Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm

@birmiktardefne

Bölüm şarkısı; Mengene & Aylin Aslım - Kaybederken İnsan

Son Feci Bisiklet - Torna

“Çocuk olsam yeniden

Bir tek düştüğüm için acısa içim

Ve kalbim; çok koştuğum için

Çarpsa sadece. “

 

 

 

 

 

Cemal Süreya

 

 

 

 

 

BÖLÜM 4

Eğer sevdiğiniz bir insan bir suç işlerse yakını olarak sessiz kalma hakkınızı kullanabilirdiniz o kişiyi korumak için. Doğruluğu yanlışlığı tartışılırdı elbette ama bunu o kişi zarar görmesin diye yapardınız. Eğer sevdiğiniz bir insanı olumsuz etkileyecek bir olayın ortasında kendinizi bulursanız, onu korumak için susardınız, hatta daha da ileri gidip kendinizi feda bile edebilirdiniz ve amacınız ona zarar gelmemesi olduğu için kimse yaptığınız şey için sizi suçlayamazdı. Kitaplarda, filmlerde bu böyleydi. Ama gerçek dünyada bu böyle değildi. Sevdiğim bir dizide söylendiği gibi bazı eylemlerin sonuçları vardır. Her ne kadar bunu iyi bir niyetle yapsak bile o kişi bunu bizim kadar iyi niyetle karşılamayabilirdi.

Korktuğum şey tam olarak buydu. Dilimin ucunda zincirlerinden kurtulmak için bekleyen kelimeleri nasıl özgür bırakacağımı düşünürken bir yandan da Arhan’ın bunu ondan sakladığımızı düşünmesinden ve zaten yıkılmış dünyasının üstüne bir mum da bizim dikmemizden korkuyordum.

Arhan bakışlarımda ne görmüştü bilmiyordum ama endişeli görünüyordu. Arhan “Leyla iyi misin? “ diye sordu endişeli bir sesle.

Başımı iki yana salladım. “Arhan, “ diye mırıldandım. “Bizim sana söylememiz gereken çok önemli bir şey var, “ Alaz, biraz önce olanları bilmediği için olsa gerek emin misin der gibi bakıyordu. Ona doğru dönüp başımı salladım. "Zamanı geldi. "

Arhan bir bana bir Alaz'a baktı. "Neyin zamanı geldi? Ne oluyor? " diye sordu.

Derin bir nefes aldım. "Anlatıyorum, " dedim. "Okulda seninle karşılaşmadan önce Figen'in doğum gününü kutlamak için bizim eski eve gitmiştik. Herkes dağıldıktan sonra Alaz'la birlikte sizin eve girdik. Etrafı incelerken bir zarf bulduk. Zarf kazanın olduğu gün gönderilmiş, üstünde 'Canım kardeşime' yazınca merak edip araştırmaya karar verdik. Alaz bunun bir kaza olnadığından şüphelendi ki galiba haklıymış. " Elimde tuttuğum mektubu Arhan'a uzattım. Gözlerim yanmaya başlamıştı, yutkundum. "Bunu biraz önce buldum. Nereden çıktığını, neden burada olduğunu bilmiyorum ama yazanlar… " Gözümden bir damla yaş kayıp düştü. "Nasıl denir bilmiyorum. Üzgünüm, "

Arhan'ın kafası karışmış olmalıydı. Uzattığım mektubu aldı ve okumaya başladı. Arhan'ın gözleri satırlarda dolaşırken kaç dakikadır kendimi sıktığım gözyaşlarım hızla akmaya başlamıştı. Gözyaşlarımı silerek tam karşısındaki tekli koltuğa oturdum. Alaz, mektupta ne olduğunu merak ediyor olmalıydı ki sorgulayan bakışlarla bana bakıyordu.

Belki iki dakika, belki beş dakika geçmişti. Arhan burnunu çekerek mektubu bıraktı. “Doğru mu bu? “ diye sordu.

“Çok yüksek ihtimalle, “ diye mırıldandım.

Arhan başını iki yana salladı. “Bu çok saçma, “ diye mırıldandı. “Hayır, gerçek olamaz. Ne babamın bir kardeşi vardı ne de annem hamileydi. Doğru olamaz bu. “

Yutkundum. “Arhan, “ dedim kısık sesle. “Hepsi doğru. “

Alaz araya girdi. “Bir dakika! Sevil teyze hamile miymiş? “ diye sordu.

“Mektupta öyle yazıyor, “ diye açıkladım. “Alaz mektubu yazanın kim olduğunu buluruz değil mi? Bak işimizi de kolaylaştırmış, Yaşar amcanın hapse attırdığını da söylemiş. Bulursun sen, değil mi? “

Alaz göz ucuyla Arhan’a baktı, Arhan cevap bekliyordu. “Bulurum tabii, “ dedi. “Kaç gündür bunu araştırıyordum zaten, tek eksiğim bir bağlantıydı. Onu da bulduk artık. “

“Söylesenize kaç gündür bunu biliyordunuz? “ diye sordu Arhan. “Kaç gündür annemle babamı, babamın kardeşi olduğunu söyleyen bir adamın öldürdüğünü biliyorsunuz? “

“Arhan, öyle değil gerçekten, “ diye mırıldandım. “Dedim ya Figen’in doğum gününde bulduk zarfı, doğrusunu öğrenmeden söyleyemezdik. Yaranı kaç yerinden birden deşeceğiz, baksana her öğrendiğimiz şey bir bıçak kesiği değil mi? “

Alaz başını salladı.” Leyla haklı, kardeşim, “ dedi. “Bir an önce söyleyelim diye gerçeği öğrenmeye çalıştık. “ Arhan bizi anlardı, çünkü biliyordum ki bizim yerimizde olsa o da bizim yaptığımızı yapardı. Yine biliyordum ki kabuk bağlamamış yarayı kaşırsan yine kanardı ve onun yarası hiçbir zaman kabuk bağlamayacaktı, biz bunun üstüne giderek yarasını kaşımıştık. Bize kırgındı.

Arhan başını sallayarak bana döndü. Gözleri kızarmıştı, buna rağmen yüzünde kırgın gülümseme vardı. “O yüzden bana üzücü büyük bir gerçek öğrensem ne yapardım diye sordun, değil mi? “ diye sordu.

“Bizden öğrenmenin daha az üzeceğini söylemiştin, “ dedim. “Daha azı nasıl olur bilemedim, “

"Daha azı bile çok geldi, " dedi Arhan dürüstçe. "Ben ne yapacağım şimdi? " Bunu o kadar çaresiz bir şekilde söylemişti ki her bir kelimesi kalbimin üstüne tonlarca ağırlık yapmıştı. Alaz'la aynı anda oturduğumuz yerlerden kalkıp Arhan'ın yanına gittik. Birlikte Arhan'a sarıldığımızda bu beni artık çok uzak olduğunu düşündüğüm geçmişe götürmüştü.

Arhan elini belime sardığında elektrik çarpmış gibi irkilmiştim. Dudaklarıma istemsizce bir kıvrım yerleşmişti. “Biz buradayız, bir yolunu buluruz, “ diye mırıldandım.

“Her şey yoluna girecek, “ dedi Alaz. “Ama biraz daha böyle zırlamaya devam edersek Mine teyze geldiğinde bizi böyle görecek ve delirdiğimizi düşünecek. “ İstemsizce güldüğümde Arhan da bana katılmıştı. Geri çekilerek ayrıldığımızda Arhan avucunun içini gözlerine bastırarak muhtemelen akmak üzere olan gözyaşlarını kovuşturdu.

Dış kapının açıldığını duydum. Alaz haklı çıkmıştı, annem biraz daha erken gelseydi bir sorun olduğunu düşünecekti. Var olan bu sorunu onlarla daha sonra konuşacaktım, şimdi her şey daha çok tazeydi. Annem elinde poşetlerle içeri girdiğinde markete gittiğini anlamıştım. “Aa, siz gitmediniz hâlâ? Geç kalmıyor musunuz? “ diye sordu bizi görünce. Bakışları sırayla bizi taradıktan sonra Arhan’da durdu. “Oğlum, bir şey mi oldu? Neyin var, gözlerin kızarmış? “

“Alerji, “ dedim birden atılarak. “Gelirken bahçedeki ağaçtaki bütün polen Arhan’ın üstüne geldi. Fark etmedin mi, sabahtan beri böyle. “

"Öyle miydi? " diye sordu annem. "Hiç fark etmemişim. Kızım, mutfaktaki dolapta alerji ilacı vardı. Getir de içsin çocuk. bak kıpkırmızı olmuş güzelim gözleri. " Hızlı adımlarla mutfağa gidip ilaç dolabından ağrı kesici çıkardım. Arhan’ın başı ağrıyor olmalıydı. Salona geri döndüğümde annem Arhan’ın saçını okşuyordu. Neyi kaçırdığımı anlayamamıştım. Annemin bakışları bana döndü. “Hah, getirdin mi kızım? “

Annem yere bıraktığı poşetleri yerleştirmeye gittiğinde ilacı Arhan’a uzattım. “Başın için, “ diye mırıldandım.

Arhan kaşlarını kaldırarak bana baktı. “Başımın ağrıdığını nereden bildin? “ diye sordu.

Cevap vermeden sadece gülümsedim. O sırada Alaz’ın imalı bakışını yakalayabilmiştim. Ben biliyorum nereden bildiğini der gibi bakıyordu. Hafifçe öksürdüm. "Hadi çıkalım artık, " dedim. "Annem şüphelenmeye başlayacak. "

-

Hızlı bir şekilde üstümü değiştirdikten sonra okula mesaj atıp izin almıştım. Arhan’ın yanında olmalıydım. Öğrendiği şeyler çok ağır gelmişti ama yine de iyiymiş gibi davranıyordu; bu hiç sağlıklı değildi. Yasını yaşaması gerekiyordu. Alaz'la Arhan ben hazırlanırken aşağıya inmişlerdi. Hızlıca evden çıkıp aşağı indiğimde çardakta oturuyorlardı. Sessiz bir şekilde çardağa yaklaştım. Bedenim tamamen binanın duvarının arkasında kaldığı için beni göremezlerdi.

“Çok sessizsin, “ dedi Alaz. “Endişeleniyorum senin için, “

“Tüm bu olanlar… İçimde çok büyük bir öfke var, bunu yapan kişinin hayattayken cehennemi yaşamasını istiyorum. “ dedi Arhan. “Bir an önce bulmamız lazım Alaz, öfkem tazeyken bulmamız lazım. “

Alaz elini Arhan’ın omzuna koydu. “Bulacağız, ama senden sadece tek bir şey istiyorum. “ dedi. “Kendine zarar verecek bir şey yapma, kardeşim. Bunca yıl bir şekilde seni o adamdan korumuşlar. Şimdi intikam isteğin yüzünden pervasızca davranırsan her şey istemediğin bir yola evrilebilir. “

“Merak etme, ne yapacağımı biliyorum ben, “ dedi Arhan kararlı bir sesle.

Birkaç dakika daha durduktan sonra duyacağım başka bir şey konuşmamışlardı. Binanın arkasından çıkarak yanlarına doğru ilerledim. “Ben geldim! “ dedim. “Ne yapıyoruz? “

Alaz omzunu silkerek ayağa kalktı. “Sizi bilmem ama benim emniyete gitmem gerekiyor. “ dedi. “İzin alıp sizinle takılmak isterdim ama yapmam gereken önemli şeyler var. “ Arhan başını salladı. “Bence de sen emniyete git, “ diye mırıldandı. Alaz güler gibi bir ses çıkardığında kaşlarım çatıldı, pürdikkat ikisini izlemeye başladım. Alaz neden gülmüştü, ben neyi kaçırmıştım?

Alaz yanımızdan ayrıldıktan sonra Arhan'la baş başa kalmıştık. "Biz ne yapacağız? " diye sordum Arhan'a dönerek. Arhan ayağa kalktı. “Bir yere gideceğiz, “ dedi. “Araban burada mı? “

Başımı salladım. “Nereye gideceğiz? “ diye sordum ama Arhan cevap vermeden çardaktan çıkıp arabanın olduğu yere doğru ilerledi. Arkasından hızlı adımlarla yürüdüm, çantamdan arabanın anahtarını çıkardıktan sonra arabanın kilidini açtım. Arhan doğrudan sürücü koltuğuna geçtiğinde sorgulamadan yan koltuğa oturdum. “Sorumu cevaplamadın, nereye gidiyoruz? “

Arhan emniyet kemerini takarken bir yandan da derin bir nefes aldı. “Babaannemin köyüne gidiyoruz, “ dedi. “Birileri mutlaka kayıp çocukla ilgili bir şeyler biliyordur. En azından adını bilen birileri vardır. Böylece hangi delikte saklandığını öğrenebiliriz. “

“İyi fikir, “ diye mırıldandım. “Ama emin olmak için soruyorum,şehir dışına mı gidiyoruz şu an? “

Arhan sorma şeklime güldü. “Evet, “ diye mırıldandı. “Senin için bir sorun olmaz değil mi? “

Başımı iki yana salladım. “Hayır, “ diye mırıldandım. Birkaç saniye nefes almak için es verdim. "Sence orada bir şeyler bulur muyuz? "

“Bulacağız, “ dedi kararlı bir şekilde. Arabayı çalıştırdı ve harekete geçtik. Önümüzde yaklaşık iki buçuk saatlik yol vardı. Gideceğimiz yerde bizi ne beklediğini merak ediyordum. Çocukluğumun o eksiksiz günlerinden hatırladığım kadarıyla o köyde sadece yaşlılar yaşıyordu ve dolayısıyla o adamı hatırlayan birilerinin çıkma olasılığı fazlaydı. Bir yandan da yıllanmış hafızaların bu kadar küçük bir detayı hatırlayacağını sanmıyordum.

Yola çıktığımızdan bu yana bir saat geçmişti, yolu yarılamaya yakındık. Şu ana kadar neredeyse hiç konuşmamıştık. Ara sıra dikiz aynasında gözlerimiz kesişiyordu. Yolu izleyen bakışlarımı yavaşça Arhan'a doğru çevirdim. Pürdikkat yolu takip ediyordu, elleri direksiyonu çok sıkı bir şekilde tutuyordu. Aklından geçenleri düşündüm. Tam o sırada gözleri yoldan ayrılarak bana döndü ve yakalanmış oldum.

"Benim yanımda geriliyor musun sen? " diye sordu birden.

"Ne alaka? " diye sordum.

"İçinden geldiği gibi davranmıyorsun, " dedi. "Önceden düşünmezdin bu kadar, sorun ne? "

Başımı iki yana salladım. "Sorun falan yok, " dedim. "Sadece… Büyüdük ve nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Daha önce de demiştim bunu hatta. Hâlâ bir çözüm bulamadım. Bir de kendimi kötü hissediyorum sana bu kadar geç söylediğim için. "

"Leyla, " diye mırıldandı. "Sorun değil. Böyle geri çekildiğin zaman daha… " Duraksadı. "Neyse işte, öyle yani. "

Güldüm. "Daha ne? " diye sordum. Arhan dudaklarına görünmez bir fermuar çekti. "Söylesene ya! " Ben üsteledikçe güldü. Ben de gülüyordum ama cümlesinin devamını öğrenmem gerekiyordu. Sürüşünü engellemeyecek şekilde yavaşça omzuna vurdum. “Arhan! “

“Ne? Söylemeyeceğim! “ dedi gülerek. Birkaç kez daha omzuna vurduğumda direksiyonu saran bir elini bırakıp birden elimi tuttu. Hemen önümüzdeki trafik lambası yeşilden kırmızıya dönmüştü, araba yavaşladı. Tam o sırada gözleri gözlerime tutundu, hâlâ elimi tutuyordu. “Ellerin hâlâ heyecanlandığın için mi soğuk yoksa artık sadece üşüdüğünde mi buz gibi oluyorlar? “ diye sordu.

Zaman, dünya her şey sanki durmuştu. Duyduklarımı, gördüklerimi anlamıyordum sanki. Kulaklarımda kalp atışlarımı duyuyordum. Küçükken heyecanlandığımda ellerim buz keserdi ve elime ya da koluma dokunan herkes bunu anlardı. Bunu herkes yaşardı muhtemelen ama benim ellerim gerçekten on saat kış soğuğunda oturmuşum gibi soğuk olurdu.

Yeşil gözlerini benden ayırmıyordu, gözlerini kaçıran ben olmuştum. “Üşüdüm, “ diye mırıldandım. “Klimadan, “ Göz ucuyla klimaya bakmıştım ki çalışmıyorsa rezil olmayayım. "Cümlenin devamını söylemeyeceksen elimi geri alabilir miyim Arhan'cığım? "

Elimi yavaşça bıraktı. "Al bakalım, " diye mırıldandı. Parmakları elimden ayrılırken yüzüm deli gibi yanıyordu. Sessiz bir nefes aldım. Bakışlarımı tekrar Arhan’dan ayırıp akıp giden yola çevirdim.

-

Yol hızla akıp bitmiş ve sonunda bir köy tabelasının yanından geçmiştik. Arhan bunca yıl hiç gelmediği bu yerde nereye gittiğini biliyormuş gibi ilerliyordu, bense yan koltukta etrafı izliyordum. Yemyeşil, capcanlı bir köydü düşündüğümün aksine. Etraftaki insanların çoğu yaşlıydı ama dinamik bir köye benziyordu. Arhan sonunda arabayı bir erik ağacının altına park etti. Eski bir evin önündeydik. Avlunun üstünde tekir bir kedi uyuyordu.

Emniyet kemerini çıkarırken başımı Arhan’a doğru çevirdim. “Burası mı? “ diye sordum.

Arhan başını salladı. “Büyük teyzemin evi, “ diye mırıldandı. “90 yaşını geçmiştir herhalde, umarım beni hatırlıyordur. “

Gülümsedim. “O yaştakilerin yakın geçmişi değil de uzak geçmişi daha kolay hatırladıklarını söylerler. “ dedim. “Hem seni hatırlamasa bile babaanneni ve oğlunu hatırlıyordur. “ Arhan derin bir nefes aldı. “Umarım. “ Birlikte arabadan indik ve bahçe kapısına doğru yürüdük.

Hava çok güzeldi, bu güzel havanın şerefine güzel şeyler öğrenmeyi diledim. Arhan yavaşça bahçe kapısını açtı ve içeri bir adım attı. Kapının boyu oldukça kısa olduğu için eğilerek geçmiştim Arhan’ın peşinden. Hemen sağda etrafı otlarla çevrili, toz tutmuş bir traktör vardı. Muhtemelen artık kullanılmıyordu. Bahçenin bir kısmı ekiliydi. Eve giden ince bozuk taşlı yolun kenarlarında zambaklar vardı. Yolu takip ederek eve doğru yürüdük. Evin önündeki çardakta oturan yaşlı bir kadın ve benden en fazla iki üç yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim bir kadın vardı. Yaşlı kadının Arhan’ın büyük teyzesi olduğunu anlamıştım.

Bizi gördüğünde yanındaki kadın ona bir şeyler söyledi, yüzü güldüğünde ne söylediğini tahmin edebilmiştim. “Arhan! “ diye seslendi büyük bir mutlulukla.

Başımı çevirip Arhan’a döndüm. “Bak, hatırladı seni, “ diye mırıldandım. Arhan yavaşça başını sallayarak çardağa doğru yürüdü. Peşinden ağır adımlarla onu takip ettim. Bir an için gerildiğimi hissettim. Teyzesinin elini öptükten sonra “Seni görmeye geldim, nasılsın? “ diye sordu tane tane yüksek sesle.

“Nerelerdesin sen deli oğlan? “ diye sordu. “Gelmeyi bıraktın, unuttun beni buralarda. “

“Olur mu öyle şey? Unutmadım teyzem seni, “ dedi.

Teyzesi Arhan’ın tam arkasında duran beni gördüğünde meraklı gözlerle bana baktı. "Bu güzel kız kim? Gelinimiz mi yoksa? " diye sordu. Sorduğu soruyla kalbim gerginlikle çarpmaya başladı. Bakışlarım yavaşça sorunun muhattabı olan Arhan'a kaydı. Neden olmasındı ki?

Arhan şaşkınlıkla güldü. "Yok, teyze, Leyla o, " dediğinde hızlanan kalbimin durulduğunu hissettim. "Arkadaşım, " Leyla'ydım ben, öyle bir şeyin olma olasılığı yoktu. Çünkü Leyla'ydım ben.

"Hadi len oradan, " Teyzesi birden çıkışınca her ne kadar kırılmış olsam da kendimi tutamayıp güldüm. "Bana yalan söylüyo'n bari kendine yalan söyleme. " Teyzesinin bu tepkisi içten içe beni mutlu etmişti çünkü Arhan’ın yalan söylediğini düşünüyordu ki bu benim gerçekten hoşuma gitmişti. Çünkü küçücük bir ihtimal dahi olsa beni sevme olasılığı vardı. İçimde bu anı yıllardır bekleyen küçük kız kıkır kıkırdı. İhtimallerin yıkıcı umuduna tutunurken bir gerçek vardı ki onu unutmamam gerekirdi, Arhan için beni sevmesinin ihtimali yoktu. Ben onun için sadece çocukluğuydum, arkadaşı, belki kardeşi.

Düşüncelerimden sıyrılırken derin bir nefes aldım. Teyzesinin bakışları tekrar beni buldu. “Gel kızım, durma bu sırığın arkasında, “ dedi. Gülümseyerek bir adım öne geldim, teyzesinin elini öptüm. Yanındaki esmer, güzel kadın Arhan’a sarıldıktan sonra bana döndü ve selam verdi. “Hoş geldin Leyla, ben Deniz, “ dedi sevecen bir şekilde.

“Memnun oldum, “ dedim nazik bir şekilde. Arhan buraya geliş nedenimizi bir kenara bırakarak teyzesiyle derin bir sohbete başlamıştı. Bir süre yanlarında oturup konuşmalarını dinledikten sonra elinde boş tepsiyle evden içeri giren Deniz’e yardım etmek için ayağa kalktım ve eve doğru ilerledim. Eve girdiğimde beni yanmakta olan bir soba karşıladı. Sobanın hemen karşısında oldukça geniş bir sedir vardı. Duvara sabitlenmiş eski tüplü televizyonu gördüğümde çocukken televizyonun başında geçirdiğimiz zamanları hatırladım. Hemen karşımda salona bitişik mutfak vardı. Deniz tezgaha çıkardığı tabaklara yiyecekler koyuyordu.

“Yardıma ihtiyacın var mı? “ diye sordum.

Gülümsedi. “Hallederim ben, otursaydın sen babaannemlerle, “ dedi. Ocağın hemen yanında duran kâğıt havluyu alıp birkaç yaprak kopardım ve tepsinin kenarına yerleştirdim. “Çocukluk arkadaşısınız değil mi Arhan’la? “ diye sorduğunda başımı salladım. “Arhan senden çok bahsederdi, küçükken. “

“Öyle mi? “ diye sordum.

Deniz başını salladı. “Yazları buraya gelirlerdi kaza olmadan önce. İlk bir hafta güler oynardık, sıkıntı olmazdı. Sonraları sıkılır, eve gidince yapacaklarından bahsederdi. Oyun oynarken mızıkçılık çok yapardı, sonra oyunu hiç bozmamış gibi ‘Leyla olsa böyle yapmazdı, şöyle yapardı’ diye başımızın etini yerdi. Çok da kalamazlardı Arhan mızmızlanınca, amcamlar erkenden dönmek zorunda kalırdı. “ Derin bir nefes aldı. “Başka şeyleri bahane ederdi ama aslında evini, seni, arkadaşlarını özlediğini bilirdik. Az kıskanmadık seni küçükken. “

Yanaklarım ısınırken gülümsedim. “Biz de onu özlerdik, birkaç hafta bile olsa oyunlarımız yarım gelirdi. “ diye mırıldandım.

“Suna teyze onu yurtdışına götürünce çok yarım kalmışsınızdır, “ diye mırıldandı. “Biz yazdan yaza görüşürdük ama biz bile yarım hissettik hep. “

Başımı salladım. “Öyle oldu, ama şimdi tekrar bir aradayız, “ dedim.

“Ne zamandır birliktesiniz? “ diye sordu. “Gözlerindeki sevgiyi yanlış anlamış olamam, değil mi? “

“Biz birlikte değiliz Arhan’la, “ diye cevap verdim. “Zaten çok yeni bir araya geldik, öyle bir şey yok yani, “ Olan buydu, buna canım sıkılmamalıydı. Deniz inanamayan gözlerle bana baktı. “Seni çok sıkıştırmak istemiyorum ama bana hiç inandırıcı gelmedi. “ dedi gülerek. “Şimdi yoksa bil olur yani, bu çok açık, “ Buna verecek bir cevabım yoktu, çünkü inanmıyordum. Deniz bunu anlamış olacaktı ki boş çay bardaklarını işaret ederek “Çayları doldur istersen, çaydanlık sobanın üstünde, “ dedi.

Sessizce sobanın üstünden çaydanlığı alıp bardaklara çay doldurdum. Bunu bana söyleyen ilk kişi değildi. Lisedeyken Begüm, Ali'den hoşlandığını ağzından kaçırmadan hemen önce çocukluk aşklarından, sonrasında ise ben ve Arhan'dan bahsetmişti, bir gün yeniden bir araya gelirsek aramızda bir şeylerin olabileceğini söylemişti. Çocuk aklımla bunu inanmıştım, çok istemiştim ama zaman çok yavaş geçiyordu, bir hayali beklemek zor gelmişti. Zaten beklemek başlı başına zor bir eylemdi, ki eylem dediğimiz şey bir hareketlilikti. Beklemek ise durmaktı, beklediğin şey seni bulsun diye değişmeden olduğun yerde durmaktı. Ama hayat durmuyordu, düşünceler değişiyordu, duygular değişiyordu. Benim için değişen ne olmuştu emin değildim ama Begüm'ün belki de öylesine söylediği, benim inanmayı seçtiğim ihtimali beklemek umutlarımı köreltmişti. Artık inanmakta zorlanıyordum. Zaten onun da istediği bir şey değildi belli ki. Keşke insanlar da bunu söyleyip durmasalardı.

Düşüncelerim başımı ağrıtmaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak zihnimi temizlemeye çalıştım. Bardakları doldurduktan sonra elimde tepsiyle Deniz'in arkasından bahçeye çıktım. Yemeğimizi yedik, sohbet ettik. Hayatımda ilk defa gördüğüm bu insanların yanında kendimi yabancı gibi hissetmemiştim, sanki hep buradaymışım, hep onları tanıyormuşum gibi hissetmiştim. Deniz’in söylediklerini düşününce böyle hissetmemin çok normal olduğuna karar vermiştim.

Hava ılıdığında güneşin birazdan batacağını anlamıştım, ılık esen rüzgâr bahçedeki zambakların kokusunu taşıyordu. Sürekli derin nefesler alıyor, zambakların kokusunu içime hapsetmek istiyordum, zambak kokusunu severdim. Tekrar masadan kalktığımda elimde boş tepsiyle eve girmiştim. Deniz bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştirirken kalçamı tezgaha yaslayıp derin bir nefes aldım. “Sana bir şey sorabilir miyim? “ diye sordum.

Deniz eğildiği için başını kaldırarak bana bakmak zorunda kalmıştı. “Tabii ki, “ dedi.

“Geçenlerde sohbet sırasında Arhan’ın babaannesinin bir oğlu daha olduğunu öğrenmiştik, ama hakkında hiçbir şey bulamadık, “ diye mırıldandım. “Sen bir şeyler biliyor musun? “

Deniz’in bakışlarının değiştiğini ve gerildiğini gördüm. “Pek sayılmaz, “ diye mırıldandı. “Evet, öyle bir şey var ama aile içinde çok konuşulmayan bir konu. “ Elindeki tabağı yerleştirdikten sonra doğruldu. “Neriman teyzem Arhan’ın dedesinden önce bir evlilik daha yapmış, çok sıkıntılı zamanlar geçirdiğini söylerler. Bir oğlu olmuş ama iki yaşındayken hastalıktan vefat etmiş. Teyzem o kadar üzülmüş ki mezarına bile hiç gidememiş. Çok sonradan ilk eşi de vefat ettikten sonra Suat amcayla evlenmiş. Küçükken konuşulurdu, bu kadarını hatırlıyorum maalesef. “

Başımı salladım. “Adını falan hatırlıyor musun? Belki Arhan bilmek ister, “ Ortalığı karıştırmadan öğrenmem gerekiyordu. Dışarıda otururken ettiğimiz uzun sohbet sonucu Deniz’in doğduğundan beri her tatilini burada geçirdiğini öğrenmiştim, dolayısıyla onun bir şeyler biliyor olma olasılığı daha fazlaydı. Deniz sorgulayan bakışlarla bana baktı ama herhangi bir tepki vermedi. “İsmi çok fazla geçmezdi ama Halis ya da Hilmi gibi bir şeydi sanırım, “ dedi. “Ne için sorduğunu çok anlayamadım ama umarım işinize yarar. “

Gülümsedim. “Yarayacak, çok teşekkür ederim, “ diye mırıldandım.

-

Gökyüzü güneşin kızıllığına boyandığı vakit buradan ayrılma zamanımız gelmişti. Arhan buraya geldiğimiz ilk saatlere göre daha durgun görünüyordu, bunun nedeninin istediği bilgiyi alamamış olması olduğunu düşünmüştüm. Henüz öğrendiğim şeyi söyleme fırsatı bulamamıştım. Nermin teyze ve Deniz’le vedalaştıktan sonra arabaya binmiş ve köyün çıkışına doğru yola çıkmıştık.

Radyoda çalan kısık sesli müzik dışında aramızda bir sessizlik hakimdi. Bakışlarım Arhan’ın üzerindeydi. Yorgun yeşil gözleri yola kitlenmişti, düşünceli bakıyordu. Güneş batınca düşünceleriniz kalbinize daha ağır gelirdi, bunu biliyordum. Çok yoğun ve zor bir gündü onun için, çok büyük bir gerçeği öğrenmiş ve sindirmesine zaman bile tanımadan harekete geçmişti. Kendimi onun yerine koyduğumda durmadan ağlayasım geliyordu. Hislerini o kadar içinde tutuyordu ki bir gün içinde tuttuğu tüm bu hisler içinden taşıp sel olacaktı.

“Ne düşünüyorsun? “ diye sorarak sessizliği bozdum.

“Hiçbir şey öğrenemedik, “ dedi dümdüz, duygusuz bir sesle. Bu duygusuz ses tonu gözlerimin dolmasına neden olmuştu, neyse ki gözlerini yoldan ayırmıyordu. “Her neyse, benzin almamız lazım, “

Başımı salladım. “İleride benzinlik vardı sanırım, “ diye mırıldandım. Ve sonra tekrar sessizlik oldu. Tekrar yolu izlemeye koyuldum. Yaklaşık beş dakika sonra bir benzinlik göründü. Araba yavaşladı ve benzinliğe girdik. Araba durduğunda emniyet kemerimi çıkardım ve kapıyı araladım. “Su alacağım, bir şey istiyor musun? “ diye sordum. Arhan olumsuz bir şekilde mırıldandı.

Arhan’ı arabada bırakarak benzinliğin marketine girdim. Etrafta biraz dolandıktan sonra içeceklerin bulunduğu dolabın kapağını açtım, yüzüme vuran soğukla birlikte kendime gelmiştim. En ön sırada duran su şişelerinden iki tane alıp kapağı kapattım. Kasaya gidip ödeme yaptıktan sonra dışarı çıktım. Arhan arabayı ilerideki ağaçların altına park etmiş, ön yolcu kapısına yaslanmış telefonla konuşuyordu.

Ağır adımlarla ona doğru yürüdüm. Ona doğru geldiğimi fark ettiğinde bakışları bana sabitlenmişti. Yanına geldim ve gövdemi tıpkı onun gibi arabaya yasladım. Elimdeki şişelerden birini ona uzattım. “Kiminle konuşuyorsun? Gelin adayımızla mı? “ diye sordum gülerek, sabahki teyzesiyle olan konuşmasını hatırlatarak.

Arhan birden gülmeye başladı. Telefondaki kişiye “Bir dakika, “ diyerek telefonu kulağından uzaklaştırdı. “O konuyu unutmadın mı sen ya? “ diye sordu.

Başımı iki yana salladım. “Asla unutmayı düşünmüyorum, “ diye mırıldandım.

Arhan uzattığım şişeyi aldı. “Alaz ikimizi yakıştırdığını duysa elinden kurtulamazdın, “ dedi.

“Alaz’la mı konuşuyordun? “ diye sordum kahkaha atarak. Arhan başını salladı. Elinden telefonu alarak kulağıma yasladım. “Ne yapıyorsun Serdar Ortaç’ın şarkıyı yazarken ilham aldığı kara kedi? “

Alaz muhtemelen neden bahsettiğimi anlayamamıştı. “Hiçbir şey anlamıyorum ne diyorsunuz, ayrıca sen az önce bana gelin mi dedin yoksa ben yanlış mı duydum? “ diye sordu.

“Demiş olabilirim, “ diye mırıldandım gülerek.

“Çatlaksın, “ diye mırıldandı. Konuyu değiştirerek, “Bir şey bulamamışsınız. Ben de Yaşar amcanın eski dosyalarını araştırıyorum ama daha kayda değer bir şey yok. “

Derin bir nefes aldım. “Tam olarak öyle denemez, “ dedim. Arhan’ın bakışları bana döndü. “Gelince konuşuruz, “ Telefonu kapattıktan sonra Arhan’a uzattım. Gözlerini kısarak telefonunu geri aldı. "Bir şey biliyorsun? " dedi sorar gibi.

Öğrendiğim her şeyi anlatmaya başladım. Babaannesinin yaşadıklarından aile içinde konuşulmayan her konuyu anlattım. Tüm anlatacaklarım bittiğinde düşünceli görünüyordu. Artık elimizde bir şey daha vardı, ne planladığını merak ediyordum. Tüm bunlardan önce bu kadar zaman söylemediğim için kızmasından korkuyordum. Bu iki etmişti, her ne kadar gayet geçerli nedenlerim olmasına rağmen bana duyduğu güveni kırıyordum.

Gözlerinin içine kızmaması için dua ederek baktım. Zihnimi ele geçiren korkudan mıydı yoksa gerçek miydi anlayamıyordum ama aramızdaki mesafe kapanmaya başladı ve hiç beklemediğim o anda Arhan bana sarıldı. Kaskatı kesilmiştim, buna kesinlikle hazırlıksız yakalanmıştım. Ellerimi sırtına koyarak karşılık verdim. Kalbim güm güm atıyordu, umarım bu kadar heyecanlandığımı fark etmemiştir. Elleri belime uzanan saçlarımdaydı, saçlarımla oynadığını hissettim. Bu yakınlıkta kokusu çoktan ciğerlerime hapsolmuştu. Parfümünün odunsu, baharatlı kokusu zihnimdeki yerini almıştı.

Yavaşça geri çekildi, bir eli hala saçımdaydı. Parmağını saçımın ucundaki dalgalara doladı. Şaşkınlıkla baktım. “Bu ne içindi? “ diye sordum.

“Teşekkür ederim, “ dedi. “Öğrendiğinden beri ben fark etmesem bile benim için sürekli bir şeyler yapıyorsun, zorunda olmadığını bildiğin halde benim yanımdasın. “

İçimi bir rahatlık kaplarken, “Kızmadın mı öğrenir öğrenmez söylemedim diye yani? “ diye sordum. Arhan kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. “Niye kızayım ki? “ diye karşılık verdi. “Nedenin vardır, “

Bana güvendiğini bilmek içimde yaz çiçeklerinin açmasına neden olmuştu. Derin bir nefes aldım. “Teyzenin yanında söylemek istemedim, arabadayken söylemek de doğru gelmedi, “ diye açıkladım kendimi. “Öyle işte… Önemli olan artık kim olduğunu biliyoruz, bir adım daha yaklaştık. “

Artık arabaya binmemiz ve yola kaldığımız yerden devam etmemiz gerekiyordu. Şehirden çıktığımızdan beri sessize aldığımız sorunlar bizi evimizde bekliyordu. Tekrar yola koyulduğumuzda bu seferki sessizliğin fırtınadan önceki sessizlik olduğunu biliyordum.

-

2 gün sonra…

Etrafı saran rutubet kokusuna alışmam uzun sürmemişti. Buranın bu denli korkunç, terk edilmiş hale gelmiş olması her buraya geldiğimde beni üzüyordu. Eskiden olduğu gibi derli toplu, tertemiz ve yaşayan bir ev olmasını çok isterdim ama geçmişi anma zamanı değildi bu sefer. Her şeyin başladığı bu evde toplanma nedenimiz, çok kısa sürede kurduğumuz planın düğmesine basıyor oluşumuzdu.

Begüm, Ali ve Mehmet de buradaydı bu sefer. Begüm, Ali ve Mehmet’in Arhan’la karşılaşması ve sanki araya yıllar girmemiş gibi kaldıkları yerden devam etmeleri beni evimde hissettirmişti. Şimdi ise eskiden çok sevdiğim, rengi solmuş koltuklara sıralanmış Alaz’ın topladığı bilgileri dinliyorduk.

“Bu akşam bir davet olacak, “ dedi Alaz. “Davete iş insanı olarak tanıdığımız birçok insan katılacak. Maalesef Halis’in katılıp katılmayacağına dair bir bilgiye ulaşamadım ama katılanların bağlantıları olduğunu biliyoruz. “

Begüm başını Ali’nin omzuna yaslamış dikkatle dinliyordu. “Direkt Halis’e ulaşamıyor muyuz? “ diye sordu.

Arhan başını iki yana sallayarak Begüm’ün sorusuna cevap verdi. “Herif yıllarca benim peşime düşmüş. Direkt ona ulaşırsak amacımız belli olur ve planı tehlikeye atarız. “ dedi. “Ayrıca nerede olduğunu bilmiyoruz, üç yıldır herhangi bir hareketi olmamış bile. “

“Planı tehlikeye atmaktan ziyade Arhan’ı da tehlikeye atarız, “ dedi Ali. “Maalesef amacımıza ulaşmamız için karmaşık bir labirentten geçmek zorundayız, güzelim. “ Begüm başını salladı. Ali sıkı sıkı sardığı Begüm’ün kolunu okşayarak şefkatle gülümsedi. İkisini izlemek çok huzurlu gelmişti. Aralarında bir şeyler olduğunu biliyordum ama hiç bu kadar yakından şahit olmamıştım. Begüm’le konuştuğumuzda utanıp konuyu değiştiriyordu, Ali ise genelde çok bir şey söylemezdi.

Alaz göz ucuyla bana baktı. "O zaman plana geçiyoruz, " dedi. "Hazırsanız başlıyoruz, " Herkes hazırdı, plan tamamdı. Sırada Halis'i bulmak vardı.

-

Oluşturulma tarihi: 11.05.2024

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar...

 

Loading...
0%