak odasının kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Karşısında; mavi gözleri şişmiş, kumral saçları epey dağılmış fakat buna rağmen güzelliğine gölge düşmemiş uzun boylu, genç bir kadın gördüğünde korkarak elini kalbine götürdü. Hamza, genç kadının arkasında, çehresi koyu bir öfkeyle gerilmiş hâlde dururken ne olup bittiğini anlayamadı.

Kendisine tiksinti duymuş gibi bakıp: "Bu mu?" Diye bağıran genç kadının kolundan tutup onu sarsan kişi Hamza'dan başkası değildi.

"Kadınsın diye incitmeyeyim diyorum ama defolup gitmezsen seni çok fena incitirim Sevgi! İçip içip kapıma dayanamazsın!"

Genç kadın, şuurunu yitirmiş gibi kolunu hışımla kurtarmaya çalışırken: "Onu sevmediğini biliyorum!" Diye tüm sesiyle bağırdı. "Beni unutmadığını biliyorum, her şeyi inadıma yaptın, sırf benden intikam almak için!"

Büşra, başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissederek Hamza'ya baktı. Çok kısa bir an çarpışan bakışları, ona bir şeyler anlatmaya yetmedi. Çünkü adam, gözlerini telaşla ondan kaçırmış ve kolunu tuttuğu genç kadını ardından sürükleyerek kapının önünden uzaklaşmıştı. Hıçkırık seslerine karışan: "Hâlâ beni seviyorsun Hamza" sözleri yabancı bir cisim gibi beynini tırmalarken zorlukla yutkunarak yatağın üzerine oturdu. Islak saçlarının sırtına doğru akmasını umursamadı. Eşarbını ve feracesini çıkarmadan, öylece yeri seyretti.

Şiddetli bir sesle kapanan kapının sesi kulağını doldurduğunda gözlerinin yandığını hissetti. Hamza'nın ve genç kadının sesleri artık işitilmiyordu. Ellerini yatağa bastırıp gözlerini sımsıkı yumdu. Kimsesizliğin acısını uzun bir zamanın ardından yeniden kalbinin en derininde hissederek sessiz sessiz ağlamaya başladı. Ağlarken omuzları ve göğsü sarsılıyor, dudaklarını ısırıp yatağın örtüsünü tüm gücüyle sıkmaya devam ediyordu.

Annesinin gülümseyen hayali gelip oturdu yanına. Ona sarılmak, göğsünde ağlamak, ellerini tutup sıcaklığını hissetmek istedi. Birlikte tesettüre girdikleri günü, üvey babasının o gün ilk kez annesine el kaldırışını, annesinin yanağında çıkan parmak izlerini düşündü. Önünde, geçmişe dair öyle çok pencere açıldı ki üşüdüğünü hissetti. Bu üşümek, keskin bir ayazda ilikleri sızlaya sızlaya titrerken, sarınacak bir hırka bile bulamamış gibi çaresiz hissettiriyordu. Sıktığı örtüyü bırakıp ellerini kızaran beyaz yanaklarına götürdü. İzlerini sildikçe yenileri eklenen gözyaşlarına ket vuramayacağını anlayınca yatak odasından çıkıp oturma odasına girdi. Sehpanın üzerindeki seccadeyi alıp yere serdi. Tesbihi ise bileğinden geçirip kararmaya yüz tuttuğu için son derece kasvetli görünen odada akşam namazını bekledi.

Yapayalnız kaldığı bu evde hüznünü büyütürken: "Neden kabul ettim..." diye mırıldandı. "Ben ne yaptım Allah'ım... Nasıl hiç düşünmeden karar verdim... Sadece çaresiz hissettiğim için... Buna değer miydi?"

İncitilmemek; sevmiyor ve sevilmiyor olmanın acısını onarabilme gücünü taşıyor muydu içinde? Eğer öyleyse Hamza, yakın sayılabilecek bir zamanda onu incitmeyeceğini taahhüt etmişti. Büşra, çok uzun bir süre bunun üzerine düşündü. Fakat avunmak için aradığı sebepler ona çok acınası geldi.

"Bunu kendime ben yaptım" diye mırıldanırken akşam ezanı okunmaya başladı. Müezzinin sesini işitince ağlaması şiddetlendi. Acı, bir kor hâlini alıp yüreğini yaktı. Namaz için ayağa kalkana dek ağladı. Derdini avuçları arasına alıp Allah'a gösterdi. "İşte bunlar ellerimle işlediklerim ve kendi kendime yaptıklarım" diye fısıldarken bu zamana dek yaşadığı her şeyin rüya olmasını ne kadar çok arzuladığını fark etti. Fakat gerçekti. En az hissettiği acı kadar gerçek...

Perdeleri kapatıp ışığı açtı. Dünyayı ve dünyaya dair kaygıları arkasına atmak isteyerek ellerini kaldırdı ve: "Allahuekber" dedi. Ömrü hüznün gölgesinde geçtiği için namaz onun sığındığı bir limandı. Eğilip secdeye gittiğinde sırtındaki dünyevî yükler teker teker yere düştü. Vücudunda hissettiği ürperti ve azalarındaki dinginlik; az önce yaşadığı ruhsal sarsıntıların yerini sekinete bıraktı.

Sünneti kılmaya başladığında anahtar sesini işitti. Eşinin geldiğini anladı. Acele etmeden aynı yavaşlıkla namaz kılarken Hamza'nın salona girip tekli koltuğa oturduğunu fark etti. Selam verene dek incinmiş kalbini sağlam tutmaya çalıştı. Namazı bitirdiğinde ve eşine bakmadan tesbihi eline alıp zikirlerini çekmeye başladığında Hamza'nın bakışlarının yüzünde gezindiğini hissediyordu. Yine de direnerek uzun bir süre ona bakmaktan özellikle kaçındı. Tesbihi kenara koyup seccadesinin üzerinden kalktığında Hamza da ayaklanmış ve karşısına geçip: "Ağladın mı sen?" Diye sormuştu.

Eline aldığı zümrüt yeşili seccadeyi katlarken yüzünü ondan başka her bir yere çevirerek iç çekti. Tesbihi de yerden çekip katladığı seccadeyle birlikte sehpanın üzerine koydu.

"Eski nişanlımdı... Şimdi hiçbir bağım yok. Muhtemelen evlendiğimi öğrenince kendini içkiye verip şuurunu kaybetti. Yoksa kapıya dayanıp evime izinsiz girmeye cesaret edemezdi."

Eşinin yaptığı açıklamaya karşı başını sallayıp: "Anladım..." diye mırıldandı. Halbuki anlamış değildi. Hamza'nın o kadına olan bakışını gördükten sonra kurduğu şu cümleyi anlamış olsa bile pek bir şey değişeceğini düşünmüyordu. İkili koltuğun kenarına geçip oturdu. Bu duruma canı yanması için onu sevmesi gerekmiyordu. Yanlış bir karar olsa da onunla evlenmeyi seçmişti. Ve şimdi eşi, kendisine daha önce hiç bakmadığı derin bir bakışla başka bir kadına bakabiliyordu. İşin acı tarafı ise o kadının eski nişanlısı olmasıydı. Eşi o kadına bakarken, Büşra, sanki geçmişten arta kalan duygu kırıntılarını gözleriyle görür gibi olmuştu. Üstelik onun öfke dolu sesine rağmen fark ettiği, dikkatli bakan birinin de kendisi gibi hemen fark edebileceği bir mânâ yüklüydü o bakışlarda. Tanımlayamıyor, adını bir türlü koyamıyordu. Ama bir şeyler vardı ve o şeylerin ne olduğunu tam olarak bilmemesinin bir önemi yoktu.

Ona bakmaktan hâlâ kaçınıyor, sanki baksa ağlayacak gibi tuhaf bir duygu hissediyordu. Adam, yanına gelip aralarında boşluk bırakmadan oturduğunda gerilerek koltuğun kenarını tuttu.

"Onu evine bıraktım sadece. Bu hâlde başına bir şey gelebilirdi. O yüzden geciktim."

Sanki tek yapabildiği şey buymuş gibi yine başını salladığında Hamza bu durumdan bıkmış gibi: "Yüzüme bakar mısın?" Deyiverdi. Sesi sabırsızdı ve biraz da sitem yüklüydü. Büşra, itiraz kabul etmez olan bu emre gönülsüzce uyarak yorgun gözlerini ona çevirdiğinde, adamın, çatık kaşlarının altından kızar gibi baktığını fark etti. Fakat öylesine bitkindi ki onun öfkesinden korkmadı bile.

"Oradan bakınca eşini aldatacak kadar alçak biri gibi mi duruyorum? Ne hissettiğini anlamadığımı mı sanıyorsun?"

Hamza'nın yüksek sesine karşılık: "Ben öyle bir şey söylemedim" diye mırıldandı. Ellerini, ağrımaya başlayan başına götürdü. Gözlerini tekrar ondan ayırırken tartışmaya mecâli olmadığını anlatmak istiyordu. Yine bir migren atağıyla karşı karşıya kalacağını sezerek yüzünü buruşturdu.

"Yüzünden ne hissettiğin anlaşılıyor. Bana tiksinerek bakıyorsun."

Başının sağ tarafını tutmaya devam ederken yalvarır gibi bir sesle: "Başım çok ağrıyor," dedi. "migrenim tuttu sanırım. Sonra konuşsak olur mu?"

Neyse ki eşi, beklemediği bir şekilde konuyu daha fazla uzatmadı. Ses tonunu yumuşatarak: "İlacın yok mu?" Diye sordu. Büşra, babasına gittiği gün, telaştan almayı unuttuğu en önemli şeylerden birinin ilaçları olduğunu yeni fark ediyordu.

"Vardı ama onları almayı unutmuşum..."

"İsmi neydi? Nöbetçi eczane bulup alayım. Kötü görünüyorsun."

Az önceki yükselen sesine karşılık gönül alır gibi şefkatle konuşması Büşra'nın gözünden kaçmadı. Hemen parlayıp hızlıca sönen bir öfkesi olduğunu fark etti.

Elini başından çekip: "Biraz dinlensem geçer inşallah" dediğinde Hamza ikna olmayarak: "İlaçlarının ismini söyler misin?" Diye inatla sormaya devam etti. Büşra, çarçabucak sönebilse de şu durumda onun öfkesine maruz kalmak istemediği için fazla direnemeyerek iki ilacın da isimlerini söyledi. Hamza, isimleri telefonuna kaydedip ayaklanınca ona bakıp: "Teşekkür ederim" diye mırıldandı.

"Dinlen sen, birazdan gelirim."

Adam, bunu söyleyip gittikten sonra Büşra yatak odasına geçip üzerindeki feraceyi çıkardı. Migreni tuttuğunda ışıktan rahatsızlık duyduğu için lambayı söndürüp pijamalarıyla birlikte yatağa girdi. Eşarbını çıkarırken nemli olan saçlarına dokunup: "Keşke banyodan çıkar çıkmaz kurutsaydım" diye kendi kendine söylendi. Yorganı üzerine çekip uzandığında başından gözlerine vuran ağrı sebebiyle müthiş bir acı duyarak kıvranmaya başladı. Hatta bir aralık ağlayıp başını tüm gücüyle sıktı. Bir yandan da dua ediyor; ilacın hemen gelmesi için sabırsızlanıyordu.

Nihayet kapısı iki kez tıklatıldığında Hamza'nın hemen gelmiş olmasına sevinerek: "Girebilirsin" dedi. Doğrulmaya mecâli olmadığı için tek yaptığı şey ağrıyan gözleriyle Hamza'yı takip etmekti. Adam, ışığı açtığında gözlerini kısıp yorganı başına kadar çekti.

"Işığı kapatır mısın? Çok rahatsız ediyor."

Ricası üzerine lamba tekrar sönünce başına çektiği yorganı tekrardan göğsüne kadar indirdi. Bir elinde ilaç poşeti, diğer elinde bir bardak su olduğu hâlde yanına yaklaşan eşinin yüzünde endişeli bir ifade vardı. Onun bu hâlini görünce: "Muhtemelen berbat görünüyorum" diye geçirdi içinden. Yine de aldırmadı, tek istediği şey ilacı içip bir nebze olsun rahatlamaktı.

Hamza, yatağın kenarına oturup bardağı komodinin üzerine bıraktığında o da iki elini yatağa bastırıp zorlukla doğruldu. Başının sağ kısmı zonkluyor, midesi sanki kusacakmış gibi bulanıyordu. Belki de bu yüzden adamın karşısında ev hâliyle ve tesettürsüz bir şekilde durmak bile onu utandırmadı. Tek istediği şey ağrının bir an önce dinmesiydi.

Adam, hapları çıkarıp suyla birlikte kendisine uzattığında koridor ışığının cılız bir şekilde aydınlattığı oda, duvarlarıyla birlikte üstüne üstüne geliyor gibiydi. Hapları alıp ağzına attıktan sonra suya uzanıp onu da hızlıca içti. Bardağı geri uzatırken teşekkür bile edemeden başını tekrar yastığa bıraktı. Hamza, ne yapacağını bilemez gibi önce elindeki boş bardağa sonra da kendisine baktı. Ardından: "Ben duş alayım" diye mırıldanarak dolabına yöneldi.

Büşra ise ilacın etki etmesini bekleyerek kıvranmaya devam etti. Biraz vakit geçtikten sonra eşi, nemli dağınık saçlarıyla içeri girmiş; koridordan gelen ışık, odayı biraz aydınlatıyor diye olacak ki oradaki lambayı söndürmemişti.

Üzerindeki yorgan havalandığında ve yatağın yanı Hamza'nın bedeniyle birlikte çöktüğünde bu sefer acısına rağmen utanarak yatağın ucuna kadar uzaklaştı.

"Ağrın geçti mi biraz?"

Kulağını dolduran durgun sese cevaben başını iki yana sallayıp: "Uzun sürecek gibi" diye fısıldadı. "İlaç biraz hafifletiyor; ancak öyle uyuyabiliyorum."

Hamza, sanki onu işitmemiş gibi: "Yere düşeceksin Büşra. Korkma, yemem seni." Deyip kolundan tutunca kendisini yatağın ortasında buldu. Hiçbir şey diyemeden gözlerini kapattı. Bu utanç verici durumu unutturmak ister gibi: "Alarm kurar mısın?" Diye yeni bir ricada bulundu. "Yatsı namazı için... Üç saat sonraya..."

Hamza, elini kendi yanındaki komodine uzatıp telefonunu aldı. O alarm kurarken, Büşra, gözlerini yumup uyumaya çalıştı. Eşi de olsa yeni evliydi ve aralarında aşılması zor uçurumlar vardı. Bu yüzden onun bu kadar yakınındayken uykuya dalmanın ne kadar zor olacağını tahmin edebiliyordu.


Bölüm : 31.07.2024 18:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...