Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@birharfbekcisi

"Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır"

-Sezai Karakoç

***

Buraya ilk adım attığında ve onunla yüz yüze geldiğinde gözlerine yapışan o hayret hâlâ taptazeydi. Hemen çaprazlarındaki masada telefonuyla oynayan ve ara ara şalının ucunu çekiştiren kız kardeşine bakıyor, konuşmak için bir cesaret kırıntısı arıyordu. Geldiklerinden beri tek konuştukları şey şuydu:

"Selamun aleyküm, hoş geldiniz"

"Aleykümselam."

"Ne içersiniz?"

"Çay alabilirim."

Betül, daha önceki üç görüşmesinde de utanıp sıkılmış, ellerini nereye koyacağını bilememiş, telaşlı gözleri etrafında mekik dokumuştu. Şimdi de benzer bir telaşı taşıyordu fakat bu seferki öncekilerden daha farklıydı. Göğüs kafesinde çırpınıp duran o tuhaf hisleri eliyle derinlere itme isteğini bastırarak önündeki çay bardağını anlamsızca çevirmeye başladı.

Neyse ki onu bu 'beklemek' azabından kurtardı adam:

"Şimdi sizin de merak ettiğiniz şeyler vardır..."

Göz ucuyla ona baktığında iri gövdesini saran lacivert bir tişört giymiş bulunan bu adamın, kendisi kadar gergin olmadığını fark etti. Esmer ve kemikli yüzünde ilk dikkat çeken yer, sağ kaşının ucuna yakın bir yerde bulunan yara iziydi. Adamın nasırlı ve bir miktar da kaba görünen elleri yeni yeni çıkmaya başlayan hafif kirli sakallarına gidiyor, çenesini ovuşturup düşünüyordu.

Betül, az önce sessizliği bozmuş olan adamın cümlesindeki manayı sezmişti.

"Evet..." dedi. "Yani sizi sadece bir kere derneğe girerken görmüştüm. Dernekteki abladan sizin hakkında detaylı bilgi almak istediğimde isminizin 'Emir' olduğunu söylemişti. Ama karşılaştığımız o gün Tarık Abi siz derneğe girdiğinizde 'Üsâme' demişti selamlaştığınızda. Bir yanlışlık yoksa iki isminiz var herhalde. Bir de beni sadece bir kez görmüştünüz, hakkımda bilgi sahibi değildiniz. Görüşmek istemenize sebep olan şeyi öğrenmek isterim."

Betül, konuşmasını zorlanarak, ara ara sesi titreyerek ve avuç içleri terleyerek bitirdiğinde rahat bir nefes aldı. Genç adam, aklına takılan bu sorular karşısında sükunetle başını sallayıp belli belirsiz gülümsedi.

"Evet, iki ismim var" diye girdi söze. "Emir Üsâme. Ben daha çok Üsâme'yi kullanıyorum. Tarık, büyük ihtimalle 'Emir Üsâme' diye tanıttı beni. Size söyleyen kişinin aklında da yalnızca Emir kaldı."

Damarları görünen kollarını masaya dayayan adamın iri ellerine baktı tekrar. Betül, adamın sesindeki tınıdan ve görünümünden biraz çekindiğini hissetti. Onu henüz tanımıyordu ama görünüşüne bakınca insanı irkiltebilecek sert bir mizacı olduğu zannına kapılıyordu. O çehrede tekinsiz bir ifadeye rastlamış değildi, adam kendisine karşı ters bir tavırda bulunmuş da değildi. Belki de sadece çelikten bir gövde taşıyor gibi dimdik duran bu adamın görünüşü, önceden görüşme yaptığı kişilerden çok farklı olduğu için biraz tuhaf hissetmişti. Isındığını söyleyemezdi. Fakat tanımadan da karar verebilecek durumda değildi. Eğer görüştüğü kadarıyla adamın sert, öfkeli ve hemen parlayan bir mizaca sahip olduğuna kanaat getirirse işte tam da o zaman görüşmeyi uzatmayacaktı. Hassas ve kırılgan bir yapıda olduğu için böyle biriyle ömür geçiremezdi.

"Diğer konuda ise..." Adam yeniden söze girdiğinde gözlerini o iri ve nasırlı ellerden çekip tereddütlerinden sıyrılmaya çalıştı. Üsâme'ye bakarak onun yüzünden, konuşmasından ve mimiklerinden gerçek Üsâme'nin nasıl biri olduğunu anlamaya çalışmak istediğini fark etti.

"Baştan anlatayım en iyisi Betül Hanım. Tarık'la ben yakın arkadaşız ama çok sık görüşemiyoruz. Malum ben sürekli operasyonlarda olduğum için... Buraya geldiğimde de dışarıda görüşüyorduk. O gün beni derneğe davet etmişti. İçeri girerken sizi gördüm, konuşmalarınızı duydum. Siz gittikten sonra biz Tarık'la sohbet ettik bayağı. Yakın zamanlarda bir evlilik görüşmesi yaptığımı biliyordu. Onu sordu. Ben de olumsuz sonuçlandığını söyledim. Evlenmeyi istiyorsun belli ki, dedi. Evet, dedim. Yaşım artık 27'ye dayandı. O da bana sizden bahsetti bildiği kadarıyla. İstersem ablalardan biriyle size haber gönderebileceğini söyledi. Ben de düşündüm. Hassasiyetleriniz hoşuma gitti, haber göndermesini istedim."

"Anladım" deyip başını salladı Betül. Kuruyan dudakları biraz ıslansın diye çayından bir yudum aldı. Nisa'ya baktı tekrar. O an göz göze geldi kardeşiyle. Kendisiyle eğleniyor gibiydi; muzip bir tebessümü ağırlamıştı dudakları. Betül, ona hafif kızgın bir yüz ifadesiyle bakınca Nisa, gözlerini elindeki telefona çevirip gülmeye devam etti. Dün akşam onun dilinden kurtulamamıştı, bugün de anlaşılan bu bakışlarından kurtulamayacaktı.

Bedenini bir çivi gibi şu sandalyeye sabitleyen stresi biraz olsun azalmış gibiydi. Yerinde hafifçe kıpırdadı, başını yeniden kaldırdı ve gözlerini o açık kahverengi hafif çekik gözlere çevirdi. O esnada adamın da kendisini incelediğini fark edince yüzünde ve vücudunda bir ısı kaynağı geziniyor gibi yavaş yavaş sıcaklamaya başladı. Evet, zaten birbirlerini görmek ve tanışmak için buradaydılar. Ama görüşme esnasındaki şu bakışma anlarında o sıcak utancı hissetmekten kendisini alıkoyamıyordu. Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu yeni bir konu açmaktı. Bu sebeple boğazını temizledi. Gözlerini tekrar masaya çevirdi. Çayına bakarak yeni bir soru yöneltti:

"Biraz kendinizden bahseder misiniz Üsâme Bey? Buraya hakkınızda pek fazla bilgi edinemeden geldim."

Adam, kendisine nazaran oldukça rahattı. İç dünyasından ise habersizdi Betül. "Aslen Konyalıyım" diye girdiğinde onun hakkında bir şeyler öğrenecek olmanın merakıyla dinlemeye koyuldu:

"Çocukluğum Antakya'da geçti. Hâlâ Antakya'da yaşıyoruz. Altı kardeşiz. İki ablam, üç de erkek kardeşim var. Ablamlar evli, Konya'da yaşıyorlar. Erkek kardeşlerimden ikisi evli; iş gereği biri İstanbul'da diğeri Mersin'de. En küçük kardeşim lise son sınıfa geçti. Ben, İmam Hatip'ten mezun olduktan sonra bir hocamın teşvikiyle kursa gittim, hâfızlık için. İki sene o kursta kaldım. Üniversite okumayı ilk başta düşünmüştüm fakat askere gidince fikrim değişti. Üniversiteyi açıktan da okurum, dedim. Doğu'da yapmıştım görevi, zor şartlar altında... Ama hayatım boyunca hem çok zor şartlarda olup hem de bir o kadar huzurlu hissettiğim başka bir yer anımsamıyorum... Dedim ki; benim yüreğim burayı benimsedi bir kere. Gitsem bile hep burayla atacak. Hiçbir yerde mutlu olamayacağım. Hem şehadete giden en kestirme yoldu benim için... Allah gerçekten isteyen adama şehadeti nasip eder, hep buna inandım ben. Elbet başka yollarla da mümkündür ama işte... kestirmeden istedim... Karar verdiğim sıralarda uzman çavuş alımı için başvurular başlamıştı. Annemle babamın da rızasını alınca gittim hemen başvurdum. Sonrası mâlum işte..."

Betül, 'şehadet' kelimesini duyduğundan beri diğer cümlelere pek odaklanabilmiş değildi. Daha önce bunu hiç düşünmemişti. Ölümle nişanlı olan bir adamla yuva kurmak... Gerçekten bunu kaldırabilecek miydi? Adam, sık sık operasyonlara gittiğini söylüyordu. Belki de ondan aylarca uzak kalacak, evde koca bir yalnızlığı tek başına sırtlanmak zorunda kalacaktı. Buna ciddi mânâda hazır mıydı?

Üsâme, sanki tedirginliklerini sezmiş gibi: "Bu arada..." dedi. "Benim çoğu evlilik görüşmem şu iki sebepten ötürü olumsuz sonuçlandı: Ya görüştüğüm kişi bahsettiğim bu durumu kaldıramadı ya da nişan, kına, düğün gibi konularda ortak noktalarda buluşamadık."

Betül, ben de kaldırıp kaldıramayacağımı bilmiyorum ki, diyemedi. Çünkü öyle bir duruma karşı ne kadar dayanıklı olduğunu tam anlamıyla kestiremiyordu. Sıkıntılı nefesini dışarı verip içinde kızıl hareler barındıran o açık kahverengi gözlere baktı. Bu sefer o gözler de masanın üzerinde geziniyordu.

"Bunu kınamak için söylemiyorum Betül Hanım. Herkesin evlilikten beklentisi farklıdır sonuçta. Ama bazıları sürekli yanında olacak, birlikte hep romantik zamanlar geçirecek bir aday arıyordu. Ben ise bunu vâdedemem hiçbir kıza. Çünkü böyle bir hayatım yok. Gerçekleri konuşmak lazım. Gün oluyor; bir telefon geliyor, o an ne iş yapıyorsam bırakıyorum. Gidiyorum operasyona. Aylarca gelmediğim oluyor. Eğer şiddetli bir çatışmadan dönüyorsak geldiğimde bir süre kendimde olmuyorum; şehit veriyoruz çünkü. Burnumda hep barut ve kan kokusu var benim. Yeri geliyor psikolojik destek alıyoruz. Şahit olduğumuz şeyler, inanın kolay değil. Bunları sizden gizleyemem. Biz, hayatın görünmeyen yüzünü yaşıyoruz Betül Hanım. Hayatın o görünmeyen yüzüne herkes tahammül edemez. Hele de konfora alışmış bir beden hiç tahammül edemez. Ben size konforlu, hiç üzülmeyeceğiniz bir hayat vâdetmiyorum. Esasında ben size birkaç şey dışında bu dünyaya dair elle tutulur hiçbir şey vâdetmiyorum. Size bu dünyaya dair tek vâdedebileceğim şey; sevgi, sadakat ve kıblegâh bir ev inşallah. Asıl vaadim ise... Gelin şu dünyayı sırtımızda bir kambur gibi taşımaktan vazgeçelim. Ötelere dikelim gözümüzü. Bu dünyada birçok şey yarım kalır. Biz ise yarım kalmayan, ardından hüzün gelmeyen ve eskimeyen bir mutluluğun peşinden gidelim. Eğer şehid olursam ki inşallah olacağım. Ve eşim de bir şehid eşi olarak hakkıyla sabrederse; bu dünyada yarım kalan hikâyemiz cennette tamamlanır. Ben, cennette tamamlanan bir hikâyeye tâlibim Betül Hanım."

Şiddetli bir tufana kapılmış gibi kendinden geçerek konuşan bu adamın her kelimesi, her cümlesi kalbinde kilitli bir kapıyı açıyor; oraya dokunuyor, oraya birtakım sıcak hisler bırakıyordu. Sanki ilk başta içine bir kaygı yumağı atan o 'şehadet' kelimesi, bu konuşmanın ardından iç içe geçip düğüm olan o yumağı çözmüş ve hatta tatlı tatlı esen bir meltemin serinliğinde oturuyor gibi huzurla dolmuştu.

Garipti. Baruttan, kandan, savaşlardan, ölümlerden bahsediyordu bu adam. Bir hayalin veya uzak bir düşün ölümünden bahsetmiyordu. Kendi ölümünden, kendi yarım kalacak olan hikâyesinden bahsediyordu. Ama sonlara doğru sanki bizzat ikisi cennete doğru kanatlanıyor gibi hissettiren o tatlı duygu nasıl bir anda yüreğinin her zerresini bu denli işgal edebilmişti? O da cenneti istiyordu, o da bu dünyada birçok şeyin yarım kaldığını biliyordu. Fakat daha önceleri hiçbir şekilde bunun şehadete sevdalı bir adam vesilesiyle gerçekleşebileceğini tahmin etmemişti. Oysa şimdi karşısında bir adam vardı. Ve bu adam ona ötelerin kokusunu getirmişti. Şimdi, şu anda bu görüşmeyi sonlandırsa ve gerisin geri gitse bir kez kalbine dolan bu kokuyu bir daha yana yakıla aramayacak mıydı?

Başını kaldırdığında adamla göz göze geldiler. Bu sefer sanki onun gözlerinden Üsâme'nin gözlerine, Üsâme'nin gözlerinden onunkilere izâhı mümkün olmayan duygular akıverdi. Adam, bir muştuyu haber verir gibi baktı. Kadın, o muştuyu alıp yüreğine saklar gibi... Ve Betül, o ilk kıpırtıyı, o ilk kalp çarpıntısını tam da o an; adamın gözlerinden kendi gözlerine o duygular akmaktayken hissetti. Bundan sonrası lâf u güzâftı. Artık halledilemeyecek hiçbir şey yoktu onun nazarında.

 

Loading...
0%