
MERHABALAR YENİ BÖLÜMLE GELDİM.
NASILSINIZ?
BÖLÜM HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZİ YAZARSANIZ SEVİNİRİM.
OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM
HATALARIM VAR İSE AFFOLA.
KEYİFLİ OKUMALAR.
NAZAN ÖNCEL/ BENİ BU KOCA ŞEHİRDE YALNIZ BIRAKMA
FERUDUN DÜZAĞAÇ/ BENİ BIRAKMA
BENİ BIRAKMA
Zelal'den
Bir yok oluş, bir bilinmezliğin içindeydim. Bu yaşadığım olaylar sanki bir rüya, bir kâbus ve uyanınca her şeyin eskisi gibi olmasını diliyorum. Biliyorum ki bu yaşadıklarım ne rüya ne de kâbus; bunların hepsini bir bir yaşadım, ne yazık ki.
Benim hayalimde şu an için bir sevgili, bir evlilik yoktu. Jehat ve Dicle'nin yaptığı hatanın bedelini kendi ellerimle vermiş ve çekmek durumunda kalmıştım.
Tek hayalim okuyup mesleğimi yapmaktı. Şimdi ise bir evliliğin içine düşmüş, kendimi bir çıkmaza sürüklüyordum. Tek umudumsa Demir'in arkamda durup hayallerime kavuşmama engel olmamasıydı.
Onu asla böyle düşünceli ve benim isteklerime saygı duyacağını düşünmemiştim. Bu da beni ona çeken bir neden yaratmıştı. İstemedeki takılan yüzüğe dalgın dalgın bakıyor, o gün olanların acısını çekmemek mümkün değildi.
Babaannem ve Ahmet Ağa'nın ölümleri o günü her yaşadığımda yeniden hatırlatacaktı. Ben böbreğimden yara almıştım, annem karnından ve abim… Onu ne zaman tekerlekli sandalyede görsem gözlerim doluyor, bakışlarımı ondan çekiyordum.
Abim bu hâli yüzünden kendisini ne kadar odaya tıkmaya çalışsa da yengem eve adım bastığı an onu odadan çıkarıyor, yanımıza getiriyordu. Ben az da olsa hâlâ yaramın acısını çekiyordum. Annem daha çabuk toparlanmıştı ya da bize öyle geliyordu.
En büyük acıyı abim çekiyordu. Agresif ve sinirli hâliyle hepimize zorluk çıkarıyordu. Hastaneden çıkalı iki hafta olmuştu. Duşumu alıp yatağımda uzanıyordum.
Yarın gidip okul kayıt işlerimi halletmem gerekiyordu. 20 gün sonra da Demir'le nikâhımız vardı. Babaannem ve Ahmet Ağa'nın kırkı çıkınca sessiz bir nikâh kıyacaktık, öyle karar kılmıştık. Düğünü istemediğimi başında söylemiştim.
Buna kimse de karşı gelmemişti. Birden odanın içini dolduran telefon müziğiyle doğrulup komodinin üzerindeki telefonumu aldım.
Ekranda yazan isimle dudaklarım kıvrıldı. "Koca Ayı arıyor…" Ne zaman beni arasa gülmeden edemiyorum. Onu öyle kaydettiğimi bilse neler yapar bana bilmiyorum.
Telefonu çok bekletmeden açtım. Anında karşı taraf lafa girdi, öküzdü, ayıydı.
"Neden bu telefona geç cevap veriliyor?" dedi. Gözlerimi devirmeden edemedim.
"Sana da merhaba." dedim.
"Bir şey sordum, Avukat Hanım. Bu arada merhaba." Şaka gibi bir adamdı.
"Telefonla gezmiyorum Demir, belki müsait değilim. Hem sen niye günde on defa arayıp duruyorsun?" Buraya gelemediği için günde defalarca arayıp mesaj atıyordu.
"Zevcemiz olacak hatunu merak edip aramakta suç." diye homurdandı. Bazen bazı cümleler kuruyordu ki bütün dengemi bozuyordu.
"Sor da bu kadar değil yani!" dedim.
"Gelemiyorum diye aramasam, sormasam, sonra bir de bunun için laf yerdim. Ne yapsak yaranılmıyor bu kadın milletine." dedi.
"Hayırdır, kime yaranmaya çalışıyorsun?" diye sordum ve anında bu soruma pişman oldum.
"Sana, bir sana yaranmaya çalışıyorum."
"Sen bana âşık mı oldun Demir Kara?" Pat diye sordum. Karşıdan ses gelmedi ama benim kalbimin atışları karşı tarafa ulaşacak şekilde hızlanmıştı.
Sırtımı yatağın başlığından uzaklaştırdım, ayaklarımı bağdaş kurup yatağın ortasında oturdum.
Demir sessizliğini korumaya devam ediyordu. Telefon mu kapandı diye kulağımdan çektim ama hâlâ açıktı.
Yeniden kulağıma götürdüm ve "Alo… Deneme bir, iki, üç… Pişşşşt." dedim ama yine sesi gelmedi. Sadece nefes alışını duydum.
"Dünyadan Demir Kara'ya… Orada mısın? İyi misin? Kalpten mi gi—" Lafımı kesti.
"Ne çok konuşuyorsun kızım sen?" dedi. Sesinde bir şaşkınlık peyda olmuştu.
"Kalpten gittin sandım. Daha mürüvvetini görecektim, korktum bir an." dedim alay dolu sesimle.
"Mürüvvetim seninle oluyor. Tabii sen de haklısın, bulmuşsun benim gibi karizmatik, yakışıklısını; başıma bir şey gelirse kaybederim korkusu oldu değil mi?" dedi. Sesindeki kendini beğenmiş kırıntılarını almamak ne mümkün.
"Tabii tabii, kesin öyledir. Hani, neren karizma, neren yakışıklı?"
"Az sabret güzelim, ben sana detaylıca göstereceğim." dedi imalı bir şekilde.
"Eee, ne diye aradın, onu söyle?" deyip lafı geçiştirdim; onun az önce benim söylediklerimi geçiştirdiği gibi.
"Hazırlan, bir saate seni almaya geleceğim. Babanın haberi var, seninle bir işimiz var."
"Ne işimiz varmış?"
"Konuşma, kalk hazırlan, geliyorum." deyip telefonu yüzüme kapattı.
"Öküz, dağ ayısı!" diye bağırdım, öfkeyle yataktan çıktım. Gardıropa doğru ilerledim. Kapağını açıp ne giyeceğime bakındım. "Öküz, nereye gideceğimizi demedi ki ona göre giyineyim." diye söylenirken, elim elbiselerin olduğu bölümden beyaz, üzerinde minik kırmızı güllerin olduğu, yarım kol, bilekte biten elbiseyi aldım.
Pamuk dokusu olan, kalp yaka elbise ameliyat bölgeyi sıkmayacek türdendi. Üzerimdeki pijamaları duş aldıktan sonra giymiştim; bir hışımla onları çıkardım. Ten rengi iç çamaşırlarımı giyinip elbiseyi de üzerimden geçirdim.
Onunla ilk defa bir başıma dışarı çıkacak olmam, elimi ayağımı birbirine dolaştırdı.
Makyaj masasına geçtim; önce saçlarıma dalgalı bir şekil verdim. Siyah gözlerime ince bir eyeliner çektim. Maskara ile gür kirpiklerimi daha gür hâle getirip kıvırdım. Yüzüme sadece nemlendirici ve güneş kremi sürdüm. Yanaklarıma hafif şeftali renginde allık sürüp mat olan gül kurusu rengindeki rujumu sürdüm.
Aynadaki hâlime baktım. Memnun bir şekilde kalktım. Parfümümü alıp boynuma ve iç el bileklerime bir fıs sıktım. Küçük kırmızı çantamı ve beyaz sandaletlerimi giyindim.
Tam o sırada telefonum titredi. "Aşağıdayım." diye tek mesaj atmıştı. "İniyorum." deyip telefonu, rujumu ve cüzdanımı çantama koyup odamdan çıktım.
Ben merdivenleri inerken duyduğum sesle başımı o yöne çevirdim. Açela yengem hazırlanmış bir şekilde merdivenlerden iniyordu.
İşe gidecekti anlaşılan. Üzerinde siyah, plazma bir pantolon, üzerinde ipek, krem, kısa kollu şık bir gömlek ve siyah ayakkabı… Çantasıyla çok iyi görünüyordu. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı.
"Nereye böyle güzellik?" deyip yanıma vardı.
"Demir gelmiş, onunla çıkacağız. Babamın haberi var." dedim. Dudakları kıvrıldı.
"Hımm, bu süslenme Demir için yani." dedi beni utandırarak.
"Yaa, yerim seni, yanakları al al oldu." dedi, daha da kızarmama neden olarak.
"Offf yenge, ne alaka? Benim her zamanki hâlim." deyip ona sırtımı döndüm. Ben önde, o hemen arkamdan merdivenleri indik.
"Tabii canım, bilmez miyim her zamanki şık hâlini?" dedi, eğlenen bir sesle beni sinir ediyordu.
"Abim nasıl yenge? İşe mi gidiyorsun?" diye sordum. Konuyu dağıtarak avluya varmıştık.
"Aynı… Öküz abin ne olacak, beni sinir etmekten başka bir şey yaptığı yok. Kendine acımaktan vazgeçmiyor yahu, o odadan çıkaramıyorum. Bu konuda çok yoruyor beni ama onun o inat direncini kıracağım." dedi üzgün bir sesle.
"Onu da anlıyorum yenge. Birden herkese muhtaç oldu. Bacakları tutmayınca kendini iç dünyasına kapattı. Ama biliyorum, sen yanında olduğun sürece ona iyi geleceksin." dedim, kolunu sıvazladım.
"O benim kocam. Benim ondan başka kimim var? Evim, yuvam, hayat arkadaşım o benim." dedi. Gözleri dolunca, anında benimkiler de doldu.
"Ooo, maşallah benim kızlarıma. Nasıl da güzeller maşallah! Allah nazarlardan korusun sizi." diyen babamla bakışlarım ona döndü. Ortamdaki hüznü sesiyle bertaraf etmişti.
"Babam, bir nazar duası oku o zaman." deyip yanına gittim. Kollarının arasına alırken yarama dikkat etmeyi ihmal etmedi.
Anında Açela yengem de gelip diğer koluna girdi. "Kıskandım valla baba." deyip hafif tontuş yanağından öptü. Diğer yanaktan da ben öptüm.
"Ölünür size, ölünür!" deyip önce benim, sonra da yengemin başına öpücük kondurdu.
"Kurban olurum sana baba." dedim, kollarından çıktım. Yengem de çıkınca, "Allah seni başımızdan eksik etmesin baba." dedi yengem içten sesiyle. Babam yengemi benden ayırmayıp sevdiği için arada kıskansam da mutlu oluyordum.
"Amin. Rabbim sizi de korusun. Deli oğlan nasıl?" diye sordu yengeme.
"İyi baba, iyi olacak. Biraz zorluk çıkarıyor ama benimle baş edemiyor." deyince üçümüz de gülümsedik.
"Allah senden razı olsun kızım. Ona kol kanat geriyorsun, bir kere bile 'of' demedin." dedi babam.
"Olur mu öyle şey, o benim her şeyim baba. Hastalıkta, sağlıkta, zor günde, iyi günde… Birbirimize boşuna mı söz verdik?" dedi.
O sıra avlunun kapısı açıldı. Demir bütün heybetiyle içeri girdi. Ayakkabısının çıkardığı tok sesle yerdeki taşları döve döve bize doğru geldi. Üzerinde simsiyah bir takım vardı. Vücut hatlarına oturan, onu yakışıklı kılan havasıyla yanımda beliriverdi.
"Hoş geldin Demir oğlum." dedi babam.
Babamın elini tuttu. "Hoş buldum, Hüseyin Ağa." dedi. Açela yengeme de selam verip geri çekildi.
"Hazırsan… Biz izninizi alalım." dedi bana bakarak. Başımı salladım.
"Çok geç kalmam baba." deyip Demir’le birlikte avludan çıktık. Kapının önündeki arabasının ön kapısını benim için açtı.
"Buyurun, Avukat Hanım." dedi. Dudaklarım hafif kıvrıldı.
"Her zaman öküz değilmişsin." deyip, benim için açtığı kapıdan arabaya dikkatlice binmeye çalıştım.
Elini belime koyunca birden irkildim. "Dikkat et." dedi, binmeme yardımcı oldu. Emniyet kemerimi de taktı.
"Teşekkür ederim. Centilmen tarafın da varmış." dedim tebessümle.
Başını yüzüme doğru yaklaştırdı. "Yerine ve zamanına göre değişir." deyip bir gözünü kırptı. Geri çekildi, kapımı kapattı ve arabanın ön tarafından dönüp şoför koltuğuna oturdu. O sırada kalbim yerinden çıkacak gibi, heyecandan…
Bu adam ayarlarımla oynuyordu. Ne yapıp ettiysem gideceğimiz yeri söylemedi. Daha fazla ısrar etmedim. Radyodaki müzik bize eşlik ederek yola devam ettik.
****
Yorgun ve güçsüz olmayı kendime yediremiyorum ama sanki artık kendimi ne güçlü ne de dirençli hissediyorum.
Yorgunluk, tüm vücudumu kaplayan sinsi bir yılan gibi damarlarıma zehrini akıtıyordu. Kendimi uzun zamandır bu kadar güçsüz hissetmemiştim.
Siyam’ın gözlerinin içine baktığımda gördüğüm o yıkımla yerle bir oluyor, altında eziliyordum. Bunun suçlusu ne bendim ne de o; ama en büyük acıyı ikimizin omuzuna yüklüyordu.
Acımasızca söylediği her sözü yutuyor, onu yeniden ayakları üzerinde görmek için çabalıyordum. Siyam ise bu çabamı her defasında bertaraf ediyor; kendine çektirdiği acıyı, acımasızca bana da ve çevresindeki herkese yaşatıyordu.
"Açela Hanım", diye odanın kapısını aralayıp yüzünde tebessümle bakan hastam Berçem ve eşi Berhan Bey içeri süzüldüler. Onların odaya girmesiyle, daldığım derin düşüncelerden ayrıldım.
Aynı tebessümle onlara bakıp:
"Hoş geldiniz."dedim.
Berçem, benim yaşlarımda çok güzel bir kadındı. Kocası Berhan Bey’le severek evlenmiş ve beş aylık hamileliğiyle bu evliliği taçlandırmışlardı.
Berçem elindeki bir demet çiçeği bana uzattı.
"Bunlar sizin için," dedi.
Elindeki beyaz papatya buketini memnuniyetle aldım.
"Çok teşekkür ederim, çok güzeller."dedim ve kokladım.
Yüzümdeki gülümsemeyle onlara baktım. Çiçekleri masanın solundaki boş yere bıraktım.
"Kendini nasıl hissediyorsun?"diye sordum.
Elini küçük, çıkık göbeğine koydu; gülen gözleriyle:
"Biraz halsizlik ve bitkinlik dışında kendimi iyi hissediyorum. Minik oğlum tekme attıkça, onun içimde büyümesi ve var oluşuyla çok mutlu ve heyecanlı hissediyorum.: dedi içten sesiyle.
Çok güzel bir ses tonu vardı; saatlerce konuşsa o sesin tonuyla huzurla uyuyabilirdim.
Eşi Berhan Bey de aşkla karısına bakıyor, elini sıkıca tutuyordu.
"Normal, artık büyüyor, iyice yerleşmeye başladı. Hadi gel, bir bakalım durumu nasılmış ufaklığın."dedim.
Buse hemşire ile birlikte ultrasonun olduğu bölgeye geçti. Eşi Berhan Bey de eşlik etti.
Hazır olunca ben de geçtim. Monitörü açtım. Berçem ve eşine baktım. Berhan Bey, eşinin elini sıkıca tutmuş; bir eşine, bir monitöre bakıyordu.
Bu heyecanlı halleri her defasında içimi gıdıklıyor; bir gün onlar gibi bu mutluluğu yaşamayı çok istiyordum.
Soğuk jeli Berçem’in alt karın bölgesine döktüm. Probu elime alıp karnında gezdirmeye başladım. Üç boyutlu ekranda minik yüzü ve parmakları belirdi.
"Maşallah, çok hareketli bir oğlan sizi bekliyor."dedim.
Berçem ve eşi, gözleri dolu dolu ekrana bakıyorlardı.
"Berhan, şuna bak! Çok güzel,"diye eşine baktı Berçem.
Berhan eğilip Berçem’in alnından öptü.
"Tıpkı senin gibi, çok güzel… İyi ki sen, iyi ki siz."dedi.
Onlardan gözümü kaçırıp ekrana baktım. Probu kasıklarına kadar daireler çizerek gezdirdim.
"Babası gibi uzun boylu olacak galiba. Boyu şimdiden 20 cm ve 300 gram olmuş. Oğlunuzun genel durumu çok iyi, herhangi bir sıkıntı görünmüyor." dedim.
Yeniden Berçem’e döndüm. Yüzü gülüyor, mutluluktan yanaklarına sızıyordu.
"Kalp atışlarını da dinleyelim."dedim. Gülerek düğmeye bastım ve odanın içini dolduran kalp seslerini anne ile babasına dinlettim.
"Kalp atışlarında da her şey normal." dedim.
Berçem ve eşine içten bir tebessüm ederek bebeklerinin ultrason fotoğrafını verdim. Onları bırakıp masama geçtim. Onlar hazırlanıp dönünce bir-iki vitamin ve kan ilacı yazdım. Teşekkür edip, bir dahaki randevuda görüşmek dileğiyle odadan çıktılar.
Saatler hızla ilerledi ve çıkış saatim gelince, Buse hemşireyle birlikte hastaneden çıktık. Kapının önünde, arabanın kenarında duran Siyam’ın sağ kolu olan Fatih, beni görünce ceketinin önünü ilikleyip dik bir duruşla beklemeye başladı.
" Seni de bırakalım, Buse?"dedim.
Buse bana içten bir gülüş sergileyerek:
"Teşekkür ederim, Açela. Ben direkt eve uğramayacağım, birkaç işim var çarşıda," dedi.
"Çarşıya bırakalım,?"dedim.
Bu defa başını hayır anlamında sallayıp tekrar teşekkür etti ve kendi yoluna gitti.
Ben de Fatih’e doğru yürüdüm. Son iki haftadır bana o eşlik ediyordu. Uzun boylu, ince bir fiziğe sahipti. Esmer teni, koyu kahve gözleri, gür siyah saçları ve keskin yüz hatları vardı.
Bu iki haftada onunla iyi anlaşıp güzel bir arkadaşlık kurmuştuk. Ona, ne kadar “Bana yenge veya hanım ağa deme” desem de yine de beni dinlemiyordu. Ben de nasıl rahat hissediyorsa öyle demesine karışmadım.
"Hoş geldin, yenge."dedi tok, erkeksi sesiyle.
Ona yorgun ama içten bir tebessüm ile:
Hoş buldum, Fatih. Beni bir an önce konağa at, çok yorgunum." dedim.
Arabanın arka kapısını açınca başımı salladım:
"Öne bineceğim." dedim.
Dediğimi ikiletmeden ön kapıyı açtı. Teşekkür ederek kendimi yorgun bir şekilde yolcu koltuğuna attım. Emniyet kemerimi takınca, Fatih hemen yerini alıp arabayı sakin bir şekilde çalıştırdı. Hastane bahçesinden çıkıp konağın yolunu tuttuk.
Koltuğa iyice sindim. Fatih’e döndüm:
"Siyam’ı bugün fizik tedaviye sen mi götürdün? diye sordum.
Bana bakmadan cevap verdi:
"Evet, yenge. Biraz zor oldu. Sen arayınca, istemeyerek de olsa gelmek zorunda kaldı." dedi ve yandan bir bakış attı.
Sabah onu uyarıp evden çıkmıştım ama yine fizik tedaviye gitmemek için zorluk çıkarıyordu. Benim de sinirlerimle oynamayı başarıyordu ve son çare olarak tehdit işe yarıyordu.
Bugün, fizik tedaviye başlayalı üçüncü günüydü. İlk gün onunla gitmiş, ama işim gereği bugün yanında olamamıştım. Yarası iyileşmiş ve fizik tedavi için herhangi bir engel kalmamıştı. Bir hafta hastanede kalmış, iki haftadır hastaneden çıkmıştı.
Fizik tedavide, fizyoterapist eşliğinde yürüyüş ve kısa hareketlerle başlayacaklardı. İlk gün çok zorlanmış ve sinirli bir hal almıştı.
Yapamadıkça öfkelenip etrafındaki herkesin canını yakıyordu.
"Yine zorladı sizi, ha?"dedim.
Derin bir nefes çekti:
"Abimin sinirini anlıyorum. Birden kendini bu halde, tekerlekli sandalyede bulması onu büyük bir çıkmaza soktu,"dedi.
" Onu en çok ben anlıyorum. Nasıl bir durumda olduğunu görüyorum. Elimden geldiğince de yanında olmaya çalışıyorum ve olacağım da."dedim.
Bakışlarımı akıp giden yola çevirdim. İkimiz de konuşmadık; sessiz bir şekilde konağa varana kadar arabada dinlendim.
Konağa varınca yorgun adımlarla merdivenleri çıkıp bizim olduğumuz kata vardım. Kimse etrafta görünmüyordu. Çiçeklerimi ve çantamı bir elime alıp odamın kapısını açtım. Başımı önce içeri, ardından tüm vücudumu soktum.
Etrafa göz gezdirdim; oturma bölgesinde değildi. Yatak odasına geçtim. Siyam, yatakta sırtını yatak başlığına yaslamış, kucağında bilgisayar ile ilgileniyordu. Parmakları klavyenin üzerinde geziniyordu. Çatık kaşları ile dikkatini ekrana vermişti.
Ona doğru ilerlediğimde adımlarımın sesini duyunca bakışları bana döndü. Baştan aşağı süzdü; sonra bakışları elimdeki çiçekte oyalandı. Çatık kaşları biraz daha çatıldı; kaşlarının arasında derin bir çukur oluştu.
Yatağa vardım; elimdeki çiçekleri ve çantayı komodine bıraktım.
"Nasılsın, kocam?"dedim.
Bana dönerek, sert bakışları çiçek ile benim aramda gidip geliyordu.
"Nasıl olmamı bekliyorsun? Yürüyemeyen, hiçbir işe yaramayan bir adam olarak nasıl olabilirim?"dedi sert ve tok bir sesle.
" Neden böyle konuşuyorsun? Hem kendini hem beni üzüyorsun." dedim; ayakta duruyor, ona yukarıdan bakıyordum.
" Gerçekleri söylüyorum. Şu halime baksana; bu yatağa ve sandalyeye mahkûm kaldım. Sizin yardımınız olmadan bir şey yapamıyor, bir yere gidemiyorum." diye konuştu. Sesi öyle sert ve yakıcıydı ki içimi yaktı.
Yüreğim sıkıştı.
"Bu sadece geçici bir süre. Bu süreci niye bu kadar zor duruma sokuyorsun? Anlıyorum seni, ne olur sen de beni anla. Seni böyle görmek hoşuma mı gidiyor sanıyorsun? Seni üzgün, kırgın görünce seninle birlikte benim de canım yanıyor." dedim ve gözlerinin içine baktım.
Bakışlarını benden kaçırdı. Bir şey demedi.
"Yemek yedin mi?"diye sordum.
"Hayır..."dedi, bana bakmadan.
"Üstümü değiştireyim, birlikte yeriz." dedim.
Cevap vermesini beklemeden kendimi banyoya attım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkardım. Duş kabinine girip suyu ayarladım. Vücudumu ılık suyun altına koyup, suyun vücuduma değmesini sağladım.
Duştan çıkıp üzerime bornozu geçirdim. Saçlarıma da havluyu sarıp banyodan çıktım. Kocam hala aynı şekilde olduğu yerde yatakta dizlerinin üzerindeki bilgisayara bakıyordu.
Banyodan çıktığımı görünce bakışları çıplak bacaklarıma ordan dekoltesi görünen göğüs çatalımda oyalandı. Yutkunuşunu boğazında hareket eden adem elmasıyla gördüm.
Vücudumun onun bakışlarıyla ısındığını hissettim. "Üzerimi giyinip geliyorum." Adımlarımı giyinme odasına doğru ilerlettim. Rahat bir eşofman takımı ve beyaz iç çamaşırlarımı giyindim. Saçlarımı havludan kurtarıp bornoz ve sacimdaki havluyu kirli sepete koydum.
Tekrar odaya döndüm yatağın kenarına Siyam’ın olduğu sağ köşede bacaklarının yanına oturdum. Uzanıp yanağından öptüm. "Özledim." Dedim gözlerinin içine bakarak eğilip dolgun dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Geri çekildim sert bakan yüzü onu opmemle yumuşadı.
"Nasıl geçti bugünkü kontrolün?" Diye sordum. Bilgisayar kapatıp sol tarafına koydu. "Aynı..."dedi tek kelimeyle, bakışlarını bana çevirdi.
"Yavaş yavaş düzelecek sadece biraz sabır kocam." Dedim elini ellerimin arasına aldım sıkıca tuttum. "Ben her zaman senin yanındayım birlikte bunun üstesinden de geleceğiz." Avuç içinden öptüm.
"Açela ben bu halimi gördükçe nefes alamıyorum. Kendimi işe yaramaz hissediyorum." Dediğinde yutkundum. "Sen asla işe yaramaz biri olmadın. Bu halin seni gücünden etmedi sadece biraz dinlenmen gerekti. Bunu öyle gör ki kendine de acimayi bırak." Dedim.
Onu omuzlarından tutup göğsüme çektim. Saçlarını parmak uclarımla okşayıp bir kaç kez öptüm. "Sen hiç bir zaman güçsüz bir adam olmadın. Düştüğünde bile seni güçsüz olarak görmedim." Elleri belimin etrafına dolandı sıkıca sarılıp göğsüme sokuldu.
"Sen olmasan ben düştüğüm yerden kalkacak gücü bulamam. Benim gücüm de umudumda senden aldığım sevgi ve güçten geliyor."Dedi başını göğsümden kaldırdı.
Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözlerinin içine kömür karısının derinliklerine bakıp"hatirliyormusun bana bir şey demiştin. Düşersem tutmazmısın?" Demiştim. Sende bana " düşersen elinden tutar kaldırırım baktım kaldıramıyorum seninle düşerim" dedin bende aynısını sana söylüyorum. "kaldırazmaz da düşersen benimle, seninle yeniden kalkarım yeterki elimi bırakma" Dedim Eğilip dudaklarından öptüm.
"Sakın elimi bırakma düşersek te birlikte kalkarsakta birlikte kalkarız. Sen varsan ben varım. Seninle ben tamamım unutma." Dediğimde elini boynuma atıp dudaklarımı sert bir şekilde öpmeye başladı.
O benim canım yaşam kaynağımdı. Candan öte can varsa oydu. Ruhum nefesim.
"Seni çok seviyorum iki gözüm."Dedi dudaklarımdan ayrılmadan.
"Seni çok seviyorum can özüm." Dedim.
Evett bir bölümün daha sonuna geldik.
Bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.
Demir ve Zelal hakkında neler düşünüyorsunuz?
Açela ve Siyam bebeklerim bu bölümü sadece iki çifte ayırdım.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.01k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |