Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 2: İlk Heyecan

@birindilahayrani

Bölüm 2: İlk Heyecan

 

Bölüm Şarkısı: Otobüs Durağında

 

Uçağın penceresinden bakarken kendimde yoğun bir boşluk duygusu hissediyordum. Uçak İstanbul’a gittiği için tahmin ettiğimden daha kalabalık duruyordu. Ama annemle babam zaten önceden bu bileti aldıkları için cam kenarına oturma fırsatını bulmuştum.

 

Bir yandan memleketime gideceğim için ve yeni insanlarala tanışacağım için mutlu mu olsam yoksa Nice’i terk ettiğim ve yazı hiç bilmediğim bir yerde geçirceğim için üzgün mü olsam diye karar veremedim. Şu an yaptığım tek şey pencereden gökyüzüne bakamaktı.

 

Uçakta yapabileceklerim sınırlı olduğu için ilk başta direkt uyumaya çalıştım. Ama kafamda o kadar düşünce vardı ki uyumayı çok seven ben bu sefer uyuyamamıştım. Bu boşluk hissinden dolayı sinirlendim ve sinirden aldığım kruvasanları kemirmeye başladım. Kruvasanlara doyduğumda ise biraz uzakları incelemek için gözlüğümü taktım. Ha bu arada söylemeyi unutmuşum ben 1 buçuk derece miyobum.

 

Aslında lens takmayı çok denedim ama bir türlü alışamadım. Aslında gözlük de takmaya alışamamıştım çünkü bana yakışmadığını düşünüyordum. Evet belki saçmaydı ama yine de gözlüğümü hiç yanımdan ayırmaz, ihtiyacım olduğu zamanlarda kullanırdım.

 

Gözlüğü hep takmamanın nedeni kendime yakıştırmamam değil aslında gözlükle rahat hareket edemememdi. Diyelim ki televizyon izliyorsunuz uyku da o kadar bastırdı ki ya da kendinizi yorgun hissettiniz. Bu yüzden de şöyle yan uzanmak istediniz. Gözlüğünüz varsa bu imkansız oluyordu. Ki ben zaten televizyona da gözlüksüz bakamazdım. Araba kullanırken de gözlüğümü takmak zorundaydım çünkü eğer takmassam bayağı bir kazaya sebebiyet verebilirdim.

 

Gözlüğümü taktıktan sonra etrafı incelemeye başladım. Her şey normaldi. Hostesler ve hostlar uçağın içerinde dolanıyor, bir isteği olanlarını anında yanına koşturuyorlardı. Birden yaptıkları işin çok zor olduğunu düşündüm. Şahsen ben bu mesleği yapamazdım. Sürekli uçak, uçak, uçak… Bu, pek bana göre değildi.

 

Hosteslere bakınca lisedeki hostes olmak isteyen arkadaşımı hatırladım. Onun neden bu kadar bu işi sevdiğine anlam verememiştim. Hala veremiyordum. Ama hatırladığım kadarıyla da hostesliği kazanamamıştı. Tabii mezuna kalıp kalmadığını bilmiyordum.

 

Bakışlarımı hosteslerden çekip bu sefer yolcular arasında gözlerimi gezdirdim. Hepsi yorgun gözüküyorlardı ve sanki bu uçağa sadece dinlenmek için binmiş olmalılardı. Saçmalıyordum.

 

Bu saçma düşüncelerden sonra da yanımdaki kadına baktım. 55 – 60 yaşlarında duruyordu. Kahrengi saçları maşalıydı ve omuzlarından dökülüyordu. Üstünde sanki iş toplantısına gider gibi gayet ciddi kıyafetler vardı. Beyaz bir bluz ve kalem etek. Görünüşünden ise Fransız olduğu çok belliydi.

 

Aslında onunla konuşmayı isterdim ama uyuyordu! Allah’ım, uçağın içindeki herkes bu kadar ölü olmak zorunda mıydı?

 

Bayağı sıkıldığımı düşünüp bu sefer kulaklığımı taktım ve fransızca şarkı playlistimi açtım. Birden kulağıma tanıdık bir ses doldu. Bu İndila’ydı. Onu bilir miydiniz bilmiyorum ama bu kadın Fransa’da aşırı popülelerdi. Genelde ‘’Derniere Danse’’ şarkısıyla bilinirdi ve şu an kulağımda bu şarkı çalıyordu. Ama beni. Favorim kesinlikle ‘’Tournier dans la vide’’ ydi.

 

Bu şekilde birkaç şarkı daha dinledim. Neredeyse hepsi fransızcaydı. Arada ingilizce şarkılarda denk geliyordu. Türkçe şarkıları pek dinlemezdim ama babamın bir kere yanlış hatırlamıyorsam ‘’Müslüm’’ diye birisini dinlediğini görmüştüm. Sorduğum da ise ‘Türkiye’de bu adam çok sevilir, bilmeyen yoktur.’ Demişti.

 

O kadar sıkılmıştım ki bu yüzden spotify’a Müslüm yazdım ve adamın soyadının Gürses olduğunu öğrendim. Siyah kıvırcık saçlı bir adamdı. Genç gözüküyordu. Karşıma 4 tane şarkısı çıktı. ‘Bir Ömür Yetmez’, ‘Nilüfer’, ‘Affet’, ‘Sigara’. Nilüfer dışındaki bütün kelimeleri biliyordum. İçlerinden bir şarkı seçip dinlemeye karar verdim ve elim ‘Affet’ şarkısına gitti. Dinlemeye başladım ve şarkı aşırı hoşuma gitti. Diye yalan söylemeyeceğim tabii ki. Şarkı hoşuma falan gitmemişti. Normalde yarısında falan kapatacaktım ama babamın hatrına şarkıyı dinledim.

 

Bir yandan şarkıyı dinliyor bir yandan da sözlerine bakıyordum. Çoğu sözü anlamamıştım ama anladığım kısımlar olmuştu elbet. Size bir şey söyleyeyim, şarkı sona doğru bir hoşuma gitti. Ama sonra hemen bu düşünceyi aklımdan uzaklaştırdım.

 

Çok sıkıldığım için bu sefer saate baktım. Uçak 2 saat falan sürecekti ve yarım saat kalmıştı! Aşırı mutlu olmuştum. Ve bu sefer uyumaya karar verdim. Yarım saat kalmasının verdiği mutlulukla kendimi huzurlu bir uykuya bıraktım. Ve uyumak huzurlu gelince neden insanların çoğunun uyuduğunu anladım…

 

Uykumdan beni uyandıran uçaktan gelen anons oldu: ‘’Sayın yolcularımız uçağımız iniş yapmaktadır. Kemerlerinizi çözmeyiniz.’’ Bir bu anons beni uyandırdığı için küfredecektim ama yine de yolculuğun bitmesine sevinmiştim.

 

Bu sefer uçak inerken penceresinden baktım. Ve bolca yutkunma ihtiyacı hissettiğim için yutkundum. Ve birden kalbimin atışalrı hızlandı. Buna neden bu kadar çok anlam yüklediğimi bilmiyordum fakat o ünlü İstanbul’u göreceğim için heyecanlıydım. Gerçi çok kalmayacaktım fakat yine de İstanbul kendi gözlerimle canlı bir şekilde görmek istediğimi fark ettim o an.

 

Uçaktaki son anonslarda yapıldıktan sonra ayağa kalktım. Yolculuk kısa sürdüğü için gerinmek, bütün yorgunluğumu üzerimden aldı. Hızlıca yukarıdaki eşyalarımı aldım. Öbür eşyalarımı da aldıktan sonra hızlıca uçaktan çıktım.

 

İstanbul’la Nice arasında 1 saat saat farkı vardı. Telefonum saati 16.00 gösterirken Türkiye’deki saatler 17.00 gösteriyordu. Ve benim uçağım Türkiye saati ile 18.30’daydı. Burda geçirebileceğim 1 buçuk saatim vardı. Yani İstanbul’da hatrı sayılır bir vakit geçirmek hayal olmuştu.

 

Ben Fransa saatiyle hesap ettiğimde 2 buçuk saat olduğunu düşündüğüm için havaalanından ayrılırım, yemeği havaalanı dışında yerim diye düşünmüştüm ama görünen o ki bu gerçekleşemeyecekti.

 

Hemen valizlerin alındığı yere gittim ve resmen bin saat orada bekledim. Gelmek bilmedi. Uzun bir süre bekledikten somra valizim geldiğinde kaptığım gibi bu sefer havaalanının dışarısına çıktım.

 

Havaalanından çıkarken karşılaştığım ve yüzüme yumuşakça dokunan rüzgar beni kendime getirmişti sanki. Etrafıma baktım. Belki inanmayacaksınız ama burası Fransa’dan farklıydı. Hem de çok… Havası mı, suyu mu bilmem ama bir şeyler farklıydı burada. Hayatımda ilk defa yaşadığım şehirden farklı bir yere gittiğimde sanki o şehir bana kapılarını açıyor, beni kucaklıyormuş gibi geliyordu.

 

Derin bir nefes aldım. Bir nefes daha, bir nefes daha… Etrafa bakmak istediğimde gözlüğümü zaten istemsiz olarak çoktan çıkardığımı gördüm. Bu beni daha da mutlu edeerken etrafıma daha iyi bakabilmek için hemen gözlüklerimi taktım.

 

Garipti… Hayatımda ilk defa etrafımda Fransızlar yoktu. Benden, benimle aynı ırktan olan insanlar vardı. Bu bile beni duygulandırırken neden her şeyi bu kadar duygusallaştırdığıma dair kendime kızdım her zaman ki gibi. Ve neden bir salak gibi buraya gelmemekte direttiğeme de asla anlam verememiştim. Ve rastgele bir şehir bile beni bu kadar etkilediyse acaba doğduğum şehri görünce neler hissedeceğimi düşündüm. Kendime söz verdim. O şehre elbet gidecektim…

 

Önümdeki bankı görünce hemen oturdum. Ve etrafı izlemeye devam ettim. Saate baktım. Yaklaşık yarım saatim vardı burda kalmak için. O yüzden ayağa hiç kalkmamaya devam ettim. Sadece etrafı izledim ve içimdeki nedensiz özlem duygusuyla çeliştim. İnsan daha önce görmediği bir yeri özleyebilir miydi? En çok da bunu düşündüm.

 

--------------------------------- Uçak Saati -------------------------------------

 

 

Uçak anonsu o kadar kuvvetliydiki dışardan bile duymuştum. Anons duyulduysa artık içeri girmem gerekiyordu. Buraya kadar gelmişken bu uçağı kaçıramazdım. Ayağa kalktığımda bir an düşündüm. Sadece bir an… Acaba bu şehirde kalsam mı diye. Aslında buna kimse engel olamazdı. İstesem burda da kalırdım. Sadece annem sorun olurdu fakat o da yanımda olmadığına göre önümde aslında bir engel de yok gibi görünüyordu.

 

Aklımda bu düşünceler dolanırken birden kendime geldim. Ne saçmalıyordum ben! Hemen hızlıca banktan kalktım ve havaalanına doğru yürümeye başladım.

 

Havaalanından içeri girdiğimde de yine güvenliklerden geçtim ve uçak kısmına doğru yürüdüm. Daha önceden alıştığım için bu sefer her şey daha hızlı gerçekleşmişti. Bavulumu aslında bu sefer hiç vermek istemedim çünkü çıkışta yine başıma bela olacaktı. Ama ne yazık ki benim de yapabileceğim bir şey yoktu.

 

İşleri hallettikten ve uçak için gelen anons sesinden sonra uçağın giriş kısmıma doğru yürüdüm. Bu sefer uçak daha öncekinden 2 kat daha doluydu. Eski uçak bana kalabalık gelmişti ama bu uçağın yanında bayağı tenha kalırdı.

 

Biraz uğraştıktan sonra sonunda kendi oturacağım yeri buldum. Bu sefer cam kenarı değildi, ama bunu sorun etmedim çünkü sadece uyumayı düşünüyordum yolculuk boyunca. Zaten yolculuğum öncekinden daha kısaydı. 1 saat 20 dakikaydı galiba hatırladığım kadarıyla.

 

Yerime yerleştikten sonra tam uyuyacaktım ki aklıma repertuvar defterim geldi. Hani annemin gümlük sandığı. Onu bavuluma değil de çantama atmıştım elimin altında olsun diye. Çantamı tek bir hamleyle çekip çıkardım yerinden ve direkt defteri elime aldım. Defter pembe – beyaz renkelerdeydi. Üstünde ise nota çizimleri ve gitar çıkartmaları vardı. Annem hiç müzik ruhlu olmadığı için o defterin müzikle bile alakası olduğunu anlayamamıştı.

 

Anneme kızmıyordum ama hayatındaki çoğu şeyi böyle yapıyordu. Detayına bakamadan kendi gördüğü şeylerle insanları yargılıyordu. Neyse, bu kadar anne dedikodusu yeter…

 

Defterimden rastgele bir sayfa açtım. Bunu uyurken dinleyeceğim şarkı için yapmıştım. Bu her zaman yaptığım bir şeydi ve bana zevk verirdi. Gerçi müzikle ilgi her şey bana zek verirdi, o ayrı bir mevzu. Full o şarkıyı dinlemeyecektim ama o playlist o şarkıdan başlayacaktı.

 

Rastgele sayfayı araladığımda çıkan şarkının Chamber of Reflection olduğunu gördüm. Ah, bu şarkı gerçekten bir şaheserdi, çok severdim. Hemen kulaklığımdan bu şarkıyı açtım ve dinlerken bir yandan da uykunun beni içine çektiğini hissettim ve ona teslim oldum bu kez…

 

 

Uçaktan gelen anons yine beni uyandırdı. Bu sefer anonsa lanet etmedim çünkü artık yolculuğumun bittiğine sevinmiştim. Ne kadar kısa süren bir yolculuk olsa da kendimi yorgun hissediyordum.

 

Yine aynı senaryo…

Hızlıca uçaktan ayrıldıktan sonra yine valiz alma yerine gittim ama bu sefer tahminimden daha hızlı geldi ve bu beni acayip mutlu etti. Mutlu mutlu havaalanından çıktıktan sonra ise hala Bodrum’da değildim. Bodrum’a çok yakın bir havaalanındaydım. Bundan sonra son olarak bir otobüse bineektim ve oradanda beni bıraktıktan sonra eve kadar yürüyecektim.

 

Aslında teyzemlerin arabası olsa beni alırlardı diye düşündüm ama maalesef arabaları yoktu. Belki ben de taksi çağırırım diye düşünmüştüm.

 

Açıkçası bu havaalanın olduğu yer beni İstanbul kadar etkilememişti. Ama yine de sevmediğimi söylesem yalan söylemiş olurdum. Buranın havasını çok seviyordum. Ve galiba bir de tatlı tatlı esen rüzgarın bebek saçlarımı havaya kaldırmasını…

 

Havaalanının hemen yakınında bir sürü otobüs vardı. Bunlardan biriydi benim bineceğim otobüs. Bir süre sonra bineceğim otobüsü bulduktan sonra hızlıca otobüse doğru ilerledim.

 

 

Oturacağım yere oturduktan kısa bir süre sonra otobüs ilerlemeye başladı. Allah’tan bu sefer cam kenarındaydım da etrafımı seyredebiliyordum. Otobüs ilerledik.e ağaçlar sıklaşıyordu, bu da ister istemez hoşuma gitmişti. Ama burayla ilgili en çok denizini merak ediyordum ve o denizi canlı vanlı görmek istiyordum.

 

Otobüs ilerlediçe gördüklerim beni pek şaşırtmadı ama yine de hayran olunasıydı. Beyaz kutulardan yani evler -ama onlar bana göre kutuydu- çok fazla vardı burda. Daha dün buraya internetten bakmıştım ama dünya gözüyle görmek gerçekten çok harika ve bir başka oluyordu.

 

Bir süre sonra yolda hayranlıkla Bodrum’a bakarken birden gözüme mavi bir şey takıldı. Bu, denizdi… Deniz’i gördüğüm zaman tekrar hayran kaldım. Kendimi deniz’e atmamak için zor tutuyordum resmen. Size bir şey söyleyeyim Nice’teki denizden bile daha güzel duruyordu.

 

Deniz’den sonra yine beyaz kutuları gördüm ve daha sonrasında birkaç eğlenme mekanı ve bir sürü çarşı gördüm. Buraların hepsini gezmeye kararlıydım. Yalnız da olsam gerekirse tek başıma gezecektim buaraları teker teker.

 

Ben Bodrum’a böyle hayran hayran bakarken otobüsün durduğunu fark ettim. Derin bir oh çektim içimden. Yol bitmişti… En azından taşıt kısmı. Bu güzellikleri görünce yoluma taksiyle değil, yürüyerek devam etme kararı almıştım.

 

Otobüsten valizimi ve çantamı kaptıktan sonra herkes gibi indim. Artık yürümüyordum, resmen koşuyordum. Otobüsten indiğimde her zaman yaptığım gibi ama bu sefer gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldım ve umutla gülümsedim.

 

Bir yandan yürüyordum bir yandan da bavulumu çekmeye uğraşıyordum. Ya şimdi Bodrum falan iyiydi hoştu falan ama bu bavulu hu kadar saat kim taşıyacaktı. Bu kadar çok eşya aldığım için bavulu açtığımda kendime lanet edeceğimi düşünmüştüm ama bu ondan daha hızlı oldu ve şu an daha açmadan önce kendime lanet ettim. Bok mu vardı ki bu kadar şeyi almıştım. Soluklanmak için karşımdaki otobüs durağına doğru ilerledim.

 

Bunları düşünürken birden önüme bakmadığımı fark ettim, bakışlarım tam önüme çevirecektim ki birden birine çarptığımı fark ettim. Bana bir şey olmamıştı, sadece kafam acımıştı ama karşımdaki kişi için aynı şey söylenemezdi. Elinde bir sürü poşeti vardı ama benim çarpmamla birlikte hepsi yere savruldu.

 

Ben ağzım açık bir şekilde poşetlerin sahibine bakacaktım ki poşetlerin sahibi bana ‘’N’apıyorsun sen?!’’ diye bağırmaya başladı. Esmer, koyu kahverengi gözlü bir adamdı. Benden biraz büyük gibi duruyordu. Birden bana ani çıkışına karşılık bir şey diyemedim ama sadece ‘’Kusura bakmayın.’’ Cümlesi çıktı dudaklarımdan. Çünkü adama bariz ben çarpmıştım. Tam yerden poşetleri toplamaya kalmıştım ama sesin sahibi susmadı ve bana bağırmaya devam etti. ‘’Önüne baksana! Ne biçim yürüyorsun. Hepsi mahvoldu senin yüzünden.’’ Adamın bu lafı üzerine yerdeki poşetlere baktım. Aksine yerdeki poşetlerin hepsinin ağızları bantlıydı ve yere hiçbir şey düşmemişti. Ha, ama içerisinde kırılacak bir şey varsa onu bilemezdim. Bir şey demeden yerdekiler toplarken adam bağırmaya devam etti: ‘’Birde cevap vermiyor, mal işte ya!’’

 

Bu lafıyla yerde eğilmişken gözlerimi kocaman açtım. Bana deminden bağırıyordu ama bu bardağı taşıran son damlaydı. Evet bana bağırabilirdi belki ama hakaretin hiçbir açıklaması yoktu. Adam bu sözleri söyledikten sonra şu zamana kadar topladığım bütün poşetleri birden yere bıraktım.

 

Adam bana şok olmuş bir şekilde bakarken bense adamın tam gözlerinin içine baktım: ‘’Mal.’’ Dedim ve tek kaşımı kaldırdım. ‘’Güzel hakaret.’’ Adam ise hala bana bakarken ben konuşmaya devam ettim. ‘’Ama biliyor musun bu hakaret sana daha çok yakışır.’’

 

Adamın gözlerinde şok ifadesi varken ‘’Ne diyorsun lan sen?!’’ dedi hala öfkeli görünüyordu ama ben de ondan korkmuyordum. ‘’Duydun.’’ Bu, son sakin sözüm olmuştu.

 

‘’Hata yaptım kabul. Ama bana böyle bağırmaya hakkın yok anladın mı? Gerizekalı.’’ Adam ise şaşkınlıkla bana bakarken ben ise bu sefer tekar yere eğilip yerdeki poşetleri toplamaya başladım. Adama ben de hakaret etmiştim ama poşetleri topladığım için bir şey diyemedi.

 

Aslında bunu yapmayacaktım ama poşetleri toplarken istemsizce sinirimden birkaç kere ‘’Marchandise.’’ (Mal.) dedim. Birkaç kez bunu tekrar ettikten sonra bir de ‘’Mec déshonorant.’’ (Şerefsiz herif.) demekten kendimi alıkoyamadım.

 

Adam ise tabii ki beni duymuştu ama ne dediğimi anlayamadığı için daha çok sinirlendi ve ‘’Ne geveliyorsun lan ağzında?’’ diye sordu. Ona bunun cevabını tabii ki vermeyecektim ama bu ondan korktuğum için değil onun daha çok kudurmasını istediğim içindi.

 

Poşetleri topladıktan sonra adamın eline poşetleri tutuşturdum. Keşke yardım etseydi, belim koptu burda! ‘’Senin.’’ Dedim. Yüzümde alaycı bir gülümseme vardı. ‘’Fransızca’ya aklın yetmez.’’ Diyip bir daha gülümsedim.

 

Aslında tabii ki dil bilmenin bir zekayla ilgisi yoktu ama o an aklıma öyle esmişti çünkü çok sinirliydim.

 

Adam tam tekrar konuşmaya başlayacaktı ki. ‘’Tamam!’’ diyerek diye onu susturdum. ‘’Bak poşetleri topladım. Uzatma. Burdan defol git. Anladın mı?’’ Adam konuşacaktı fakat bu sefer o da benim gibi sakinleşip ‘’Tamam.’’ Dedi. ‘’Konuşmayacağım. Ama seni bir daha görmeyeyim. Yoksa çok fena olur.’’ ‘’Hadi ya, ne olur?’’ dememek için kendimi zor tutuyordum ama adama bir şey demeden bavulumu da alıp hızlıca ordan uzaklaştım

 

Adam kesinlikle gerçekten iyi değildi. Akli dengesinde sorun olduğuna emindim. Çünkü aklı başında hiçbir insan bu olaya bu kadar tepki vermezdi. Adamı daha fazla kafaya takmamaya karar verdim. Buraya geldiğimde kullandığım ilk fransızca kelimenin de küfür olmasına bayağı şaşırmıştım. Daha doğrusu beklemiyordum diyeyim.

 

Her neyse bunları düşünmekten ziyade şu an önümde odaklanmam gereken bir yol ve de kocaman bir bavul vardı. Sinir olmuştum. Adama değil, bavula ve gideceğim yola:)

 

Ama taksi tutmamakta kararlıydım. Teyzemlerin benim taksiyle gördüğünde içlerinden Aman buraya da taksiyle mi gelmiş? Zamane çocuğu işte! Dememeleri için kendimi yürümeye zorladım.

 

Otobüs durağından ayrıldıktan sonra kendimi Bodrum sokaklarında yürümeye zorladım. Etrafıma baktığımda burda çok fazla insan olduğunu düşündüm. Akşam vakti olduğu için insanlar büyük ihtimalle sahil keyiflerinden sonra kendilerini sokaklara atmışlardı. Bodrum’la ilgili bir sevmediğim şey ise Bodrum’un aşırı sıcak olmasıydı! Şaka yapmıyorum. Gerçekten burası Nice’ten daha sıcaktı. Neredeyse su olup eriyecek gibi hissetmiştim kendimi.

 

Yürüdükçe burada eğlence mekanlarının dışında restorantlarında bayağı çok olduğunu gördüm ve hepsi de en az eğlence yerleri kadar ağzına kadar doluydu. Acaba teyzemin oğlu falan buraya geliyor mu düşünmekten edemedim.

 

Biraz daha yürüdükten sonra yorulduğum için ve bu evlerin hepsi birbirine benzediği için teyzemi aramak zorunda kaldım. Teyzem ben arar aramaz hemen açtı.

 

Alo teyze?

Alo yavrum gelebildin mi?

Ben de sizin evi soracaktım.

Aaa!

Teyze ne oluyor?

Senin saçların topuz mu?

Evet.

Üstünde gri bir eşofman mı var?

Evet.

Hemen karşına bak.

 

 

Teyzem böyle söyleyince tam karşıma baktım ve bembeyaz bir evin balkonunda elinde telefon 45’li yaşlarında bir kadın gördüm. Aynı benim gibi ela gözleri ve kumral saçları vardı. Ona çektiğim çok belliydi. Çünkü annemin koyu kahve saçları ve gözleri vardı. Babamın da öyleydi. O da bana bakıyordu. O an o kişinin teyzem olduğunu anımsadım. Teyzem’e baktıktan sonra telefonumdaki aramayı sonlandırdım ve hemen eve doğru yürümeye başladım. Teyzem’e karşı gülümserken o da hemen bana karşı gülümsedi.

 

Aslında onlarla pek bir bağım yoktu çünkü onları bu yaşıma kadar çok az görmüştüm. Ama yine de birbirimizi gördüğümüzde birbirimize sevgi dolu yaklaşırdık.

 

Teyzemle birbirimize yaklaştığımızda teyzem hemen bana sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki bir an kemiklerim kırılacak sandım. Beni sevdiği gözlerinden ve beni bu derecede sıkmasından anlaşılıyordu. Bunu idrak edince ben de ona sımsıkı sarıldım.

 

Benden ayrıldıktan sonra ela gözleri bana özlemle bakıyordu: ‘’Hoş geldin Farilya!’’ dedi. Ben de sevecen bir şekilde gözlerine baktım: ‘’Hoş buldum teyzeceğim. Nasılsın?’’ ‘’İyiyim yavrum. Ay ama sen yoldan geldin ne duruyorsun geç hemen eve!’’ Başımla onu onaylayarak eve doğru yürüdüm.

 

Bembeyaz ve aşırı güzel bir evdi. 3 katlıydı ama 3. Katı büyük bir teras gibiydi. Evin çevresinde ise bir sürü pembe renkli ama adını bilmediğim çiçeklerden vardı.

 

Evden içeri girdiğimde Teyzemin ‘’Anne!’’ diye seslendiğini duydum. ‘’Bak kim geldi.’’ Teyzemin bu lafı üzerine gülümsedim ve anneannemle dedemi beklemeye başladım.

 

Çok geçmeden ilk başta anneannemi gördüm. Kızıl saçları vardı, boya olduğu belliydi çünkü aralardan beyazları gözüküyordu ama bu haliyle bile çok tatlıydı. Beni görünce gözlerinden bir parıltı geçti sanki. Arkasından ise dedem geldi. Onlar beni gerçekten seviyorlardı, bunu derinden hissetmiştim. Anneannem hemen gelip bana sımsıkı sarıldı. Ve ‘’Farilya’m.’’ Dedi. ‘’Evine hoş geldin kuzum.’’ Gözleri dolu doluydu. Ve söylediklerini tekrar etti: ‘’Evine hoş geldin canım.’’

 

Bana bir daha sarılacaktı ki bu sefer dedem onun önüne geçti ve bana sarıldı. Ben bu hareketine şaşırırken dedem ise ‘’Çekil be kadın! Biraz da biz sarılalım. Anneannem dedemin bu lafı üzerine şakadan bozulmuş gibi yaptı ama daha da bir şey demedi. Dedemse bana sarıldıtan sonra ‘’Hoş geldin kızım.’’ Dedi. Ben de ona gülümseyerek ‘’Hoş buldum.’’ Dedim.

 

Biz öylece dururken teyzem birden: ‘’Yeter artık canım! Kızı bayağı sıktınız. Gel Farilya geç içeriye de soluklan’’ Teyzemi ilk gördüğümde aklıma gelen şey kesinlikle anneme benzememesiydi. Ya da anneannem… Resmen tam tersiydiler. Bu bayağı bir hoşuma gitmişti.

 

Ev ise çok güzeldi, tam bir yaz evi. Kapıda bile yapma çiçekler vardı, o gördüğüm pembe çiçeklerden dayanamayıp teyzeme sordum. Elimle işaret ederek ‘’Teyze bu çiçeklerin adı ne?’’ ‘’Ha onlar mı?’’ dedi gülümseyerek. ‘’Onlar begaonvil Farilya’m.’’ Diyerek içeriye gitti. Bense hala evi inceliyordum. Evin 1. Katında mutfak, giriş, salon ve 2 tane oda vardı ve hepsi ayrı ayrı süslenmişti. Teyzemlerin bu eve bayağı özen gözterdikleri belli oluyordu.

 

Salona doğru ilerledim içeride dedem ve anneannem oturyordu. Oda çok güzeldi. Koltuklar L şeklinde yerleştirilmişti ve karşısında minik bir televizyon vardı. Önümüzde bir tezgah vardı ve onda da yeni öğrendiğim begonvil vardı.

 

Yanlarına oturduğumda anneannem bana ilgiyle bakıp konuşmaya başladı: ‘’Eee, Farilya. Anlat bakalım. Fransa’da neler yapıyorsun?’’ Fransa… Ha bu arada Fransa demişken Fransızca konuşmayı ne kadar özlediğimi fark etim ve şu an asla Türkçe konuşmak istemediğimi. Evet, kısa bir süre geçmişti ben Nice’ten ayrılalı fakat orda neredeyse her dakika Fransızca konuşuyordum. Burda ise tamamen Türkçe konuşmak zorundaydım. Yoksa beni asla anlamazlardı.

 

Anneannem ‘’Kız, daldın gittin.’’ Dediğinde düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldim. ‘’Ha.’’ Dedim istemsiz. ‘’Yorgunum biraz. Kusura bakamayın.’’ Diyerek yalan söyledim. Anneannem tam konuşacaktı ki ona izin vermeden ben atladım lafa. ‘’Fransada mı?’’ Düşüncelerimi toparlamaya çalıştım ve tekrar konuştum: ‘’E, Fransa’da okuyorum. Mimarlığımın son yılına geçeceğim. Annemle babamla yaşamaya çalışıyoruz.’’ Dedim.

 

‘’Maşaallah.’’ Dedi dedem. ‘’İnşallah çok güzel bir mimar olacak benim kızım.’’ Ben de ‘’İnşaallah.’’ Dedim samimi gülümsememle.

 

Teyzem içerden geldi ve ‘’Acıktın mı?’’ dedi bana bakarak. Şu an kendimi hiç yemek yemeğe zorlamak istemiyordum. Açtım evet ama şu an tek istediğim odama gidip kalan kruvasanlarımı kemirmekti. Yorgun hissediyordum kendimi. Ve çok garip bir şekilde Türkçe konuştukça da yoruluyordum. Beynimi bir şeye anlamlandırmak için çalıştırmak istemiyordum artık.

 

Tam teyzeme yemeyeceğimi söyleyecektim fakat kapıdan anahtar sesi geldi ve hepimizin gözleri o yöne doğru yönlendi. Teyzem ise ‘’Benim oğlandır.’’ Diyerek kapıya doğru koşturdu.

 

Kapının açılma sesini duyduk ve teyzemin ve kuzenimin ‘’şüpheli :)’’ konuşmalarını duyduk. Onlar konuşurken onları görmeme rağmen kafam o yöne dönük, ne dediklerini anlamya çalışıyordum. Sonra bu yaptığımın saçma olduğunu fark edip kafamı önüme çevirdim. Kaçamak bakışlarla anneannemle dedeme baktığımda onların ise demin yaptığımın hareketin aynısını yaptıklarını gördüm.

 

Başımı önüme çevirdiğim sırada kapıda Teyzem ve oğlu belirdi. Kafamı yavaşça onlara doğru çevirdiğimde kuzenimle göz göze geldik sonra da aynı anda göz temasını kestik.

 

Teyzem bana doğru döndü. ‘’Kuzenimle’’ tanışacağım için ben de ayıp olmasın diye ayağa kalktım. Kuzenim esmer saçlı, ela gözlü bir çocuktu. Ela gözlerini annesinden aldığı belliydi. 2 ela gözlü birbirimize ne yapacağımızı bilmez bir şekilde birbirimize bakıyorduk.

 

Biz böyle dururken Teyzem birden ‘’Ne duruyorsunuz öyle?!’’ dedi. ‘’Siz kuzensiniz kuzen. Yabancı biri yok karşınızda.’’ Dedi. Tamam kuzenimdi ama ben onu hayatımda ilk defa görüyordum. Daha önce sadece fotoğraflardan görnüştüm.

 

Teyzemin bu lafı üzerine Kuzenim ‘’Merhaba.’’ Demekle yetindi. Ben de hemen ‘’Merhaba.’’ Dedim. İyi hoştu ama ben bu çocuğun adını hiç hatırlamıyordum. İsim hafızam genelde iyiydi ama o kadar bile önemsememiştim kuzenimi anlaşılan. ‘’Şey.’’ Dedim çekinerek. O ise anlamaz gözlerle yüzüme bakarken konuşmaya başladım: ‘’Senin adın neydi?’’ Bu sorumla beraber kuzenim dışında salonfdaki herkesi bir gülme aldı. Ne yani? Hatırlamıyor olamaz mıydım?

 

Kuzenim ise alaylı bir tavırlı yüzüme baktı ve ‘’Peki.’’ Dedi. ‘’Baştan bir tanışma olsun.’’ Ben de buna ihtiyacım varmış gibi başımı hızlıca salldım ve onun da konuşması gecikmedi: ‘’ Ben Demir.’’ Diyip elini sıkmam için bana uzattı. Benim de cevabım gecikmedi: ‘’Ben de Farilya.’’ Diyip bana uzattığı elini sıktı. Ona bakarken birden beklemediğim bir şekilde yüzünü buruşturdu: ‘’Farilya mı? Bu fazla uzun.’’ Ha! Her şey tamamdı da bir adım mı batmıştı? Bu lafının üzerine derin bir nefes aldım. ‘’Bana Fa diyebilirsin kısaca.’’ Dedim.

 

Neden ‘Fa’ olduğunu sorgulamasını beklerken o beklediğimin aksine hiç sorgulamadan ‘’Tamam, Fa.’’ Dedi. Direkt ismime adapte olması beni gülümsetirken o da bana karşılık gülümsedi.

 

Teyzem ‘’Hadi sofraya!’’ diye içerden bağırınca ikimizde irkildik. Teyzemi bayağı sevmiştim ama bu ani bağırmaları bana göre değildi. Ben oturduktan sonra Demir annesine ‘’Anne ben yemeyeceğim, arkadaşlarla buluşacağız şimdi.’’ Dedi. ‘’Olur mu yavrum. Niye kuzenini yalnız bırakıyorsun.’’ Dedi. Teyzemin bu lafı üzerine hemen atladım: ‘’Aslında ben hiç aç değilim.’’ Herkes bana inanmaz gözlerle bakarken daha fazla ısrar etmesinler diye ‘’Havaalanında atıştırdım.’’ Diyerek gülümsedim.

 

İnandıkları yüzlerinden belli olunca rahat bir nefes aldım. Demir yaklaşık bir 3 dakika sonra bir hışımla ayağa kalktı: ‘’Anne ben gidiyorum.’’ Dedi. Teyzem ise ‘’Peki yavrum.’’ Dedi ve Demir ayağa kalktı. Tam salonun kapısından çıkarken birden durdu ve bana doğru döndü gözlerimi içine bakarken aslında onun ne söyleyeceğini çoktan tahmin etmiştim ve kabul etmeye hazırdım.

 

‘’Sen de gelmek ister misin Fa.’’ Dedi. Duraksadı ve konuşmaya devam etti: ‘’Bizimkiler seni sevecektir.’’Ben daha cevap veremeden lafa beklemediğim bir şekilde anneannem atladı: ‘’Farilya yorgundur. Yarın gelsin seninle.’’ Demir ise bunu beklemiyordu ama anlayışla başını salladı. Biraz benden cevap bekledi ve ben de bir şey demeyince umudu kesip tam çıkacaktı ki bu sefer ben konuştum: ‘’Aslında o kadar da yorgun değilim. Size takılabilirim.’’

 

 

                                                                              ***

 

Bu lafım üzerine 2’miz de hemen dışarıya attık kendimizi. Yürüyorduk ama 2’mizin de ağzını bıçak açmıyordu. Normalde çok sosyal bir insandım ve insanlarla hemen kaynaşırdım fakat karşımda ailemden biri olunca gerildiğimi hissetmiştim.

 

Aynı şekilde onun da bana karşı gerildiğini hissettiğimde birden ‘’Nerde?’’ dedim. Anlamamış bir şekilde bana bakarken ‘’Yani arkadaşların nerde?’’ dedim sorumu düzelterek. Bu soruma gülümsedi ve yanıtladı: ‘’Çok değil biraz daha yürüyeceğiz. Sahil tarafındalar.’’ Bu sorusunun üzerine ona anladığımı göstererek başımı salladım.

 

‘’Onları merak ettin değil mi?’’ diye sorduğunda kaşlarımı yukarıya kaldırdım. Umursamaz bir tavırla: ‘’Yani, çok da değil ama açıkçası laf olsun diye sordum.’’ Bu yanıtım onu daha çok güldürürken ‘’Eee.’’ Dedi. ‘’Fa. Kaç yaşındasın sen?’’ Hemen cevapladım. ‘’22. Sen kaç yaşındasın?’’ ‘’24’’ diye cevapladı.

 

O da bir süre sonra susunca ‘’Yaşımı çok mu merak ettin?’’ diye sordum. O ise bu sefer şaşırmışken ‘’Aslında ben de laf olsun diye sordum.’’ Diyince 2’mizi de bir gülme aldı.

 

‘’Bence.’’ Dedim. ‘’Bir daha laf olsun diye konuşmayalım.’’ Dedim ona bakmadan. O da ‘’Tamam.’’ Dedi. Biraz daha yokuş aşağı yürüdükten sonra ‘’Burası gerçekten çok güzel.’’ Dedim. Şaşırdı ‘’Burası mı?’’ diye sordu. ‘’Eminim Fransa daha güzeldir.’’ ‘’Aslında.’’ Dedim ve söyleyeceklerimi toparladıktan sonra tekrar konuştum: ‘’Burası Fransa’dan güzel. Hem de bayağı iyi.’’ Ben öylece yola bakarken ‘’Vaov.’’ Dedi. ‘’Fransız kızının burayı hiç beğeneceğini düşünmezdim.’’

 

Bu lafı üzerine gözlerim yoldayken birden ona doğru döndürdüm. ‘’Fransız kızı mı? Bence daha yaratıcı şeyler bul.’’ ‘’En iyisi.’’ Dedi gülerken. ‘’Fa yeterli.’’ Dedi. Başımla onu onayladığımda. ‘’Geldik.’’ Dedi. ‘’Yani geleceğimiz mekan burası.’’ Mekana baktığımda güzel bir mekandı ama çok gürültülüydü ama dış kısmı güzel süslenmişti. Kafamı çevirince gördüğüm şey beni bayağı mutlu etti. Deniz! Bu kafe denizin önündeydi. Artık en sevdiğim kafe bile denebilirdi.

 

Ben hayranlıkla denize bakarken bir yandan da Demir’i takip ediyordum. Denizin önünde yani kumlarda bir sürü insan vardı. Bazıları sohbet ediyordu, bazıları ise yalnız bir şekilde biralarını yudumluyordu. Ama her insan mutlu gibi gözüküyordu.

 

Denize bakarken ve sahildeki insanları incelerken birden Demir’in durduğunu fark ettim. Demir masada oturan insanlara bakarken ben de onlara doğru başımı çevirdim.

 

Masada 3 tane kız 3 tane de erkek vardı. Birden masadakilerin Demir’e bakması gerekirken hepsinin gözlerinin üzerimde olduğunu gördüm. Masadaki kızlardan biri ‘’Kim bu kız?’’ dedi. Bakışları ise hiç sevecen değildi. O koştuktan sonra erkeklerden biri de konuşmaya başladı: ‘’O, bu kıza kuma mı getirdin?’’ Kuma mı? O ne be. Demir’e baktığımda bayağı bir sinirli olduğunu gördüm. ‘’Kes lan sesini!’’ dedi laf söyleyen adama.

 

Demir’in bu lafı üzerine masadaki adamlardan başka biri konuştu: ‘’Sakın sadece arkadaşım deme bana.’’ Birden duraksadı ve mahçup bir ifadeyle gözlerini ikimize dikti: ‘’Ha siz daha flört aşa-‘’ O kadar sinirleniştim ki adamın lafını kestim. flört kelimesini anlamıştım ama kuma kelimesi hakkında pek bir bilgim yoktu. Ve bu adamın benim hakkımda bilmediğim bir şeyi konuşmasını istemiyordum.

 

‘’Kuzenim o benim.’’ Diye atladım lafa. Adam şaşkınca bana bakarken 2 kaşı da kalkmıştı. ‘’Artık cümlelerini daha düzgün kurarsın.’’ Ben bunu söyler söylemez masadan bir ‘’Ooo.’’ Sesi yükseldi. Sinir olmuştum! Zaten kelimelerinden birini anlamamaktan korkuyordum, onlar gelmiş burada oooo çekiyorlardı.

 

Laf attığım adam tam söze başlayacaktı ki bu sefer Demir onun konuşmasına izin vermeden konuşmaya atıldı: ‘’Tamam uzatma.’’ Derin bir nefes aldıktan sonra ‘’Fa, sen de al bir sandalye otur şuraya.’’ ‘’Fa mı?’’ dedi ilk başta konuşan adam. ‘’Ne bu lan. Nota mı?’’ ‘’Yeter artık!’’ diye kendimden istemsiz bir cümle çıktı dudaklarımdan. Bu adamlar aynı o otobüs durağındaki adamın bana söylediği gibi mallardı. Gerçi kızların da pek bir farkı olduğunu sanmıyordum.

 

Ani bir çıkış yaptığım için herkes bana daha da dikkatli şekilde bakarken birden ‘’Bakmayın öyle, önünüze dönün.’’ Dedim. Ne oluyordu bana böyle? Hiç kendim olmayan hareketler yapıyordum. Tövbe estağfirullah! Çabuk eski halime dönmeliydim. Ama ne tesaadüftür ki içimden biri eski halime hiç de gerek olmadığını bana fısıldıyordu sanki.

 

Bu sözlerimle kendi önlerine döndüklerinde ben de kendime yan masadan boş bir sandalye aldım ve oturmam için uygun bir yere koydum. Masada ölüm sessizliği vardı. Demir’in arkadaşlarıyla hiç böyle tanışacağımı sanmamıştım ama onlar da arkadaştı yani (!).

 

Rahatça çok da rahat olmayan sandalyeme yerleştiğimde Demir konuşmaya başladı: ‘’Kuzenim Farilya. Kendisi şeyden geli-‘’ derken daha önce konuşan ilk adamdan bir kahkaha sesi yükseldi. Benimle ilgili bir şey söyleyeceğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerekirdi.

 

‘’Farilya mı?’’ dedi gülümserken. Acayiptir ki sözlerinde beklediğimin aksine alay değil, büyük bir şaşırma peyda olmuştu yüzünde. Adam bunu söyledikten sonra lafı yanındaki yani 2. Konuşan adam aldı. ‘’Senin zaten Bodrum’a gelmen gerekiyormuş. Adı-‘’ derken. Bu sefer lafını hiç konuşmayan 3. Adam kesti. Tam gözlerimin içine bakarak ‘’Boşver.’’ Dedi. ‘’Önemsiz.’’ Ben de adama birkaç saniye baktıktan sonra bakışlarımı çevirdim. Normal Farilya olsam ne söylediklerini merak ederdim ama şu an mal adamın neyi kastettiği umrumda bile değildi.

 

Bu seferde kızlardan biri konuştu Demir’e bakarak ‘’E aşkım, nerden geldi bu kız?’’ Aşkım mı! Demir’in bir de sevgilisi mi vardı? Teyzemin bilmediğine emindim. Eğer bilseydi mutlaka bana ondan bahsederdi. Demir geldiğinde ona bu kızı falan sorardı. Ayrıca bunu merak ettiği için sormadığını biliyordum. Demir’e kendini belli etmek istiyordu.

 

Demir’in bakışları birden yumuşadı. Aşk, bu kadar güçlü bir şey miydi? Demir’in gözlerine bakınca gerçek aşkı gördüm ve o an onların hiç ayrılmayacaklarını hissettim. Sadece his ama zaten kim bilir değil mi?* (* MF yapımlı Kalp Atışı TV dizisinde Gökhan Alkan’ın canlandırdığı Ali Asaf Denizoğlu’nun repliğine bir atıf.)

 

Demir tam konuşacakken ben lafa atladım: ‘’Ben Eskişehir’den geliyorum.’’ Bu lafımla beraber Demir bana şaşkın gözlerini yollarken ben ona bakıp da bir şey belli etmek istemedim.

 

Evet arkadaşlar bu yalanı söyledim çünkü o ucuz laflarıyla benimle daha da fazla dalga geçmelerine izin de veremezdim. Bu arada neden Eskişehir diye sormayın? Geçen gece internete bakarken baktığım şehirlerden aklıma ilk geleni söyledim.

 

‘’Hoş geldin.’’ Dedi Demir’in sevgilinin yanında oturan kız. ‘’Ha bu arada ben Bade.’’ Gülümsemesi ilk defa bana buradaki bir kişinin attığı gülümsemelerden en samimisi gibi geldi ve buna karşılık ben de ona samimi bir gülümseme yolladım. Bade’nin koyu kahve şaçları ve yemyeşil gözleri vardı. Kesinlikle çok güzel bir kızdı. Ve gözleri bana Choé’ü anımsatmıştı. Ah! Ne kadar da özlemiştim onu. E tabii bir o kadar Fransızca konuşmayı da…

 

Bu sefer Demir’in sevgilisi konuştu: ‘’Bense Merve. Tanıştığıma memnun oldum Farilya.’’ Gülümsemesi Bade’ninkine kıyasla daha sönüktü ama ondaki samimiyeti de gözlerinde hissetmiştim. ‘’Ben de memnun oldum.’’ Diyerek gülümsedim. ‘’Çok.’’ Diye de ekleyince Merve’nin gülüşünün büyüdüğünü gördüm. Yandan ayırdığı dalgalı koyu kahve saçlarıyla ve koyu kahverengi gözleriyle o da çok güzel görünüyordu.

 

Daha sonra ise gözlerimi Bade’nin yanındaki kıza çevirdiğimde zemheri mavisi gözlerini bana doğru çevirdi ama sanki bunu onlara göre daha isteksiz yapmıştı. Sapsarı saçları ama buna karşın açık kahverengi gözleri vardı ve onları balıksırtı örmüştü. Ben onu incelerken bunu fark etti ve ‘’Lavin.’’ Dedi en sonunda ve sonrasında gülümsemede geç kaldığını fark ederek gülümsedi ama gülümsemesi samimi değildi ve geç kalmış bir gülümsemeydi. Bunu elbette anlamıştım ama ben yine de ona samimi gülümsemelerimden birini gönderdim.

 

Daha sonra bu sefer gözlerimi erkeklerin olduğu tarafa döndürdüm: Benimle konuşan birinci adam gözlerini dikti bana ve ‘’Ben Haktan.’’ Dedi. Koyu kahve saçları vardı ve onun da gözleri açık kahveydi. Erkeklerin kısmı daha hızlı geçti herkes isimlerini saydı. Esmer olan ve koyu kahve renkli gözlü olan adam yani benimle 2. Konuşan adam ‘’Ben Yekta.’’ Dedi. O bunu der demez en sonda oturan ve neredeyse benimle hiç konuşmayan Kumral saçları ve koyu kahverengi gözleri olan adam konuştu: ‘’Ve son olarak ben de Aren.’’ Aren? Daha önce bu ismi hiç duymamıştım. Türk ismi gibi değildi. Aman! Sanki benim ismim çok normaldi de başkalarını sorguluyordum.

 

Aren benimle konuştuktan sonra öbür cümlesi de gecikmedi: ‘’Bu kadar tanışma faslı yeter. Kalksak mı artık?’’ Yekta bu sefer onu başıyla onaylarken Haktan da ‘’Tamam, bence de artık kalkalım.’’ Dedi. Ne! Evlere mi dağılıyorduk? Oysa hiç böyle hayal etmemiştim. Tam kalkacaklarken Haktan Demir’e bakarak konuşmaya başladı: Demir, bu sefer ki hesap sende kardeşim.’’ Dedi. Demir de başını salladı ve dışarıya doğru yönelirken geride ben, Demir ve Merve kalmıştık. Demir anında bana: ‘’Neden yalan söyledin?’’ dedi. ‘’Amacın ne senin?’’ Demir sinirle aslında bir yandan şüpheyle bana bakarken ona yanıtım çok da geç olmadı: ‘’Fransa’da yaşadığımı söyleyeyim, daha da çok dalga geçsinler değil mi Demir?’’ dediğimde bu söylediklerimi yanımızda olan Merve de duymuştu ve kendini tutamayarak gözlerini kocaman açtı ve bana doğru döndü: ‘’Kızım sen Fransa’dan mı geliyorsun?’’

 

Bunu Merve'nin yanında söylemiştim çünkü Demir'in sevgilisi olduğu için Demir ona benim Fransiz olayını anlatmıştır diye düşünmüştüm.

 

Ama görünen o ki ona hiçbir şey anlatmamış gibi gözüküyordu. Merve ise hala bana şaşırtıcı ve dikkatli bir şeklide bakarken birden Demir Merve'ye doğru dönerek onunla konuşmaya başladı: "Canım, bak sen git şimdi yoksa bir şeylerin yolunda olmadığı anlaşılacak."

 

Merve ise ona Bunu bana neden anlatmadın? Diye sinirli bir bakış yollarken o da Merve'nin ne demek istediğini anlamış olacak ki ona hemen yanıt verdi: "Bebeğim biliyorum anlatmalıydım ama her şey çok hızlı gelişti. Söz anlatacağım her şeyi." Konuşurken duraksadı ve bana doğru döndü: Belki de Farilya sana anlatır. Olur mu?" Derken gözlerinde merhametle karışık bir yalvarma vardı.

 

Çok geçmeden Merve'den de yanıt geldi: "Tamam, ben şimdilik gidiyorum ama bana her şeyi anlatacaksınız." Dedi. Demir'e bakarken gözlerinde onun da sevgi vardı. Demir ise onu başından onaylarken o da yavaşça yanımızdan ayrılıp onlara doğru gitti.

 

Merve'nin gittiğinden emin olduktan sonra Demir beni kolumdan tuttu kafenin yanındaki bakan bir kişiniin görüş mesafesinin daha az olacağı ağaçların arasına çekti. "Onlara yalan söylememeliydin." Dedi. Çok ciddi görünüyordu sanki onlara yalan söylediğim için zarar görmüş gibi bakıyordu. Ah, hayır. Abartiyordu sadece!

 

O bana bakarken ben de ona bakışlarımı çevirdim ve konuşmaya başladım: "Ay tamam soylediysem söyledim. Ne var? Merak etme, hiçbir şey olmaz." Duraksadim, yutkunarak konuşmaya devam ettim: "Ayrıca bırak şu kolumu." Dedim ve kolumu çevik bir hareketle ondan kurtardım. Sert bakışlarımı ona diktim ve şu sözleri söyledim: "Kendine gel Demir."

 

Bunu söyledikten sonra ağaçların arasından çıktım ve hızlıca onlara doğru yürümeye başladım. Demir'in ne kadar arkamdan "Farilya, Gel buraya!" Diye seslendiginii duysam da umursamadım.

 

Onlarin yanına varmam 20 saniyemi bile almamıştı. Onlar mı çok yavaş yürüyordu yoksa ben mi çok hızlıydım, bir an karar veremedim.

 

Onların yanına vardığımda destek almak ister gibi kolumu Merve'nin koluna doladım. Bu hareketim hoşuna gidecek olmalı ki bana gülümseyerek baktı ve o da kolunu koluma sarmaladı.

 

Öbürlerinin neden geç kaldığımı sormaması beni şaşırtırken Merve'nin onların yanına gittiğinde benim için de bir bahane uydurdugunu anlamıştım.

 

Onlar önde, biz arkada yürürken birden Merve'nin Kulağına doğru yükselerek sessizce sorumu sordum: " Şu an kalktık ya, herkes evine mi dağılacak şimdi?"

 

Ben bunu sorduğumda Merve'nin birden kahkaha atmak istediğini ama fark edilmemek için dudaklarını birbirbine bastırdığı gördüm. Bu hareketinden sonra dudakları sinsi bir gülümsemeyle 2 ayrı yana ayrıldı: "Ne eve ayrılması Fa, gece yeni başlıyor."

 

                                           ***

Merve bunu söyledikten ve Demir de yanımıza geldikten sonra kendimi bir sürü insanın olduğu bir barda buldum ve bu kadar insan olmasına hayret ettim çünkü Fransızlar barları hiç sevmezdi çünkü genelde kendi evlerinde ya da sokakta içmeyi tercih ederlerdi. Choé’e bunun nedenini sorduğumda Fransızların barları gereksiz bulduğunu söylemişti. Nice'teki barlar genelde kalabalık olmazdı ve ben de sadece 1 - 2 kere bara gitmiştim.

Ama şu an burasının kalabalığı Fransa'dan kop artık. Türkiye'desin. Evindesin bebeğim. Diyor ve gerçeği bana tokat gibi çarpıyordu.

 

Hepimiz bir masada toplanmıştık ve sandalye yoktu. Etrafına baktigimda ise tam olarak hiçbir yeri net göremiyordum bunun nedeni biraz miyopluktu biraz da ortamın ışıklarının sürekli yanıp sönmesiydi. Kulağıma çok yüksek sesle müzik geliyordu ve bundan bayağı bir rahatsız olmuştum. Keşke Demir'le gelmeseydim. Diye düşünmeden de edememiştim.

 

Ben ne kadar sıkılmış görünüyorsam onlara da bir o kadar eğleniyor gibi görünüyordu. Lavin ve Bade müziğe ritim tutarak oynuyor, erkekler ise kendi aralarında konuşarak gulusuyorlardı. Yanımdaki Merve de Demir'le konuşuyordu ve ben öylece oturuyordum. Fransa' da bu kadar sosyalken şimdi niye bu kadar asosyalim? Diye düşündüm kendi kendime. Oldukça sıkılmıştım. Midemin guruldadığını hissettiğimde ise moralim 2 kat daha bozulmuştu. Keşke oturduğumuz kafede bir iki bir şeyler yeseydim. Diye düşündüm.

 

Ben bunları düşünürken birden yanımda birinin belirdiğini fark ettim. Bu kişi Aren'di. Koyu kahve gözleriyle dikkatle bana bakıyordu. Birden "Ne var?" Dedim. "Neden öyle bakıyorsun?"

 

Cevabım onu gülümsetirken ben ise hala bana vereceği cevabı bekliyordum. Ona sorgular gözlerle bakmaya devam edince cevap vermek zorunda kaldı: " Çok sıkılmışa benziyorsun. Söyle bakalım, ne içeceksin?"

 

Ah, hayır. Midem açlıktan bulanma eşiğine geçtiğinde kesinlikle hiçbir şey içmek istemiyordum. Ama bu sefer bir şey içmek istemediğimi söylesem çok yadirgarlardi bu yüzden aklıma ilk gelen içkiyi söyledim: "Pastis." Dedim. Bunu söylemle gülümsemesi daha da arttı ve ben acaba yanlış bir şey mi söyledim diye zihnimle çelişirken o ise bu isteğimi cevapladı: "Fransız içkisi demek. Ama o buralarda olmaz. Başka bir şey söyle."

 

Aren bana ben de Aren' e bakarken tam ona Ben bir şey almasam? Demeyi aklımdan geçirdim ama sonra hemen vaz geçip "Bira yeter." Diyerek gülümsedim. O da gülümsememe karşılık verirken hem kendine hem de bana birer tane bira aldı ve kapaklarını çevik bir hareketle açıktan sonra biralardan birini bana uzattı.

 

O, birasından kocaman bir yudum alırken bana baktığında ben de kendime acımadım ve istemesem de biradan birkaç yudum aldım. Acı tadı boğazımda yayılırken ve keskin tadı boğazımı delip geçerken çoktan midemin bana küfür ettiğini hissediyordum. Midem aşırı bulandığında başımı yana doğru çevirdim ve derin derin nefesler almaya başladım.

 

Ben havayı büyük bir aç gözlülükle içime doğru çekerken birden yanımıza Yekta geldi. Koyu kahve gözleri ile ikimiz arasında mekik dokurken konuşmaya başladı:

 

‘’N’apıyorsunuz siz burda?’’ ‘Sence ne yapıyouz?’ dememek için kendimi zor tuttum. Ben cevap vermemek için birayı kafama dikerken Aren ise Yekta’yla konuşmaya başladı: ‘’Bir şey yapmıyoruz gördüğün gibi. Hatta istiyorsan sen de bize katıl.’’ Yekta onu başıyla onayladığında Aren ona da bir bira aldı ve ona doğru uzattı.

 

Midemin bulantısının geçeceğini umdum ama aksine daha çok arttı ve bu da benim derin derin nefes almamı zorlaştırdı. Kendimi kusacak gibi hissediyordum bu yüzden en iyisi tuvalete gitmekti. Aren’le Yekta’ya baktığımda 2’sinin de derin bir sohbette olduğunu gördüm. Bu yüzden fark edilmeden giderim diye düşündüm.

 

Tam onların yanından ayrılıyorken Aren ‘’Nereye gidiyorsun?’’ dedi. Nefes verdim ve onların önüne dönüğümde ‘’Tuvalete.’’ Dedim ve koşarak oradan uzaklaştım. Ne vardı ki bu kadar içecek! Anlamıyordum. İnsanlar normalde bunu sarhoş olduğunda söyler ama ben midem için söylüyordum.

 

Tuvalet yolunu daha yarılayamadan birden öyle bir kusma hissi geldi ki ne yapacağımı bilemedim. Buraya kusamazdım! Hayır, bu insanlarla daha tanıştığım ilk gece kendimi bu şekilde rezil edemezdim.

 

Etrafıma şöyle hızlıca baktım ve barın önünde denizin, yani kumsalın olduğunu gördüm. Oranın mesafesi bana daha yakındı. Bu yüzden hemen kumlara doğru koşturdum ve kumlara ayak basmamla hunharca kusmam bir oldu. Anlatıp midenizi bulandırmak istemem ama resmen içtiğim birayı çıkarmıştım ve sanırım kruvasanı. Çünkü kusmuğum bayağı bir sıvı içerisindeydi. Tamam, tamam. Daha fazla midenizi bulandırmayacağım, merak etmeyin.

 

Kumlara kustuktan sonra kendimi az da olsa rahatlamış hissediyordum ama bir o kadar da rahatsızdım çünkü yanımdaki herkes bana bakıyordu. Ama ne yapayım? Başka seçeneğim yoktu.

 

Ben gökyüzüne bakarken kendimi yatıştırmak için derin derin nefesler alırken birden birinin koluma dokunduğunu hissettim. Kafamı çevirdiğimde ise o kişinin Merve olduğunu gördüm.

 

‘’Yavrum sen ne yaptın?’’ dedi yerdeki kusmuklara bakarken ve anında yüzünü ekşitti. Yavrum mu! Kafası iyiydi galiba. Bense ona hemen karşılık verdim. ‘’Kustum yavrum.’’ Diye gülümsediğimde o da bana gülümsedi.

 

‘’Hem.’’ Dedim. ‘’Sen beni nerden buldun?’’ ‘’E.’’ Dedi cümlelerini toparlamaya çalıştı ve tekrar konuştu: ‘’Ben seni gördüm koşarken, geleyim dedim peşinden.’’ ‘’He.’’ Dedim. ‘’İyi yapmışsın.’’ Diye de devam ettirdim.

 

Onunla konuşurken birden başıma bir ağrı girdiğini hissettim. Kusma hissi tekrar geliyordu ama kusmayacağım biliyordum. Çünkü midemde bir şey kalmamıştı. Umarım safra sıvımı da çıkarmazdım. Neyse!

 

‘’Sen.’’ Dedi. ‘’Fransa’dan geldin ya, şöyle havalı bir şey söylesene.’’ Dedi bana bakarken. ‘’Şşt.’’ Dedim elimi ağzına götürerek. ‘’Bak duyacaklar şimdi.’’ ‘’Hadi ama bir iki şey.’’ Dedi. ‘’Tamam.’’ Dedim ben de hemen.

 

Biraz düşündükten sonra şu cümleyi söyledim: ‘’Merve est une très belle fille.’’ (Merve çok güzel kız.) Şaşkınlıkla ‘’Merve mi?’’ dedi. ‘’Ne diyorsun lan sen benim hakkımda?’’ ‘’Aaa.’’ Dedim. Hemen ‘’Sakin ol, sakin.’’ İkimizin de kafası güzeldi galiba. ‘’Şey dedim: Sen çok güzel bir kızsın.’’ ‘’Gerçekten mi?’’ dedi Merve. Bayağı şaşırmış gibi duruyordu. Beni işaret ederek ‘’Sen.’’ Dedi. ‘’Daha güzelsin.’’ ‘’Yaa.’’ Dedim iki elimi de böğrüme götürerek. ‘’Çok sağol canım.’’

 

İkimizde kumda öylece otururken birden yanımıza Demir’le Aren geldi. İkimiz de onlara bakarken Demir: ‘’Nerdesiniz siz?’’ diye azarladı bizi. ‘’Kumdayız.’’ Diyerek gülümsedi Merve. Aren ise şaşkınlıkla yerdeki kusmuğumu gösterip ‘’Bu sizin mi?’’ diye sordu. Bu dediğine bayağı bir güldüğümde ‘’ ‘Bu sizin mi?’ diyor. Sanki çanta amına koyayım.’’ Dedim. Bu lafımın üzerine Aren bana dehşetle bakarken Demir ‘’Farilya!’’ diye bağırdı bana. Ah, hani bana Fa diyecekti. Üzülmüştüm. Ayrıca niye bu kadar sinirliydi bu!

 

‘’Ne var.’’ Dedim Demir’e. Daha sonra Aren’e dönüp: ‘’Sen de bakma öyle.’’ Dedim. Demir ‘’Kalkın, gidiyoruz.’’ Dedi. Bence de gitmeliydik. Sıkılmıştım burdan. Merve bana göre daha sarhoş olduğu için Demir onu alıp önümüzden yürüdü. Bense daha ayıktım. Kendim ayağa kalktım. Yanımda Aren vardı ama onunla konuşmuyordum. Zaten kafam çok iyi değilken tanımadığım bir adamla konuşmak istemiyordum.

 

Yürürken bir anda bir kızı görünce durdum. Allah’ım! Cholé ne kadar benziyordu. Cholé’dü sanki. Ve birden fazlaydı. Aman Yarabbi! Gözlerimi ovuşturdum ve tekar baktığımda kızın tek kişi olduğunu gördüm. ‘’Ne durdun? Yürü hadi.’’ Dedi Aren.

 

Bense birden Aren’e doğru dönerek kızı işaret ettim ve ‘’Şu kız.’’ Dedim. ‘’Cholé’e benzemiyor mu?’’ Ben ne diyordum ya! Bu adam Cholé’ü bile tanımıyordu. İyi ki adamla konuşmayayım dedim. Aferin Farilya! ‘’Farilya.’’ Dedi Aren. ‘’İyi misin? Orda kız falan yok.’’ Ne! Ama ben görmüştüm sanki tam oraya tekrar bakacaktım ki Aren tekrar konuşarak dikkatimi dağıttı: ‘’Ayrıca Cholé de kim?’’ ‘’Cholé mü?’’ dedim gülümseyerek. ‘’Cholé benim ar-‘’ dediğimde birden durdum. Ne anlatıyordum ben acaba?! Fransa’yı kimseye anlatmayayım dedim, onu bile beceremedim.

 

Aren benim yarıladığım cümleyi de tamamlamamı beklemenden beni omzumdan doğru ittirmeye başladı ona Ne yapıyorsun? Bakışlarımı gönderdiğimde. ‘’Yürü Fa yürü.’’ Dedi. Fa? Burda bana Fa diyen ikinci kişi Aren’di…

 

İsteğini yerine getirdim ve kısa bir süre sonra barda olduğumuz yere ulaştık. Sonra zaten az bir mesafe olduğu için hemen öbürlerinin yanına vardığımızda Herkes masada duruyordu ve bu sefer Yekta ile Bade'yi yan yana gördüm. Vay, demek bunların arasında da bir şey vardı. Ne yalan söyleyeyim başta hiç fark edememiştim.

 

Masaya vardığımızda Demir konuşmayı ele alarak "Arkadaşlar, artık ayrılalım. Saat geç oldu." Dediğinde herkes onu başıyla onayladı ve bardan çıktık.

 

Çıktığımızda Haktan'la Bade evleri ters yönde olduğu için yani Merve öyle söyledi. İşte bu yüzden onlar ayrı yöne doğru giderken ben, Merve, Demir, Aren, Lavin ve Yekta aynı yöne doğru birlikte ilerliyorduk.

 

Biz Merve'yle kol kola yürüyorduk. Ara sıra Demir bize sinirli bakışlarını gönderiyordu. Anlamıyordum ne vardı yani bu kadar abartacak?

 

Merve benim yanımda onun yanında da Demir benim yanımda da Aren vardı. Aren yanında Yekta, en uçta ise Yekta'nın yanında Lavin vardı.

 

Bu kıza hiç ısınamamıştım. Bakışları falan aşırı soğuktu. Ve şu an da bana mı öyle geliyordu ama Merve'yle bize özellikle bana delici bakışlarını gönderiyordu. Bu yüzden bakışlarımı ondan çektim. Kendimi az daha olsa ayık hissediyordum ama Merve için aynı şey söylenemezdi. Hala gözleri donuk donuk bakıyordu ve dudaklarında anlamsız bir gülümseme vardı.

 

Neredeyse her yerde beyaz kutular vardı. Bu Bodrum’da beyaz dışında ev yoktu. Yanımdaki Aren’e döndüm. Ona baktığımı görünce o da bana doğru baktı ve ona sordum: ‘’Aren, neden bu kadar çok beyaz kutu var burda?’’ bu söylediğim komiğine gitmiş olacak ki gülmek istedi ama dikkat çekmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm. ‘’Beyaz kutu mu?’’ dedi. Gözlerini kısarak ‘’Senin kafan gerçekten iyi.’’dedi. Hiç de öyle değildi çünkü ben bu beyaz kutu olayını ayıkken düşünmüştüm. ‘’ Hayır, hiç de bile. Söyle neden bu kadar beyaz ku- ay, ev var burda?’’ Sanki bu soruyu ilk kez ben sormuşum gibi baktı bana ve ‘’Bilmem.’’ Dedi. ‘’Bodrum’un evleri ben kendimi bildim bileli beyazdır. Genelde sıcaktan korunmak için beyaza boyanır evler.’’ ‘’Ha.’’ Dediğimde ‘’Ama.’’ Dedi. ‘’İstiyorsan sana gerçek hikayesini anlatabilirim. Bunu söylediği an tekrar gözlerim ona doğru döndü: ‘’Anlatsana.’’ Dedim merakla. Gözlerimdeki merakı okumamak imkansızdı.

 

O da bunu fark etmiş olacak ki gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı: ‘’ Sen şimdi buraların sıcak olduğuna bakma, eskiden buraları çok soğukmuş. Ve buralarda Umurca diye bir adam yaşarmış.’’ ‘’Ya.’’ Dedim yarı alaylı şaşkınlığımı belli ederek. ‘’Ya tabii.’’ Dedi o da beni onaylayarak ve daha sonra konuşmaya devam etti: ‘’Buraları soğukmuş soğuk olmasına ama hiç kar yağmıyormuş. Bir gün kar yağmış bütün evlerin üzerini kar almış. Aynı etraf şimdiki gibiymiş. Karlar eridiğinde ve evler eski renklerine döndüğünde Umurca denen bu adam evlerin karla kaplı olduğu halini çok sevmiş ve bu yüzden Bodrum’daki bütün evlerin beyaza boyanmasına karar vermiş. Ve öyle de evler bugüne kadar beyaz şekilde gelmiş.’’ Kafam güzel olduğundan mı yoksa çok saf olduğumdan mı bilemiyorum, normalde hiç hoşuma gitmeyecek olan bu saçma efsane şimdi çok hoşuma gitmişti. Abartsam inanacaktım. ‘’Güzel efsane.’’ Dedim. ‘’Bayağı etkileyici.’’ ‘’Etkileyicidir.’’ Dedi bana doğru gülümserken. Ondan bakışlarımı ayırdığımda önümde bir tabela gördüm ve üzerinde ‘’Umurca Mahallesi’’ yazıyordu. Bunu görür görmez Aren’e dönmem bir oldu: ‘’Ya, yalan söyledin değil mi? Attın hikayeyi. Çocuk muyum ben de beni mi kandırıyorsun?’’ nedense sinirlenmiştim. Ona baktığımda ise o hala gülüyordu ama konuşması gecikmedi: ‘’Hayır, hayır.’’ Diyerek itiraz etti hemen. ‘’Hikaye gerçek. Ve merak etme. Ben seni asla kandırmam.’’ ‘’Eminim öyledir.’’ Diyip önüme döndüğümde kolumu tutarak ve beni kendisine çevirdi. Gözleri gözlerimin üzrerindeyken ‘’Öyle.’’ Dedi. ‘’Bunu unutma.’’

 

O bunu dedikten sonra ben de elimle okey işareti yaptım ve yola bakarak başımı salladım. Sonra tekrar bakışlarımı ona çevirdiğimde ona söyleyeceğim tek bir söz vardı: ‘’Unutmam.’’

 

Tam o sırada Demir bizim evimiz olmayan bir evin önünde durdu ve ‘’Hadi Fa, Merve içeri geçin.’’ Dedi. Yalnız sadece dördümüz kalmıştık. Yekta ve Lavin gitmişlerdi ve ben fark etmemiştim bile.

 

Tam eve doğru adımımı atacaktım ki ‘’Bir dakika.’’ Dedim. ‘’Burası bizim ev değil ki.’’ Demir’in cevabı ise gecikmedi: ‘’Biliyorum zeka küpü. Bu halde eve gidemeyeceğine göre bu gece Merve’nin evinde kalacağız.’’ Dedi. Söylediklerini sindirken sonra ‘’Ha.’’ Dedim. ‘’Haklısın. Teyzem bizi böyle görse ne olur halimiz.’’ Dedim. Demir ise ‘’Evet, bu yüzden eve geçin hadi.’’ Demir bakışlarını benden çektikten sonra Merve’yle konuşmaya başlayınca ben de eve doğru adım atmıştım ki birden Aren sırtıma dokundu ve ben tam ona doğru dönecekken beni durdurup kulağıma eğildi ve şu cümleyi söyledi: ‘’Fransa’dan geldiğini biliyorum.’’

 

Loading...
0%