

Merhabalar sevgili okurlarım.
Size yeni bölümle geldim.
Normal bölümden daha uzun bir bölüm.
oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
hatalarım var ise affola
keyifli okumalar
Tan Taşçı / yok başka hayalim
Koray Avcı/ aşk sana benzer
Harun Kolçak/ yanımda kal
Carla Morrison/ Disfruto
Adele / set fire to thr rain
Maryam Niloofori/ aşk diyarı
LOTUS KOKUSU
DEMİR
Hiç düşünmediğim, hayalini bile kurmadığım bir evliliğin içine düşmüştüm. Kız kardeşim, canımdan çok sevdiğim kıymetlim Dicle’m; aileme ve bana en büyük hatayı yaparak Bozdağ’ların küçük oğlu Jehat’a gönül verip kaçmıştı. Hepimizin boynunu büküp beni ve Zelal’i berdele kurban etmişti. Ne kadar “barış” denilse de bu bir berdeldi. Bunun bedeli de bana ve Zelal’e kesilmişti.
Zelal, ailesine zarar gelmesin diye benimle evliliği kabul etmişti. Daha 19 yaşındaydı. Küçüktü, kendine göre hayalleri, umutları vardı. Ve bunların sebebi olmak gibi asla bir düşüncem yoktu. Ona engel değil de her daim arkasında dimdik duran adam olmaktı niyetim.
Evet, aramızda herhangi bir bağ yoktu başlarda, çünkü bu zorunluluk evliliğiydi. Ama o ceylan gözlerini bana dikip her fırsatta diklenmesi, asi oluşu gün geçtikçe beni ona çeken bir duruma düşürüyordu. Zelal’i tanıdıkça, zorunlu olan bu evlilik altı ayda ona doğru büyük bir çekime dönüştü. Her fırsatta onu görüp konuşma isteğim artıyor, onunla aynı yolda yürümek istiyordum.
O lotus çiçeği ve kehribar kokusunu aldıkça beni delirtiyor, onu tutkuyla öpmek, boynuna gömülmek istiyorum. Babam eğer ölmeseydi nikâh kıyılıp okulu bitirince aynı evde yaşamaya başlayacaktık. Ne yazık ki babamı kaybedince ağalık bir anda bana geçmişti. Ağalığın getirdiği sorumluluk beni çoğu zaman zorluyordu. En çok da barış adına yaptığımız evlilik… Ağalar bu ayrı durumu kabul etmiyor ve beni sıkıştırıp duruyorlardı.
Zelal’i asla zorlukla evime getirme niyetinde değildim. Telli duvağıyla, gelinliğiyle evime, hayatıma girsin istiyordum. Zelal her şeyin en güzelini hak ediyordu. Ve benim için onun düşünceleri ve istekleri önceliğimdi. Ne kadar bana baş kaldırış, asi tavırları olsa da onu sinir edip bana diklenmesinden keyif alıyordum.
Bugün onu okuldan alıp babası Hüseyin Ağa’yla konuşacaktım. Ama önce kendi asi avukatımla bu konuşmayı yapmam gerekiyordu. Onayını aldıktan sonra da babasının izniyle evlenecektik. Ondan bir saniye ayrı kalamayacak hale getirmişti bu aciz bedenim. Ben bu kıza kör kütük âşık olmuştum.
Okulun kapısında durmuş onu bekliyordum. Siyam’a, karısının yerini söylememe rağmen kendini affettirip getirememişti buraya; yine olan bana olmuştu. Deli edecekler beni, tüm ailecek. Nasıl bir aileye bulaştım, hepsi birbirinden sinir bozucu. Zelal ve Açela yenge hanımı ayrı tutarak onlara bir şey deme lüksüm yok.
Arabadan çıkıp kalçamı kaportaya dayadım. Bacaklarımı hafif öne uzatıp telefonumu alıp avukat hanımı beklemeye başladım. Okuldan çıkan gruplar vardı. Bakışlarımı yeniden telefona çevirdim, çünkü yanımdan geçen genç kızların bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kendi aralarında konuşup gülüyorlardı.
Kulaklarımı kapatıp duymamazlıktan geldim. Çünkü benim kulaklarım bir sese ait ve gözlerim sadece bir çift ceylan göze mühürlenmiş; gerisine kör, sağır ve dilsiz kılmıştım kendimi. Yanıma yaklaşan ayak sesini anında tanıyıp, kendisinden önce ayak sesleri ve kokusu gelmişti. Dudaklarım istemsizce kıvrıldı ve başımı hafif bir açıyla sağıma çevirdim.
Kaşlarını çatmış, sinirle soluyarak bana doğru geliyordu. Çantasını bir koluna takmış, sıkıca tutuyordu. Üzerinde siyah bir kaban vardı, kalçalarının altında bitiyordu. Siyah İspanyol paça bir kot ve üzerinde göğüs penceresi olan mürdüm rengi dar bir kazak vardı.
Koyu kahve saçlarını açık bırakmış, omuzlarında süzülüyordu. Bakışlarımı ayağındaki siyah, uçları görünen ayakkabılarından çekip o âşık olduğum yüzüne çıkardım. Rujunun kapağının rengindeki ruju ile dolgun dudaklarını ortaya çıkarmış, onun dışında pek makyajı yoktu. Siyah gözleri ve gür kirpikleri en dikkat çeken detaylarıydı.
Vücudumu dikleştirip yanıma gelmesini bekledim. Bir kaşım havada ona baktım. “Ne oldu?” der gibi baktım. Yanıma varıp:
“Niye arabada değilsin sen?” diye birden hesap sordu kızgın ses tonuyla.
“Yine ne yaptım Allah’ın manyağı?” dedim. Bu kıza sinirlenmeden konuşamıyoruz. Kendisi tam bir baş belasıydı.
“Allah’ın manyağı da delisi de sensin. Bin şu arabaya.” Bir de emir vermez mi, gel de delirme.
“Ne oluyor yine kızım? Kim sinirlendirdi de benden çıkarıyorsun acısını?” Cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan kolumdan tuttuğu gibi beni şoför koltuğuna doğru çekiştirdi.
“Bir saniye içinde şu arabaya binmezsen asıl o zaman bütün sinirimi senden çıkarırım,” diye arabanın kapısını açtığı gibi beni içine itti.
“Delirdin mi kızım? Dursana, ne çekiştirip itiyorsun?” Sesim biraz sert çıkmıştı. Parmağını gözümün içine sokarcasına salladı.
“Bir daha arabadan inmeden bekle. Seni arabanın dışında görmeyeceğim, ya da gelip alma beni, kendim giderim eve,” diye gözlerini iyice kıstı.
Fark ettiğim detayla dudaklarım kıvrıldı. O kızların benim için dediklerini duymuş ve sinirini gelip benden çıkarıyordu. Kıskançlık bir insana bu kadar mı yakışırdı? Şu an okulun önünde olmasaydık o bal dudaklarına kapanır öperdim. O şekilde yükseldim asi avukat hanıma. Bir de posta koyuyor bana.
“Ne gülüyorsun be adam?” diye bağırdı. Elimi beline atıp kendime çektim. Ben koltukta oturuyor, iki bacağım dışarıda duruyordu. Ellerini arabanın üzerine koyup üstten şaşkınca baktı. Dudaklarımı kıvırıp:
“Sen kıskandın mı beni?” dedim keyifle. Ama gel gör ki benim küçük asim bunu pek de kabul edecek gibi durmuyor.
“Kim? Ben seni mi kıskanacağım? Uydurma kafandan ve bırak beni. Ne yapıyorsun? Okulun önündeyiz, bir gören olacak,” dedi, kendini geri çekmeye çalıştı. Belinden sıkıca tuttuğum için bu çabası boşuna oldu.
Yüzüne gelen saçları kulağının arkasına iliştirdim. Yanakları anında kızardı. Benim küçük asi avukatım… Ona ne zaman dokunsam veya yakın olsam yanakları kızarıyor, heyecanlanarak gözlerini kaçırıyor. Bir bilse bu hallerine nasıl eriyorum. Ben bu kıza ne zaman bu kadar tutuldum? Onunlayken aklımı ve mantığımı unutuyor, büyüsüne kapılıyorum.
“Evet, sen Avukat Hanım, beni baya baya kıskanıyorsun. Bu hoşuma gitmedi desem yalan olur. Beni kıskanıp sahiplenmen hoşuma gidiyor. Ve kim görürse görsün, kime ne? Nişanlım değil misin? Kötü bir şey yaptığımız yok, sadece konuşuyoruz güzelim.” Parmaklarımın tersiyle ipeksi yanağını hafifçe okşadım.
“Zelal!” dedim ismini naif bir şekilde vurgulayarak.
“Hımm…” diye mırıldandı.
“Bugün babanla konuşacağım düğün konusunu. Ve senin düşünceni, fikrini almadan hareket etmek istemedim,” dedim gözlerinin içine bakarak. Ne düşündüğünü merak ettim.
“Seni asla zorlamak niyetinde değilim. Biliyorsun, dini nikâhı kıyıp senin okulun bitince evlenecektik. Ama durumlar o yönde gitmedi. Sen benim karım olacaksın, bunu tüm Mardin biliyor. Babamı kaybettiğim için otomatikman direkt onun yerine geçtim. Katıldığım her etkinlikte eşimle katılmam gerekiyor. Bu durum hoş bir hâl almıyor ve iznin olursa babanla konuşup en yakın vakitte düğünümüzü yapalım. Hem ben seni yanımda, evimde, odamda, yatağımda istiyorum. Senin sıcaklığında, kokuna bulanıp uyumak istiyorum.”
Gözlerimi gözlerinden çekmeden konuştum. Gözleri öyle ürkek bir hâl aldı ki onu alıp göğüs kafesimin içine koyup saklamak istedim.
Dilini çıkarıp dudaklarını ıslattı. Bu hareketiyle bakışlarım o ıslattığı dolgun dudaklarına kaydı. Derin bir nefes aldı.
"Demir!" dedi, bakışlarımı dudaklarından ayırmadan.
"Hımm..." diye bir mırıltı çıktı dudaklarımdan.
"Bu bir evlilik teklifi miydi? Eğer öyleyse kuru kuruya kabul etmeyeceğimi biliyor olman lazım." deyince kıvrılan dudaklarından bakışlarımı çekip o iri siyah gözlerine çevirdim.
Munzur bakışları yüzümde geziniyordu.
"Bunun bir evlilik teklifi olmasını mı isterdin? Eğer öyleyse hayır güzelim, bu bir evlilik teklifi değil." dedim. Omzuma yumruğu geçirip geri çekildi.
"Odunsun, öküzün önde gidenisin Demir!" diye söylenip çıktı kollarımın arasından.
Bense bu hâline kahkaha atarak eşlik ettim. Bacaklarımı içeri almamla kapıyı sertçe çarparak kapattı.
"Yavaş! Arabama niye sert davranıyorsun?" Dudaklarımdaki gülümsemeyle bağırdım.
Ters bakışlarıyla arabanın etrafından dolanıp yolcu koltuğuna oturdu. Aynı sertlikle kendi kapısını da kapatıp çantasını arka koltuğa fırlattı. Bir an kafama atacak sandım.
Emniyet kemerimi taktım. O da kendi kemerini sertçe çekip bütün hıncını arabamdan çıkarma niyetindeydi anlaşılan.
"Zelal’im—"
Lafımı bile etmeme izin vermedi.
"Sus! Konuşma, şu an sesini duymak istemiyorum." Dişlerinin arasından tısladı resmen.
Benim küçük asi kızım resmen bir kaplana bürünmüştü. Bir bilse bu hâli onu nasıl seksi ve çekici kılıyor... Ama canımı şu an sokakta bulmadım. Arabayı dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıp sürmeye başladım.
Zelal ise yanımda öfkesini kusarak homurdanıyordu.
"Yok efendim, ne kadar yakışıklıymış da... Aşirete iki günde kendini gelin edermiş de..." Kendi kendine söylenip duruyordu.
Pimi çekilmiş bomba gibiydi.
"Seni hele bir daha arabanın dışında göreyim, o kızlarla birlikte arabayla üstünden geçerim Demir!" diye koluma bir tane geçirdi. Allahtan direksiyonu sıkıca tutuyordum yoksa bir kazaya sebep olabilirdik.
"Ben ne yaptım yahu? Ben mi dedim kızlara hakkımda konuşun diye? Orada başımı telefona gömdüm sen gelene kadar. Kimseye de bakmadım." Bakışlarımı ona çevirdim.
İki kolunu göğsünde bağladı, göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu.
"Ah benim hırçın sevgilim... Şu an sana nasıl yükseldiğimi bir bilsen... Soluksuz kalana kadar öpesim var." dememle hızla başını bana çevirdi. Gözlerinden ateş saçıyordu. İşaret parmağını yüzüme doğru sallamaya başladı. Bir gözüm yolda, bir gözüm hırçın asi güzelimdeydi.
"Sen... Sen o edepsiz ağzını kapat ve öyle düşünceyi anında aklından çıkar!"
Arabayı kaldırım kenarına ani bir frenle durdurdum. Kolumu öne savrulmasın diye göğüs kafesine siper ettim. Dudaklarından ince, tiz bir çığlık koptu.
"Demirrr!" Şok içinde koluma sarılmış bana bakıyordu.
"Ne yapıyorsun? Bizi öldürmeye mi niyetin var?" diye çemkirdi resmen. Ona biraz daha yanaşarak bakışlarımı önce ateş gibi yanan zifiri gözlerine, sonra da o dolgun kiraz dudaklarına çevirdim.
Derin nefesler alıp vermesiyle yüzüme çarpıyordu.
"Niyetim ölüm değil, seni öpmek." deyip hiç vakit kaybetmeden o kiraz dudaklarına kendi dudaklarımı bastırıp öptüm. Onu öpmemle tüm vücudu kaskatı kesildi. Nefesini tuttu.
Zelal’i ilk kez dudaklarından öpüyordum. Verdiği tepkisi de bundandı. Dudaklarımı yavaşça hareket ettirmeye başladım. Zelal, tuttuğu koluma tırnaklarını batırmaya başladı.
Önce alt dudağını emdim. Çok güzel ve lezzetli bir tadı vardı. Aldığım tadın müptelası olacağım kesindi. Hiç acele etmeden, naif bir şekilde öpmeye devam ettim. Elimi boynuna götürüp kendime doğru çektiğimde kendine gelmişti.
Kolumu bırakıp beni kendinden uzaklaştırmak için minik, narin elleriyle göğsümden itti. Dudaklarım o enfes tattan ayrılmak istemese de geri çekildim.
Bakışlarım dudaklarından gözlerine çıktı. Gözlerinde gördüğüm şok ve öfkeyle tokadı yanağıma yedim. Başım omzuma düşerken,
"Aptal! Ne yaptığını sanıyorsun? Bu benim ilk öpücüğümdü ve sen onu benden çaldın!" diye bağırdı.
"Salak!" Emniyet kemerini açtı ve kapı kolunu indirip kendini bütün siniri ve öfkesiyle dışarı attı. Kendime gelmek için başımı sağa sola sallayıp ardından indim.
"Zelal, durumun nasıl güzelim?" O hızlıca adımlarla yürüyordu. Peşinden gittim.
"Gerizekâlı! Benim ilk öpücüğümü haber vermeden niye alıyorsun?" diye bana doğru döndü. Dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmemek için yanaklarımın içini dişlemeye başladım.
"Yavrum, bilseydim böyle takılacağını haber verirdim."
"Yavrum deme bana!"
"Gonca gülüm."
"Onu da deme bana!"
"Asi avukatım."
"Avukat olunca boşanacağım senden!"
"Cancağızım, bizim boşanmamız için evli olmamız gerekiyor. Ve bil bakalım kim evli değil?" dedim yanına yaklaşarak. Yol kenarında didişip duruyorduk.
"Evlenince boşanacağım senden!" Üzerime yürüdü. Bu kızın halleri beni bitiriyordu.
"Bir evlenelim, onu da o zaman düşünürüz."
"Barbar herif!"
"Hırçın sevgilim."
"İlk öpücüğümü aldın!"
"Bütün ilklerin benimle olacak." Belinden tutup kendime çektim. Bir elim belinde, diğer elim saçlarının uçlarına dokunuyordu.
"Zelal, bütün ilklerin benim. İlk öpücüğün, ilk sevgilin, ilk flörtün, ilk sevdan, ilk aşkın... Her şeyin benim. Benim de her şeyim, ilkim sensin." dedim. Üst dudağının üzerindeki minik beni öptüm.
"Ama daha romantik bir şekilde bekliyordum. Öküz gibi kapandın dudaklarıma." deyince gülmeden edemedim.
"Romantik şekilde de öperiz güzelim."
"Unut onu, hakkını kaybettin."
"Zelal?"
"Hımm?"
Gözlerinin içine bakarak içimdekileri dile döktüm:
"Dil-rubâ yâr, gönlümün şems-i tâbânı sensin.
Kalbimin gülzârında açan goncâ-yı cânı sensin.
Her nefesimde iştiyâkınla yanar bu perîşân dil.
Ey mâh-ı cemâl, âşığın için derman sensin.
Ey gönül sultanı, sen ki kalbimin semâsında doğan güneş ışığısın;
Gönlümde açan en nadîde gonca, ruhumu besleyen cân’sın.
Her nefesimde adını anmakla alevlenen perişân dilim, sana kavuşmakla sessizlik bulur; çünkü sen âşığın gamına şifâ, hicrânına derman, vuslatın ummansın."
Dedim. Bir yerde gördüğüm dizeler bana Zelal’i hatırlatıyordu. (İnst. duvarıname) Ona okuduklarımla gözleri dolup birer damla yaş aktı. Parmak uçlarımla anında sildim. Belindeki elimi kabanımın iç cebine attım ve kutuyu çıkardım. Bir adım geri çekilip bir dizimin üzerine çöktüm.
Evet, Zelal ile belki zorunlu bir evlilikle kesişti yollarımız. Ama onu tanıdıkça, gördükçe önce aklıma, sonra kalbime işledi. Böyle bir teklif yoktu, yemekte vermekti niyetim; olsun, bu an daha romantik oldu.
Zelal, şoka girmiş şekilde ellerini titreyerek dudaklarına götürdü. Onu karşımda diz çökmüş, bir yüzükle görmeyi beklemediğini biliyordum.
"Zelal, biliyorum biz birbirimize âşık olmadan, sevmeden evlenmeye zorlandık. Ama bunu asla bir zorunluluk olarak görmedim. Seni tanıdıkça sevdim. Önce aklımı karıştırdın, sonra da kalbimi kendine mühürledin. İnan, bu ne zaman, nasıl oldu, hiçbir fikrim yok. Günün sonunda kendimi senin sevginde kaybolmakta buluyorum. Ben istiyorum ki bu zorunluluğu bir aşka, sevgiye çevirip evlenelim. Her şeyi senin istediğin gibi yapalım. Hayallerine beni de dâhil et istiyorum. Her adımında yanında olmama izin ver istiyorum." Dilimden dökülen her sözcük, yüreğimden kopuyordu.
"Demirrr," diye fısıldadı.
"Zelal’im, ben istiyorum ki ruhuma eş, bana yoldaş ol. Evimin hanımı, kalbimin sultanı ol. Seninle güne başlayayım, seninle gözlerimi uykuya kapatayım. Benimle bir ömür bu yolda yürümeye var mısın?" Oh, ne zormuş yahu evlilik teklifi!
Kutuyu açıp gözlerine beklentiyle baktım. Bakışlarını yukarı kaldırdı, gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldı. Sonra bakışlarını bana indirdi, gözleri yaşlarla doluydu. Başını aşağı yukarı salladı.
"Varım Demir. Seninle bir ömür bu yolda yürümeye varım."
Sol elini uzattığında onun gözlerine benzeyen siyah elmastan yaptırdığım yüzüğü parmağına geçirdim. Dudaklarımı yüzük olan parmağına bastırıp öptüm. Ayağa kalkıp önce alnına bir buse kondurdum.
"Teşekkür ederim, gönlünü gönlüme açtığın için," dedim. Kollarıma alıp sıkıca sarıldım.
"Asıl ben teşekkür ederim, gönlünü gönlüme kabul ettiğin için," dedi ve kollarını boynuma doladı.
Başımı saçlarının ve boynunun arasına gömdüm, derin derin kokusunu içime çektim.
Zelal’imle girdiğimiz bu yolda yürümek en güzel macera olacaktı. Sevginin ne demek olduğunu bu altı ayda onunla tattım ve bir altmış yılı da onunla tatmak istiyorum.
---
Açela
Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü aydınlattı demek çok isterdim, ama ne yazık ki kara bulutlar sarmıştı maviliği. Aralığın ortasındaydık ve havalar iyice soğumuştu.
Bir Trabzonlu olarak zaten bu havalara alışıktım. Bursa da o havayı aratmıyordu, sağ olsun.
Yataktan çıkıp banyoya gitmek için doğrulmak istedim ama yine koala gibi bana yapışan Siyam’a ters bir şekilde baktım. Kapıdan kovuyorum, bacadan giriyor adam.
Kollarını iyice şişen karnımdan çektim. Başımı komodinin üzerindeki saate bakmak için çevirdim ama saati kapatan koca bir demet siyah gülle karşılaştım.
Aylardır görmediğim Siyam’ın her gün getirdiği siyah güllerden koca bir demet bulunuyordu. Bana sıkıca sarılan kocam gibi, ondan günlük gelen bu gülleri de çok özlemiştim.
Gözlerim dolu dolu yataktan doğruldum. Bunun için biraz uğraşmam gerekti, çünkü ikizler gün geçtikçe büyüyor ve benim hareketlerimi kısıtlıyorlardı. Derin bir nefes alıp elimi çiçeklere uzattım. Dikkatlice aldım ve yüzüme doğru kaldırdım. Kokularını doya doya içime çektim. Kucağımdaki güllerle aşk yaşıyordum resmen.
Güllerin kenarına iliştirilmiş not kâğıdını aldım. Bakışlarım yanımda uyuyan adama kaydı. Hiçbir şey yokmuşçasına keyifle uyuyordu. Minik zarfı açıp içinden çıkan kartın üzerindekileri okumaya başladım:
"Ey sevgili, mecnun oldu bu gönül sensiz. Yâr-i biçare, meftunu kalbi sensiz nefes alamaz oldu. Aşkı bildi yâr, gel, yeniden nefes alsın arsız gönül."
Yine yaptı yapacağını, beni yine ağlatmayı başardı.
Dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. Omzuma değen sıcak nefesle irkildim. Kömür karası gözlerini benim maviliklerle mühürledi.
"Sevgilim… Sevgili karım… Hayatımın anlamı, huzurum, ruhum, nefesim, her şeyim." Doğrulup yüzlerimizi karşı karşıya getirdi.
O konuştukça ben daha çok ağladım. Siyam ise her defasında gözyaşlarımı yeniden sildi, öptü. Elinin tersiyle yanağımı okşadı. Sesi ruhuma şifaydı.
"Seni çok üzdüm. Affedilir yanım yok ama seni her şeyden çok seviyorum. Senin olmadığın bir dünyada, evrende yaşamak mümkün değil. Senin döktüğün her gözyaşına boğarım bu bedenimi, nefessiz bırakırım. Ama sensiz nefes alamam, Açela."
Kucağımdaki çiçek buketini alıp yatağın kenarına bıraktı. Yeniden bana dönüp:
"Sen yoksan ben yokum. Hatalıyım biliyorum ama sensiz de yapamıyorum, kurban olduğum. Ben seni ve doğmamış çocuklarımızı evimizde, odamızda görmek istiyorum. Şu yaşadığımız koca bir yılı gerimizde bırakalım. Bugün evlilik yıldönümümüz. Seninle geçirdiğim her saniye, her dakika, saate, güne binlerce şükürler olsun. Şu koca bir yılı seninle yaşamak paha biçilmez."
Ellerimi sıkıca tutup dudaklarına götürdü. Tek tek parmaklarımdan öptü. Avuç içime içten ama derin birer öpücük bıraktı.
"Sen o gün bu elimi tutarken bir kere bile şüphe etmeden her şeye göğüs gererek tuttun. Sen, tuttuğun elinle bana, bize bir hayat verdin. Hatalarım oldu, seni üzmedim diyemem. Lakin bir seni sevdim, bir sende kayboldum. Kurban olurum, lütfen kendimi daha çok kaybetmeme izin verme. Evimize gidelim. Sen ve çocuklarımızla konağımız şenlenip nefes alsın."
Gözlerimin içine beklentiyle baktı.
"Siyam!"
"Söyle, kurban olduğum," dedi, tam ciğerlerinden kopup gelen cümleyle.
Elimi elinden çekip uzayan sakallarına götürdüm. Ben yanağını okşarken o gözlerini kapattı usulca.
"Ben sana gelirken hiçbir şeyin farkında değildim. Bana söylediniz bütün yalanları, seni sevdikçe görmezden geldim. Seni sevdim, çok sevdim; canımdan çok hem de. Ama sen beni, bizi yarım bırakmak istedin. Sevgime, sevgine güvenmedin. Bana git derken canımı benden kopardın. Sen benim canım, sol yanımdın. Sol yanıma hançeri batırıp sökmek istedin. Sensiz nasıl bir hâle gelirim, hiç düşünmedin."
Dediğimde yumduğu gözlerini açtı. Sözlerimle gözlerindeki yıkımı gördüm. Dolan gözlerinden birer damla yaş aktı. Avucumun içini ıslattı. O damla, yüreğimde yanan ateşin üzerine düşüp köze çevirdi.
Benim hâlâ akan yaşlarıma onunkiler de eklendi.
"Özür dilerim," diye fısıldadı. Sonra kollarını belime attı ve kendine çekip sıkıca sarıldı. Tabii ikizler buna ne kadar izin verirse. Şişen karnımdan dolayı aramızda bir boşluk oluştu.
"Ölürüm size, affet beni." Boynuma gömdüğü yüzü yüzünden sesi boğuk ve ağlamaklı çıktı.
"Bizi bir daha kendinden uzaklaştırma, çünkü bir dahakine bunun ne affı olur ne dönüşü," dedim ve kollarımı boynuna doladım.
"Bir daha asla olmayacak, mümkünatı yok. Kendimi yok ederim ama benden gitmene izin vermem," deyip geri çekildi.
Kolları hâlâ belimde duruyordu. Gözlerimin içine baktı ve "Öpeyim mi?" diye masumca sordu. Sorusuna cevabım olarak uzanıp öptüm. Bundan memnun olmuşçasına dudakları kıvrılıp öpüşüme karşılık verdi.
Öpüşümüzde sevgi, özlem, hasret, aşk ve yeniden kavuşmanın hasreti vardı. Soluksuz bir özlemle öpüp sevdi.
Öpüşmemizi bölense minik kelebeklerimdi. Sert tekmeleriyle babalarını püskürtme durumunda kaldım. Nefeslerimiz birbirine çarparken ikizler bir tekme daha attı ve dudaklarımda bir kıkırtı koptu.
"Şimdiden aramıza girmeye çalışıyorlar," diye homurdandı. Başını eğip karnıma doğru baktı.
"Uslu durun içeride; benim annenizle özlem ve hasret gidermem gerek," deyip karnıma iki buse bıraktı.
Başını kaldırıp bana bakınca gözlerinde gördüğüm koyulukla, "Yavrum, biz bir hasret gidersek sorun olur mu?" deyince, bacak aramda ve hormonlarımın azmasına neden oldu.
Üzerime doğru eğilip, "Hı, olur mu? Çocuklara zararı olur mu?" Kudurmuş bir şekilde üzerime doğru eğildi. Dilimi yutmuş şekilde sesimi çıkaramadım; sadece gözlerimi üst üste kırptım.
"Açela?"
"Hımm. Yok, dikkatli ve doğru pozisyonda yaparsak sıkıntı olmaz," dememe kalmadan dudaklarıma kapandı. Sonrasını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.
Kendimi onun öpüşüyle, dokunuşlarıyla kaybettim. Kimi zaman zirveye çıktık, kimi zaman yere çakıldık. İkimiz de birbirimize büyük bir açlıkla sahip olduk. Dakikalar, saatler geçti. Biz yataktan çıkmadan birbirimizde hasret giderdik. Gün, geceyi bulunca ikimiz için ayarladığı restoranta gelmiştik.
Deniz kenarında çok güzel bir yerdi. Masamızda kırmızı güller, mumlar vardı. Arkada kemanın ince sesiyle zifiri karanlık denizle mükemmel bir atmosfer oluşmuştu.
Bugün bizim evlilik yıl dönümümüz olduğu için şık bir mekan ayarlamış, her detayını özenle bizim için yaptırmıştı. Mekânda kocaman bir avize, sarı ışıkları aydınlatıyordu. Dekoru kırmızı, siyah ve gold ağırlıklı renklerdeydi.
Büyülenmiş gözlerle etrafa bakıyordum.
"Göz kamaştırıyorsun, güzelim," diyen Siyam ile bakışlarımı ona çevirdim. Üzerinde simsiyah bir takım vardı. Kollarında gümüş rengi Rolex saatiyle nefes kesiciydi. Sakallarını kirli sakal olarak kısaltmış; yakışıklılığına yakışıklılık kalmıştı.
Bense üzerimde kırmızı, göğsüme oturan ama belden sonrası geniş gelen saten ipek elbise giymiştim. Fermuarı biraz zor kapatmıştık; çünkü bebeklerim gün geçtikçe büyüyor ve bu nedenle benim de bedenim büyüyordu.
Saçlarımı açık, dalgalı bir şekil vermiş; gözlerimi ön plana çıkaran bir gece makyajı yaptırmıştım.
"Sende nefesimi kesiyorsun."
Kendisinden haberi yoktu her hâlde. Dudakları benim iltifatımla kıvrıldı ve inci gibi dizilmiş dişleri ön plana çıktı.
"Aklımı alıyorsun, güzel karım. Sana bakmaya doyamıyorum. Yanımdasın ama hasretim bakışına, kokuna, sana."
Gülüşüm tüm yüzümü kapladı.
"Yine ağzın iyi laf yapmaya başladı."
"Çünkü karşımda sen varsın," deyince kalbim bir an yerinden çıkacak sandım. Bu adam sonum olacak, haberi yok.
"Sözlerim, cümlelerim bir sana, okyanus gözlüm." Her an heyecandan doğurabilirim.
Masamıza gelen garson, sipariş ettiğimiz yemekleri tek tek önümüze koydu. Ben balık ve roka salatası istemiştim. Siyam ise biftek ve mevsim salatası istemişti. Önümdeki balığı kendine çekip bütün kılçıkları ayıklayıp yeniden önüme koydu.
"Teşekkür ederim."
"Afiyet olsun."
İkimiz de yemeğimize dönüp arada konuşuyor, kahkaha atıyorduk. Müzik eşliğinde güzel bir gece geçiriyorduk.
Siyam, yanındaki küçük çantadan bir kutu çıkardı ve masanın üzerine, önüme koydu.
"Aç, güzelim." Dediğini yaparak kutuyu açtım. Gözlerimi kamaştıran safir taşından ve etrafında dizilmiş minik pırlanta taşları olan ince, zarif bir kolye vardı.
"Siyam, bu… bu çok güzel," dedim ve dolu gözlerle ona baktım.
Yerinden yavaşça kalkıp ağır adımlarla yanıma geldi. Kenarda duran sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Yüzünü benden tarafa çevirdi. Parmak uçlarıyla gözümden akan yaşı sildi.
"Hiçbir mücevher senin bu iki mücevherin kadar değerli değil." Alnımdan öptü. Ellerimi sıkıca tuttu.
"Okysnus gözlerin buğulanmasın bir daha. Hep mutluluk ve sevgi saçsın. Gülüşün solmasın, bebeğim. Seni her şeyden, herkesten çok seviyorum. İyi ki varsın ve iyi ki varsınız. Hayatıma neşe olup hoş geldiniz." Bir şey dememe fırsat vermeden uzanıp dudaklarımdan öptü.
Kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarıldım.
"Seni çok seviyorum, kömür gözlüm."
"Seni çok seviyorum, okyanus gözlüm."
Aşktı. Nefesti. Hayattı. Sevdiğim, sevdam, huzurum, neşem, mutluluğum, her şeyimdi.
Eve gelişimiz gece yarısını bulmuştu. Ben duş alıp odaya geçerken kocam benden önce çıkmış, hatta benim için kıyafet hazırlıyordu. Artık altı ayı bulunca banyo yapmakta güçlük çekiyordum. Sağ olsun kocam, bunu zevkle yapmış ve ellemediği yerim kalmamıştı. Bugün yeteri kadar yorgun olduğum için duşu kısa kesip onu kovmuştum.
Yatağa doğru ilerlerken Siyam elimden tutup yatakta oturur hâle getirdi. Artık koltuk değnekleri kullanmıyor; ağır adımlar arasında yürüyordu. Çok zorlanmadan, fazla ayakta durmayıp yürümüyordu.
Benimle birlikte yatakta oturur hâle geldi.
"Giyinmene yardımcı olayım," dedi çapkınca.
"Uslu dur, Siyam, bu bakışını hiç beğenmedim," diye uyardım.
"Aklın hep fesat çalışıyor, karıcım. Hiç öyle bir düşüncem yoktu." Alayla dudakları kıvrıldı.
"Ben mi fesat düşünüyorum? İki kelimenden ya da bakışından biri bel altı."
"Yavrum, ağzımı bile açmadım, günahımı alıyorsun. Kendi düşüncelerini bana yüklüyorsun," deyince şartellerim attı.
"Çıkalım, git, defol odadan," diye onu kolundan itekledim. Odayı kahkahası doldurdu.
"Gülme be adam, gülme; içim gidiyor gülüşüne."
"Ölürüm sana, kızım," deyip yanağımdan sertçe öptü.
"Kurban olsun, Siyam, sana, ohhh, misss." Bu kez dudaklarımdan öptü.
"Bal, bunlar bal, anzer balı." Bir daha öptü.
Adam beni öpücük manyağı yaptı.
Ben eriyip gitmeden bu geç saatte çalan telefon sesiyle geri çekildi.
"Kim ki bu saatte?" dedi, telefonuna uzandı.
"Hayır, olsun." Elindeki telefona bakıp "robar," dedi. İçimi bir korku ve huzursuzluk kapladı.
"Alo, hayır, olsun, robar, bu saatte?" diye sordu.
...
"İyi mi? Nerdesin? Hangi hastane?" deyince içimdeki korku büyüdü.
...
"Uçağı hazırlat, biz hemen çıkacağız." Telefonu kapattı.
"Ne olmuş, Siyam? Ne hastanesi?"
"Babam kalp krizi geçirmiş. Şimdi hastanedeymiş," dedi ve hızlıca hazırlanıp Mardin’e doğru yola çıktık.
"Allah’ım, sen babamı koru."
Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
Bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.
Zelal ve Demir bölümü nasıldı?
Kızımız bir anda evlilik teklifi aldı.
Açela ve Siyam sonunda barıştı.
Koca bir yılı devirdik.
Ot ve yorumlarınızı bekliyorum.
Haftaya bölüm yok. Şimdiden söyleyeyim. Evim tadilat işine girecek ve bölüm yazamam.
Bir hafta ara veriyoruz inşallah.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.01k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |