@birkitapbiryildiz
|
Sevgili sevgilim, Seni sevmeyi o kadar çok seviyorum ki bunu bırakmak zorunda kalsam yaşamıma devam edemem... Seni sevmeyi o kadar çok seviyorum ki ellerimden kayıp gidersin diye korkudan seni sevmeye kıyamıyorum... Seni sevmeyi o kadar çok seviyorum ki seni sevememekten korkuyorum... Hatırlıyor musun? Seninle sahile gitmiştik bir defasında, mutlu mesut dolaşmıştık. Herkes bize imrenerek bakmıştı. Hatta bizim sevgi dolu hallerimiz diğer insanlara sirayet etmişti de hepsi sevdiceklerine yanaşmıştı oldukça. Her şey biter ama benim sana olan sevgim sonsuza dek payidar kalacak sevgili sevgilim... Okuduğum kadarından bir kadına yazılmış mektup olduğunu anladığım kağıdı o mükemmel kat izlerinden tekrar katlayıp mumla mühürlenmiş zarfın içine koydum dikkatlice. Eski kelimelerden anlaşıldığı üzere bu eski bir mektup olmalıydı. Zaten şimdi kim sevdiğine mektup gönderirdi ki? Düşünmeye başladım bir anda. Bu mektup neden havaalanındaydı? Neden daha önce kimse fark etmemişti? Nasıl böyle tertemiz kalmayı başarabilmişti? Hiçbir soruma cevap bulamayınca mektubun devamını okumak istedim. Sayfalarca yazılmıştı. Koca bir aşk hikayesini anlatıyor gibiydi. Ve bu mektubu ilk açan ben olmuştum. Demek ki sahibine ulaşamamıştı. Mektubu, ne kadar dirensem de merakımdan okuyacağımı bilerek zarfıyla beraber çantama koydum ve ayaklandım. Uçağımın anonsu yapılmıştı. Bilet kontrolleri de sağlandıktan sonra beni bekleyen bir haftalık maceranın ilk adımı olarak uçağa bindim. Biletimde yazan numarayı buldum ve oturdum. Cam kenarında oturacaktım. Oldum olası araba, otobüs, uçak fark etmez her seferinde cam kenarına otururdum. Seviyordum... Çok geçmeden bütün kontroller tamamlandığında uçak havalandı ve Ankara'dan İzmir'e olan yolculuğum başlamış oldu. Bir süre sonra sıkılmaya başladım ve çantamdan mektubu çıkardım. Aslında bunun özel bir şey olduğunu, okumamam gerektiğini biliyordum ama merak işte. Bana o kadar meymenetli gelmiştin ki sevgilim, işlerim bir anda açılıvermişti. O kadar iyi gelmiştin ki bana, her şey iyi gitmeye başlamıştı. Ben seni çok sevdim sevgilim. Sen... Sen bir cennettin benim için. Öyle çok sevdim ki seni, seni incitmekten korktum. Öyle çok sevdim ki seni, feveran davranışlar sergileyeceğim diye ödüm patladı hep. Hep Berceste'm, diye severdim seni. Çok güzeldin çünkü, onlarca kişinin arasından sen seçilmiş gibiydin. Çok değerliydin benim için. Öyle çok severdim ki seni, nazar değdireceğim diye iltifat etmeye bile çekinirdim. Hatırlar mısın? Seninle bir açık hava sinemasına gitmiştik. İlk defa o gün tutmuştum elini. Soğuktu ellerin. İki elimin arasında alıp sıcacık yapmıştım ellerini. Bana bakıp gülümsemiştin. Sadece gülümsemiştin... Gülümsedim. Okuduğum son paragrafı bir kez daha okudum. Böyle bir adamla birlikte olmak isterdim doğrusu. Bu kadar sevgi dolu, bu kadar saf, temiz, bu kadar güzel seven biri olsun isterdim hayatımda. "Mektup, ha?" Hemen yan tarafımdan gelen sese doğru döndüğümde yanımda birinin oturduğunu gördüm. Hiç farkında değildim. Bana bakıyor, gülümsüyordu. Koyu kahve ve hafif uzun saçları ile onları tamamlayan ela gözleriyle yakışıklı görünmediğini söylesem büyük yalan olurdu. Beynim o an ne dediğini algılamamıştı. "Hı?" dedim bir anda. Yine gülümsedi. Fazla gülümsüyordu. "Mektup," dedi. "Gözüme çarptı da." Ben de gülümsedim. Kendime asla engel olamaz, bana gülümseyen insanlara ben de gülümseyerek karşılık verirdim. Bir an aklımdan dizilerdeki kız triplerine girip bu mektubun bana yazıldığını söylemek geçti ama bu düşüncemden ışık hızında vazgeçtim. "Evet," dedim. "Yolda buldum." Şaşırmıştı. Sanırım bana yazılmış olmasını beklemişti. Şaşkınlığını çok belli etmemeye özen göstererek "Nasıl yani?" diye sordu. "Havaalanında buldum, merak ettim ve açıp okudum," diye kısa bir açıklama yaptım. Hemen ardından "Hem, siz neden bu kadar merak ettiniz bunu?" diye sordum. "Bilmem, mektuplar her zaman ilgimi çekmiştir. Mektupları edebiyatın temeli olarak görürüm. Yazanlara da büyük saygı duyarım. Mektup yazmaya değecek insanları da imrenirim açıkçası." Böyle basit bir soruya böyle uzun ve açıklayıcı bir cevap vermesine şaşırmıştım. Konuşmayı ve bir şeyler anlatmayı seviyor gibiydi. Ne diyeceğimi bilemediğim için "Anladım," dedim. Kısa bir sessizlikten sonra "Okuyabilir miyim?" diye sordu. Benim malım değildi sonuçta. Herhangi birine yazılmış herhangi bir mektuptu. Elbette okuyabilirdi. "Tabii," dedim hemen ve dikkatlice zarfı açıp muntazam bir şekilde katlanmış kağıtları çıkardım. Ona ilk sayfayı verdim ve ben de kaldığım yerden devam ettim okumaya. Her gece yatmadan önce seni tahayyül ettim güzelim. O burcu burcu kokunu, yanaklarıma bıraktığın minik buseleri, bana söylediğin o güzel sözleri tahayyül ettim. O kadar mutluydum ki saatlerce düşündüm seni. Seni istemeye geldiğimizi, düğünümüzü, çocuklarımızı düşledim. Düşlerimde hep seni gördüm burcu kokulum. Bazen tiyatro izlediğimizi, bazen sahilde dolaştığımızı, bazen de birlikte pikniğe gittiğimizi gördüm. Bazen de her şey o kadar giriftti ki ne olduğunu anlayamadım. Ama günün sonunda emin olduğum tek şey seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim oldu... Yine gülümsedim. Böyle karşılık beklemeksizin bir sevgi kalmış mıydı ki şimdilerde? O kadar güzel ruhlu biri yazmıştı ki bunları, geleceklerinde ne olduğunu daha da merak ettim. "Bu, çok güzel." Yine sese doğru döndüm ve onun gerçekten büyülenmiş gözlerini gördüm. Sanırım o da benim gibi düşünüyordu. "Bunu kimin yazdığını biliyor musunuz?" diye sordu. Mektubu ilk bulduğumda bir isim aramıştım ama hiçbir şekilde tek bir isim bile geçmiyordu. "Hayır," dedim. "Hiç isim yok." Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. Yüzündeki ifade o kadar garipti ki ne söylediğini anlayamıyordum. Mektubu yazanın da dediği gibi, onun şu an girift duygular içinde olduğu apaçıktı. Elimdeki kağıdı gösterip "Devam etmek ister misiniz?" diye sordum. Gülümsedi. Gerçekten çok fazla gülümsüyordu. "Çok isterim," dedi ve kendisine uzattığım kağıdı aldı. Ben de o sırada üçüncü kağıda geçmiştim bile. Bir roman, bir şiir gibi okuyordum adamın yazdıklarını. Hatta elimden gelse bir şarkı diye dinlerdim. Seni arkadaşlarımla tanıştırdığımda onlara o kadar munis davranmıştın ki hepsi seni çok sevmişlerdi. Bana seni övüp durmuşlardı, sanki ben bilmiyormuşum gibi. O gece çok kötü bir kabus görmüştüm Berceste'm. Kocaman bir ormanda senin seslerini duyuyordum, senin vaveylanı... O günden sonra kimseyle tanıştırmadım seni, nedeni de buydu işte. Yakarışların o kadar kuvvetliydi ki sana nazar değdirdim diye günlerce kendimi yedim sevdiğim. Hatırlıyor musun? Seninle bir göl bulmuştuk. Bizim gölümüz olmuştu orası, ikimizin gölü... Orada çok güzel saatler geçirmiştik. Orası o kadar güzeldi ki kimse bilmesin, sadece bize kalsın istemiştik. Oraya hâlâ kimse adımını atmadı Berceste'm, için rahat olsun. Okuduğum her satır dudaklarımı biraz daha kıvırıyordu yukarı doğru. Her iltifat biraz daha mutlu hissettiriyordu. "Bu, gerçekten çok güzel." dedi elindeki kağıdı bana verirken. Gerçekten çok güzeldi. "Baya eski bir mektup olmalı bu. Zaten zarfı da mumla mühürlenmişti yanlış hatırlamıyorsam." Yine gülümsüyordu. Ben de onun yüzünden gülümsememe hakim olamıyordum. "Evet." dedim. "Bence bir otuz yıllık vardır bu mektup." Başını salladı ve "Bence de." diyerek onayladı beni. Bir süre ikimiz de hiç konuşmadan oturduk. İnişe yaklaşık bir saat kadar kaldığında "Şey, sakıncası yoksa isminizi öğrenebilir miyim acaba?" diye sordu. O kadar kibar ve güler yüzlüydü ki ismimi söylemek istemesem bile söylerdim buna karşılık. "Tabii," dedim. "Kayla benim ismim." "Kayla..." dedi ve biraz bekledi. "Güzel isimmiş. Anlamı nedir?" diye sordu. "Kayla, kötülükten uzak demek." diye çok kısa açıkladım. Daha sonra "Ben de sizin isminizi öğrenebilir miyim?" diye sordum. Yine gülümsedi ve ardından başını salladı. "Akın ben de, memnun oldum." dedi. "Ben de memnun oldum." diye cevapladım. Akın ismini severdim. Nedeni yoktu aslında bu ismi sevmemin. Zaten sevgi nedensiz olmalıydı bana göre. Birini veya herhangi bir şeyi nedensizce seviyorsan gerçekten seviyorsun demekti bence. Artık inmemize neredeyse yirmi dakika kalmıştı ve ben cidden çok sıkılmıştım. Tam derin bir nefes almıştım ki yan tarafımdan bir soru geldi. "Özel değilse, neden İzmir'e gidiyorsunuz?" Özel bir nedeni yoktu. Aslında kuzenimin oğlunun doğum günü bahanesiyle bir nevi tatile gidiyordum. "Yeğenimin doğum günü için gidiyorum." dedim kısaca. Yine gülümsedi. Gerçekten çok fazla gülümsüyordu. "Anladım..." dedi. Hemen ardından "Siz?" diye sordum. Bana doğru döndü ve saçlarını düzeltti. Ardından "İş için." diye kısacık bir cevap verdi. Sanırım beni meraklandırmaya çalışıyordu. "Hazır konu açılmışken, ne iş yapıyorsunuz?" diye sordum. Gerçekten merak ettiğim bir şeyi sormaktan asla çekinmezdim. "İş adamı sayılırım aslında." dedi. Ona anlamayan bakışlar attığımda da açıklama yapmaya girişti. "Yani dedemden kalan mağaza zincirimiz var, orayı yönetiyorum." "Anladım." dedim kısaca. Ne denirdi bilmiyordun çünkü. Daha sonra "Siz ne iş yapıyorsunuz peki?" diye sordu. "Tıp okuyorum, son sınıf." dedim. Gülümsedi. Bu kadar gülümsemenin bir hastalık olduğunu düşünmeye başlayacaktım artık. "Tıp okumayı çok istemiştim zamanında." dedi bir süre sonra. Hüzünlenmiş gibiydi. Artık gülümsemiyordu. Demek ki o da üzülebiliyordu. "Neden okumadınız peki?" diye sordum. Bu kadar meraklı olmaktan nefret ediyordum bazen. "Üniversite sınavlarına girdiğim sene babamı kaybettik, işlerin başında o duruyordu. Öyle olunca ben de hiçbir üniversiteye kaydolamadan işlerin başına geçmek zorunda kaldım." Hem çok gülümsüyordu hem de çok açık biriydi. Ben olsam hiç tanımadığım birine babamın öldüğünü, sonra benim onun işlerinin başına geçtiğimi söylemezdim. Yine ne diyeceğimi bilemiyordum. O yüzden yine "Anladım..." diye cevap verdim. Çok kısa bir süre sonra artık uçak inmişti. Artık tam olarak canım memleketim İzmir'in sınırları içerisindeydim. Uçaktan inip valizlerimle birlikte havaalanından çıktığımda içimdeki memleket özlemiyle derin bir nefes aldım. Memleketimin kokusu bile bir başkaydı! Ellerimde çantalar, valizlerle taksi durağına doğru yürüyordum. Durağa vardığımda memleketimin yardımsever taksicilerinden biriyle karşılaştığıma şükrediyordum. Taksi şoförü valizlerimi bagaja koyarken arkamdan adımı söyleyen bir ses duydum. "Kayla!" Arkamı döndüm ve sesin sahibini aramaya başladım. Akın'dı bu! Hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Yanıma gelir gelmez birkaç saniye soluklandı ve hemen ardından konuşmaya başladı. "Şey, yanlış anlamazsanız, numaranızı alabilir miyim? Yani, mektuplar için. Devamını merak ettim de, fotoğraflarını bana gönderebilir misiniz acaba?" İlk başta dediklerinden pek bir şey anlamamıştım ama daha sonra toparlamıştı. Resmen numaramı istiyordu. "Tabii," dedim. Daha sonra telefonumu aramaya koyuldum. Hızlı bir şekilde telefonumu ararken kesinlikle çok komik göründüğüme emindim. Çok geçmeden "Ben telefonumu çantama koydum herhalde. Siz kaydetseniz, sonra yazarsınız bana olur mu?" Yine gülümsedi. "Evet, elbette." dedi ve telefonunu bana uzattı. Telefonu alıp ekranda açık olan tuşlara numaramı yazmaya başladım. Birkaç saniye sonra gülümseyerek telefonunu geri verdim ve "O zaman görüşürüz." diyerek hâlâ beni bekleyen taksiye bindim. Yirmi dakika içinde eve vardığımda resmen içimde kelebekler uçuşuyordu. O kadar mutluydum ki çocuk gibi bağırıp çağırmak istiyordum. Hemen kapıyı ittirip biricik evimin bahçesine girdim. Annemin özene bözene ektiği çiçeklerin kokusunu çektim içime. Küçükken en iyi arkadaşım olan Dost'un başını okşadım hemen ardından. Kapıya yaklaştım ve derin bir nefes aldıktan sonra zile bastım. Sadece birkaç saniye içinde kapı açıldı ve bir anda tam altı kolu beni boğmak üzereyken buldum. Uzun uzun sarıldık. Sonra içeri girdik ve hasret gidermeye devam ettik. Komşular, akrabalar gelip gitti sürekli. Öyle güzel bir ailem vardı ki bazı akrabalarım beni görmek için günübirliğe yakın şehirlerden gelmişlerdi. Konuşup anlaşılmış gibi sırayla gelen akrabalar ve komşular için kim bilir kaç defa çay demlemiştik. Öğlen postası bittikten, bir tek akşam gelecekler kaldıktan sonra en azından bir saat dinlenmek için bütün çocukluğumun geçtiği odama gittim. Hâlâ eskisi gibi kokuyordu. Hâlâ mis gibi kokuyordu. Yatağa uzanmadan önce odamı gezdim biraz. Tek bir eşyamın bile yeri değişmemişti. Ve annemin beni duruma önceden hazırladığı gibi odamda cam yoktu. Çocuklar her zaman da olduğu gibi futbol oynarken yine camı kırmışlardı. Hafta sonu olduğu için de yeni cam takması için birini çağıramamışlardı. Eskiden en az iki haftada bir kere kırılırdı o cam. Önce cam kırılır, sonra çocuklar azarlanır, sonra da camcı gelir camı takardı ve herkes hiçbir şey olmamış gibi devam ederdi hayatına. Hava çok soğuk olmadığı için birkaç saat camsız kalmam sorun olmayacaktı. Birkaç dakika sonra üzerimi değiştirmiş, odamda yatağın üstüne oturmuş, yine o mektubu düşünüyordum. Düşünceler beynimi istila ederken kulağımdaki son ses müziğin bile sesini geçerek kulağıma gelen sesle yerimde sıçradım. Tam yerimden kalkacakken içeri bir şey düştü. Çığlık atıp yataktan kalktım. Elimi sakinleşmesi için kalbimin üzerine koyup bir süre bekledim. Kalp atışlarım düzene girince başımı eğip gelen şeyin ne olduğuna baktım. "Yine mi ya? Bu çocuklar akıllanmayacak bunlara bir ders vermek lazım!" Bir hışımla camın önündeki minik konsolun üzerinde duran örtüyü mahveden çamurlu topu alıp yataktan indim. Her yer mahvolmuştu. Perdeyi açıp dışarı baktım ama buradan bağırmakla olmazdı. Her şeyi olduğu gibi bırakıp elimdeki çamurlu topla birlikte dışarı çıktım. Çocuklar dip dibe girmiş, benden yiyecekleri azarı bekliyorlardı. Tatlı tatlı gülümseyerek bana bakarlarken o kadar masum görünüyorlardı ki onlara kızamazdım. Birden birini fark ettim. Elini kaldırmış, "Benim suçum!" diye sesleniyordu bana. Akın? Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı, o da benim kadar şaşkın görünüyordu. Ne işi vardı ki onun burada? "Akın... Bey!" dedim şaşkınlıkla. Gülümsedi ve "Merhaba!" dedi. Yine ve yine gülümsüyordu. Ben de gülümseyip "Merhaba." dedim. "Siz, burada..." Kolunu hemen yanındaki çocuğun omzuna atıp sözümü kesti. "Yeğenim, Emre. Hazır gelmişken görmek istedim..." Ben de onun sözünü kesip "Hazır görmüşken de futbol oynayıp evlerin camlarını hedeflediniz." dedim biraz ukala bir tavırla. Gülümseyip elini ensesine attı. "Kusura bakmayın." "Cam zaten kırıktı, sorun yok." dedim ve ben de gülümsedim. Daha sonra Akın çocuklardan birkaç dakikalığına izin isteyip benimle konuşmak istediğini söyledi. Birlikte çocuklardan biraz uzaklaştık ve aklındakileri söylemeye başladı. "Buraya yakın bir kafe var, biliyorsunuzdur belki. Şey diyecektim... Acaba orada şu mektuplara baksak?" Resmen dili tutulmuştu, konuşamıyordu. Sanırım utanmıştı ama asla gülümsemesinden ödün vermiyordu. Teklifini elbette kabul ettim. Önce eve girip çantamdan mektubu aldım ve tekrar dışarı çıkıp dışarıda beni bekleyen Akın'ın yanına gittim. Birlikte mektupları tartışıp yürüyerek kafeye gittik ve oturup birer kahve sipariş verdik. Kısa bir sessizlik olunca mektubu aldım ve kağıtları dikkatle zarftan çıkardım. Akın'a kaldığı yerden devam etmesi için üçüncü kağıdı verdim ve ben de bir sonrakinden devam ettim. Bu yeni bir mektuptu. Sevgili sevgilim, Seninle tanıştığımdan beri benim yaşam ağacım sendin. Beni yaşama bağlayan tek etken sendin. Seninle tanıştığımdan beri en güzel vakitlerim seninle geçti. Bana saatleri yok ettiren tek etken sendin. Seninle tanıştığımdan beri bana sıhhatli gelen bir sendin. Bana kötü günleri unutturan tek etken sendin. Demiştim ya hani, ben seni sevmeyi sevdim diye. İşte ona hâlâ son zerreme kadar katılıyorum. Ben seni sevmeyi bile seviyorum Berceste'm. Hatırlıyor musun? Seninle müzeleri gezmiştik bir keresinde, hem de ayaklarımız ağrıyıncaya dek. Sen çok yorulduğunu söylemiştin. Tam bir saat boyunca birer taburede oturmuştuk, dinlenesin diye. Sonra bana bir şey söylemiştin, sevdiğim. Bana öyle bir şey söyledin ki sevdiğim, o an dünyam başıma yıkıldı. Bana öyle bir şey söyledin ki, işte o an zaman geçmek bilmedi. Akın'ın "Bu, gerçekten çok güzel bir sevda." demesiyle okuduğum yeri tamamlayamadan bırakmak zorunda kaldım. "Evet," dedim. "Gerçekten çok güzel." "Sizce bu mektup neden sahibine ulaşmamış?" diye sordu kısa bir sessizliğin ardından. Eğer birkaç dakika daha bekleyebilseydi sanırım cevabını öğrenecektim. "Sanırım bunun cevabını öğrenmek üzereyim." dedim. "Ama bir tahmininiz varsa söyleyin." "Bu konuşma biraz fazla resmi olmuyor mu?" diye sordu benim sorumu pek de umursamadan. "Belki biraz." dedim gülümseyerek. "O zaman bir adım atıp senli benli konuşmaya geçebiliriz." dedi yine ve yine gülümseyerek. "O zaman mektupları okumaya devam edelim, Akın." dedim. Bu sefer yüzüne memnun bir ifade yerleştirip "Seve seve, Kayla." dedi. İkimiz de birbirimizin isimlerini bastırarak söylemiştik. Bana öyle bir şey söyledin ki dünyam başıma yıkıldı... Bana öyle bir şey söyledin ki yaşam ağacım kurudu... Bana öyle bir şey söyledin ki vakitlerim bir türlü geçmez oldu... Bana öyle bir şey söyledin ki kötü günlerim bir anda geri döndü sevgilim. Gerçekten çok merak ediyordum ne olduğunu. Ama yine en nefret ettiğim şey olmuştu. Sayfa bitmişti. "Seninki de bitti sanırım." dedi bana bakan Akın. "Evet," dedim hayal kırıklığı içeren o sesimle. Hemen ardından bana soru soran gözlerine karşılık "Tam öğrenecektim ne olduğunu." diye sitem ettim. Daha sonra ise onun elinden kağıdı alıp zarfa geri koydum ve bendekini ona verip son kağıdı aldım. Sana o kadar çok kızdım ki sevgilim. Sana o kadar çok sitem ettim ki... Duysan kesin o minik gölümüze ittirirdin beni. Kıyamazdın ki fazlasını yapmaya. Sen, gittin Berceste'm. Sen beni bu koca, zalim dünyada bir başıma bırakıp gittin. Sen, beni terk ettin... Oysa ben seni çok sevmiştim sevgilim. Sana yüreğimin en derinlerinde kocaman bir yer vermiştim. Ama sen orada olmaktan vazgeçtin. Belki de seni suçlamamalıyım burcu kokulum. Belki de tek suçlu benimdir güzelim. Gidiyor musun? Bu kez ağlama. Günlerim artık odalara sinmiş kokunda, kaldı aklım. Biliyor musun? Son kez güldün bana. Gelmek istedim, atkımı aldım. Gururu attım, ucuz yırttım. Gidiyor musun? Gitme sevgilim. Lütfen gitme. Sen, gittin. Sana o gün de söylemiştim Berceste'm. Sen yoruldun diye o taburelerin üzerinde oturduğumuz zaman da söylemiştim. Gitme, demiştim sana. Gitme... Sen bana kanser olduğunu söyledin o gün sevgilim. Bana ölmek üzere olduğunu söyledin. Ben sana "Gidiyor musun?" diye sorunca bana başını sallamıştın hatırlıyor musun? Sonra sen gittin sevgilim. Sen gittin ve beni burada bir başıma bıraktın. Bana verdiğin sözü tutmadın sevgilim. Sen bana bir söz vermiştin ve bu sözü tutmadın. Bana sonsuza dek sol tarafımda, kalbimin tam içinde olacağını söylemiştin ama artık yoksun. Sen, gittin sevgilim... Cennete.... Şimdi ben sadece senin için katlanıyorum bu dünyaya. Sırf ikimizin minik gölünü korumak için, sırf sana bu mektupları yazmaya devam edebilmek için, sırf seni yaşatmaya devam edebilmek için yaşıyorum sevgilim. Ben sırf senin için yaşıyorum Berceste'm. Gözümden düşen bir damla yaş az da olsa kağıdı ıslatmaya yetmişti. Böyle bir aşk, böyle bir sevgi... İmkansızdı şu zamanlarda. İmkansız. Ben okumayı bitirdiğimde Akın da kendisindeki kağıdı bitirmiş bir türlü hakim olamadığım yaşlara bakıyordu. "O kadar mı kötü?" dedi bir anda. İlk defa beni ağlarken gören birisi söze direk teselli kelimeleriyle başlamamıştı. Teselliden çok acıyı paylaşma taraftarıydım ben. Bu eylemi hoşuma gitmişti. "Oku, gör." dedim gözlerimi silerken. Daha sonra diğer kağıtlara bakındım biraz. Sonra da hepsini yine aynı kat izlerinden katlayıp zarfın içine koymak üzere zarfı elime aldım. Tam kağıtları koyarken zarfın içinde minik bir zarf daha gördüm. Bunu nasıl daha önce fark etmemiştim? Hemen açtım ve okumaya başladım. Merhaba, okuyan kişi. Ben, bu mektubu yazanın oğluyum. Babam son nefesini vermeden önce benden bunu istemişti, bu mektubu başka insanlara ulaştırmamı. Ben bu görevimi yerine getirdim. Sen de bu mektubu okuyan kaçıncı kişi olduğunu başka bir kağıda yazıp bu minik zarfın içine koy lütfen. Babam ve anneminki gibi güzel bir aşk yaşaman dileğiyle... Bunu okuduktan sonra minik zarftan çıkan diğer kağıda baktım. "Ben bu mektubu okuyan 96. kişiyim." yazıyordu. Gülümsedim. Daha sonra hiçbir zaman çantamdan ayırmadığım kağıt ve kalemimi çıkarıp "Biz bu mektubu okuyan 97 ve 98. kişileriz." yazdım ve öncekini çıkarıp benimkini koydum. O sırada Akın da mektubun son kısmını bitirmişti. Elimdeki kağıdı ona gösterince gülümsedi ve başını salladı. "Neden sürekli gülüyorsun?" diye sordum birden. Bunu artık gerçekten merak etmiştim. "Gülmek, çok güzel." dedi. "Ve ben yeterince ağladım." Gülümsedim. *** İçimdeki heyecan geçen her saniye büyüyordu. Attığım her adımda ona biraz daha yaklaştığımı bilmek, paha biçilemez bir duyguydu. Gözlerim fıldır fıldır onu ararken yerimde duramıyordum. Sonra gördüm onu, yine içimden bir şeylerin ona doğru aktığını hissettim. Kalbim gümbür gümbür atıyor, bana zorluk çıkarıyordu ama şikayetçi değildim. Gözlerimiz aynı anda birbirini bulurken, yine aynı anda kocaman gülümsedik. Koşar adım yanına vardım. Hemen ayağa kalkıp sıkıca sardı bedenimi, ruhumu. "Hoş geldin Berceste'm." dedi yine gülümseyerek. Gülümsedim. "Hoş buldum biricik sevgilim." Bu muhteşem adam, Akın, hayatımın her karesinde olsun istiyordum. Biz birbirimize bir söz vermiştik, ölüm bizi ayırsa da biz hep birbirimizindik. Birbirimizin olacaktık...
|
0% |