
merhabalar yeni bölümle geldim.
Okuyup yorumlarda buluşalım.
Oy vermeyi unutmayın canlarım.
Hatalarım var ise affola.
Keyifli okumalar.
Şarkı/Müslüm Gürses seni yazdım
YARIM KALAN DÜĞÜN
Sabahın ilk ışıkları önce Mardin topraklarına, ardından konağın taş duvarlarına çarparak doğmuştu güneş.
Konak yavaş yavaş uyanıyor, mutfaktan gelen taze ekmek ve demli çay kokusu taş koridorları dolduruyordu.
Konak sakinleri her zamanki gibi kahvaltı sofrasında birer birer yerini almaya başlamıştı.
Hüseyin Ağa, her zamanki yerinde, sofranın başında oturmuş; tüm heybetiyle “Ben hâlâ buradayım.” der gibiydi.
Oğullarının güçlü duruşları ve yakışıklılığı, babalarından miras olduğu her hallerinden belliydi.
Ayfer Hanım, kocasının sağında oturuyordu. Eski günlerdeki o mutsuz ifadesinden eser kalmamıştı artık.
Geçmişte yaptığı hataları bir bir tamir ediyor, çocuklarına ve gelinlerine bir kaynana gibi değil; bir anne şefkatiyle yaklaşıyordu.
Biricik kızının evden ayrılması hâlâ yüreğini burkuyordu ama eskiden gösteremediği sevgiyi telafi etme çabasındaydı.
Ailesi de bu gayretini fark ediyor, eski yaralarını birlikte sarmaya çalışıyorlardı.
Açela, kocaman karnıyla penguenler gibi paytak paytak yürüyerek, kocasının kolunda sofraya geldi.
Yanına Siyam oturdu, onun yanına Zelal. Karşılarına Robar, Jehat ve Dicle geçtiler.
“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun, afiyet olsun.” dedi Hüseyin Ağa, gür sesiyle.
Kahvaltı, kahkahalar ve sohbetle neşeyle sürüyordu.
Siyam, karısı için eline aldığı ekmeğe kaymak sürdü, üzerine biraz da bal ekledi.
“Bunu da ye, güzelim.” dedi gülümseyerek.
Açela da tebessümle karşılık verip ağzını araladı; ballı kaymaklı ekmekten büyük bir ısırık aldı.
Ağzı dolu olmasına rağmen gözünün önüne bir anda Antep katmeri geldi.
Lokmasını yutar yutmaz, masumca göz kırpıp Siyam’a baktı. Sofradakiler onun yine “canı bir şey çekti” hâline büründüğünü hemen anlamıştı.
Bu hallerine alışkın olan ev halkından ilk tepki Robar’dan geldi:
“Ahaha, geliyor gelmekte olan!” dedi kahkahayla.
Zelal, Robar ve Jehat sofradan kalkmaya yeltenirken, Siyam’ın ciddi sesi odayı doldurdu:
“Üçünüz de hemen oturun yerinize!”
Kardeşleri oflayarak yerine oturdu.
“Yenge, Allah aşkına bir an önce doğurur musun? Yoksa olmayan halimle ben doğuracağım artık!” diye homurdandı Robar.
Açela kısık gözlerle baktı, sonra bir anda gözleri doldu.
“Ben ne yaptım ya! Yeğenleriniz istiyor...” dedi ve ağlamaya başladı.
O anda, masada duran mandalinayı Robar’ın kafasına fırlatan Siyam oldu.
“İyi halt ettin, al kızı yine ağlattın. Şimdi de sustur bakalım, gerizekâlı!” diyerek bir portakal daha fırlattı.
Kafasına yediği portakalla alnını ovuşturan Robar,
“Abi ya, ne yapıyorsun?” diye çıkıştı.
Annesi ve babası gülmekten kendini alamadı.
“Bir daha karımı ağlat, gör bakayım ben sana Leyla’yı istiyor muyum?” dedi Siyam tehditkâr bir sesle.
Sonra ağlayan karısına döndü, onu kendine çekip başından öptü.
“Ağlama, kurban olduğum. Söyle, canın ne istiyorsa hemen getireyim.” dedi.
Yanağını avucuna yaslayıp gözyaşlarını parmaklarıyla sildi.
Aralığın son günleriydi. Yeni yıl geldiğinde, Allah’ın izniyle çocuklarını kucaklarına alacaklardı.
Zaman yaklaştıkça, hem heyecanları hem de telaşları artıyordu.
Açela kedi yavrusu gibi kocasına baktı, dudaklarını büzdü:
“Antep katmeri...”
Siyam kaşlarını kaldırdı. “Antep katmeri mi?”
Açela birkaç kez göz kırptı.
“Hı hı, kocammm...” deyince, Robar’ın ağzından istemsiz bir küfür kaçtı.
Siyam, sinsice gülümseyerek kardeşine döndü:
“Duydun yengeni, canım kardeşim.” dedi.
Masada kıkırtılar yükseldi.
“Antep yolcusu kalmasın, abisii!” diye araya giren Zelal, Robar’ın damarına bastı.
Robar bir hışımla ayağa kalktı, Zelal masanın etrafında kahkahalar atarak kaçmaya başladı.
“Seni bir elime geçireyim, göreceksin abisii!” diye peşinden koştu.
Açela ve Siyam kahkahalarla izlerken, Hüseyin Baba sesini yükseltti:
“Kızımı rahat bırak, Robar!”
Ayfer Hanım da dayanamadı: “Eşek kadar oldunuz, hâlâ çocuk gibi davranıyorsunuz!”
Jehat ve Dicle kıkır kıkır gülüyordu.
“Abi ya, rahat bırak beni! Yoruldum!”
Zelal nefes nefese kalmıştı. Robar, kolundan yakalayıp omzuna attı.
“Sen de benimle geliyorsun, küçük hanım.”
Zelal baş aşağı sallanarak çığlık attı:
“Abi indir beni! Demir gelecek, düğün alışverişine gideceğiz. Çok işim var, gelemem ben. Sen Leyla yengeyi götür!” dedi, abisinin sırtını yumruklayarak.
“Robar, bırak kızı; başı dönecek.” diye uyardı Açela.
Robar, söylenerek Zelal’i yere indirdi.
Zelal saçlarını düzeltti, sinirle abisine baktı.
Robar gülerek onun saçlarını karıştırdı.
“Abi ya, saçlarımı mahvettin!” dedi Zelal.
Robar’ın elinden kurtulup babasının yanına gidip boynuna sarıldı.
“Baba, Zelal’in düğününden sonra Leyla’yı istemeye gidelim mi?”
Hüseyin Ağa cevap verecekken, Açela hemen atıldı:
“Hayır, kabul etmiyorum!”
Herkes şaşkınlıkla ona baktı.
“O niye yengem, ne demek hayır?” dedi Robar.
Açela, ciddi bir ifadeyle kollarını göğsünde kavuşturdu:
“Ben doğurana kadar hiç kimse evlenip sözlenemez. Bu halimle hiçbir etkinliğe katılamıyorum. Zelal’den sonra kesinlikle başka bir düğün ya da söz olmayacak.”
“Yengeee…” diye inledi Robar.
“Hiç yenge deme, kabul etmiyorum.” dedi Açela, burnunu çekerek.
Sonra gülümseyip ekledi: “Katmerimi bekliyorum, sevgili kaynım.”
Robar alaycı bir ifadeyle baktı.
“Yok sana katmer matmer, ben almıyorum! Kocan olacak herif alsın.”
“Kocammmm!” dedi Açela hemen, gözleri doldu.
Siyam derin bir nefes alıp Robar’a baktı.
“Yeter ulan, hemen o katmeri alıp geliyorsun Robar!”
Robar, söylene söylene koşar adım önce salondan, sonra konaktan çıktı.
******
“Leylam, güzel gözlüm.” Sevdiğinin elini sıkıca tutmuş, Antep sokaklarında geziyorlardı.
Madem katmer için gelmişti, sevdiğini bu yolculukta yanına almadan gitmek olmazdı.
“Robar, buraya bayıldım! Hele bakır çarşısına...”
Tüm hayran bakışlarını handa gezdirmeden edemedi.
“Daha önce gelmedin mi?” diye sordu Robar.
“Hayır, ama görmek istediğim yerlerden biriydi. Tarihini, mutfak kültürünü çok merak ettiğim şehirlerin başında geliyordu.”
Robar eğilip saçlarına bir öpücük kondurdu.
“Bundan sonra da her yere seninle gidip, senin nefesin yanımdayken gezeceğiz.”
El ele bakırcılar çarşısını gezdiler, küçük hediyeler aldılar, baharatçılara uğradılar ve son duraklarını kale altında yaptılar.
Açela’ya katmer almaya gelen ikili, bu detayı unutarak saatlerce gezmiş, sabahı akşam etmişlerdi.
Son olarak bir yere oturup sıcak bir beyran çorbası içtiler.
O sırada çalan telefonla Robar neye uğradığını şaşırdı.
“Siktir...” diye küfretti.
“Ne oldu Robar?” diye sordu Leyla.
“Abim arıyor. Bil bakalım ben ne unuttum?”
“Neyi unuttun?”
“Yengeme katmer almaya gelmiştik... Ve ben onu unuttum! Şimdi ne yapacağım ben? Mardin’e adım attığım an abim beni topuğumdan vurur.”
Oflayarak, telefona cevap vermeden arabayı bir baklavacının önünde durdurdu.
“Bakalım bu saatte katmer yapan birini bulabilecek miyiz?” deyip arabadan indi.
Antep buz gibiydi. Montunu sıkıca sardı. Leyla’nın kapısını açıp onun da montunun kemerini sıktı ve birlikte dükkâna girdiler.
Tezgâha doğru ilerlediler.
“Hayırlı akşamlar.” dedi Robar; Leyla’nın elini sıkıca tutmayı da ihmal etmedi. Onun sıcaklığı, Robar için huzurdu.
“Hoş geldiniz.” dedi çalışan.
“Bize acil altı paket katmer lazım. Kaymaklı ve fıstıklı olacak.”
Gözlerini tezgahta gezdirdi; çeşit çeşit baklavalar, fıstık ezmeleri, şöbiyetler, midyeler, havuç dilimleri... Görsel bir şölen gibiydi.
Çalışan siparişi aldı, onları bir masaya davet etti. Önlerine birer porsiyon baklava ve süt koydu. Onlar tatlılarını yerken siparişleri hızlıca hazırlanıyordu.
Yarım saat sonra altı porsiyon katmer, birer kilo baklava ve çeşit çeşit fıstık paketlenip arabaya yerleştirildi.
Ödemeyi yapıp çıktılar yola.
“Bu kadar tatlıyı ne yapacaksın Robar?” diye sormadan edemedi Leyla.
“Hiç sorma, bugün bu tatlılar senin isteme tatlın olabilirdi. Ama Açela yengem sağ olsun, doğumdan sonrasına erteledi.”
Leyla şaşkınlıkla baktı.
“Ne istemesi Robar? Benim niye bundan haberim yok?”
“İşte, oluyor güzelim. Bugün babama ‘gidip seni isteyelim’ dedim. Ama Açela, ‘Ben doğum yapana kadar iznim yoktur.’ deyince, isteme işi biraz ertelendi.”
Rahat rahat söylüyordu.
“Delirdin mi Robar?”
“Delirdim kızım! Hasretinden yeter da! Ben seni istiyorum, seninle uyanıp seninle uyumayı.”
Leyla ofladı.
“Oflama kocaya, oflama.” dedi Robar, dudakları çapkınca kıvrılarak.
“Evlenmedik ve daha kocam olmadın.” dedi Leyla, kollarını göğsünde bağlayarak.
“Oluruz yavrum, kocan da olurum, kolen de. Sevdiğin, her şeyin olurum Leylam; senin, benim olduğun gibi.”
Uzanıp yanağından öptü.
Eriyen bir çift kahverengi göze hayran kaldı. Elini radyoya atıp açtı. Arabayı Müslüm Gürses’in Seni Yazdım şarkısı doldurdu.
Leyla’yla birbirlerine bakarak, arabada Mardin’e kadar aşklarını haykırarak ilerlediler.
Seni Yazdım
Solmadan gel artık aşkımın gülü
Olsa da konuşsa kalbimin dili
Küçücük dünyamda bir bilsem seni
Görünmez yazıyla yazdım kalbime
Solmadan gel artık aşkımın gülü
Olsa da konuşsa kalbimin dili
Küçücük dünyamda bir bilsem seni
Görünmez yazıyla yazdım kalbime
Böyle bir aşk görülmemiş dünyada
Ne geçmişte ne de bundan sonra da
Arasalar bulamazlar rüyada
Göremezler, seni yazdım kalbime
Nasıl sevgiymiş, görün de bakın
Sevgilim, seninle buluşmam yakın
"Unuttum" desem de inanma sakın
Anılarla yazdım seni kalbime
Nasıl sevgiymiş, görün de bakın
Sevgilim, seninle buluşmam yakın
"Unuttum" desem de inanma sakın
Anılarla seni yazdım kalbime
Böyle bir aşk görülmemiş dünyada
Ne geçmişte ne de bundan sonra da
Arasalar bulamazlar rüyada
Göremezler, seni yazdım kalbime
---
Kara Konağı
Günün ilk ışıkları Kara Konağı’na vurmuştu.
Sabahın erken saatlerinde, etrafta dört bir yana koşuşturan insanlarla doluydu konak.
Yarın, konağın hanım ağası gelecekti.
Her şeyi dört dörtlük, sevdiği kadının gönlüne göre dizayn etmişti Demir.
Zelal’le birlikte kendilerine ait olacak katı düzenlemiş, hazır hale getirmişlerdi.
Sonunda yarın, sevdiği yanında, artık kendi evinde yaşayacaktı.
Merdivenlerden ağır ağır indi Demir, tüm heybetiyle. Her adımında buram buram güç akıyordu.
Bugün 30 Aralık’tı, yani Demir ve Zelal’in kına gecesi.
31 Aralık ise düğün günüydü.
Yeni yıla, yeni hayatlarıyla gireceklerdi.
Dedesi, annesi ve kardeşi Devran ile paylaşıyordu bu koca konağı.
Aylardır bu evde bir ölüm sessizliği, bir yas havası vardı.
Babalarını kaybedeli tam on ay olmuştu.
Konağın eski neşesi, Zelal’in gelişiyle yeniden canlanacaktı.
Salona girince annesini ağlarken bulmayı beklemiyordu. Dedesi de gözleri dolu halde koltukta oturuyordu.
Demir’in gelişiyle ikisi de kendini toparlamaya çalıştı.
Demir ağır adımlarla annesinin yanına gitti. Dizlerinin üzerine çöküp, yüz hizasına geldi.
“Anam, kurban olduğum, ne diye dökersin gözyaşlarını ha?”
Parmaklarıyla sildi gözyaşlarını.
Onun bu hayatta en değerlisi anası ve kardeşiydi.
Ama şimdi, onlara bir yenisi eklenmişti: sevdiği Zelal.
“Baban bugünü ne çok beklemişti… Görmeden girdi toprağa.”
Gözyaşları yeniden aktı. Demir annesine sıkıca sarıldı.
Annesi, babasının emaneti, başının tacıydı.
“Anam, cennet kokulu anam... Çok isterdim bugün yanımda babamın da olmasını. Ama biliyorum, o bizi görüyor ve bugün bizimle, o da mutlu olacak.”
Annesinin başından öptü.
Ne yazık ki aşiret ve ağalık, ölümü bekleyemezdi.
Yasını bile sadece içinde yaşayabilirdin.
Güçsüz görünürsen, düşmanların seni yerle bir etmek için beklerdi.
Geri çekildi, “Hadi kalk, ağlama. Daha gidip gelinine altın takacaksın.” dedi.
Dudakları kıvrıldı.
“Ah oğlum... Bir de bu evliliği istemiyordun, Zelal kızım seni ne hale getirdi böyle?” diye kıkırdadı annesi.
Demir ayağa kalktı.
“Büyücü senin gelinin, bana öyle bir büyü yaptı ki gözüm ondan başkasını görmez, duymaz, sevmez oldu. Kör düğüm büyüsü yapmış.”
Odayı kahkahalar doldurdu.
“Ne ettiyse güzel eylemiş gelinim.” dedi annesi, Zerrin Hanım.
Az önceki hüzün havası bir anda dağılmıştı.
“Oo, şimdiden gelin hanımla ittifak kurulmuş. Vay benim halime.” dedi Demir gülerek.
“Gelin değil kızım! Ve şunu bil ki onu üzecek en ufak bir şeyde karşında anneni değil, kızı üzülen bir anneyi bulursun. Ayağını ona göre denk al, oğlum.”
“Oğlunu da hemen sattın ha, Zerrin Hanım.” dedi Demir, dudaklarını bükerek.
“Hele şu dudak büzüşüne bak, eşek sıpası!” dedi annesi, sırtına birkaç defa vurup sıvazladı.
“Kurban olsun bu eşek sıpası.” deyip başından öptü.
“Allah mesut etsin torunum.” dedi Boran Ağa.
“Amin, sağ olasın dedem.” deyip çıktı odadan.
Hedef, Bozdağ Konağı’ydı.
Dudaklarında bir ıslık, konaktan çıktı.
****
Zelal'den
Ve o gün gelip çalmıştı. Bu gece, bu konakta—kendi odamda, yatağımda—son gecemdi. İçim hüzün doluydu; büyüdüğüm evden ayrılacaktım.
Sabahın erken saatlerinde uyandım. Önce duş alıp kalın bir eşofman giydim ve odamdan çıktım. Konağın her tarafından birileri koşturup duruyordu; akşama olacak kına gecem için hazırlıklar son sürat devam ediyordu.
Havalar o kadar soğuktu ki salona gidene kadar donduğumu söyleyebilirdim.
“Bu soğukta evlenilir mi be adam?” diye söylenerek salona koştum. İçeri girer girmez, soğuk havayı geride bırakıp sıcaklığı hissettim.
Babam, abilerim, annem ve yengelerim kahvaltı sofrasında oturmuş beni bekliyordu.
“Uyandın mı, uykucu?” diyen Siyam abimdi.
Masaya ilerledim. Önce babamın yanağından öptüm.
“Roj baş, babam.” Boynuna arkadan sıkıca sarıldım. Babam; ilk adımlarımı attığım ikinci prensimdi. Her zaman arkamda duran, beni ben yapan adamdı.
“Roj baş çav zeytûna mın.” (Günaydın, zeytin gözlüm.) deyip yanağımdan öptü. Ondan ayrılırken istemeden gözlerim doldu. Derin bir nefes alıp önce Siyam abimi, sonra Robar’ı öptüm.
Jehat’ın gözleri dolu doluydu; bana bakıyordu. Onun hatası yüzünden evleniyordum ve onun, beni kolay kolay affetmeyeceğimi biliyordu. Bu yüzden bana herhangi bir adım atmaya kalkışmıyor, beni itecekmişim gibi korkuyordu. Haklıydı belki ama dua etsin ki Demir iyi biri çıktı.
Yine de bu evden kimseyle küskün ayrılmak istemiyordum. Jehat’ın yanına gidip başımı eğdim ve yanağından öptüm. Tüm vücudu anında kasıldı; donup nefes alamadı; gözlerinden birer damla yaş aktı.
Ben geri çekilince, uzaklaşmama izin vermeden ayağa kalktı, beni kollarına alıp sıkıca sardı. Masadaki herkesin gözü bizim üzerimizdeydi. Kollarımı beline doladım.
Başımın üzerine sayısız öpücük bıraktı.
“Özür dilerim, özür dilerim. Yaptığım bütün hatalar için, seni düşünmeden ateşe attığım için özür dilerim.”
Bir yıldır onu görmezden geliyordum; ne zaman konuşmaya kalksa ya susturur ya da çekip giderdim.
O günden sonra ilk kez benden özür diliyordu; çünkü onu ilk kez dinliyordum.
“İstemediğim bir olay yaşandı. Kırgınlığım devam ediyor ama bu evden kimseyle küs ayrılmak istemiyorum,” deyip kollarından ayrıldım.
Ona ve Dicle’ye baktım. “Bu yaptığınıza değsin, sevginiz. Bir gününüzü bile pişmanlıkla yaşamayın; sevin, sayın birbirinizi.” Pişmanlık akan gözyaşlarının yerini gurur aldı. Bir kez daha alnımdan öptü.
“Mutlu ol, küçüğüm.” İnşallah mutlu olacaktım. Yerime geçip tam oturuyordum ki salonun kapısı sertçe açıldı. İçeri nefes nefese kalmış bir Demir Kara, müstakbel kocamdı giren.
Bu saatte, bu halde ne işi vardı burada? Ben oturmadan sandalyeyi geri çektim. Babam ve abilerim ayağa kalktı.
“Hayırdır Demir? Bu ne hâl?” dedi babam.
Demir odadakileri bir süzdü, sonra birkaç saniye bana baktı. Üzgün gözleri vardı.
Bu ne demekti şimdi?
“Hüseyin Ağa, babam!” deyip derin bir nefes aldı.
“Ne oldu oğlum, konuşsana?” Babam karşısına geçti. Demir’in gözleri doldu. Yüreğim sıkıştı. Demir’i en son, babasının öldüğünde böyle görmüştüm.
“Babamı, yani o suikasti yapan kişileri buldum,” deyince donup kaldım. Bizim nişanlandığımız gece bir yıkım yaşanmıştı; cehennemi aratmayan bir geceydi. O gece babam, annem, Ahmet Ağa ölmüş; ben, annem ve abim yaralanmıştık.
Babam ve abilerim anında tepki verdi.
“Kim? Kim yapmış oğlum? Aylardır iz sürüyoruz; her defasında elimiz boş kalıyorduk,” diyen babamın gözleri öfkeden ateş saçıyordu.
“Ruşen Ruvda ile Sidar Palo — onlar yapmış,” dedi Demir. Babamlar silahlarına sarılıp konaktan çıkmaya başladılar.
“İkisini Diyarbakır ve Urfa’ya gömeceğim. Şeriflerini siktirdiğim piçler.” Diyerek babamın peşinden Siyam, Robar ve Jehat çıktı. Annem ve yengelerim de peşlerinden gitti.
Demir kapının önünde durmuş, boynunu yana eğmişti. Üzgün bakışları gözlerimin içine baktı. Ela gözlerinde bir yıkım perdesi vardı. “Üzgünüm,” diye fısıldadı.
Bugün benim kına gecemdi ve bugün o kıyameti yaratan kişileri bulmuştu; bunun için üzgündü—böyle bir günde olduğu için. Yanına birkaç adımda vardım. Ellerimi kaldırıp yüzünü avuçlarımın arasına aldım.
“Ne için?” Gözlerimin içine baktı, yüzünü avuçlarıma yasladı.
“Böyle olmasını istemezdim. Gününü mahvetmek istemezdim ama—” dedi. Başını hızla iki yana salladım, sözünü kestim.
“İstemezdin, istemezdim. Ama olmuş; hem aylardır bize bunu yapanları arıyoruz. Üzgün değilim; hatta mutluyum. Babanın, babaannemin katillerini bulduk. Yeniden yaparız; yeter ki sen sağ salim bana dön,” deyip parmak uçlarımla hafifçe yükselip dudağına küçük bir buse kondurdum.
“Kurd ji agir tê bûnî nabe.”
(Kürt ateşten yaratılmıştır; yanmadan olmaz.) dedim.
“Neynokete Beşe Eze Bimrim.”
(Tırnağına zarar gelse ben ölürüm) dedi.
Alnımdan öptü.
“Bekle beni; seni telli duvağınla gelip alacağım. Seni canımdan çok seviyorum.” Dudaklarımdan aklımı başımdan alan bir öpücükle beni uğurladı, son kez gözlerimin içine baktı.
“Bekle!”
“Sonsuza dek. Kalbimde, ruhumda sende,” dedim ve hızlıca çıktı gitti.
Kul kurar, kader bozarmış.
Bu günü asla böyle hayal etmemiştim. Ben kendimi bu gece vedaya alıştırmıştım; ama bilmedim ki kader bize başka bir oyun oynayacaktı.
Konağın bütün erkekleri silahlanıp araçlara bindiler. Onlarca araba ve adamla yola çıktılar. Demir ve adamları Urfa’ya, Robar da onunla gitti. Babam, Siyam abim ve Jehat Diyarbakır’a gitti.
Arkalarında üzgün, korku dolu kalpler bırakarak... Açela yengem, annem ve Dicle salona gelip oturdular. Bizim yapacak bir şeyimiz yoktu, duadan başka.
“Allah’ım, sen babamı, abilerimi ve sevdiğim adamı koru. Sağ salim geri getir bize,” diye dua ettim.
Evet, hukuk okuyorum; ama çoğu zaman hukukun işlemediği yerleri kendi gözlerimle görüyorum. Asla istemezdim ailem kendi adaletini kursun; lakin böyle zamanlarda hukuk geride kalıyor. Ben bunu değiştirebilmek için elimden geleni yapacağım.
Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
Ve yine bizim düğün olmadı.
Yeni bölümde bakalım bizi neler bekliyor.
Demir ve Zelal’i evlendirme niyetinde değilim biraz zalim yazar oldum.
Finale doğru ilerliyoruz bu arada kaç bölüm var tam bilmesem de sona doğru geldiğimizi bilelim.
Bu arada Zelal ve Demir'e kitap yazmaya karar verdim. Onun için artık burda ikisini çok izlemeyeceğim.
KaraAslan kitabımızda yeni yılda bizimle olacak. Gece Kraliçesi biter bitmez onu yayınlamaya başlayacağım.
Aslan ve Asel'i okumaya hazirlanabilirsiniz.
Bölüm hakkında düşüncelerinizi yazmayı unutmayın.
Ve artık oy ve yorum diye yazmak istemiyorum. Kendimi dilenci gibi hissediyorum yazınca. Sadece sizden küçük bir destek ihtiyacı bekliyorum.
Yeni bölümde görüşünceye kadar kendinize iyi bakın Allaha emanet olun.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.01k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |