Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.BÖLÜM

@birtutamhiss

Elindeki boncuk bilekliği daha çok sıktı Alya. İleri geri sallanırken bileklik de koltuğun kenarındaki demire çarpıp ses yapıyordu. Ancak bu onu rahatsız etmediği gibi karşısındaki kadının bir şeyler söylemesini beklerken sallanmaya devam ediyordu.

"Anlıyorum Alya'cığım. Peki daha önce hiç bilekliğini elinden bıraktın mı?"

"Bir kez. Bilekliğim bahçede düşmüştü ve saatlerce aramama rağmen bulamamıştım. İki gün sonra babam şans eseri bulup getirmişti." Kadın söylediklerinden sonra önündeki kağıda bir şeyler yazdı ve devam etti.

"Peki o iki gün senin için nasıl geçmişti?" Düşündü Alya. "Çok kötüydü. Hasta olmuş gibiydim. Hiçbir şey yapmak istemiyordum. Boş boş duvara bakıyor, kimseye cevap vermiyordum."

"Peki neden böyle hissettin?"

"Çünkü onu bırakmak istemiyorum ve bırakmak zorunda kalmak da kötü, istemiyorum."

"Anladım. Bugünlük bu kadar yeterli. Senin eklemek istediğin bir şey var mı canım?"

Kafasını iki yana sallayarak oturduğu yerden kalktı. Hülya Hanım onu kapıya kadar geçirdikten sonra merdivenleri indi. Dışarı çıktığında ağabeyini arabaya yaslanmış telefonla konuşurken gördü.

Arabaya doğru adımladığı sırada ağabeyi telefonu kapatmıştı. Kafasını kaldırdığında kendisini gördü ve kocaman gülümseyip onu kollarının arasına aldı. "Bir tanem. Nasıl geçti? İyi misin?"

"İyi geçti ağabey. İyiyim yani."

"Güzel. Hadi atla seni yemeğe götüreyim." Bir an için tereddüt etti Alya. Fazla insan demek fazla temas demekti. Bu onu rahatsız eder miydi? Ederdi. Ama bir yandan da normalleşmek istiyordu. Bu yüzden itiraz etmedi ve ön koltuğa geçti. Ağabeyi de kendisinden hemen sonra bindi ve arabayı çalıştırdı.

Elindeki bilekliği hala bırakmamıştı. Bileğine takmayı değil elinde tutmayı ve onunla oynamayı seviyordu.

"Ne yemek istersin canımın içi?"

"Tavuk." Güldü ağabeyi. Ne zaman bu soruyu sorsa hep bu cevabı alırdı ama asla sormamazlık da etmezdi. Çünkü bilirdi bu sorunun onu mutlu ettiğini. Bilirdi kendisi bir şeylere karar verdiğinde mutlu olduğunu.

"Peki. Gidelim bakalım." Ağabeyi ilk sorduğunda neden duraksadığını da biliyordu Alya'nın. Ancak onun hayata atılması için elinden geleni yapıyordu. Gittiği yer onu çok rahatsız etmeyecek ama biraz biraz insanlarla iletişim kurmasını da sağlayacaktı.

Birkaç dakikalık kısa ama bol şarkılı bir yolculuktan sonra küçük, esnaf lokantası tarzında bir yere gelmişlerdi. Maslardan en köşede olanına oturduktan sonra yanlarına orta yaşlı, kel, hafif kilolu bir adam geldi. "Oo, doktor beyim. Hoş gelmişsen. Sen de hoşgelmişsen kızım. Ne vereyim size?"

Buğra tek kelime etmedi bu soru üzerine. Alya bekledi ağabeyi söylesin diye ama söylemedi yine. Daha önce iki sefer daha yapmıştı bunu. Alya konuşsun, o istesin diyeydi ancak daha öncekilerde pek becerememişti, ağabeyi de el mahkum araya girmek zorunda kalmıştı.

Buğra merakla bekliyordu. Bu sefer yapabileceğine dair inancı vardı. Ancak olmadı, Alya yine yabancı biriyle konuşamadı. Bunun ağırlığıyla gözünden bir damla yaş yanaklarını ıslatırken Buğra aceleyle siparişlerini söyledi ve adam gider gitmez de kardeşinin yanındaki sandalyeyi çekip ona oturdu.

"Güzel Alya'm benim. Ağlama bir tanem. Niye ağlıyorsun ki? Olabilir. Yapmak zorunda değildin. Bak yapmadığın için bir şey oldu mu? Olmadı. Ağlama lütfen." Alya'nın ağlaması biraz daha şiddetlenirken Buğra daha da telaşlandı. Birazdan krize girmesi muhtemeldi bu yüzden siparişlerini umursamayıp hızla Alya'ya kollarını sardı ve onu lokantadan çıkardı. Arabaya bindirdiğinde Alya hıçkırarak ağlama aşamasına gelmişti. Buğra kapının yanındaki gözden bir şişe su aldı ve kapağını açıp Alya'ya verdi. Alya titreyen elleriyle zar zor şişedeki suyu içerken birden öksürmeye başladı ve oksijen yetmiyormuşcasına hızlı ve kesik nefesler almaya çalıştı.

Buğra onu zorlamış gibi olmasından dolayı kendini oldukça suçlarken vicdanen çok kötü hissediyordu. "Özür dilerim canımın içi. Özür dilerim bebeğim. Yapmamamlıydım. Seni zorlamamalıydım."

Alya biraz sakinleştikten sonra önce bileğindeki bilekliğine dokundu. Daha sonra derin bir nefes aldı ve hiçbir şey söylemeden ağabeyine sarıldı. Buğra da onunla beraber rahat bir nefes alırken sarılmasına karşılık verdi ve bir yandan da saçlarını okşadı.

Buğra o gün Alya'nın kulağına defalarca kez özür dilediğini fısıldadı. Alya ise ilk tepkisinden sonra ağabeyinin her özürüne karşılık sorun olmadığını söyleyip ona sarıldı.

•••

"Baba! Baba! Baba!" Alya koşarak babasının odasından içeri daldı. Herkes ona şaşkın bir şekilde bakarken Barış Albay yüzünde kızını gördüğü her an açan güllerle kollarını açtı. "Bebek kızım." Onu böyle severdi hep. Hiç büyümemişti ki gözünde. Alya'nın da çok hoşuna giderdi bu tabir. Küçüklüğünden beri bunu her duyduğunda kıkır kıkır gülerdi. Yine öyle oldu. Hafif kıkırdamalarıyla babasının kollarına atladı.

Alya heyecandan fark etmemişti ama odada beş kişilik bir tim de vardı. Albaya önemli bir operasyon sonrası rapor veriyorlardı ancak Albay için kızı varsa akan sular dururdu.

İçlerinden biri bu ana karşılık hafif tebessüm ediyordu. O şaşırmamıştı. Daha önce de tanık olmuştu kendilerine kök söktüren albaylarının kızına karşı pamuk gibi olduğuna.

Alya geldiği andan itibaren hiç susmayarak bıdı bıdı konuşuyordu. Bu albayı da Buğra'yı da fazlaca sevindiriyordu. Keşke hep konuşsa, herkesle konuşsa, diye düşünüyordu ikisi de.

Alya konuşmasına devam ederken arkasındaki timi nihayet fark etmiş ve susarak ufak adımlarla babasına yaklaşıp arkasına geçmişti. Çekinmişti onlardan. Buğra hüzünle kardeşine bakarken, albay timi kibarca dışarı kovmuştu.

Odada yalnızca albay ve çocukları kaldığında Alya biraz olsun rahatladı ve derin bir nefes verdi. "Onlar kimdi baba? Askerlerin mi?"

Barış albay minik bir tebessümle kızına bakıp "Evet, prensesim. " dedi.

"Çok yakışıklılardı." diyip ağzını eliyle kapatarak kıkırdadı. Alya'nın hayran hayran söyledikleri Barış Albay'da sahte bir kızgınlığa neden olmuştu. "Babanın yanında öyle şeyler söylenmez."

Alya babasının dediklerine gülerken Buğra nihayet konuşmaya dahil olmuştu.

"Hadi babayı geçtim, senin ağabeyin var kızım burada." Buğra, Alya'nın burnunu iki parmağı arasında kıstırdıktan sonra saçlarını karıştırıp geri çekildi.

Albay oğlunun ensesine bir tane vurduktan sonra "Eşek sıpası. Ne o öyle babayı boşver, ağabeyin var falan? Büyüdün de bir halt mı ettin sanki." derken Alya hala gülüyor, gülümsemekten yüz kasları ağrıyordu.

Buğra acıyan ensesini ovuştururken bir yandan da homurdanıyor, babasına şikayette bulunuyordu.

Kapı üç kez tıklandı ve içeriye az önceki timden Yiğit Aral girdi. "Albayım, acil bir durum var."

Buğra, kardeşini de alıp dışarı çıkarken karşılarına beklenmedik bir kalabalık çıkmıştı.

Alya çekingen tavırlarla ağabeyinin tişörtünü sıkı sıkıya tutarak en köşeden geçmiş ve kalabalıktan hızlıca uzaklaşmıştı. Kalabalık sevmiyordu. İnsanları çok seviyordu ama bir o kadar da uzak duruyordu.

Buğra, Alya ile kafeteryada beklerken Alya yine bıcır bıcır konuşuyor Buğra da büyük bir gülümseme eşliğinde onu dinliyordu. Buğra'nın kardeşine olan sevgisi paha biçilemezdi. Bu hayatta en sevdiği varlığıydı.

Alya'nın gözleri kafeteryaya giren tim üyelerine takılırken Buğra da dönüp bakmıştı. Kardeşindeki hayran hayran ama bir o kadar da çekingen bakışlara kızıyormuş gibi davransa da içten içe buna bile sevinecek haldeydi. Çünkü Alya, eskiden biri ile konuşmayı geç, karşısındaki insanın haberi olmadığı anlarda dahi ona bakmaya çekiniyordu. Şimdi öyle değildi. Bu konuda daha rahattı ve insanlardan uzakta insanlara övgü sözleri sarf edebiliyordu.

"Ağabey?"

"Efendim prensesim?" Elindeki bilekliği daha çok sıktı Alya.

"Bir gün ben de sizin gibi olabilir miyim sence?" Buğra ilk defa Alya'ya bir konuda kızdı. "O nasıl söz Alya? Bizim gibi biri nasıl oluyor da sen bizim gibi olacaksın? Bizim senden ya da senin bizden farkın ne ki?"

"Yapma işte ağabey. İnsanların yanından geçerken duyabiliyorum onları. Duygularım yokmuş gibi konuşabiliyorlar ama unuttukları bir şey var. Ben normal olmayabilirim ama duygusuz ya da akılsız değilim."

Buğra masanın üzerine daha çok eğildi ve kardeşinin elini sımsıkı tuttu. "Evet sen ne akılsızsın ne duygusuz. Çünkü sen hepimiz gibi bir insansın Alya. Ama öyle ama böyle. Sen yalnızca özel, biraz farklı düşünen ya da farklı kaygıları olan normal bir insansın. O arkandan laf söyleyen çoğu insan yalnızca etrafı eleştirmeyi, kendisi hariç herkesi acıyan gözlerle süzmeyi bir halt sanan işe yaramaz varlıklar. Sen ve dünya üzerindeki tüm özel çocuklar bizim gibi hatta bizden daha iyi insanlarsınız. Bu yüzden asla onlara kulak astığını ve böyle laflar ettiğini duymayayım. Anlaştık mı?"

"Anlaştık."

Bu sırada bir arka masada oturan ve konuşulanlara kulak misafiri olan Yiğit Aral derince yutkunmuş, bu insanlara çektirdikleri azap dolu günlerden dolayı kendisini bir şey sanan o insanlara nefret dolmuştu.

Sandalyesini sertçe geri ittiğinde tüm gözler ona dönmüş Yiğit Aral'sa bunu umursamadan sinirle kafeteryadan çıkmıştı.

"Duydun mu? Albayın kızı hastaymış. Albay bu yüzden onu fazla insan içine sokmuyormuş. E ben de olsam ben de sokmam, rezillik vallahi."

Yiğit Aral duyduğu cümleyle kıpkırmızı kesilirken sert adımlarla konuşan iki askerin önüne geçmiş onları durdurmuştu. "Buyurun komutanım?"

Yiğit Aral olabilecek en sinirli anlarından birini yaşarken oldukça korkutucu görünüyordu. "Bir daha ne başkası hakkında konuş, ne insanlara bilmediğin bilgileri aktar, ne de senden daha iyi kalpli olan o insanların arkasından yalan yanlış cümleler kullan. Anladın mı beni?" Son cümlesini bağırarak kurmuş, etrafında olan tek tük bakışın da kendisine dönmesine neden olmuştu. Asker korkuyla bir adım geri gidip başını sallamıştı. "Şimdi defol, gözüm görmesin seni!"

Askerler çil yavrusu gibi hızla dağılırken kimse göz teması kurmuyor Komutan Demir'in gazabına uğramak istemiyordu.

Yiğit Aral oldukça sinirli bir şekilde kendini bahçeye attı ve bu sırada da tim üyelerinden Yağız'ı banklarda görünce onun yanına doğru ilerledi. Cebindeki sigara paketini çıkardı ve içinden bir tanesini alarak kutuyu bankın üzerine fırlattı.

"Hayırdır?" Yağız'ın sorusuyla içine bir nefes çektiği sigarasını dudaklarından ayırdı ve "Yok bir şey! Salak saçma insanlar işte!" diyerek arkadaşının sorusunu cevapladı. Yağız bunun sebebini öğrenmeden bırakmazdı belki ama biliyordu ki Yiğit Aral da anlatmayacaktı. Bu yüzden fazla üstüne gitmeden konuyu değiştirdi.

"Albayın kızı çok tatlı değil miydi? 23 yaşındaymış ama sanki küçük çocuk gibiydi." Yiğit hafif bir tebessümle sigarasını dudaklarına götürdü. Yalnızca "Öyle." demekle yetindi.

Yiğit Aral onu daha önce de görmüş, otizimli olduğunu albaydan öğrenmişti. Ve o günden beri aklından hiç çıkaramadığı bu kızı her gördüğünde ona karşı olan sempatisi daha da artıyordu.

"Allah'a emanet gençler." Buğra ve Alya askeriyeden çıkmış Yiğit ve Yağız'ın yanında olan arabalarına doğru ilerliyordu. Yiğit başını kaldırdı ve önce göz ucuyla Alya'ya baktı, daha sonra fazla rahatsız etmemek için gözlerini kaçırdı ve Buğra'ya döndü. "Gidiyor musunuz?" Buğra kafasıyla kız kardeşini gösterip "Bugünlük bu kadar yetti bize." diyerek anahtarla arabayı açmıştı. Bu sırada Alya olabilecek en uzak yerde -ağabeyinin arkasında- duruyor, sessizce konuşmanın bitmesini bekliyordu.

Buğra konuşmayı fazla uzatmadan Alya için kapıyı açmış bindiğinden emin olduktan sonra kapıyı kapatmıştı. Son bir baş selamıyla yanlarından ayrıldı.

Yiğit Aral giden arabanın arkasından uzun sayılabilecek bir süre baktıktan sonra önüne döndü ve hızlı adımlarla askeriyeden içeri girdi.

Olmadık hisler, olmaması gereken duygular etrafını sarıyordu. Ve Yiğit Aral bunun yeterince farkındaydı.

•••

Yorumlarınızı bekliyorum. Umarım sevmişsinizdir. 2.bölüm biraz gecikebilir.

Loading...
0%