Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm

@birmiktardefne

Bölüm şarkısı; Barış Manço - Kara Sevda

Can Bonomo - Bulunmam Gerek

Max Richter - On the Nature of Daylight

“Çok sevdiğin ama geri döndüremeyeceğin kişiler, her hatırladığında seni tekrar tekrar terk eder. “

 

 

 

 

Tolstoy

 

 

 

 

BÖLÜM 3

Beş yaşındaydım, Arhan ilkokuldaydı ve gittiğim anaokulu onun okuluyla aynı bahçedeydi. Her sabah okula birlikte gider, birlikte eve gelirdik. Benim okulum daha erken bittiği için sınıf ablasıyla birlikte oturur Arhan’ı beklerdim. Okuldan birlikte döndüğümüz bir gündü yine. Evin bahçesinde yaralı bir güvercin bulmuştuk, gözleri iltihaptan kapanmış, bir ayağı aksıyordu. İçine koyabileceğimiz bir kutu bulmuş, büyük bir özenle beslemiş ve yarasına bakmaya çalışmıştık. Çocuk aklımızla doğru yapıp yapmadığımızı bilmiyorduk elbette ama aradan biraz zaman geçtikten sonra güvercin kendine gelmiş, gözlerini açmaya başlamıştı. Bizimle oynamaya bile başlamıştı. Adını Minik koymuştuk. Yaklaşık bir hafta bizimle kalmıştı. Ayağı iyileşmiş olsa da gözleri hâlâ zor açılıyordu. Son günlerde ise oldukça sessizleşmişti. Yine okuldan birlikte dönmüştük ama Minik’i yerinde bulamamıştık. Arhan, Minik’in hasta olduğunu ve muhtemelen öldüğünü anlamıştı ama bana söylememişti. Annesinin onu almaya geldiğini ve birlikte evlerine gittiğini söylemişti.

Arhan dedi diye hiç düşünmeden inanmıştım. Gördüğüm her kuş yuvasına acaba Minik orada mı diye düşünsem de bunun mutlu bir son olduğunu düşünmüştüm. Ta ki mahallede oyun oynarken bir çocuk bununla dalga geçene kadar. Yüzüme doğruca inandığım bu şeyin yalan olduğunu söylemişti. Ağlayarak eve gittiğimi ve Arhan’a vura vura bana neden yalan söylediğini sorduğumu hatırlıyordum. Bana, çocuk yaşına rağmen büyük bir olgunlukla “İnsanlar bazen sevdiklerinin üzülmemesi için doğruyu söylemek istemezler. “ demişti.

Şafak sökene kadar dönüp durduğum yatağımda birden aklıma gelen bu anıya iç geçirdim. Evet, insanlar bazen sevdiklerinin üzülmemesi için doğruyu söylemek istemezlerdi. Ailesinin biri tarafından ölüme sürüklendiğini öğrenmesi onu paramparça ederdi. Bilmesi gerekiyordu çünkü buna neden olan insanlar hâlâ dışarıda bir yerdeydi ve ona zarar vermeyeceklerinin bir garantisi yoktu. Ama 15 yıl sonra tekrar aynı acıyla yüzleşecek olması… İstemiyordum. Üzülmesini, bir kez daha kimsesiz kalmasını istemiyordum.

Ne yapacağımı bilemediğim ilk saatlerin üstünden iki gün geçti. Geçen zamanın aksine ben hâlâ olduğum yerdeydim, ne yapacağımı bilmiyordum. Düşünceli bir şekilde öğretmenler odasında oturuyordum. Kapı açılıp kapanıyor, dersi olan öğretmenler sırasıyla odadan çıkıyordu. Derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalktığımda Barış’ın sesini duydum.

“Derse gideceksen Ece Aşkın gelmemiş, “ dedi.

Bakışlarımı Barış’a çevirdim. “Neden gelmiyor, biliyor musun? “ diye sordum.

“Bilmiyorum, programda bu saatin boş görünüyor, “ dedi. “İstersen bir kahve içelim mi? Dalgın görünüyorsun hem kafan dağılır. “ Hep bir bahane bulup da kaçtığım teklifini reddetmek için bir nedenin yoktu şu an. Ayrıca bir kahve kafamın içinde susmak bilmeyen seslere iyi gelebilirdi. Omzumu silktim. “Olur, “ diye mırıldandım. “Önce bir görüşme yapmam gerek, “

Telefonumu çıkardım ve rehbere girdim. Dün gecenin bir yarısı gelen ani bir atakla Alaz’dan zorla aldığım Arhan’ın numarasının üstünde durdum. Arama simgesinin üstüne tıkladıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. İki kere çaldıktan sonra aramayı cevapladı. "Efendim? "

Hafifçe öksürerek "Arhan, Leyla ben, " diye mırıldandım. "Nasılsın, ne yapıyorsun? " Bir an için kendi sesim bana yabancı gelmişti. Aramızda o kadar zaman vardı ki sesimdeki mesafeyi nasıl aşacağımı bilmiyordum. “İyiyim, sen ne yapıyorsun? “ Sesinde şaşkınlık vardı, aramamı beklemiyor olmalıydı, gerçi bunu ben de beklemiyordum.

“İyiyim ben de, şey soracaktım, Ece derse gelmedi de bir sıkıntı mı var diye merak ettim?” diye sordum.

“Evet, biraz hasta gibiydi ondan gelemedi. “ diye açıkladı, “Bir şey merak ediyorum, “ Güldüğünü duydum. “Neden annesini aramak yerine beni aradın? “ Güzel soruydu. Evet, annesini arayabilirdim ve Ece’nin durumuyla ilgili daha detaylı bilgi alabilirdim ama Arhan’ı aramayı tercih etmiştim. Peki ya neden?

Yutkundum. “Seninle konuşmak istedim çünkü? İsteyemez miyim? “ diye sordum.

Çok belli ediyorsun kızım, az sakin olsana.

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra, “İsteyebilirsin tabii, “ diye mırıldandı. "Şimdi sen Ece'yi sorduğuna göre şu an boşsun demek mi oluyor bu? " Bakışlarım hafifçe karşımda merakla bana bakan Barış'a döndüğünde sıkıntılı bir iç çektim. Ona söz vermiştim ama Arhan'la vakit geçirirsem daha mutlu hissedeceğim bir gerçekti. "Yani, " diye mırıldandım. "Bir arkadaşıma kahve sözü vermiştim. "

"Sözünü döndükten sonra tutsan olur mu? " diye sordu."Beş dakikaya oradayım, "

Kaşlarımı çattım. "Beş dakika mı? " diye sordum şaşkınlıkla. Beş dakikalık mesafede olması için zaten buraya geliyor olması gerekiyordu ve ben buna inanmayı seçmiştim. Kalbim inanmayı seçtiğim şeylerin sonucunda kırılacak da olsa hep olmasını istediklerimi önceliyordum. Ben böyleydim…

Arhan'ın güldüğünü duydum ve başka bir şey demeden telefonu kapattı. Barış'a döndüğümde ekildiğini anlamış gibi bakıyordu. "Çıkışta kahve? " diye sordum mahcup bir şekilde. Anlayışlı bir şekilde gülümseyerek başını salladığında kendimi daha kötü hissetmiştim ama telafi edecektim.

“Söyle bakalım, beni ekmene sebep olan insan kim? “ diye sordu.

“Arkadaşım, çok uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım, “ diye mırıldandım. “Aynı zamanda Ece’nin dayısı, “

“Anladım, “ diye mırıldandı. “Sanırım gelmek üzere ve çıkacaksın, aşağı kadar eşlik edeyim sana, “ Birlikte öğretmenler odasından çıkıp merdivenlerden aşağı inmiştik. Sekreterliğe haber verdikten sonra dışarı çıktık. Hava oldukça sıcaktı, güneşe çıkar çıkmaz gözlerim kısılmıştı. Sadece birkaç dakika sonra bir motor sesi duyulmuştu sokağın diğer ucundan. Ara gazı öyle yüksek sesle vermişti ki bakışlarım istemsizce o tarafa kaymıştı.

Siyah motor olduğumuz yere doğru geliyordu, yaklaştıkça hızı azalmış ve sonunda tam önümüzde durmuştu. Motorun Arhan'a ait olduğunu tek bakışta anlayabilmiştm. Motordan indikten sonra kaskını yavaşça başından çıkardı, bu sahne benim için öylesine ağır çekimde gerçekleşmişti ki kendimi bir film sahnesinin içinde gibi hissetmiştim. Hemen yanımda duran Barış yavaşça bana doğru eğilerek "Bu o mu? " diye sordu. Başımı salladığımda şaşkın bakışlarını gördüm, bu beni neredeyse güldürecekti. "Vay be, " diye iç geçirdi, ben de aynı fikirdeydim.

Arhan bana doğru yaklaştı ve başıyla selam verdi. "Motor kullandığını bilmiyordum, " diye mırıldandım.

"Bilmediğin çok şey var, " dedi göz kırparak. “Hazırsan gidelim? “

Bisikletinin destek tekerleklerini çıkardıktan sonra uzun bir süre düşmeden sürüş yapamayan birine göre oldukça havalı görünüyordu. Birden bu kadar havalı görünmesinin nedenini merak etmiştim. Başımı salladığımda motosikletinin arkasından bir kask çıkardı ve bana uzattı. Tam uzanıp alacaktım ki almama izin vermede başıma geçirdi ve kaskı taktı. Ardından kendi kaskını da taktıktan sonra hızlı bir manevrayla mota bindi. Ona kıyasla dikkatli bir şekilde binmeye çalışmıştım çünkü dengesiz hareket edersem devrilirmiş hissine kapılmıştım. Kendimi rahat hissettiğim anda tişörtünün ucundan tutundum.

Arhan başını arkaya çevirip kaskının arkasından bana baktı. “Daha sıkı tutun istersen, “ diye mırıldandı. Kendi kendime istemsizce gülerek kollarımı beline sararak sıkıca tutundum. Birden motoru çalıştırınca irkilerek olduğum yerde zıpladım. Kafamın içinde bir gülme sesi duyduğumda bir an algılayamasam da bunun intercomdan geldiğini fark etmiştim.

"Neye gülüyorsun? " diye sordum yapmacık kızgın bir sesle. "Dalga geçeceksen bırakıyorum seni, "

"Bırakmazsın, " Motor birden hareket ettiğinde anlık panikle daha sıkı sarılmıştım. Doğruydu, bırakmazdım hatta bırakmadığım gibi daha sıkı tutunurdum. “Çok kötüsün! “ diye söylendim.

Bir süre sonra motorun hızına ve hareketine alışmıştım. Hatta rüzgâra karşı gitmek hoşuma gitmişti. Yaklaşık on beş dakikadır yoldaydık, bir saatlik vaktim olduğu için muhtemelen daha uzaklaşmayacaktık. Yollar tanıdık gelmeye başladığında nereye gittiğimizi anlamıştım. Arhan'ın hep çok düşünceli olduğunu biliyordum, tabii küçükken beni sinir edecek şeyler yaptığı için bu düşünceli halini görememiştim ama büyüdükçe geçmişe dönüp baktığımda aslında yaptığı her şeyin bir inceliği olduğunu fark etmiştim. Sadece bana karşı değil, tüm ekibe ve hatta tüm mahalleye karşı öyleydi. Hiç geri dönmeseydi bile hepimize öyle büyük bir iz bırakmıştı ki onu hiç unutmazdık. Ama dönmüştü. Bu gerçeği kabullenmek, farkında olmak garipti. Yıllardır, çok uzun zamandır olmasını istediğim bir şeydi ve şimdi hayalle gerçeği karıştırıp karıştırmadığımdan şüpheleniyordum.

Motor yavaşlamaya başladığında vardığımızı anlamıştım. Motorun hızı azaldığında bir an için dengemi kaybettiğimi düşünerek paniklemiştim ama yolculuğun başından beri korktuğum o şey gerçekleşmemiş, asfaltla buluşmamıştım neyse ki. Motor tamamen durduğunda Arhan hızlı bir şekilde motordan indi ve elini tutmam için uzattı. Elini tutarak motordan indim ve başımdaki kaskı çıkardım. Kaskı Arhan’a verdikten sonra rüzgârdan bozulan saçlarımı düzelttim.

“Unutmamışsın burayı, “ dedim.

“Niye unutayım ki? Bu parkta az cozutmadık bizimkilerle. “ dedi gülerek. “Gerçi buraya en son geldiğimde hiç hoş bir anı yaşamamıştım. “ Ne oldu der gibi baktığımda iç geçirdi. “Reddedilmiştim, “ Duraksadım. Ben niye bilmiyordum bunu? Kim reddetmişti?

Güldüm. “Derin bir iz bırakmış olmalı hâlâ unutamadığına göre, “ Dalga geçerek söylediğim bu şey içten içe canımı sıkmıştı.

“Saçmalama, aklıma geldi sadece, “ diye mırıldandı. Birlikte çardaklardan birine doğru yürüdük. Akşamüstü olmasına rağmen öğle sıcağı vardı. Çardağın ortasındaki banka oturduğumuzda derin bir nefes alıp çantamdan su şişesini çıkarıp bir yudum su içtim. Su şişesini geri çantama koyarken Arhan’ın bakışlarını yüzümde hissetmiştim.

Yavaşça yutkundum. “Neye bakıyorsun? “ diye sordum.

“Canın sıkkın, “ dedi. “Ne oldu? “

Şimdiye kadar bir kez bile ona yalan söylememiştim, bir şey saklamamıştım ama şimdi dilimin ucundaki şeyi nasıl söyleyeceğimi bilmediğimden tek kelime edemiyordum. Derin bir nefes daha aldım. “Kafam karışık, “ diye mırıldandım. “Okuldan çok yakın bir arkadaşım hakkında onun bilmediği bir şey öğrendim ve ona söylemeli miyim ya da nasıl söyleyeceğim bilmiyorum. Ona çok değer veriyorum ve onu yıkan kişi ben olmak istemiyorum. “

“Kendini onun yerine koy, bilmek ister miydin? “ dediğinde bakakaldım. Düşünmekten kaçındığım o soruyu sormuştu ve bende bir cevabı yoktu.

Omzumu silktim. “Bilmiyorum, “ diye mırıldandım. “O kadar zor bir şey ki geçmişte yaşadığı tüm kötü şeyleri tekrar yaşatabilir. Tekrar o ana dönsün istemiyorum. Ama öğrenmezse de bu omuzlarımda bir yük olarak kalacak. “

Arhan yavaşça omzuma dokundu. "Sen birinin kalbindeki kırgınlık olmazsın, Leyla, " dedi ve buruk bir şekilde gülümsedi. "Doğduğundan beri biliyorum seni, ondan yani, "

Altında ezildiğimi düşündüğüm yüke rağmen güldüm. "Araya kaynayan zaman da dahil mi? " diye sordum.

"Evet, " dedi başını sallayarak. "Gram değişmemişsin ki. Nasıl bıraktıysam öyle buldum seni. Sadece mesafe koymaya başlamışsın insanlarla arana. "

"O ne demek? " diye sordum.

Omzunu silkti. "Bilmem, bana eskisi gibi davranmıyorsun, " dediğinde güldüm. "Düşmanım gibi davranmıyorum evet, çünkü büyüdüm ve sen düşmanım değilsin, hiçbir zaman değildin. " diye mırıldandım. "Asıl sen mesafelisin, hatta mesafenin ta kendisisin. "

"Çok şey değiştiğindendir, " diye cevapladı benim aksime ciddi bir şekilde. Yeşil gözleri gözlerimdeydi. Cevabın ağırlığı kalbimin tam üstüne oturmuştu. İç çekerek bakışlarımı ilerdeki salıncaklara çevirdim. Çok şey değişmişti, özellikle onun için. Büyük bir kayıp verdiği yetmiyormuş gibi bambaşka bir ülkeye gitmiş; evinden, evi olarak gördüğü insanlardan ayrılmak zorunda kalmıştı. Tüm bunların sebebi o kazayı yaptıran kişiydi, ama Arhan bunu bilmiyordu. Tam da bu yüzden ona söylemem gerekiyordu, tüm bunları yaşamak zorunda kaldığı için.

Derin bir nefes aldım. Dilimin ucuna kadar gelen kelimeler dağılıp yok oldu. Söyleyecektim ama şimdi değildi. "Hayat değişimlerden ibaret değil midir zaten? " diye sordum. “Değişen her şeye rağmen burada olduğumuz için mutluyum. “ Güldüm. "Biz artık hep böyle yan yana geldiğimizde hayatı mı sorgulayacağız ya? "

Arhan da benim gibi güldüğünde bakışlarım yüzünü buldu, güldüğü için gözleri iyice kısılmış neredeyse kapalı gibi görünüyordu. Gözlerinin kenarında beliren çizgilerin yüzüne çok yakıştığını düşündüm. Sol yanağında belli belirsiz çukurlaşan gamzesine baktım. "Gerçekten iki dakika sıradan sıkıcı şeylerden konuşamıyoruz,buna bir el atmamız lazım, " dedi. "Nerede o eski sohbetler? "

Gülerek salıncaklara baktım. "Salıncağa binelim mi? diye sordum.

"Hah 3 yaşındaki Leyla konuşmaya katıldı, " dedi. "O salıncaklar bizi taşımaz ki, "

“Sen öyle san, beş kişi binmeye çalışmıştık da tek sorun Ali’nin düşüp kolunu kırmasıydı, “ dedim. Gözlerinin içine baktım. “Hadi lütfen binelim! “

Güldüğünde gözleri iyice kısılmıştı. “24 yaşında falan değilsin sen, “ diye mırıldandı. “Yürü hadi, “

Zıplayarak yerimden kalktım, koşar adımlarla salıncaklara ilerledim. Arhan arkamdan geliyordu. İçimde bir çocuk aylardır beklediği oyuncağına kavuşmuş gibi mutluydu. Bir Barış Manço şarkısı gibi hissediyordum. Salıncağın önündeki plastik korumayı kaldırıp salıncağa oturdum. Arhan arkadan dolaşınca yanımdaki salıncağa oturacak diye düşünmüştüm, birden havalanmayı beklemiyordum. Arhan beni sertçe ittiğinde salıncak daha da yükseldi.

Çok değil sadece birkaç dakika sürmüştü ama benim için birkaç dakikadan daha fazlasıydı. Salıncak iyice yavaşladıktan sonra Arhan yanımdaki salıncağa oturdu. “Kafan dağıldı değil mi? “ diye sordu düşünceli bir sesle. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Başımı salladım. “Dağılmadı diyemem, düşünceler hâlâ var ama daha sessiz, “

“Sır saklamak taşıması zor bir yük, Leyla, “ dedi Arhan yumuşak bir sesle. “Ne kadar kötü olursa olsun bunu arkadaşına söylemen lazım. Seni bu kadar mahveden şey belki onu da üzecek ama bunu senden öğrenmesi belki de o kötü hislerin içinde bir ışık olacak. “

Dudağım kıvrıldı, belli belirsiz tebessümle “Sen öyle hisseder miydin? “ diye sordum.

Başını salladı. “Senden duyacaksam bir nebze de olsa iyi hissederdim. “ dedi. “Yani senden, Alaz’dan ya da bizimkilerden… “ Kalbimin üstünde uçan kelebekleri hissettim. Sonradan ekleme yapması beni güldürmüştü, neden güldüğümü merak edercesine baktığında söylemedim.

-

Parkta biraz daha oturduktan sonra okula dönmem gerektiği için parktan ayrılmıştık. Arhan beni okula bıraktıktan sonra kendimi biraz daha hafiflemiş hissediyordum. İki öğrencimin dersine girdikten sonra bugünlük işim bitmişti. Çıkışta söz verdiğim gibi Barış’la kahve içmiştim, sonrasında bizimkilerin olduğu gruba asıl konumuzla ilgili mesajlar atmıştım. Tabii öncesinde Arhan’ın aramıza tekrar katılmış olmasının şaşkınlığını yaşamışlardı. Bu güzel haberden sonra kötü olanı paylaşmak çok hoşuma gitmese de yapmak zorundaydım. Eve geldiğimde zihnen çok yorgun olduğum için hemen uyumuştum. Ertesi günün gündüzü okulda geçmişti, okuldan çıktıktan sonra Alaz’ın yanına gelmiştim.

“Kayıtlara göre Sevil teyzenin sadece bir kız kardeşi var, Arhan’ı yanına alan. Onun da yurt dışında olduğunu biliyoruz, mektubun gönderildiği adresle alakası yok. “ dedi gözlerini dosyadan ayırmadan.

“Adres uyuşmuyor yani ve zarfın üstünde ‘Canım Kardeşime’ yazıyor zaten, “ dedim. “Tek sorun ben Yaşar amcanın bir kardeşi olduğunu hatırlamıyorum. “

“Yok zaten kayıtlarda, “ diye mırıldandı. “Ama Yaşar amcanın annesi bir evlilik daha yapmış öncesinde, çocukları olmamış demek ki kayıtlarda görünmediğine göre. “

Kaşlarımı çattım. “İkisinin de ilgisi yoksa mektubun sahibi kim peki? “ diye sordum. “Ayrıca Arhan’ın babaannesinin zamanında nüfus kayıtları o kadar özenli kontrol edilmiyordu. Dolayısıyla kayıtlara geçmemiş bir çocuk olabilir. "

"İhtimal var, " dedi. "Ama daha detaylı araştırmak lazım, "

Derin bir nefes aldım. "Arhan'a ne zaman anlatacağız? " diye sordum. "Bunun bir kaza olmadığından eminiz, kimin yaptığını bulmadan da söyleyebiliriz bence. Artık daha fazla saklamak istemiyorum. "

“Güzelim biliyorum, bir an önce söylemek istiyorsun ama nasıl karşılayacağını bilmiyoruz, “ diye mırıldandı. “Kaldı ki Arhan benim kardeşim, onun üzülmesini istemiyorum, “

Başımı salladım. “Ben de üzülmesini istemiyorum, “ dedim. “Ama bizden duyduğunda en azından daha az canı yanar, öyle söylemişti. “ Anlamayan gözlerle baktığında güldüm. “Başka bir konu, “ diye açıkladım.

“Öyle diyorsan, “ dedi. “Ben biraz daha araştırma yapayım, ondan sonra anlatırız, anlaştık mı? “ Başımı salladım, sonunda harekete geçtiğimiz için mutluydum. “Saat geç oldu, eve bırakayım istersen? “

“Kendim giderim ya, alt tarafı iki sokak yürüyeceğim, “ dedim. “Arhan seninle kalmıyor muydu? Nerede kaldı acaba? “ Sorumu sorduğum anda kapı açılmış ve Arhan içeri girmişti. Kapının buzlu camının arkasından Arhan’ın gölgesini görmüştüm, ayakkabılarını çıkardıktan sonra salona girdi. Beni burada görmeyi beklemiyor olmalıydı ki şaşkın bir şekilde Alaz’la ikimize bakmıştı. “Hoş geldin, “ diye mırıldandım.

Arhan yavaşça öksürdükten sonra “Hoş buldum, “ diye mırıldandı. Sehpanın üstündeki dosyalara göz ucuyla baktıktan sonra bakışları tekrar bizi buldu. “Ne yapıyorsunuz, bunlar ne? “ Arhan’ın sorusuyla birlikte Alaz’a döndüm. Her şeyi anlatmak için en uygun andı ama Alaz biraz daha araştırma yapmak istiyordu, biraz daha bilgi sahibi olması doğru olandı.

“Birikmiş imzalarım vardı, bugüne yetişmeyince eve iş getirmiş oldum biraz, “ diye açıkladı Alaz.

Derin bir nefes alarak tekrar Arhan’a baktım. “Sen nereden geliyorsun? “ diye sordum konuyu değiştirerek. Arhan benim oturduğum koltuğun diğer ucuna oturup arkasına yaslandı ve bir nefes verdi. “Arkadaşımla klinik açacağız ya işleri halletmeye çalışıyorum. “ dedi. “Arkadaş olmamızın yanında diplomama dayanarak soruyorum, bir sorun mu var? Gergin görünüyorsunuz. “

Gergin göründüğümüz bariz belliydi, Alaz dudaklarını aralayarak cevap verdi. “Hayır, bir sorun yok. “ dedi soğukkanlılıkla. “Yoğun bir gündü, yorulduk herhalde, değil mi Leyla? “

Başımı salladım sadece. Arhan’ın bakışları ikimizin arasında gidip geliyordu. “Yanlış zamanda gelmedim değil mi? “ diye sordu bu sefer. Neden böyle bir şey sorduğunu anlayamamıştım. Bu gergin halimizi yanlış anlamış olmalıydı. Bu hoşuma gitmemiş olsa da yanlış zamanda her şeyi öğrenmesinden daha iyiydi.

“Hayır tabii ki, neden öyle dedin ki? “ diye sordum.

Omzunu silkti. “Bilmem, öyle hissettim, “ dedi.

Kaşlarımı çattım. “Saçma sapan şeyler hissetme, yok öyle bir şey, “ diye karşı çıktım. “Her neyse… Yemek mi söylesek ya, ben acıktım galiba, “ Arhan’ın bakışları yumuşarken Alaz’ın da güldüğünü duydum. “Pizza söylüyorum o zaman, “ dedi Alaz. “Sen de burada kalıyorsun galiba, üstüne rahat bir şeyler al istersen, “

Gözlerimi kıstım. “Aklımı okuyorsun, “ diye mırıldandım. “Pizzalardan birinde mantar olmasın. Ben tişörtlerinden birini çalıp geliyorum. “ Koltuktan kalkıp koridora doğru yürürken arkamdan gelen ayak seslerini duydum.

Alazı’ın odasının karşısındaki muhtemelen Arhan’a ait olan iki odanın tam önünde durup arkamı döndüm. Arhan peşimden gelmişti. Ne oldu dercesine baktım. “Alaz tişörtlerini geri vermediğine dair kısa bir söylenme yaşayınca benimkilerden vereyim dedim. “ dedi.

Dudağımı büktüm. “Bıktırmış olabilirim, “ diye mırıldandım gülerek. “Teklifini geri çevirmeyeyim o zaman, "

"Çevirme tabii, " diye mırıldandı. Eli kapı kolunun üstünde durdu. "Bu arada, " Doğrudan gözlerimin içine bakınca hazırlıksız yakalandığım için nefesimi tutmuştum. "Mantar alerjimi unutmamışsın, "

Yutkundum. "Neden unutayım ki? " diye sordum. "Sen unutuyor musun? "

Arhan birden bakışlarını kaçırdı, boğazının hareketinden yutkunduğunu anlamıştım. Bu, unutmuyorum demek miydi? Hafifçe öksürdü ve kapının kolunu çevirdi. Odasının kapısını açtı ve birlikte içeri girdik. Oda, evin diğer odalarında olduğu gibi gri tonlarının hakim olduğu eşyalarla doluydu. Doluydu demem biraz yanlış bir betimleme olurdu, çünkü yatak ve küçük bi gardıroptan başka bir şey yoktu. Burası genellikle bizimkilerden birinin misafir olarak kaldığı odaydı. Ben ise çalışma odasındaki rahat koltukta kalmayı tercih ederdim genellikle. Normalden farklı olarak odada Arhan’a ait parfüm kokusu hakimdi.

Derin bir nefes alarak Arhan’ın arkasından dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapağını açıp içinden lacivert kısa kollu, bana göre oldukça bol bir tişört çıkardı. Kapağı tekrar kapatıp tişörtü bana uzattı. "Buyurunuz, " dedi gülerek, bir dakika önceki aramızdaki garip havaya rağmen.

"Teşekkür ediyorum, " dedim onun gibi, uzattığı tişörtü alarak.

"Bir şey soracağım, " dedi tam kapıya yönelmişken. Merakla Arhan’a baktım. "Bugünkü adam, hani şu okuldaki, "

Kaşlarımı kaldırdım. "Barış mı? " diye sordum.

"Aranızda bir şey mi vardı? Beni görünce rahatsız olmuş gibi geldi de, " diye açıkladı. "Aranızda sorun olacaksa daha dikkatli olayım diye sordum, yanlış anlama, "

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Yani, " diye mırıldandım. "Aramızda bir şey olduğu söylenemez. " Derin bir nefes aldım. “Ayrıca bir şey olsa bile seni sorun edemez, buna izin vermem. Yani seni ya da diğerlerini… “

Belli belirsiz bir gülümseme oluştu yüzünde. Başını salladı. “Anladım, “ diye mırıldandı.

-

Arhan'la konuşmamızdan sonra Alaz'ın sipariş verdiği pizzalar gelmiş, yemeğimizi yemiştik. Sonrasında yorgunluk çökmesiyle olduğum yerde uyuyakalmıştım. Uykumun arasından konuşmalar duymuştum ama uyandığımda hiçbirini hatırlamıyordum, bunun için kendime kızmıştım. Sabah telefon sesiyle uyanmıştım. Annem aramış, bizi kahvaltıya çağırmıştı. Kara zorla ikna etmiştim ve bizim eve geçmiştik.

Ailecek güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra ben okula gitmek için hazırlanmaya başlamıştım. Bir süre dolabımın önünde kararsız bir şekilde dikildikten sonra ne giyeceğime karar vermiştim. Geçen yaz çok beğenerek aldığım ama bir türlü giymeye fırsat bulamadığım tulumumu giyecektim, ama dolabımda değildi. Anneme vermiş olabileceğimi düşünerek annemlerin yatak odasına gittim. Büyük, bir kapağı boydan boya aynalı dolabı açtım ve askıdaki kıyafetlere göz gezdirmeye başladım. Tahmin ettiğim gibi buradaydı. Askısıyla birlikte çekip çıkardıktan sonra açılan boşlukta dikkatimi bir şey çekti.

Dolabın en köşesine sıkışmış bir kâğıt parçasıydı. Etiket ya da bir kıyafetin cebinden düşen fatura parçası olduğunu düşünerek uzanıp kâğıdı aldım. Kenarları sararmaya başlamıştı, oldukça eski görünüyordu. Düşündüğümün aksine etiket ya da fatura değildi. Kat yerleri birbirine yapışmıştı, dikkatli bir şekilde açtığımda bunun bir mektup olduğunu gördüm. Hatta bu öylesine bir mektup değildi, bizim günlerdir aradığımız zarfa ait olan mektuptu bu.

Titreyen ellerimi görmezden gelmeye çalışarak okumaya başladım. Gözlerim her harfin üstünde duraksıyor, yazanlardan korkuyordum.

Merhaba Canım Kardeşim,

Canım kardeşim diyorum ama sen beni muhtemelen tanımıyorsun. Daha doğrusu kim olduğumu bilmiyorsun. Gel seninle bir zaman yolculuğu yapalım, yıl 1959 olsun. Annen bir adamla evleniyormuş, üstünden beş yıl geçiyor ve ben geliyorum dünyaya. Annemiz için lanet olası bir gün olmalı, çünkü kendi evladına bile bakmak istememiş. Babam öldükten sonra sevdiği adamla evlenmiş. Kırıcı olmalı, sevmediği adamla geçen yıllar ve geride yüzüne bile bakmadığı bir çocuk. Sonra sen doğdun, canım kardeşim. Hayatın boyunca sevildin, yokluk görmedin çünkü gönlünüz zengindi. Bana ise dünyanın yokluğunu çekmek düştü.

Güzel bir evliliğin var, kendin gibi de bir çocuğun var. Tanıştım, biliyor musun? Biraz bile yengeciğime çekmemiş, hali tavrı tamamen sen. Tanımadığı, bilmediği her şeye ön yargısı var. Eserinle gurur duyuyorsundur. Herkes dünyaya getirdiği eseriyle gurur duyamıyor malum. Sorun ben miydim yoksa babam mıydı bilmiyorum. Bunu anneme hiç soramadım, çünkü yüzünü bile hatırlamıyorum. Ama bakışlarını hatırlıyorum. Yorgun, kırgın, öfkeli bakışlarını… Kime öfkeliydi? Bana olmamalı, değil mi? Neticede ben küçücük bir çocuktum, sadece sevilmek istiyordum, seni sevdikleri gibi.

Bunları çok düşündüm dört yıl önce beni tıktığın hapiste. Kardeşin olduğumu bilsen bu kadar acımasız davranır mıydın, bilmiyorum. Bilmeyeceğim de. Çocukluğumu çaldığın gibi yıllarımı da çaldın benden. Sanıyor musun ki bunun bir bedeli olmayacak? Bu mektubu okuyorsan çoktan hapishaneden çıkmışım demektir ve benden çaldıklarını senden bir bir alacağım.

Oğlunla tanıştım ama güzel eşinle tanışma şerefine nail olamadım henüz. Benim adıma tebrik edersin onu umarım, bir çocuğunuz daha oluyormuş. Kim bilir belki de ben yüz yüze tebrik ederim ikinizi. Belki de oğlunla amca yeğen kapınızı çalarız ansızın. Bilemiyorum. Kendine dikkat et, kardeşim.

En içten sevgilerimle,

Abin. 

Bu okuduklarım gerçek miydi? Her şeyi bu adam mı yapmıştı?

Kâğıt elimden kayıp yere düşerken elimin tersiyle aktığını bile fark etmediğim gözyaşlarımı sildim. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Arhan bunu öğrendiğinde çok üzülecekti, bunu zaten biliyordum ama bir kardeşinin olacağı ve kazada tüm ailesini kaybettiğini bilmesi onu mahvedecekti. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek önüme gelen saçlarımı geriye attım ve bir derin nefes daha aldım.

Bu sırada babam içeriden seslendi. “Kızım biz annenle çıkıyoruz! “

Yutkundum. “Tamam, baba! “ diye cevap verdim. Eğilerek yerdeki mektubu aldım. Dış kapının kapanma sesini duyduktan sonra odadan çıktım ve salona Arhan ve Alaz’ın yanına gittim. İçeri girdiğimde ikisinin bakışları da bana dönmüştü. Nasıl göründüğümü bilmiyordum ama iyi olmadığım kesindi.

Arhan “Leyla iyi misin? “ diye sordu endişeli bir sesle.

Başımı iki yana salladım. “Arhan, “ diye mırıldandım. “Bizim sana söylememiz gereken çok önemli bir şey var, “

-

Oluşturulma tarihi: 21.02.2024

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar...

 

 

Loading...
0%