8. Bölüm

8. Bölüm

Azize Nur
birharfbekcisi

Ona, herhangi bir kadına bakar gibi değil de karısına bakar gibi bakmak istedi. Sevgi'ye baktığında hissettiği duyguları kalbinin kuytu köşelerine uzanarak el yordamıyla aradı. Genç kızın uyurken bile çehresinden silinmeyen o gam yüklü ifadeye takıldı gözleri.

Su içip odasına döndükten sonra, kapıyı aralık bırakıp koridorun ışığının odaya süzülmesine izin vermişti. Şimdi ise sarı renkli ölgün ışık, karanlığı delip geçerek eşinin beyaz yüzünü aydınlatıyordu.

Büşra'ya karşı, onu kurtardığı gece yüreğinde beliren o acıma ve merhamet duygusunun ötesinde farklı bir his duymuyordu. Bir gizi arar gibi onun çehresine dikkatle bakmasının sebebi, sadece kalbini yoklamak mıydı, emin olamadı. Belki de yalnızca can sıkıntısı yahut pişmanlığının izlerini sürme isteğiydi.

Kalbinin kıyılarına sertçe vuran o dalgaların şiddetinden korunamadı. Ta ki genç kızın yüzündeki gam yüklü ifade daha çok derinleşene kadar... Kızın ince kaşları çatılmış, aralık olan dudakları birbirine kenetlenip başı tavana doğru çevrilmiş ve sonunda ıstırap çeker gibi inlemişti.

Hamza, onun kabus gördüğünü az sonra, kızın inlemeleri artınca anladı. Ne yapacağını bilemeyerek yerinden doğrulup bir elini yastığa dayayarak yeniden kızın yüzüne baktı. Tereddütle yıkanmış eli, kızın yüzüne yaklaştı. Sonra onu korkutacağı endişesiyle elini hızla geri çekip: "Büşra..." diye fısıldadı. Genç kızın ölgün aydınlıkta dahi görünen çillerinin üzerinde ve geniş alnında terler birikmişti. Hamza, uyanmak yerine sağa ve sola dönüp korkutucu bir şeyden kurtulmaya çalışır gibi çırpınan bedene yutkunarak baktı. Anlık bir kararla kızın omzuna dokunup az öncekinden daha yüksek bir sesle: "Büşra, uyan!" Dedi ve onu bu karanlık kabustan çekip çıkarmak istedi. Kız, acı bir çığlık atarak başını yastıktan kaldırdığında göğsü korkudan hızla inip kalkıyor; elleri, içinde bulunduğu durumun gerçekliğini kavramak ister gibi boynunda ve yüzünde geziniyordu. Hamza'nın varlığını hissettiğinde yeniden irkilip elini kalbinin üzerine bastırdı. Ardından adamın anlamadığı bir şeyler mırıldanıp gözlerini ondan kaçırdı ve başını öne eğip sessizce ağlamaya başladı.

Hamza, ne yapacağını şaşırmış gibi öylece kızın terli yüzüne ve birbirine dolanan siyah uzun saçlarına baktı. Sanki her bir zerresi korkudan nasibini almıştı. Hamza, gözlerini nereye çevirse o korkunun izlerini görüyordu. Artık eşi olan ve bu gerçeğe ne zaman alışacağını bilemese de tümüyle ilgisiz kalamayacağı genç kızın omzuna tereddütle dokundu.

"Kabus gördün sanırım..."

Başka bir şeyler daha diyecekti fakat kızın çehresine çivi gibi çakılan o korku; yapması gereken başka bir şeyi ona hatırlattı. Yorganı üzerinden tamamen çekerken derin bir nefes alıp: "Su getireyim" diye mırıldandı. Mutfağa gidip su doldururken ve bardağı odaya götürürken bir anlığına içinde bulunduğu durumun gerçekliğini sorguladı. Artık evli bir adamdı ve eşine gecenin bir vakti su götürüyordu. Oysa, daha çok yakın bir zamana kadar ona evleneceğini söyleseler kahkahalarla güler ve buna asla inanmazdı.

***

Geçmiş ve şimdi arasında amansız bir koşuşturma yaşadığı zihninin hâli dışarıya da yansıyordu. Mutfağın içinde ürkekçe gezinen bakışları, ara ara ne yapacağını bilemeyerek ileri ve geri doğru yürüyüp durması bu yansımaların sadece ufak bir kısmıydı. Omzunu kapının eşiğine dayayıp esneyen ve bir yandan da ellerini saçlarına daldırıp karıştıran Hamza'nın varlığını hissedince bir suç işlemiş gibi ayakları yere mıhlandı. Elindeki bıçağı ve domatesi arkasındaki tezgahın üzerine bırakıp: "Ben..." dedi sanki açıklama yapmak zorundaymış gibi. "Kahvaltı hazırlayacaktım ama dolapta pek bir şey yoktu. Ne yapacağımı bilemedim."

Buraya adımını attığı günden bu yana şu minnet duygusunu üzerinden atabilmiş değildi. Sanki bu insanların hizmetini görmek ve onları memnun etmek üzere kurgulanan bir hayatı yaşamak zorunda hissetmesi pek de normal sayılmazdı. Fakat bu duygu, gümrah bir suyun fışkırması gibi kalbinin içinden taşıp her zerresini kaplıyordu. Neredeyse somutlaşacak gibi olan o belirgin mahcubiyet, ne zamana kadar kendisine eşlik edecekti, emin değildi. Kimi zaman bunun farkına varmasa bile çoğu zaman farkındaydı. Ezik ve küçülmüş hissetmek, pişmanlığını artıran bir detayken; buna bir çare olmadığını söylemekten başka yapabildiği bir şey yoktu.

Evet, zamanı geri alamazdı. Artık evlenmişti. Düşünmesi gereken zaman dilimini çaresizliğine feda etmesi ona pahalıya mâl olmuştu. Belki de bir ömre...

Tam olarak hayatına vâkıf olmadığı, huyunu suyunu bilmediği ve hatta belki de geçmişe dair hasretlerini de bugüne değin taşıyıp getiren bir adamla evlenmişti. İki yabancıdan farksız olduğu, gözlerinde kendisine dair en ufak bir duygu kırıntısının bile bulunmadığı bir adamla... Esasında kendi kalbinde de o adama karşı bir kıpırtı yoktu. Fakat geçmişten getirdiği bir aşk yükü de yoktu. Hamza'nın eski nişanlısına bakarken gözlerinde beliren ifade, ona sayfalar dolusu girizgâh sunmuştu. Hatta öyle ki geri kalan sayfaları okumaya dahi hacet kalmamıştı. Sevmek, salt sevmek yetmez miydi? Hamza'nın eski nişanlısıyla ne yaşadığından, hatıraların kalbine ilmek ilmek hangi izleri işlediğinden ziyade sadece o kadını sevmesi; üstelik başka biriyle evlenmesine rağmen o sevginin devam etmesi her şeyi anlatmaya yetmez miydi? Büşra'ya yetmişti. Ve bu adama karşı minnet ve vefa dışında hiçbir duygu hissetmemesine rağmen sırf bu sebeplerden ötürü gittikçe ağırlaşan ve kalbine yük olan bir hüznü ağırlıyordu şimdilerde.

"Alışverişe çıkacaktım zaten bugün. Bir şey yapmak için uğraşma, dışarıda yeriz. Hazırlan istersen, çıkarız birazdan."

Hamza'nın, uyku mahmurluğuyla ağzından dökülen cümlelere karşı sadece başını sallayarak: "Tamam" dedi. Domatesi tekrar buzdolabına koyup bıçağı da yerine bıraktıktan sonra yatak odasına gidip kıyafetlerini hazırladı. Her birini düğünden birkaç hafta önce kayınvalidesiyle gittikleri mağazadan almışlardı. Hayatında ilk defa birden fazla feracesi, birden fazla elbisesi ve birden fazla eşarbı vardı. Bu çokluk, ona çocuksu bir neşe vermek yerine buruk bir duygu hissettirmişti. Belki de yokluğun içinde bulunduğu zamanlarda hidayetin nuruyla aydınlanan kalbinin o eski hâllerini özlediği içindi. Şimdi göz kamaştırıcı olan bu çokluk karşısında mânâ giydiremediği bir korku kol geziyordu yüreğinde.

Dünya, onu değiştirecek miydi?

Bir musibetin ardından kendini içinde bulunduğu bu evde; Mevlâ ile olan o kutsî bağına mukabil bir bağın sahibi olmayan eşi ve kayınvalidesinin yanında değişecek miydi? Yahut değişmemek için direnmeye güç yetirebilecek miydi?

Evet, onun nazarında Hamza da Aysel Teyze de iyi insanlardı. Cömert ve yardımseverdiler. Evlerini hiç tanımadıkları bir kıza açmışlar, aşlarını onunla üleşmişler ve nihayet ona bir yuva dahi olmuşlardı. Peki ya hayat sadece bunlardan mı ibaretti? Bu evde bulunduğu ilk günler Aysel Teyze her şeyi hoş görürken düğün gününden önce çatışan istekleri vâki olduğunda yüzünü buruşturmamış mıydı? "Ama gelenek..." diye söze girip hiç razı olmadığı şeyleri yapmasını istemiş ve bunda da ısrarcı olmamış mıydı? Yahut Hamza... Bir kez olsun onu abdest almak için kollarını sıyırırken ya da diz çöküp Kur'ân okurken görmüş değildi. Birbirine fersâh fersâh uzak olan iki hayat, hangi ortak noktada kesişecekti şimdi? Büşra, tüm bu zorlukların üstesinden nasıl gelecekti? Tüm bu sorulara henüz kendisi de tatmin edici bir cevap bulamamıştı. Üstelik her soru, onu bambaşka bir soru yumağının içine bırakıyordu.

Lacivert robalı feracesini ve siyah eşarbını giyinirken bile gayriihtiyari bir şekilde bunları düşündü. Hamza, uzun sayılabilecek bir sürenin ardından uykulu hâlinden eser kalmamış bir hâlde odaya girdiğinde Büşra, onun rahat hazırlanması için hırkasını da alarak odadan çıktı ve salona girdi.

Bir anda değişen hayatını seyretmek ister gibi koltuğa oturur oturmaz siyah gözleri boşluğa dalıverdi. İki elini dizlerinin üzerinde birleştirip sırtını hafifçe eğerken derin ve içli bir şekilde "âh" çekti. Sanki yılların yükü, yılların acısı ve ıstırabı bu tek "âh"ta toplanmıştı. Biri sesini duyacak olsa; onulmaz bir yarayı yahut çare bulamadığı bir derdi taşıdığına hükmedebilirdi. Neyse ki hiçbir insana ulaşmadı sesi. Dile dökemediği için epey muzdarip olduğu o girift sıkıntıyı, çoğu zaman yaptığı gibi içine gömdü ve beklemeye devam etti.

Hamza, kapının önünde belirince ince bir hayal gibi yerinden kalkıp arkasından yürümeye koyuldu. Evden çıktıklarında ve arabanın önüne geldiklerinde Büşra, sanki bundan başka bir seçeneği yokmuş gibi arka kapının önünde dikildi. Hamza, arabanın kilidini açar açmaz o, arka kapıyı açarak fazlalık görmekten kaçınamadığı varlığını koltuğa bıraktı.

Biraz sonra uzayıp duran, uzadıkça ona geçmişe dair çeşitli pencereler açan ve yüreğini üşüten bir yolculuk başladı. O karanlık ve ürkütücü yolda yanıbaşında bu araba belirdiğinde aklına ilk gelen ihtimaller arasında bu adamın kendisine bir zarar vereceğiydi. Kaçacak hiçbir yeri kalmamış ve sığınacak güvenli bir alan bulamamış birinin çaresizliğini hissederek arabanın farları gözünü aldığında sırtından soğuk bir his akıp gitmişti. Sanki o gün, yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen onu ayakta tutan o gücü dahi kaybedecekti. Fakat Büşra, gücünü kaybetmekten de öte, mânâsını kaybetmekten korkuyordu. O mânâyı bulalı üç yıl kadar olmuştu. Henüz çok taze, henüz çok yeniydi bu yolculuğu. Ve yolun başında sayılabileceği bir noktada dururken inancının sarsılmasından veya onu tamamen yitirecek bir imtihan yaşamaktan korkuyordu. O gece yüreğinden fışkırıp gözlerinden yaş, dudaklarından ise inleme olarak dökülen o duaların tek sebebi işte buydu. "Ben güçsüzüm Rabbim," diyordu hâl dili. "Ve daha fazlasına takat getirememekten çok korkuyorum..."

Sanki borçlu olduğu birine bakar gibi mahcubiyet hisleriyle dolan gözlerini dikiz aynasına çevirdiğinde; Hamza'nın, yeşili bol ela gözlerinde bir süre oyalandı bakışları. Biraz fazla oyalanmış olacak ki Hamza dahi o bakışları hissederek aynaya yansıyan bir çift siyah göze şaşırarak baktı. Büşra, bedenini bir ateş sarmalının ortasına bırakan o utanca sarılarak alelacele gözlerini aynadan çektiğinde ne yapacağını bilemeyerek zorlukla yutkundu. Yerinde huzursuzca kıpırdanarak camın ötesinde akan hayatı seyretti. Okula giden öğrencileri, dükkanlarını açan esnafı ve işlerine yetişmeye çalışan telaşlı birkaç memuru; hayatlarını okumaya çalışır gibi dikkatli bir biçimde izledi.

Araba, mütevazı bir kahvaltı mekanının yakınlarında durduğunda Hamza'nın: "Çok acıktım" diyen sesini işitti. Büşra, hırkasını alıp aşağı inerken Hamza, aralarında süregelen o soğuk ve biçimsiz sessizlikten kurtulmak ister gibi: "Buranın kahvaltısı çok güzel oluyor." Dedi. Sesi, beklemediği kadar neşeliydi. "Bakalım beğenecek misin sen de..."

Büşra, onun neşesini, birazdan karnını doyuracak olmasına bağlayarak peşisıra yürürken bu utançtan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı. Mayıştıran bir sıcaklık veren klimanın yakınlarına, cam kenarında bir yere oturduklarında Büşra, bulunduğu yer bir kahvaltı mekanı olmasına rağmen, sabahın erken saatlerinde bu denli dolu olmasına şaşırmadan edemedi. Lisedeki arkadaşlarıyla birkaç kere cafeye gitmiş olsa da böyle yerlere pek alışkın değildi. Bu yüzden o gerginliği üzerinden tam mânâsıyla atamıyordu.

Neyse ki Hamza, kendisini zorda bırakmayarak yanıbaşlarına gelen genç garsona iki kişilik klasik kahvaltı tabağı hazırlamalarını rica ederek onu büyük bir yükün altına girmekten korudu. Uzun bir süre her ikisi de camdan dışarıya, arabaların geçtiği yola bakarak derin bir sükûtu ağırladılar. Hep sessiz geçecek sandığı bekleyiş, birkaç dakikanın ardından Hamza'nın sorusuyla birlikte son buldu:

"Baş ağrın geçti mi?"

Büşra, dün gece birkaç saat devam eden, hatta ara ara onu uykusundan uyandıran ağrısını düşününce yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutarak: "Geçti çok şükür" diye mırıldandı. "İlaç olmasaydı daha uzun sürebilirdi. Teşekkür ederim..."

Hamza, belli belirsiz tebessüm edip başını tekrar cama çevirdiğinde Büşra utana sıkıla: "Şey" diye beceriksiz olduğunu düşündüğü bir giriş yaparak sormak istediği sorunun etrafında dönüp durdu. "Birkaç gündür aklımdaydı da... sormaya fırsat bulamadım. Mahkeme tarihi belirlendi mi? Ya da... Ne zaman belirlenir?"

Hamza, başını camdan kendisine çevirdiğinde ve: "Karakola-" diye söze girdiğinde garson, elindeki iki tepsiyi ustaca tutarak yanlarına yaklaştı. Hamza, sözünü tamamlamadan önce, garsonun tepsileri masaya bırakmasını bekledi.

"Başka bir isteğiniz var mı?" Diye soran gence: "Hayır, sağ olun" Diye cevap verip tekrar Büşra'nın merak kırıntılarıyla dolu çehresine baktı. Masanın ortasındaki kasenin içinden kâğıda sarılı küp şekerler bulunuyordu. Hamza, bir tane şeker alıp kâğıdını yırtarken sorusunu cevapladı:

"Karakola bir tek e-postanı verebilmişsin ama ben birkaç hafta önce bizim ev adresini ve kendi iletişim bilgilerimi de verdim. Ceza davası açılması bazen uzun sürebiliyor, önceden de dediğim gibi... Bence en az 5-6 ay sürer. Sonra bize tebligat yapılır duruşma tarihi."

Büşra, kalbinin kuytu köşelerinde saklanan o tedirginliği yeniden hissederek başını salladı. Üvey babasıyla karşı karşıya gelmeye cesareti yoktu. Adeta bir metâ gibi satıldığı o adamı görmeye ise bir nebze dahi tahammülü kalmamıştı. Hamza, çayına şeker katıp karıştırırken ve çatalını alıp iştahlı bir şekilde omletinden yemeye başlarken Büşra, ne çayına ne de önündeki kahvaltılıklara el sürdü. Yalnızca mahkeme anını ve onlarla karşılaşacağı zaman dilimini düşünüp dehşete uğradı. Dışarıdan bakan birinin dahi hissedebileceği kadar yüzü gölgelenmiş olmalı ki Hamza, elindeki çatalı bırakıp: "Korkuyor musun?" Diye sorduğunda şaşırmadan edemedi. Duyguları bu denli aşikar olduğu için utandı. Eğdiği başını kaldırıp iç çekti.

"Onlarla karşılaştığımda ne hissedeceğimi bilmiyorum. Korkuyorum ama ne için... galiba tam olarak ben de bilmiyorum."

"İstersen bir avukat tutalım. Seni temsilen duruşmaya o katılsın. Mahkemeye gitmek zorunda değilsin, böyle bir hakkın da var."

Büşra, gözlerinde beliren parıltı ve dudaklarında açılan o tebessüm çiçeğine engel olamayarak saf bir heyecanla: "Gerçekten mi?" Diye soruverdi. Hamza, çayından büyük bir yudum aldıktan sonra ciddiyetle başını sallayıp: "Evet, gelmek zorunda değilsin" dedi. "Kendini üzme boşu boşuna. Avukat tutarız."

Büşra, içi bir nebze olsun rahatlayınca sırtını sandalyeye yaslayıp: "Her şey için çok teşekkür ederim" dedi. Hamza, ağzındaki lokmayı bitirmeye çalışırken gülmesini bastıramayarak başını iki yana salladı.

"Sen başka bir cümle bilmez misin Büşra? Teşekkür edip durmana gerek yok."

Hamza'nın bir miktar alay barındıran sesine karşılık ne diyeceğini bilemeyerek hiç dokunmadığı tabaklara ve ılımaya başlayan çayına baktı.

"Yesene, daha sana telefon almaya gideceğiz. Bugün çok işimiz var."

Büşra, yeni bir şaşkınlığın kucağına düşerken, irileşen gözlerini Hamza'nın sakince yemeğine odaklanan gözlerine çevirdi. Sanki hâlâ bu adam ona yabancıydı ve onun için yaptığı her şey sırtına koca koca yükler bırakıyordu. Minnet yükleri...

***

Hamza'nın alay edeceğinden kuşku duymasa odadan çıkıp bahçeye gider ve karşısına geçip ona bugün için teşekkür ederdi. Elindeki telefona, yatağın üzerindeki sim kart paketinin üzerinde yazan telefon numarasına ve nihayet tül perdenin ardından görünen Hamza'nın gülen yüzüne baktı. Telefonu omzuyla kulağı arasına sıkıştırıp gülerek konuşan eşini seyretti bir süre. Bahçeye çıktığından beri sigara içen ve ara ara da kahvesini yudumlayarak keyifli bir yüz ifadesiyle telefonla konuşan bu adamı hâlâ tam olarak anlayabilmiş değildi. Burada geçirdiği kısa bir zamanın ardından kendisiyle evlenmek istemişti. Yolda rastladığı, bir iyilik nevinden onu evine aldığı ve çok kısa bir sürede çok kısıtlı bir şekilde tanımış olduğu kimsesiz bir kızı üstelik... Nedense acınası bir durumda hissetti. Hamza'nın eski nişanlısının söylediği cümleler beyninin içinde bir ur gibi büyüyor, yapış yapış bir kıvam alıp onu müthiş bir rahatsızlık içinde kıvrandırıyordu.

Hamza'nın bakışlarından, Sevgi'yi hâlâ çok sevdiği oldukça bariz bir şekilde belli olduğu için onua neden ayrıldıklarını merak ediyordu. Merak ettiği tek şey bu da değildi. Hamza, gerçekten de o kadına inat olsun diye mi kendisiyle evlenmişti? Ona en çok acınası hissettiren ve gururunu inciten şey de işte buydu. Belki de hâlâ eşi gibi hissedememesinin, sürekli olarak minnet altında kıvranmasının sebebi tam olarak buydu. Evlendiği adamın kalbinde olmadığı sürece evinde eşi olarak bulunmasının ne önemi vardı?

Bu düşünce için kendine kızarak gözlerini Hamza'dan hızla ayırdı. Kendi kalbinde adama yer ayırabilmiş değilken onun kalbinde bir yer edinebilme arzusu ona acınası bir şekilde gülünç geldi. Fakat eşinin, başka bir kadına duyguları varken bundan öte bir şeyler hissetmek ona muhal geliyordu. Ne yaparsa yapsın aynı noktaya varacak, ne kadar kaçarsa kaçsın kendini yine o gülünç hissettiği durumun eşiğinde bulacaktı.

Telefonu, sim kart paketini ve faturaları toparlayıp hepsini aynalı şifonyerin ilk çekmecesine koydu. Üzerini değiştirip mutfağa geçti ve Hamza'yla birlikte marketten ve manavdan aldıkları yiyecekleri buzdolabına ve erzak dolabına yerleştirdi. İşi bittikten sonra tavuğu çıkarıp ince ince dilimlemeye başladı. Hamza'nın sevdiği yemekleri pek fazla bilmiyordu fakat iştahının yerinde olduğunu biliyordu. Bu yüzden tavuğun yanısıra bulgur pilavı ve salata da yaptı. Tüm bu işleri yaparken Hamza'nın içeri girdiğini, banyoya geçip duş aldığını, ardından televizyonu açıp haberleri seyrettiğini kulağına ulaşan seslerden anladı.

Yemek yapmayı bitirdiğinde ikindi ezanı okundu. Ellerini yıkayıp banyoya geçti. Abdest alıp yatak odasına attı kendini. Odanın bir köşesine seccadesini serip namaz kıldı. Namazdan sonra duasının büyük bir kısmını Hamza'ya ayırdı. Ona olan borcunu maddi olarak ödemesini mümkün görmüyordu. Ancak dua ederek o ezici minnetin altından kalkabileceğini düşünüyordu. Dua ettikten sonra bir müddet daha seccadesinin üzerinde kalıp dalgın dalgın boş bahçeyi seyretti. Yağmur, hafif hafif çiseliyor; erik ağacının çıplak dalları rüzgârın etkisiyle ağır ağır salınıyordu. Tabiatın bu ahenkli devinimi içerisinde yitip gidebilirdi fakat Hamza'nın acıkmış olabileceğini düşünerek yerinden doğruldu. Seccadesini katlayıp mutfağa geçti. Yemek hazırlarken bile bunaltıcı düşüncelerinin esaretinden kurtulamadı. Sanki ne yaparsa yapsın bu duygu ve düşünceler ona uzun bir süre eşlik etmeye devam edecekti. Alışmanın başka hiçbir yolu yok gibiydi.

 

Bölüm : 19.08.2024 14:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...