Selamun aleyküm.
Uzun bir bölümle geldim. Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Hikâye hakkındaki görüşlerinizi merak ediyorum. Bu arada uygulama güncellenmiş sanki. Size yeni bölüm bildirimi geldi mi bu sefer? Merak ettim.
Keyifli okumalar💜
***
Kayınvalidesinin memleketten dönerken getirdiği şeylere hem büyük bir şaşkınlıkla hem de yakıcı bir utançla bakıp zorlukla yutkundu. Neyse ki Hamza yoktu ve tüm bu utanç verici anlara şahit olmamıştı.
"Yüzün kızardı hemen. Sen benim kızım sayılırsın. Niye utanıyorsun? Eşinin yanında giyeceksin, benim yanımda değil ya..."
Kendisine alınan hediyelerin içinde sadece açık seçik kıyafetler bulunduğu için utançtan başka bir duygu hissedemeyerek: "Anne..." dedi titreyen sesiyle. Aysel Teyze çok istediği için bu hitâbı kullansa da onun bir anne şefkatiyle kendisine yaklaştığını inkâr edemezdi. Sadece yaşlı kadın, fazla açık sözlüydü ve bu da ara ara çatışma yaşamalarına sebep oluyordu.
"Keşke almasaydın bunları. Hem... hiçbirini giyemem ki..."
Kıyafetlere bakmaya bile utanırken kayınvalidesinin onları tutup kaldırması ve değerli bir nesneye bakar gibi evirip çevirip dikkatle incelemesi onu yerin dibine sokuyordu.
"Kızım, kocan değil mi artık Hamza? Onun yanında da hep böyle giyinmiyorsun değil mi? Yüreğime indirme benim."
Büşra, Hamza ile iyi anlaşan iki arkadaş gibi olduklarını söylemeden gözlerini kayınvalidesinden kaçırdı ve derin bir nefes aldı. Terleyen avcunu elbisesine silip: "Ben bulaşıkları makineye yerleştireyim" dedi kaçmak ister gibi. Fakat kayınvalidesi kolundan tutarak onun gitmesine engel oldu.
"Büşra... Dur bakayım, yoksa siz kavga falan mı ettiniz?"
Kayınvalidesinin endişe yüklü, sorgulayan sesine karşılık telaşla: "Hayır," dedi. "Kavga etmedik anne."
"Hamza, alelacele benim dönmemi istedi. Üç gün daha izni olmasına rağmen işe gitti. Yeni evlisiniz, bunlar bana normal gelmedi. Bir sıkıntı varsa bana anlat kızım. Yoksa kafamda kurup dururum valla gün boyu."
Büşra, yaşlı kadının inatçı ellerinden kurtulamayacağını anlayınca ağlama isteğini bastırarak yeniden koltuğa oturdu ve açıklama yapmaya çalıştı:
"Önemli bir operasyon varmış. Başkomiseri çağırmış o yüzden. Şu sıralar eve geç gelebileceğini söyledi. Ben tek başıma korkarım diye seni çağırdı. Gerçekten... kavga etmedik anne."
Çehresinde gezinen sorgulayıcı bakışlar, ikna olmamış gibi gözlerinde sabitlendi.
"Peki niye birbirinizden kaçıp duruyorsunuz. Fark etmedim mi sanıyorsunuz kızım? Sanki zorla evlendirmişler sizi, birbirinize bakmıyorsunuz bile."
"Evliliğe alışmaya çalışıyoruz anne. Gerçekten aramızda kötü bir şey olmadı..."
"O zaman niye eşinin yanında süslenmekten çekiniyorsun? Sanki yabancı bir adamın yanında giy demişim gibi tepki verdin elbiseleri görünce..."
Kolay kolay kapanmayacak gibi duran bu konudan iyice bunalarak: "Böyle şeyleri konuşmaktan utanıyorum" deyiverdi. "Her şey birden oldu... Belki de o yüzden... Alışmaya çalışıyorum. Beni mazur görsen anne?"
"Kızım, ben sizin için çırpınıyorum. Dışarıda nasıl kadınlar görüyor bu adam. Eve gelince seni güzel, alımlı görmesi hakkı değil mi? Hem ne güzel kızsın ama sürekli eşinin yanında böyle özensiz durman doğru değil. O Sevgi denen eski nişanlısı çok şirret bir kız. Hamza'nın peşini bırakmadı hiç. Aklını çelmesinden korkuyorum. Sen bilmezsin; makyajına, süsüne püsüne, giyimine çok dikkat ederdi Sevgi. Tamam, oğlumdan eminim ama o kızdan korkuyorum, Büşra... Sen de en azından baş başayken giyimine özen göster. Başını kapatıp durma onun yanında. Biraz makyaj yap, ne bileyim süslen işte. Bak ne güzel elbiseler aldım, bunları giyin onun yanında. Gencecik kızsın, altmış yaşında kadından bu nasihatleri işitmene gerek bile yok. Benden daha iyi bilirsin sen. Ama vallahi korkuyorum o kızdan, sen tanımıyorsun Sevgi'yi..."
Büşra, geçiştirmek ister gibi elbiseleri hızlıca poşete doldurup: "Lütfen kendini bu kadar korkutma" dedi. "Ben bunları dolaba koyup etrafı süpüreyim."
Kayınvalidesi, elbiseleri dolaba yerleştireceğini duyunca yer yer kırışan beyaz yüzü daha bir aydınlandı. Başka bir şey daha diyecek gibi oldu fakat Büşra bunu hisseder hissetmez hızlıca ayaklandı. Koşar adımlarla odasına gidip kapıyı kapattı. Neden bilmiyordu ama Aysel Teyze'nin son söylediği şeyler yüreğine kesif bir acının oturmasına sebep olmuştu. Elbiseleri poşetiyle birlikte gelişigüzel bir şekilde dolaba sıkıştırıp yatağa oturduğunda elleri gayriihtiyari bir dokunuşla örtüyü sıktı.
Hangi birine dertleneceğini bilemediği bir sürü sıkıntıyı ağırladı yüreği. Şüphe uyandırmamak için odadan çıkıp kollarını sıyırdı. Akşama kadar sürecek olan dip köşe bir temizlik için hazırlandı. Kayınvalidesinin benzer konular açmasından çekinerek mütemadiyen oradan oraya koşturup durdu. Akşama doğru epey yorulmuştu.
Bitkin bedenine iyi gelecek olan şey sıcak bir duştu. Bu yüzden odasına geçip kıyafetlerini hazırladıktan sonra banyoya girdi. Akşam vakitleri olunca içinde devinen o gergin his gittikçe kavi bir hâl alıyor ve onu çıkmaz bir sokağa sürüklüyordu.
***
Dar sokakların, ayakta zar zor duran birbirine yaslanmış yorgun ve köhne binaların önünden geçerken; ekip arkadaşlarının kendi aralarındaki konuşmalarını dinlemedi bile. Daha çok, bu işi bu gece halledip halledemeyeceklerini düşünüyordu.
Araç, sokağın bitiminde bulunan, üzerinde sprey boyayla bir sürü küfür yazılmış olan bir binanın önüne geldiğinde duraksadı. Pantolonunun kemerindeki kılıfa telsizini yerleştirdikten sonra belindeki tabancanın soğuk gövdesine dokunarak aşağı indi. Ekibe liderlik eden komiser, binanın açık olan dış kapısına doğru elini uzattıktan sonra baş işareti yaptı.
Hamza, birkaç arkadaşıyla birlikte önden yürümeye başladı. Yoğun bir rutubet kokusuyla dolu pis binanın içine girer girmez tabancasını çıkarıp sessiz adımlarla ilerledi. Titrek ve cılız bir şekilde yanan sensörlü lamba, binanın içindeki kasveti artıran bir detaydı.
Aynı sessizlikle alt kata indiklerinde, Hamza, iki arkadaşıyla birlikte duvarın sağ yanına yaslanıp operasyon uzmanının kapıyı kırmak için öne geçmesini seyretti. Biraz sonra ekibe liderlik eden komiser gelip de: "Kır" diye mırıldanınca polis, iri bedenini daha da heybetli gösteren ağır koçbaşını iki defa kapıya vurdu. Çelik kapı, o son büyük darbeyi yer yermez büyük bir gürültü ile açıldı. Ekibe liderlik eden komiser, Hamza ve beraberindeki diğer polis memurları içeri girer girmez burunlarına mide bulandırıcı bir koku doldu.
Bu küçük dairenin izbe odasına girmeden önce Hamza, göz ucuyla içeriye baktı. Gördüğü manzara karşısında neredeyse kendini tutamayıp bir küfür mırıldanacaktı.
"Yoklar..."
"Diğer odaya da bakın! Mutfağa, banyoya, her deliğe!"
Hamza, diğer odaya yönelirken, arkadaşı mutfağa, diğer iki polis memuru ise banyoya yöneldi. Fakat daire bomboştu.
"Muhtemelen baskın yiyeceklerinden haberdar olup kaçtılar..."
"Belli ki son anda kaçmışlar. Her şeyi burada bıraktıklarına göre."
Hamza, tabancasını kılıfa yerleştirirken göz ucuyla salonun ortasındaki sehpayı gösteriyordu. Sehpanın üzerinde büyük bir tepsi, tepsinin içerisinde beyaz bir toz -daha doğrusu beyaz bir zehir- öylece duruyor, sanki az önce gencecik insanların hayatını karartmak üzere planlar yapan on iki kişilik suç makinesi çetenin izlerini ortaya seriyordu.
Tepsinin etrafında dağınık bir hâlde duran minik poşetler, kirden rengi artık belli olmayan halının üzerindeki içki ve bira şişeleri, duvara asılı olan gayriahlaki posterler sanki odanın ışığını daha da cılız bir hâle getiriyordu. Neredeyse her yer karanlığa gömülecek ve tüm bu suç unsurları, o karanlığın içinde yitip gidecekti.
Hamza, dünyanın bu öteki yüzüne her ne kadar alışmış olsa da ruhunun derinliklerine açılan birçok gedik vardı. İnsanlara güven duyma nâmına çok şey yitirmişti sözgelimi. Sezgileri kuvvetlenmiş, tam bir insan sarrafı oluvermişti. Bu; iyi mi kötü mü bilemese de mesleğini sevdiği için zorluklarına da seve seve katlanıyordu.
Ramazan Komiser, kemerinin kılıfından telsizini çıkarıp açtığında Hamza bu sefer ona dikkat kesildi.
"Merkez, Komiser Ramazan. Şu anda Cihan Sokak'ta büyük bir suç mahalli var. Olay yeri inceleme ekibinin acilen buraya gelmesi gerekiyor. Detaylı bir inceleme yapmaları gerek. Ayrıca suçluları yakalamak için kamera kayıtlarına ulaşmamız gerekiyor. Olay yerindeki güvenlik kameralarını incelemek için bir ekip yönlendirin. Bilginize."
Kısa bir sessizliğin ardından, bir uğultu hâlinde dağılan statik gürültüyle birlikte merkezden cevap gelirken Hamza, çatık kaşlarla etrafı incelemeye devam etti.
"Merkez, anlaşıldı Komiser Ramazan. Kamera kayıtlarını incelemek üzere kısa bir süre içinde ekip yönlendireceğiz. Olay yeri inceleme ekibi de hemen yola çıkıyor. On beş dakika içinde olay mahallinde olacaklar. Bilginize."
Cevabın ardından telsizde bir tıklama sesi duyuldu ve iletişim kesildi. Hamza, baskın yaptığı gecelerde bir şahin gibi dikkatli ve uyanık olur; uykuya dair hiçbir istek ve arzu duymazdı. Eve gidince ise sanki günlerdir uyumamış gibi kendini yatağa bırakır ve deliksiz bir uykuya dalardı.
Ramazan Komiser, yanına gelip aynı dikkatle etrafına bakarken Hamza: "Çok uzaklaşmamışlardır" diye bir tahmin yürüttü. Arkadaşı ise başını sallamakla yetinerek olay yeri inceleme ekipleri gelene kadar az sayıdaki ekibine çeşitli görevler verdi. Kapının önüne uzunca bir güvenlik şeridi çekildi. Uzun, yorucu fakat başarılı geçen bir operasyonun verdiği o karşı koyulamaz hazzı iliklerine dek hisseden Hamza, annesini çağırmakla ne kadar iyi yaptığını bir kere daha anladı. Bugün eve varması, gece yarısını bulacak gibi duruyordu.
***
Genç kızın, beyaz yastığın üzerine dağılan gece karası siyah saçlarını, gözü karanlığa alıştığı için ayırt edebiliyordu. Duş aldıktan hemen sonra kendini yatağa atmış ve hemen uyuyacağını düşünerek gözlerini yummuştu. Fakat sağa ve sola dönüp durmasına rağmen bir türlü uyuyamamıştı. Büşra'nın düzenli soluk alıp verişlerini dinlerken ve yorganın altında kıvrılan ince bedenin ara ara usulca hareketlenip durmasını izlerken aklına sürekli olarak Sevgi geliyordu. Şimdi yanında Büşra değil de Sevgi olsaydı sözgelimi... İşten döner dönmez onun sıcaklığında tatlı bir uykuya dalsaydı.
Hamza, aklına doluşan görüntülerin can sıkıcı etkisi altında yüzünü ovuşturup derin bir nefes aldı. Biraz sonra Büşra, yerinde kıpırdanarak arkasını döndüğünde ve kolu iri gövdesini sardığında kaskatı kesildi. Uyku hâliyle bilinçsizce ve oldukça masum görünen bu sarılma, onu neden rahatsız etmişti bilmiyordu. Genç kızın soluk alıp verişini şimdi göğsünün tam ortasında duyuyor, o beyaz çehrede dört gündür rastlamadığı bir huzurun varlığını seziyordu.
Belki de bu huzurun varlığını sezmesi sebebiyle, hissettiği rahatsızlık yerini yavaş yavaş bir meraka bıraktı. Onun hislerini, kendisiyle evlenmeyi kabul etme sebebini öğrenmek istedi. Bunu ona soramazdı. Ancak anlamaya çalışabilirdi. Fakat gün içinde ne kızın siyah gözlerinde ne de hareketlerinde bir âşığın hâlleri vardı... Belki de tahmin ettiği gibi sadece çaresizlikten dolayı kabul etmişti.
Nedense bir anda kendisini aşağılık bir adam olarak vasfetti. Sevgi'nin sözleri gururunu incittiği için önünü arkasını düşünmeden, saçma bir inada yenilerek onunla evlenmek istemişti. Sanki genç kız, aşağılık bir oyunun kurbanıymış gibi ona karşı içinde derin bir merhamet duydu.
"İnsanları tanırım" diye geçirdi içinden. "Senin kalbin, dünyanın kirine hiç bulaşmamış Büşra... Saf, katışıksız ve tertemiz... Sevgi'den önce seni tanımış olsaydım belki de kalbime söz geçiremeyip seni severdim. Belki öyle severdim ki sende dahi yankısını bulurdu bu sevgi... Fakat ne kadar geç ve yanlış bir zamanda karşılaştık, Büşra... Emin ol ki her şeyin daha farklı olmasını çok isterdim. Dört yıldır sürekli tuz bastığım bir yarayla yaşamak, benim için kolay mı sanıyorsun? Ondan kurtulmak için ne kadar çırpındığımı hayal bile edemezsin."
Büşra, sanki içinden geçenleri duymuş da onu teselli etmek istiyormuş gibi göğsüne biraz daha sokulduğunda kızaran gözlerini yumup ellerini şakaklarında gezdirdi. Sevgi'yi ve geçmişteki hatıraları anımsamak istemese de uyuyana dek anılarla boğuştu. Ona sarılan kolların ve göğsüne sokulan bedenin Sevgi'ye ait olduğunu hayal ettikçe içindeki dürtüye yenilerek kıza sarılmak istiyor fakat gözlerini açar açmaz gerçekle yüzleşerek yeniden geriliyordu.
Bir saat kadar sonra zorlukla uyuyabildi. Uykuya daldıktan sonra çok geçmeden o da bilinç dışı bir hareketle Büşra'ya sarıldı. Dışarıdan bakan birinin iki âşık olarak nitelendirebileceği bir yakınlıkta bulunuyorlarken ve birbirinden farklı rüyalara misafir olurlarken, çehrelerinde kâh bir hüzün dalgalanıyor kâh bir huzurun dingin ifadesi belirip sönüyordu.
***
Pazar günü gelip çattığında annesi, aralarındaki mesafeden haberdarmış gibi Hamza'yı bir kenara çekip Büşra'yı yemeğe çıkarmasını söylemişti. Yaşlı kadın, mütemadiyen sanki küs bir çiftin arasını bulmaya çalışır gibi çırpınıyor, durmadan ikisini baş başa bırakacak sebepler arıyordu.
Annesinin, telaşlı hâline rağmen oldukça otoriter çıkan ses tonu ve kızgın yüz ifadesi, ona daha fazla karşı koymasını engelledi. Sıkıntıyla saçlarını karıştırıp yatak odasına gitti ve bir köşede Kur'ân okuyan Büşra'ya hazırlanmasını, onu bir yere götüreceğini söyledi. O esnada koridorda kendisini seyreden annesini fark etti. Kapıyı örterken dilini tutamayarak: "Rahatladın mı Aysel Sultan?" Diye sitem etti. "Başın göğe ermiştir herhalde."
Annesi, eşarbının uçlarını çekiştirirken söylenmeye devam etti:
"Bana torun verirseniz başım ancak o zaman göğe erer. Ama nerede o günler... Birbirinizi görünce köşe bucak kaçıyorsunuz. Ölünce mezarıma getirirsiniz artık torunumu."
"Tövbe estağfurullah... Evlendirme sevdan bitti de şimdi de torun sevdan mı başladı?"
"Sessiz olsana, Büşra duyacak!"
Hamza umursamazca omuz silkip: "Eminim ki ona da aynı şeyleri diyorsundur" deyip salona geçti. Akşam haberlerinin açık olduğu kanala şöyle bir göz atıp ellerini cebine koydu.
"Yaşlı başlı kadınım; size işveyi cilveyi ben öğretiyorum. Hayır, bilseydim asla aynı evde oturmayı kabul etmezdim."
"Anne, yanında işve cilve mi yapalım istiyorsun? Sabahtan beri takmışsın, dizilerde izlediğin romantik şeyleri sıralayıp duruyorsun. Yemin ediyorum kafayı yiyeceğim ya!"
"Oğlum, borazan gibi sesin var zaten; her şeyi duyacak kız! Sus Allah aşkına."
Hamza, oflayarak sigara paketine uzanacak oldu fakat annesi, bugün tüm sınırlarını zorlamaya ant içmiş gibiydi. Elini uzattığı gibi paketi alıp öfkeyle sitem etti:
"İçme şu zıkkımı! Kokacak üstün başın, daha yeni duş aldın. Kız zaten rahatsız oluyor sigara kokusundan."
Hamza, paketin elinden alınmasına kızmaya fırsat bulamadan şaşkınlıkla annesine baktı.
"O mu söyledi rahatsız olduğunu?"
Annesi, sigara paketiyle birlikte salondan çıkmadan önce merak dolu sorusunu yanıtladı:
"Geçenlerde, Hamza iyi ki evde çok fazla sigara içmiyor, demişti. Rahatsız olmasa öyle der miydi!"
***
Büşra, buraya gelişlerinin kayınvalidesinin yönlendirmesiyle olduğunu az çok tahmin etse de tıpkı Hamza gibi bu hususta sessiz kalmayı tercih etmişti. Aysel Teyze'nin bu hâllerine alışmak üzereydi. İlk başlarda epey yadırgasa da şimdi onu değiştiremeyeceğini daha iyi fark ediyor; kadını olduğu gibi kabul etmenin kendisi için de en sağlıklı yol olduğuna inanıyordu.
Hamza, onu tahminin aksine denize nâzır mütevazı bir yere; dışı çeşit çeşit boyayla süslenip mini bir kokoreç dükkanına çevrilmiş olan bir minibüsün yanına getirdiğinde şaşırmadan edemedi. O, daha çok Aysel Teyze'ye uyup onun hayal ettiği gibi bir yerde yemek yiyeceklerini düşünmüştü. Burası kesinlikle yaşlı kadının hayal ettiği bir yer değildi. Fakat Büşra, rahatsızlık hissetmedi. Aksine bir nebze sevindiğini bile söyleyebilirdi. Böyle yerlerde kendini daha rahat hissediyordu.
Yoğun bir kokoreç dumanı ve kokusu burunlarına dolarken Hamza, denize yakın bir yerdeki taburelerden birine oturdu. Büşra da ona ayak uydurarak karşısındaki tabureyi çekti. Hırkasına iyice sarınarak oturdu ve kayalara çarpan denizi seyredip yosun kokusunu içine çekti. Ay, gümüş renkli bir tepsi gibi karanlığı delerek parlıyor, denizin üzerinde simli bir aydınlık bırakarak hoş bir manzara sunuyordu.
"Tam ekmek mi istersin yarım ekmek mi? Ben çok açım, ancak tam ekmekle doyarım."
Hamza'nın son cümlesini işitince gülmesini bastıramayarak gözlerini denizden çekti ve: "Yarım olsun" deyip iki elini kucağının üzerinde birleştirdi.
"Yanında ne içersin? Gazoz, kola, ayran?"
Büşra, asitli içecekler içmediğini söyleme gereği duymadan: "Ayran olsun." Deyince Hamza'nın yanında ilk günlere nazaran bir nebze daha rahat hissettiğini fark ederek şaşırdı.
Eşinin, sabırsız bir şekilde bacaklarını sallayarak, oradan oraya koşturan genç çalışanı gözleriyle takip edişini seyretti. Hamza, gencin, çaprazlarında bulunan müşterilerin yanından ayrıldığını görür görmez elini kaldırarak gür sesiyle seslendi:
"Delikanlı! Buraya da bakar mısın?"
"Hemen geldim abi, bir dakika!"
Saçı kıvır kıvır olan tüyü yeni bitmiş genç çocuk yanlarına geldiğinde Hamza; bir tam, bir yarım kokoreç isteyip tam olanına bol baharat konulmasını istedi. "İki tane de ayran" diye ekledikten sonra başka bir isteği olup olmadığını soran gence teşekkür edip rahatlamış bir yüz ifadesiyle telefonunu çıkardı ve minik plastik masanın üzerine koydu.
Büşra, uzun bir süredir onu seyrettiğini yeni fark ediyordu. Bu durumdan utanarak gözlerini tekrar denize çevirdi. Hayatında ilk defa bir adamın varlığını bu derece kanıksadığını, hatta onun varlığıyla bir ünsiyet kurmaya başladığını hissediyordu.
"Annem seni çok bunaltıyor mu?"
Bu soruyu beklemediği için önce bir miktar afalladı. Ardından yeniden eşinin tıraşlı yüzüne baktı. O yüzde samimi ve anlayışlı bir ifade vardı. Sanki aslında; "Biliyorum, annem seni çok bunaltıyor" demek istemişti fakat bunu soruya dökmeyi yeğlemişti.
"Kötü bir niyeti yok onun da... Küs olduğumuzu düşünüyor. O yüzden çaba harcıyor kendi yöntemleriyle."
'Bunaltıyor' demek istemediği için böyle yuvarlak bir cevap vermişti. Fakat Hamza, anlayacağını anlamış olmalı ki başını sallayarak sıkıntılı bir yüz ifadesiyle denize baktı. Alnına düşen bir tutam saçı eliyle tararken: "Aynı evde kalmakla iyi mi ettik bilmiyorum" dedi içini dökmek ister gibi. "Annem çok evhamdır. En ufak bir şeyde hemen endişelenir."
Büşra, Hamza'nın yeni bir karar almasından endişe duyar gibi: "Olsun, böylesi daha iyi" diye araya girdiğinde sesindeki telaş açıkça okunuyordu. Öyle ki adam dahi gözlerini denizden çekip hafifçe tebessüm ederek yüzüne bakmış ve kaşlarını kaldırmıştı.
"Sen eve çok geç geliyorsun bazen. Ben... Tek başıma korkarım. Evde biri varken korkmuyorum. O yüzden..."
"Annenin bunaltıcı sorularına hazırım diyorsun, yani..."
"O iyi biri... Bir insanın olumsuz bir özelliği var diye tüm iyilikleri görmezden gelinmemeli."
Hamza, bir şey diyecek gibi olsa da siparişleri gelince konuşmaları yarıda kesildi. Plastik masaya bırakılan iki minik tepside, üzerinden buhar yükselmeye devam eden sıcak ekmekler Büşra'nın da iştahını açtı. Hamza, gence teşekkür edip ekmeğini eline alınca Büşra da ona uyarak yarım ekmeğine yöneldi.
"Sen daha çocuksun Büşra."
Ona açlığını unutturan bu ucu açık cümle karşısında dudaklarına dek getirdiği ekmeği gerisin geri tepsiye bırakıp: "Anlamadım..." diye hayal kırıklığıyla mırıldandı. Hamza, ağzındaki lokmayı çiğnerken tepkisini ölçmek ister gibi yüzüne bakıyor, bir yandan da gülümsüyordu.
Biraz sonra ayranını çalkalayıp: "Çocuk gibi safsın" diye açıkladı. "Seni çok üzerler. İnsanlar hakkında kötü düşünmek istemiyorsun."
"İnsanları kötü bilince mi büyürüz?"
Bir sorudan ziyade sitem barındıran bu söz karşısında Hamza istifini bozmadan başını salladı.
"Bence öyle. Yani insandaki kötülük meylini de görmekle... Her işin masum olmadığını, bazı işlerde bir bit yeniği bulunduğunu sezmekle..."
Ne diyeceğini bilemeyerek biraz da şaşkın bir yüz ifadesiyle fakat uzun bir süre Hamza'ya bakınca: "Soğutma, ye sen de" diye bir uyarı işitti. İç çekip ekmeği tekrar eline alırken düşünmeye başladı. İnsan, kötü düşünmeden, iyiliğe dair umudunu yitirmeden de büyüyemez miydi? Hamza'ya inanmak istemedi. İşi nedeniyle çok fazla suç ve suçluyla karşılaştığı için düşünce yapısının da buna göre şekillendiğine hükmetti. Fakat bir yanı; acaba benim hakkımda da kötü zanları var mıdır, diye düşünmeden edemedi.
Nedense bu ihtimal onu rahatsız etti. Ağzına aldığı lokmayı ağır ağır çiğnerken gayriihtiyari bir yönelişle Hamza'ya bakmaya devam ediyordu. Adam, aç olmasına rağmen ağzına aldığı koca lokmaları çiğnerken yemeğine tam olarak odaklanamıyor, çevredeki insanları süzüp duruyordu.
Ela gözleri bir noktada sabitlenip orada oyalandığında yeme hızı gittikçe düştü. Yarıladığı ekmeği tepsiye bırakıp ayranından büyük bir yudum aldı.
"Sen burada beklesene bir dakika beni" deyip masanın üzerindeki telefonunu eline aldığında kaşları çatılmış; Büşra ise yeni bir şaşkınlığın içine yuvarlanarak arkasını dönme ihtiyacı hissetmişti. Fakat çok geçmeden Hamza'dan sert bir uyarı aldı:
"Önüne dön Büşra. Buradan bir yere ayrılma. Geleceğim birazdan."
Ne olup bittiğini anlayamadığı için korkuyla karışık bir telaş içinde ekmeğini tepsiye bırakıp ağzındaki minik lokmayı zorlukla çiğneyip yuttu. Hamza'nın kızmasından çekinmese arkasını dönüp orada neler olup bittiğini görmek isterdi. Fakat öncesinden daha sert bir uyarıya kalbinin kırılacağını bildiği için sabretmeyi tercih etti.
Uzun sayılabilecek bir süre onu bekledi. Öyle ki sıcak ekmekler bile soğumuş; bir kedi,.yalanarak Büşra'nın ayaklarına sürünmeye başlamıştı. Zaten korkudan iştahı iyice kesilmiş olan Büşra, ekmeğinden ufak parçalar bölerek yalanmaya devam eden siyah kedinin önüne koydu. Kedi, günlerdir aç gibi büyük bir iştahla ve tek hamlede lokmayı ağzına götürünce onun bu hâline gülümsemeden edemedi. Fakat telaşı öyle büyüktü ki bu tebessüm dahi çok kısa sürdü. Ekmekten birkaç parça daha koparıp kedinin önüne bıraktı ve bu işe, kedi karnını doyurana dek devam etti. En sonunda elinde ekmeğin sarıldığı kâğıttan başka bir şey kalmayınca kedinin yumuşak tüylerini okşayarak derin bir iç çekti.
Etrafı kalabalık olsa da yalnız kaldığı için kendini güvende hissedemiyordu. Sanki kuytu bir köşeden üvey babası fırlayacak ve onu kolundan tuttuğu gibi yeni hayatından çekip çıkaracaktı. Bu sebeple sürekli olarak çevresine bakınıyor, her şeyin yolunda olduğunu, korkmaması gerektiğini düşünerek rahatlamaya çalışıyordu.
"Bela paratoneriyim sanki anasını satayım!"
Hamza'nın öfkeli sesini işitince hızlıca ayaklanıp arkasını döndü. Onu görür görmez korkusu azalmak yerine daha da arttı çünkü genç adamın sağ yanağında, elmacık kemiğinin üzerinde derin bir çizik vardı ve çizilen yerden yanağına ve boğazına doğru kan akıyordu.
"Yüzün..." deyip dehşete kapılmış bir şekilde iki elini dudaklarına götüren Büşra, kalbinin hızlı hızlı attığını, korkusunun az öncekinden kat ve kat şiddetlendiğini hissetti.
"Önemli bir şey değil. Şuradan peçete versene."
Büşra, tepsinin üzerindeki iki üç peçeteyi alarak eşine uzattığında içinde büyük bir ağlama isteği belirdiğini fark ederek zorlukla yutkundu. Hamza, peçeteyi kanayan yere bastırıp geri çekti ve cebine uzanıp cüzdanını çıkardı. Minibüse doğru ilerlerken birkaç kişi başını çevirip yüzü kanlar içindeki bu adama şaşkınlıkla baktı. Hamza ise aldırmıyor yahut aldırmaz görünüyordu.
Ücreti ödeyip geri geldiğinde Büşra, onun kızıp kızmayacağını umursamayarak: "Çok kötü görünüyor..." deyiverdi. "Kim yaptı, neden yaptı?"
Hamza, hemen cevap vermek yerine kendi tepsisinin üzerindeki peçeteleri de aldı ve onları da kanayan yere bastırdı.
"Arabaya binelim, anlatırım" dedi geçiştirmek ister gibi. Arabaya binene dek ara ara onun kan bulaşan çehresine, boynuna ve krem renkli gömleğine baktı. Buraya ilk geldiklerinde yüzünde belirgin bir şekilde görünen o keyifli ifadeden şimdi eser yoktu. Üstelik daha önceleri nadiren rastladığı bir öfke hâkimdi yeşili bol ela gözlerine.
Arabanın önüne geldiklerinde Büşra, her zaman yaptığı gibi yine arka koltuğa geçti. Kendini daha fazla tutamamış, dolan gözlerinden birkaç damla yaş soğuk yanağından aşağı süzülmüştü. Neden ağladığını o da bilmiyordu. Korkudan mı, Hamza'nın kanlar içindeki hâlinden mi... Yahut onu beklerken içinde biriken olası kötü ihtimallerden mi... Tek yaptığı şey sessizce ağlamaktı, sebebi üzerine çok fazla düşünmek istemiyordu.
Hamza, arabayı çalıştırmadan önce dikiz aynasından kendisine bakınca ağladığını fark ederek nefesini sıkıntıyla dışarı üfledi.
"Niye ağlıyorsun Büşra! Altı üstü bir çizik..."
Onun öfkeli sesini işitmek Büşra'nın kalbine bir başka yük daha bıraktığı için bu sitem karşısında susmak yerine daha çok ağladı. 'Neye ağladığımı ben de bilmiyorum' diyemedi. Yahut; 'Neden bağırıyorsun' diye ona çıkışmadı. Sanki tüm bunları yapmaya hakkı yokmuş gibi, günler önce içini burkan o eziklik duygusunu yeniden hissetti. Varlığının fazlalık olduğu vehmi tekrardan beyninde bir ur gibi büyümeye başladı.
Araba çalıştığında beceriksiz bir şekilde yüzündeki yaşları silmeye çalıştı. Fakat o sildikçe yerine yeni yaşlar eklendi. Yol yarılana dek ağlamaya devam etti. Nihayet ağlaması iç çekişlere döndü. Dalgalı bir denizin bir müddet sonra sütliman olması gibi duruldu, sakinleşti. Başını cama yaslayarak bir an önce eve varma isteğiyle gözlerini yumdu.
Kırgınlığının tesiri hâlâ kalbinin üzerinde hâkimiyetini sürdürdüğü için araba evin önüne geldiğinde dahi Hamza'nın yüzüne bakmadı. Bilinçli bir kaçıştı bu. Fakat en fazla nereye kadar kaçacaktı?
Bu soru onu rahatsız etse de dönüp dolaşıp geldiği yer işte burasıydı. Yapabileceği başka da bir şey yoktu.
Eve girer girmez kayınvalidesinin endişeli bir sesle üst üste sorular sormasını, Hamza, aynı öfkeyle karşılayarak duş alacağını söyledi. Büşra, onun sebepsiz kızgınlığının bu denli uzun sürmesini içine sindiremiyordu.
Çaresizce: "Ne oldu kızım?" Diye soran Aysel Teyze'nin yüzüne donuk bir yüz ifadesiyle bakıp: "Anlatmadı" diye mırıldandı. "Bir ara yanımdan uzaklaştı, uzun süre gelmedi. Geldiğinde bu hâldeydi."
"Nerede bela var, oraya girer zaten. Kesin bir kavgaya falan karıştı, arada o da zarar gördü. Kesin..."
Büşra, öyle bitkin ve tükenmiş hissediyordu ki bir şey diyemeden kendini yatak odasına attı. Pijamaları yerine namaz kıyafetlerini giydi. Hamza duştan çıkınca o da abdest almak ve bir an önce namaza durmak istiyordu. Sonra belki dua ederdi. İçindeki bu sıkıntıyı uzun uzun anlatırdı Allah'a. Fazlalık hissetmekten kurtulamadığı bu varlığıyla ne yapacağını O'na sorardı.
Kapı iki kez tıklatılana kadar kalbine iyi gelecek olan şeyleri düşünmeye çalıştı. Gelenin kim olduğunu tahmin ederek: "Girebilirsin" dedi güçsüz bir sesle. Kapı açılınca kayınvalidesi, elinde bir merhem ve henüz paketi açılmamış bir pamuk olduğu hâlde yanına yaklaştı. Bir sır verir gibi: "Bunları yarasına sürersin" diye fısıldadı. "Kabul etmezse de zorla sür. Bazen inadı tutuyor öfkeliyken."
Büşra, yaşlı kadının uzattığı merheme ve pamuğa bakıp isteksiz bir şekilde ikisini de eline aldığında, 'tamam' demek yerine belli belirsiz başını sallamakla yetindi. Kayınvalidesi odadan çıktıktan birkaç dakika sonra Hamza, pijamalarını giyinmiş, başına da bir havlu sarmış olduğu hâlde içeri girdi. Göz göze geldiklerinde Büşra, yeniden o gergin hissin kucağında buldu kendini. Elindeki merhemi ve pamuğu yatağın üzerine bırakıp: "Bunu yarana sürersin" dedi umursamaz görünmeye çalışarak. Garip bir şekilde kırgınlığını gizleyemiyor, üstelik onun da bu manevi yarayı fark etmesini istiyordu.
"Gerek yok, basit bir yara" diyen eşine hiçbir şey demeden bıkkınca iç çekti. Oturduğu yerden kalkıp abdest almak üzere odadan çıkmak istedi. Lakin Hamza, sıkılmış gibi derin bir nefes alıp kolundan tuttu ve: "Büşra..." diye mırıldandı.
"Ağlamana kızmadım. Sadece şu bıçak darbesine hazırlıksız yakalandığım için öfkeliydim."
Bu açıklamaya karşı bir şey demek yerine başını sallamakla yetindi. Hamza, bu durumu çözmeden durmayacak gibi: "Otur, konuşalım" dediğinde: "Abdest alacağım" diye cevap verdi kırgın bir edâyla. Ona bakmaktan özellikle kaçınıyor, sanki baksa tekrar ağlayacak gibi tuhaf şeyler kuruyordu.
"Otur, birazdan alırsın."
Adamın itiraz kabul etmez cümlesine karşı gelemeyerek fakat kaşlarını çatmayı da ihmal etmeyerek yatağa oturduğunda ona bakmaktan yine özellikle kaçındı. Yanıbaşıncaki merheme ve pamuğa bakıp kayınvalidesinin söylediklerini düşündü. Bu adam gerçekten de öfkelendiğinde inatlaşıyordu.
"İki genç görmüştüm köşede bir yerde. Hareketlerinden şüphelendim sonra. Birbirlerine bir şey uzattılar gizlice. Oralarda böyle şeyler yaygındır. Yanlarına gittim. İlk başta polis olduğumu hemen söylemedim. Hesap sorunca sinirlendiler. Biri aniden bıçağı çekip bana doğru sallayınca hazırlıksız yakalandım. Sonra onları bir güzel dövüp karakola postaladım ama o an hazırlıksız yakalandığım için bayağı öfkeliydim. Sana da yansıttım, kusura bakma."
Hamza ile aralarında bulunan merheme uzanıp tüpüyle oynamaya başladı. Yüzüne yapışan kırgınlık izleri yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutsa da sesi hâlâ aynı tınıyı taşıyordu.
"Her öfkelendiğinde yakıp yıkar mısın?"
"Genel olarak evet."
Bu cevap sinir uçlarına dokundu. Neredeyse gözlerini devirip oflayacaktı. Neyse ki kendisini tuttu. Başını kaldırıp çok kısa bir an ona baktığında kendisiyle uğraşmak ister gibi güldüğünü fark etti. Hamza, içinde bulundukları durumdan gerçekten de keyif alır gibiydi. Elini havluya uzatıp saçlarını hızlıca kuruturken bile gülmeye devam ediyordu.
Bu durum Büşra'nın zoruna gitti. Titreyen bir sesle: "Korktum" deyiverdi birden. "Yalnız kalınca sanki bir köşeden babam çıkacak ve beni alıp götürecek gibi hissettim... Belki saçma ama korktum işte! Sonra seni de öyle görünce... Ama sanki kötü bir şey yapmışım gibi bağırdın. Seni anlamak çok zor. Ruh hâlin çok çabuk değişiyor."
Neredeyse ağlayacaktı fakat aklına arabada yaşadıkları tatsız olay gelince sanki her an azarlanacakmış gibi korkarak kendini sıkmayı tercih etti. Titreyen dudakları ve odanın çeşitli yerlerinde dolanan kızarmış gözleri, onu ele veriyordu.
"Tutma kendini. Ağlamak istiyorsan ağla. Ahmaklık ettim, özür dilerim."
Hamza, bunu derken yüzünde beliren o gülüş silinip yerini gerçek bir pişmanlığa bırakmıştı. Büşra, bu detayı fark edince daha fazla takat getiremeyerek sessizce gözyaşı döktü. Oynayıp durduğu merhem tüpünü bırakıp gözlerinin altını ve yanaklarını acı hissedeceği bir sertlikle sildi. Bugün akan tüm gözyaşları, sanki ayların içinde biriktirdiği acıların bir dışa vurumuydu. Evet, tek sebep Hamza değildi; bundan neredeyse emindi. Fakat karşısındaki adam, sebebin salt kendisi olduğunu zannettiği için hatasını telafi etmek için görünür bir çaba harcıyordu.
"Merhemi sen sürer misin?" Diye müşfik bir sesle ricada bulunması, bu çabanın başka bir örneğiydi. Hatta bu kadarıyla da kalmadı, biraz sonra merhem ve pamuk kucağına bırakıldı. Büşra, yüzündeki son yaşları silip kararsız bir şekilde kucağındakilere baktı. Kendisine doğru atılan bu adım, daha fazla küs kalmasını gerektirmeyecek kadar samimi olduğu için reddetmekten son anda vazgeçti.
Pamuğun paketini yırtıp içinden ufak bir parça çekip kopardı. Bir yandan da Hamza'yı anlamaya çalışıyor, çok sık değişen ruh hâline uyum sağlamanın zorluğu üzerine düşünüyordu. Merhemin kapağını çıkarıp pamuğa bezelye büyüklüğünde bir parça sıktı. Hamza, aralarındaki mesafeyi eşitlemek istercesine başını biraz öne eğdi. Büşra, yakından bakınca yaranın zannettiğinden daha derin olduğunu fark etti. Bu fark edişle birlikte yüzü buruştu.
"Hastaneye gitsek daha iyi olmaz mı? Derin gibi sanki."
Hamza, ara ara yaptığı gibi yine şakaya vurarak: "Yok, ancak ameliyatla düzeltir bu yüz" diye karşılık verdi. Büşra, sabrı tükenir gibi sesli bir şekilde soluyup pamuğu yavaş yavaş çiziğin üzerinde gezdirmeye başladı. Canını yakmaktan çekinerek oldukça yumuşak dokunuşlarla merhemi yaraya yediriyor, bir yandan da içinden dua okuyordu.
Yaranın göze yakın olan ucuna ikinci kez ulaşınca, Hamza ile bilinçli bir şekilde yakın olduğu bu ilk zaman dilimi, kalbinde birden tuhaf bir duygu uyandırdı. Bu duyguyu tanımlayamadı, ona bir isim veremedi; sadece kalbine olan yansımalarını fark etti.
Adamın, koyu yeşilden açık yeşile doğru evrilen; göz bebeğini çevreleyen kısımları ise turuncu-kahverengi harelerle çevrelenmiş olan gözlerine daha önceden bu kadar yakından bakmamıştı. Kalbinin hızlı hızlı atmasının, gövdesini ve yüzünü çepeçevre saran o sıcaklığın giderek artmasının sebebi belki de sadece buydu.
Yalnızca yaraya odaklanmaya çalışıp merhemi sürmek ona öyle zor geldi ki işini bitirdiğinde ve pamuğu iki parmağı arasında sıkıp hızlıca yerinden kalktığında bakışlarını telaşla Hamza'dan kaçırdı.
"Bitti... Ben... abdest alayım."
Merhemi ve pamuğu eğilip aldı. Adamdan işittiği teşekküre hiçbir karşılık veremeden odadan çıkıp süratli adımlarla banyoya gitti. Merhemi ve pamuğu çamaşır makinesinin üstüne koyup iki elini makineye dayadı. Terleyen yüzünü elinin tersiyle silip eşarbını başından sıyırdı. İnce parmakları sıkıca örülmüş olan saçındaki tokayı buldu; bir esaretten kurtulmak ister gibi çekip çıkardı tokayı. Örgüsünü çözüp aynanın karşısına geçti. Elini yıkarken bir yandan da kıpkırmızı kesilen yanaklarına bakıyordu. Bu hâlini Hamza'nın görmemiş olmasını umarak zorlukla yutkundu.
Tuhaftı.
Şimdiye kadar kalbinin atışlarının yavaşlaması gerekmez miydi?
Neden hâlâ hızlı hızlı atıyordu? Ya da neden odaya gireceği zamanı düşününce yakıcı bir utanç duyuyordu?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |