

merhabalar size yeni bölümle geldim.
Ne kadar oy ve yorum limitini doldurmazsanızda dört gözle bekleyen okuyucularıma haksızlık etmek istemiyorum
okuyup oy ve yorumlarınızı atarsanız sevinirim.
Hatalarım var ise affola.
Keyifli okumalar.
Şarkılar
MURAT KURŞUN/ Mardinli güzel yarim
Azad Bedran/ Ki Zava
Rojda/ lê bukê
Rojda/ Hine Binin
Ağır adımlarla konağından çıkan Demir’in keyfine diyecek bir şey yoktu. Sonunda kavuşuyordu Mezopotamya gülüne. Dudakları kıvrılmış, parmakları direksiyonda, radyoda çalan müzikle ritim tutuyordu.
"Bir gördüm aşık oldum gözlerine tutuldum
Alem ne derse desin, ben sana vuruldum
Mardinli güzel yarim, inan sana hayranım
Uğruna feda olsun varım, yoğum bu canım"
"Yaktın kızım sen bu adamı," dedi kendi kendine, ardından, "Beni nasıl bu hale getirdin, Mezopotamya gülüm?" Kendine şaşırıyordu. Onu parmağında oynatan kıza gün gün aşık olup çekiliyor ve buna hem mutlu hem şaşkın oluyordu.
Bozdağ konağına varmadan telefonu çaldı. En yakın dostu ve adamı olan Bahadır’dı. Telefonu hoparlöre verip açtı.
"Söyle Bahadır?" dedi tek solukta. Bugün kötü bir haber almak istemiyordu. Ve ne yazık ki Bahadır arıyorsa, kesin bir sıkıntı vardı.
"Demir kardeşim," deyip derin bir nefes aldı. Ona bugün vermesi gereken bir haber vardı. Lakin bugün, kardeşim dediği adamın sevdiğiyle kınası vardı. Aylardır bu günü bekliyordu. Ama Bahadır her şeyi berbat edecek haberi vermek zorunda olduğunu biliyordu.
"Bahadır, ikiletme ve ne diyeceksen de! Beni bekleyen bir karım var," dedi, göğüs kafesi yerinden çıkacak gibi heyecanlıydı.
"Abi, Ahmet ağamın yani sizin isteme gecesini kana bulayan kişileri bulduk," deyince Demir sürdüğü arabayı ani bir frenle durdurdu. Anı durdurduğu için arkadan gelen arabada sert bir şekilde arabanın arkasına çarptı.
"Siktir, böyle işin ben!" Demir, savrulan bedeniyle göğüs kafesini sert bir şekilde direksiyona çarptı.
"Demir, iyimisin abi? Ne oldu?" diye telaşlanan Bahadır’a elini göğüs kafesine koyup, "Kim? Kim yapmış?" diye sordu.
Bir kaç dakika önce heyecandan çarpan göğüs kafesi şimdi açıdan kasılıyor.
"Ruşen ve Sidar piçleri yaptırmış bu suikastı," dedi Bahadır bir çırpıda.
Demir sinir ve öfkeyle direksiyona birkaç yumruk vurdu. Gözlerinde ölüm vardı. Bunu onların yanına bırakacak bir adam değildi.
Aylardır babasının katillerini araştırıyor, sonunda bunun haberini almıştı. Ama olmayacak bir günde almıştı.
"Topla bütün adamları Urfa’ya! O siktiğim piçi öldürmeye gidiyoruz. Urfa’da onun soyunu koparıp leşini köpeklere yedirmezsem, babam da Demir Kara demesinler. Ben haberi Bozdağlar’a verip geliyorum," dedi telefonu kapattı.
"Kurban olduğum Allah’ım, madem nasip ettin, niye bir türlü kavuşmamıza izin vermiyorsun?" diye bir sitemde bulundu. Bir türlü evlenememiş durumdaydı. Bu durum iyice canını sıkmaya başlamıştı artık. Bu kez de olmazsa kolundan tutup yıldırım nikahı kıyma niyetindeydi.
Derin bir nefes alıp arkasında arabaya baktı dikiz aynasından. Ardından kapıyı açtı ve indi. Arkasında ona çarpan arabanın içindeki şoföre baktı. Çok şükür iyiydi; sadece arabasının ön tamponu pert olmuştu.
"İyimisin? Var mı bir şeyin?" diye sordu genç adama.
"Abi Allah aşkına, yolun ortasında ani fren yapılır mı? Ya daha kötü bir şey olsaydı?" dedi genç adam.
Demir omzuna dokundu. "Kusura bakma, bir haber aldım, onun için ani fren yaptım. Sen telefon numaranı ver, arabanın bütün masraflarını ben karşılarım," deyip genç delikanlıdan telefon numarasını aldı. Adamlarına haber verdiği gibi Bozdağ konağına sürdü arabasını.
Hızlı bir şekilde arabadan inip konağın kapısından içeri girdi. Adımları sert ve ateş saçıyordu. Göğüs kafesi merdivenleri hızlı çıktığı için patlayacak gibi inip kalkıyordu.
Salona varınca kapıyı sert bir şekilde açtı. Bozdağ ailesi eksiksiz kahvaltı masasında oturuyordu. Onu görünce ilk ayağa kalkan Hüseyin Ağa oldu. Onunla birlikte Siyam, Robar ve diğerleri kalkıp karşımda durdular.
"Hayırdır Demir? Bu ne hâl?" diye sordu Hüseyin Ağa. Ciğerleri nefes alıp vermesini zorlaştırıyordu.
Demir önce gözlerini Zelal’e çevirdi. O an büyük bir kıymık battı kalbine. Bir şey olduğunun farkındaydı. Zelal’i üzgün bakışlarını ondan çekip Hüseyin Ağa’ya baktı.
"Hüseyin Ağa, babam!" diyebildi. Kalbi sıkıştı, nefes alışı zorlaştı.
"Konuşsana oğlum, ne oldu?" Demir’e yaklaştı.
"Babamı, yani o suikasti yapan kişileri buldum," dedi.
Bir anda tüm nefesler kesildi.
"Kim? Kim yapmış?" Hüseyin Ağa güçlükle konuştu.
"Ruşen Ruvda ile Sidar Palo — onlar yapmış," dedi Demir. Hüseyin Ağa ve Siyam bir birine bakıp tekrar Demir’e döndü.
"İkisini Diyarbakır ve Urfa’ya gömeceğim. Şeriflerini siktirdiğim piçler," dedi. Hüseyin Ağa, Siyam, Robar ve Jehat hızlıca salondan çıktılar. Ardında Ayfer Hanım, Açela ve Dicle Demir’in yanından geçip dışarı çıktılar, eşlerinin peşinden.
Zelal ve Demir’in üzgün hali kaldı salonda. Demir başını omzuna yaslayıp kapıdan Zelal’e baktı, üzgün gözlerle.
"Üzgünüm," diyebildi kısık sesiyle.
Zelal birkaç adımda yanına vardı, yüzünü avuçları arasına alıp,
"Ne için?" Gözlerinin içine baktı, yüzünü avuçlarına yasladı.
"Böyle olmasını istemezdim. Gününü mahvetmek istemezdim ama!" dedi.
Başını hızla iki yana salladı Zelal, sözünü kesti ve
"İstemezdin, istemezdim. Ama olmuş; hem aylardır bize bunu yapanları arıyoruz. Üzgün değilim; hatta mutluyum. Babanın, babaannemin katillerini bulduk. Yeniden yaparız; yeter ki sen sağ salim bana dön," deyip ayak parmak uçlarından hafifçe yükselip dudağına küçük bir buse bıraktı.
Demir önce gözlerini yumup sonra aşkla Zelal’e baktı. Bu kız onun nefesi ve ölümü olacaktı.
"Kurd ji agir tê bûnî nabe."
(Kürt ateşten yaratılmıştır; yanmadan olmaz.) dedi Zelal.
"Neynokete Beşe Eze Bimrim."
(Tırnağına zarar gelse ben ölürüm) karşılık verdi Demir.
Alnından öptü.
"Bekle beni; seni telli duvağınla gelip alacağım. Seni canımdan çok seviyorum." Dudaklarından aklımı başından alan bir öpücükle Zelal’e bahşedip geri çekildi, son kez gözlerimin içine baktı.
"Bekle!"
"Sonsuza dek. Kalbimde, ruhumda sende," diyen Zelal’i arkasında bırakıp hızlıca çıktı konaktan.
Hüseyin Ağa, oğulları ve adamlarını aldığı gibi Diyarbakır’a yola çıktı. Demir ile birlikte ikisinin işini bitireceklerdi. Onlara büyük bir acı yaşatmışlardı. İki aileyi kana bulamış, canlarına kast etmişti Ruşen ve Sidar.
Onlar da onlara yaptıklarının cezasını keseceklerdi.
---
"Sikeceğim lan soyunuzu sopunuzu!" diye bağırdı Demir. Ruşen’i büyük bir çatışma sonrası ele geçirmiş ve Mardin’deki depoya getirmişti. Aynı şekilde Siyam da Sidar’ı Diyarbakır’da yakalayıp ensesinden tuttuğu gibi getirmişti.
Şimdi ikisini karşılarında, kollarından tavana asılmış zincirlere bağlamışlardı. Demir sert yumruğunu Sidar’ın karnına geçirdi.
"Babamı aldınız benden, orospu çocuğu. Yetmedi, en özel günümü kana buladınız!" Öfkeden deliye dönmüştü.
Hemen yanında duran Siyam’ın ondan farkı yoktu.
"Sizin yüzünüzden aylarca tekerlekli sandalyeye mahkum kaldım. Karımı sizin yüzünüzden terk ettim," deyip elindeki küçük çakıyı Ruşen’in koluna batırdı. Çığlıklar içinde bağıran adama hiç acımadı.
"İzin verseydiniz Mardin’e girmeye, biz de kalkışmazdık buna," diye bağırdı ağzı burnu kanlar içinde olan Sidar. Hüseyin Ağa, Robar, Jehat ve Demir’in kardeşi Devran biraz geride durmuş, onları izliyorlardı. Bu işi Demir ve Siyam’a bırakmıştı Hüseyin Ağa.
"Lan puşt, istediğin şey uyuşturucu ticareti! Buna sana yaptırır mıyım? O genç çocukların, kızların hayatlarını mahvetmenize izin verir miyim, amına koyduğum piç!" Çakıyı bu defa sol bacağına derin bir çizik attı.
"Ahhhh!" diyerek depo inledi acı dolu sesiyle.
"Seni ilk vurduğumda ölmeliydin," dedi Ruşen. "O Halfeti yolunda ölüp gebermen gerekiyordu." Karısını Halfeti’ye götürmüş, siyah güllerin arasında gezdirmişti Siyam. Dönüş yolunda ise bir kumpasa düşmüş, karısıyla birlikte kurşunların arasında kalmıştı.
"Sikerim seni lan! Yine canıma kast eden sen miydin?" deyip elindeki çakıyı Ruşen’in omzuna batırdı. "Geberteceğim ikinizi de; tozunuz bile kalmayacak toprakta. Lime lime edeceğim sizi, piç kuruları." Çakıyı göğsüne sapladı.
Demir de eline aldığı silahı önce Sidar’ın iki bacağından vurdu, Ruşen’in de iki koluna sıktı. İkisinin çığlıkları depoyu doldurdu.
Bir adım geri çekilen Demir ve Siyam eserlerinden gurur duyuyordu. Öfkeleri ise dinmek bilmiyordu.
"Dua edin! Beni bekleyen bir kına gecesi var. Yoksa ölümünüz bu kadar kolay olmayacaktı, sik kafalılar," dedi Demir. Silahı Ruşen’in alnının hizasına getirip tek kurşunla beynini patlattı.
"Diğer tarafta görüşürüz, orospu çocuğu," deyip aynı şekilde Sidar’ın alnına sıktı kurşunu Siyam.
Eline bir benzin bidonu alan Demir, iki leşin üzerine döküp geri çekildi. Eline çakmak aldı.
"Bir toz zerreniz kalmayacak dünyada, şerefini siktiklerim," deyip iki cesedi ateşe verip cayır cayır yanmalarını izlediler.
"Burayı temizleyin," diyen Hüseyin Ağa’ydı.
"Siz de üzerinizi değiştirip konağa gelin," deyip çıktı depodan. Gecenin on biri olmuştu, ama konakta kına merasimi devam ediyordu.
Demir’i beklemek isteyen Zelal, eline kına yaktırmamış, eğlencelerine devam ediyorlardı. Yakalayıp getirdiklerinin haberini kadınlara iletmiş ve kınayı ertelemeyip aynı şekilde devam etmelerini istemişti. Bu günü kimsenin bozmasını istemiyordu Demir.
Depodan hepsi çıkıp, gerisini adamlarına bıraktılar. Demir kendi arabasına, hemen yanına kardeşi Devran oturdu ve eve doğru sürdü arabayı. Hüseyin Ağa, Siyam ve Jehat Robar’ın sürdüğü arabaya bindiler. Bitmişti; sonunda ailesinin kanını akıtan kişilerin kanını akıtmış, rahat bir şekilde konağa doğru ilerliyorlardı.
---
Açela
Sabah aldığımız haberle canımız iyice sıkılmıştı. Yüreğim ağzımda atıyor, meraktan ölmek üzereydim. Kocam, babam, kaynım ve damadımız olacak adam sabahın erken saatinde konaktan elleri silahlarla çıkıp gitmişti. Saat akşamı bulmuştu.
"Siz eğlencenizi iptal etmeyin. Birkaç saate hep birlikte geleceğiz," diyen kocam, iyi olduklarını söylemişti. Zelal için gelen kuaför önce onu, ardından beni ve Dicle’yi hazırlamıştı.
Zelal benim gibi telaşlı, içi içini yediği gibi, bir sağa bir sola gidip geliyordu.
"Yeter Zelal, başımı döndürdün," diye çıkıştım. Zaten stresliyim; içimdeki çocuklar da sağ olsun, hiç durmuyorlar, nefesimi zorluyorlar.
"İptal etmeliydik, niye izin vermediler? Saat kaç oldu, hâlâ ne gelen var ne giden, meraktan ölüyorum," dedi üzerindeki yöresel kan kırmızı kaftanıyla. Uzun siyah saçları beline kadar sarkmış, siyah göz makyajıyla bir içim su gibi duruyordu. Başında da altından çok şık bir taç vardı. Buradaki kadınlar düğünlerde genelde abiyeden çok yöresel kaftanlar ve fistanlar giyiniyordu. Hepsi taşlı, ağır modellerdi.
Benim üzerimde ise aynı şekilde yöresel saks mavisi bir elbise vardı. Göğüs altıma taktığım altın kemerle tutturmuştum. Yöresel elbisemi, canım kocam seçip diktirmiş ve bana göndermişti. Ayfer Anne de sağ olsun, bir sürü altın getirip takmıştı.
"Sen bu evin gelini ve hanım ağasısın. Onun için bu altınları takman gerekiyor; herkese karşı 'ben buradayım', ağırlığını, gücünü göstermelisin," deyip takıp takıştırmıştı.
Karnım burnumda bir kuyumcu gibiydim.
"İyi olduklarını söylediler. Kocamla görüştüm, görüntülü ve gayet iyi durumdaydı. Şimdi daha fazla ne kendini ne de beni strese sokalım, kalkalım; misafirler bizi bekliyordur," elimi ona uzatıp kalkmama yardımcı olmasını istedim.
Ona uzattığım elimi oflayarak tutup kalkmama yardımcı oldu.
"Yenge, Allah aşkına, bu kadar altın niye taktın?" Sanki bilmiyormuş gibi bir de söyleniyordu.
"Sen de göreceğim birazdan. Şimdiden bir kilo altın var üzerinde." Sanki benden aşağı kalır yanı varmış gibi.
"Ben gelinim, ondan takmak mecburiyetindeyim," diye bıdı bıdı konuştu.
"Ben de hanım ağayım güzelim. Kocamın üzerinde olan gözleri altınlarımla kör etme niyetindeyim," dedim, şeytani gülümseyerek.
"Hatunum benim," deyip kıkırdadı, bende ona eşlik ettim.
Koluma girip birlikte odasından çıktık.
"Abin duymasın bana yürüdüğünü," kahkaha attı.
"Anında Demir'e yolcu eder beni."
Başımı iki yana salladım; özleyecektim ben bir tanecik görümcemi.
Aşağıdan kalabalık ve müziğin sesi birbirine karışmış şekilde duvarlara çarpıyordu.
"Gelin geliyor," diyen canım arkadaşım Duru’dan başkası değildi. Evet, artık oda buradaydı.
Benim çalıştığım hastaneye tayin istemişti ve kabul edilmişti. Beni bahane eden canım arkadaşımın asıl nedeni Seyhan’dan başkası değildi; Seyhan ile birlikte güzel bir ilişkiye başlamışlardı. Onlar adına çok mutluydum.
Birsen ve Deha, yaza doğru evleneceklerdi. İstemelerine ne yazık ki ben katılmamıştım. Birsen’i dedem ve nenemden istemişlerdi; ailesi olmadığı için dedem ve nenemden rica etmişlerdi. Göktuğ, benim yerime katılmış bir erkek kardeşi olarak görevi yapmıştı.
Asansörden ağır adımlarla çıkıp avluya Zelal ile birlikte geldik. O kadar kalabalıktı ki adım atacak yer yoktu. Duru elinde defle önde, hemen arkasında Zelal ve ben; bizim arkamızda genç kızlar ellerinde deflerle eşlik edip avlunun ortasına doğru ilerledik. Şarkı ise Kürtçe bir şarkıydı; anlamını çok bilmesem de kulağa çok hoş geliyordu. Rojda’dan / Lê Bukê.
Zılgıt ve çığlıklarla Zelal’i ortada duran tahta oturttuk. Ben geri çekildim; daha fazla ayakta durmayacağım için Zelal’in yanında duran diğer sandalyeye oturdum. Halay müziği çalmaya başlayınca etrafımızdaki kalabalık geri çekilip halaya durdular. Rengarenk yöresel elbiseleri ile avluyu ışıl ışıl parlatıyorlardı. Çok güzel bir görüntüydü. Düğünümde görmüştüm; ilk yöresel elbiseli kadın ve erkekleri. Erkekler de şalu-şap dedikleri bir takım giyiniyordu. Benim kocam da bu düğünde giyecekti. Onu o kıyafetle ilk kez görecektim; yüreğime indirmese iyiydi.
Ne giyerse zaten soluğumu kesmeye yetiyordu. Offf, canım kocamı çekti. Bir an önce gelseydi.
"Neye of çekiyorsun sen?" Hemen yanımda oturan Duru’ya baktım.
"Canım kocamı çekti," deyince, bizi duyan Zelal ile canım arkadaşım kıkır kıkır gülmeye başladı.
"Gören günlerdir görmüyorsun sanır," dedi gülüşünün arasında Duru. Omzumu silktim.
"Ne yapayım canım, çekti. Hemen gelmesi gereken durumlar var." Bende onlara eşlik ederek güldüm.
Aradan saatler geçti, artık kına zamanı gelmişti. Siyam arayıp on dakika burada olacaklarını söylemişti. Kızlar yukarı çıkıp kına hazırlığına geçtiler. Ben de bahçedeki sedire sırtımı yaslayıp yanımdaki yaşlı teyzelerle oturup sohbet etmeye başladım.
Hiç yorulmayan bir halay ekibi vardı. Geldiklerinden beri oturmayıp halay çekiyorlar; ne enerji varmış arkadaş, saatlerdir dönüp dolanıyorlardı.
Konağın kapısına sıralı şekilde araçlar durdu. Önde Hüseyin Baba, Siyam, Robar ve Jehat içeri girdiler. Tek başıma ayağa kalkamadığım için onların bana gelmesini bekledim. Hüseyin Baba ve kocam yanıma gelip oturdular.
Başımdan öpen Siyam,
"Nefes kesicisin güzelim. Çok yakışmış ve çok güzel olmuşsun," dedi. Dede ve şakağımdan öptü. Herkesin içinde öpünce ister istemez utanmıştım.
"Çok şükür iyisiniz," dedim, yüzüne baktım.
"Düşünme bunları; nasılsın? Çok yormadın kendini dimi?" Eliyle yüzüme gelen saçları kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Yorulmadım. Ama biraz daha gelmeseydin kocam da kocam diye bağırabilirdim," dediğimde gülerek eğilip yanağımdan öptü.
"Kurban olsun kocan sana. Canın mı çekti?" Nasılda biliyor karısını, şebek kocam.
"Tahmin edemeyeceğin kadar çok," dedim.
"Ben de fazla değil." Elini belime koydu, kendine doğru çekti.
Biz kendi aramızda konuşurken müzik değişti. Demir, üzerinde lacivert takım elbise ve beyaz gömleğiyle çok şık ve karizmatik bir şekilde ağır adımlarla giriş yaptı. Zelal de önünde, yine canım arkadaşım Duru kına tepsisini taşırken avluya girdi.
Demir, nefesi kesilmiş, büyülenmiş gözlerle Zelal’e doğru yürüdü. Tam karşısında durup kolunu uzattı. Onlar kol kola gelince müzik de onlara göre hareketli bir şekilde çalmaya başladı. Zılgıt ve çığlıklar, önlerinde mendil sallayan yöresel giyinmiş kadınlar oynayarak eşlik ettiler. Azad Bedran / Ki Zava çalıyordu. Şarkıda ki “Bukê” deyince hep bir ağızdan “Zelal ki Zavâ” deyince “Demir” diye bağırıyorlardı.
Uzun zamandır bu kadar eğlenip gülmemiştim. Onlar oturana kadar şarkıyı hep bir ağızdan eşlik ediyorlardı. Zelal ve Demir’e hayranlıkla bakıyordum.
Ne zaman oturmaya başladılar, şarkı yerini duygusal bir müziğe bıraktı. Zelal’in başına kırmızı tül bıraktılar. Demir’in omzuna yeşil bir tül. Yan yana oturup canlanan müziğe diğer misafirler kol kola girip sallanarak eşlik ettiler.
Şarkı “Rojda – Hinê Binin”. Şarkının sözleri öyle duygusaldı ki anında göz yaşlarım akmıştı. Belime sıkıca sarılan kocama başımı omzuna yasladım. Başıma öpücük kondurup şarkıyı tercüme etmeye başladı:
Hinê bînin li teştê kin
Şîr û şerbetê çêkin
Kevçî bi kevî rûn lêkin
Bînin li destê zavê kin
Bînin li serê bûkê kin
Kınayı getirin leğene koyun
Süt ve şerbet yapın
Kınayı kaşık kaşık yapın
Getirip damadın eline sürün
Getirip gelinin başına sürün
Kınayı benim yakmamı istediklerinde eğilemediğim için beni maruz görüp Demir’in halası yaktı. Zelal’in avuçlarına iki tam altın koydu.
Şarika bûkê heftreng e
Dayê rabe dereng e
Dawet hatî ber derî
Dawet hatî ber malê
Bîhna zavê pir teng e
Bîhna bûkê pir teng e
Gelinin duvağı yedi renklidir
Anne kalk vakit geçtir
Düğün gelmiştir kapıya
Düğün gelmiştir evin yanına
Damadın canı sıkılır
Gelinin canı sıkılır
Berbû hatin bermalê
Rabe bûka delalê
Ha dîlan dîlan dîlan
Stran dîlan û lîlan
Çi bûkekî delal e
Zava bû xwedî malê
Düğün alayı gelmiştir kapıya
Kalk güzel gelin
Ha düğün düğün düğün
Şarkı, zılgıt ve düğün
Nede güzel bir gelindir
Damat artık ev reisidir
En son Demir’in parmağına da sürüldü ve yüz dolar sarıp kalktı halası. Önce Demir’in başında, sonra Zelal’in başından öpüp dualar okudu.
Zelal annesine sıkıca sarılıp göz yaşı döktü. Bir süre kimse karışmadı onlara. Kızının evinde son gecesiydi; kanatlanıp uçuyordu yuvasından, kendine kuracağı yeni yuvasına.
Siyam, "Biraz daha ağlarsan yıkarım burayı," deyip göz yaşlarımı sildi. Başıma bir öpücük kondurdu.
"Döktüğün göz yaşında boğulurum." Alnımdan öptü. Ayfer anne ve Zelal birbirinden ayrıldılar.
Demir, Zelal’in duvağını kaldırıp yüzünü avuçları arasına aldı ve alnından öptü.
"Tu bixêr hatî dilemin." (Hoş geldin kalbim) dedi.
Göz yaşlarını silip birlikte ayağa kalktılar. Çalan şarkıyla karşılıklı oynamaya başladılar. Gözüm köşede duran Hüseyin Baba ve Ayfer Anne’ye takıldı. Kollarını birbirine dolayıp sulu gözlerle kızlarının gidişini izliyorlardı.
Herkes oyundan sonra yeniden halaya geçince, ayakta daha fazla durmadan kocamla kayın babam ve validemin yanına geçip halay çeken, eğlenen insanları izledik. Zelal ve Demir halay başına geçmiş oynuyorlardı. Robar, Leyla, Jehat, Dicle onlarda oynuyordu.
Kocam başımdan öpüp ayağa kalktı. Bana göz kırpıp tüm heybetiyle, en karizmatik haliyle halay başı çeken kız kardeşi Zelal’in elinden aldı ve mendili başı çekmeye başladı. Öyle yakışıklıydı ki kocam; kıskançlıktan şuan doğurabilirdim.
Ben halay maalesef çekemiyor olduğum için kocama eşlik edemedim. Halay başı bir insana bu kadar mı yakışırdı! İç çeke çeke kocamı ve kardeşlerini izledim. Saatler ilerleyip yavaş yavaş konak boşalmaya başladı.
Kendimi yorgunlukla yatağıma attım. Üstümü çıkarıp kocamla duş almış, yatağa geçmiştik. Ona sıkıca sarılıp gözlerim anında kapanıp uykuya daldım. Çok yorulmuştum. Yarın daha yorucu bir gün bekliyordu bizi ve umarım doğurmam.
Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
Düğünümüz haftaya kaldı.
finale doğru ilerliyoruz.
Dediğim gibi önce Zümrüdüanka dan olan Aslan ve Asel'in hikayesi gelecek.
askeri kurgudur okuyanlar az çok biliyordur.
Ardından Zelal ve Demir’in kitabı gelecek böyle yavaş yavaş ilerleyeceğiz.
bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.01k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |