
MERHABALAR SEVGİLİ OKURLARIM.
SİZE YENİ BÖLÜMLE GELDİM.
OKUYUP OY VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEZSENİZ SEVİNİRİM.
HATALARIM VAR İSE AFFOLA.
KEYİFLİ OKUMALAR
ŞARKILAR/
AZAD BEDRAN/ÇAVÊNTE WELATÊMİNE
AHMET KAYA/YAZMALI GELİN
GÖZLERİN MEMLEKETİM
Güneş, yeni bir güne ve yeni bir hayata doğuyordu. Kimisi bu güne mutlulukla uyanıyor, kimisi üzgün bir şekilde… Ama herkes için doğuyordu o güneş.
Bozdağ Konağı sessiz bir hüzne bürünmüştü. Konağın neşesi, tek kızları, bugün beyazlar içinde bir peri gibi konaktan süzülüp gidiyordu.
Hüseyin Ağa, geceyi canından çok sevdiği, biricik kıymetlisiyle geçirmişti. Baba yüreği, bu ayrılığa bugün hiç hazır değildi. Hiçbir zaman da olmayacaktı. İmkanı olsa, dibinden bir saniye bile ayrılmasına izin vermez, dizinin dibinde, kollarının arasında yaşatırdı.
Ne yazık ki kıymetlisini bugün kendi elleriyle başkasına emanet edecekti. Gözleri dolu halde sıkıca sarıldı, kollarında uyuyan Zelal’ine. Başına sayısız öpücük kondurdu, sarıp sarmaladı.
Ağaydı, aşiret lideriydi… Ama her şeyden önce babaydı. Kızının biricik aşkı, dağı, varı yoğuydu. Kısık sesiyle konuşmaya başladı:
“Senin ilk haberini aldığımda, içime doğmuştu kız olacağın. Dört oğlum vardı belki ama içim hep bir kız babası olmak için çarpıyordu. Doğana kadar cinsiyetini öğrenmek istemedim. Anana da ‘doğuma kadar öğrenmeyeceksin’ diye diretmiş, öğrenmemiştik. Ne zaman seni doğurup kucağıma verdiler, işte o gün ilk kez gözyaşı döktüm.
Oğullarım vardı, çocuk hasretim yoktu belki ama asla ayırım yapmadım. Ta ki sen doğup o minik yüzünle, kömür karası gözlerinle bana bakana dek... İşte o vakit anladım; kız evlat bambaşka bir şeymiş.”
Babası konuşurken Zelal, gözlerini kapalı şekilde sessizce dinliyordu. Gözlerini açsa hüngür hüngür ağlayacağını biliyordu, bu yüzden açmaya cesaret edemedi.
İpek gibi saçlarını okşayan babası bir kez daha öptü saçlarından. Gül kokardı kızı; kadife gül gibi...
“Şimdi büyüyüp başka ele, başka eve, kendi yuvana gidiyorsun. Bu baba, seni vermeye nasıl dayansın? Zelal’im, kıymetlim, canımın yarısı, babasının bir tanesi... Mutlu ol. Sen bu evden sadece gidiyorsun. Elim hep üzerinde; arkanda dağ gibi baban olduğunu unutma.”
Zelal daha fazla dayanamadı, gözyaşlarını döktü, kollarını babasına doladı. “Kurban olurum ben sana, babam!” deyip hıçkırarak ağlamaya başladı.
Hüseyin Ağa, kızını göğsüne çekip başından öptü. “Baban kurban olsun sana,” dedi. Dolan gözlerini kızından saklamaya çalıştı.
“İyi ki benim babamsın. Senin gibi bir babam olduğu için çok şanslıyım,” deyip kollarından yavaşça ayrıldı.
İkisi de kendini toparlayıp yatakta oturur hâle geldiler. Hüseyin Ağa, Zelal’in başını avuçları arasına alıp alnından öptü. “İyi ki benim kızımsın. Bir kere olsun beni üzmedin, saygıda kusur etmedin, kendine laf getirtmedin. Seninle gurur duyuyorum. Bil ki bu baban, her zaman senin yanında.” Sıkıca sarıldı kızına.
O sırada odanın kapısı açıldı. İçeri sırasıyla Ayfer Hanım, oğulları ve gelinleri girdi. Baba-kızı sarılmış gören aile fertleri hem gururlu hem hüzünlüydü.
“Ooohooo, siz şimdiden ağlamaya başlamışsınız!” dedi Açela. Ama içeri girer girmez o da ağlamaya başlamıştı.
Siyam, karısının belinden tutup sırtını göğsüne yasladı. Elini karnına koyup boynuna sokuldu. “Biraz daha ağlarsan seni bu odada değil, konaktan kaçırıp düğüne götürmem,” diye tatlı bir tehditte bulundu.
“Ama görmüyor musun, nasıl duygusal ve güzeller?” dedi Açela burnunu çekerek.
“Ya yenge!” dedi Zelal, babasından ayrılıp yataktan kalkarken. Yengesine doğru yürüyüp karnının izin verdiği kadar sarıldı.
Siyam, kız kardeşine ve karısına kollarını doladı, başlarına birer öpücük bıraktı. “Siyam kurban olsun size.”
Açela ve Zelal aynı anda “Seni çok seviyorum,” dediler — biri “kocam”, biri “abim” diye ekleyerek. Siyam da ikisinin yanaklarından öptü.
Zelal, ardından Robar’a sıkıca sarıldı. “Kıymetlim, mutlu ol. Biz her zaman yanındayız,” dedi Robar saçlarını öperken.
“Siz de iyi ki varsınız. Sizin sayenizde güçlü bir kadın olarak çıkıyorum bu konaktan. Bir gün olsun sevginizi, desteğinizi eksik etmediniz,” dedi Zelal, abisinin yanağından öperek.
Sonra Jehat’ın yanına gidip ona da sarıldı. “Özür dilerim,” dedi Jehat.
“Mutlu ol abi, özür dileyip durma. Olan oldu, geri döndüremeyiz.”
Üzgün gözlerle bakan Dicle’ye de sarılmayı unutmadı.
Son olarak annesine döndü. Gözyaşlarını tutamayan Ayfer Hanım, kızına sıkıca sarıldı. Öptü, kokladı. Tekrar tekrar öpüp kokladı.
“Beni affet kızım. İstediğin gibi bir anne olamadım ama bilmeni isterim ki seni canımdan çok seviyorum. Tırnağına zarar gelse ilk benim canım yanar. Azad’ımdan sonra hiçbirinize doğru dürüst annelik yapamadım. Geç de olsa anladım, sizi eksik bıraktığımı…” deyip Zelal’in boynuna sokuldu. Anne-kız hıçkırarak ağladılar.
Onlara Açela’nın durmak bilmeyen gözyaşları eşlik etti. Buna Dicle ve Jehat da eklenince bütün aile birbirine sarılıp ağladı.
Sevgi, aileyi bir arada tutandı. Pişmanlıklar, acılar yaşansa da sevgiyle her şey iyileşirdi. Yeter ki insan hatasını bilip affetmeyi öğrenmeliydi.
Bozdağ ailesi kayıplarla, ama yeni katılanlarla büyümeye devam ediyor, dimdik ayakta duruyordu.
****
Açela
Sabah kahvaltıdan sonra her şey çok hızlı gelişti. Dört bir tarafta koşuşturan insanlar konağı ele geçirmişti. Bu tempoya koca karnımla ayak uydurmak yeterince zorluyordu.
Kuaför kız saçımı ve makyajımı bitirdikten sonra Zelal’in son rötuşlarını halletmeye geçti. Bir içim su gibiydi; yüzü, makyajı, saçları… Onu gören herkes bir kez daha bakmak zorunda kalıyordu.
Ben oturduğum yerden güç bela kalkıp giyinmek için kendi odama gitmeye başladım. Zelal’in odasında hazırlıklar yapılıyordu. Ben de onun odasında saçımı ve makyajımı yaptırmıştım.
Zelal’in başından öptüm.
“Üzerimi giyinip geliyorum,” dedim.
Arkasında durup gözlerimizi aynada buluşturdum.
“Tamam yenge, çok yorma kendini. Düğün günümde doğurmanı istemeyiz,” dedi.
Gözlerimi devirerek omzuna küçük bir fiske vurdum.
“Eğer ayımda olsaydım bunu düşünebilirdim,” deyip ikimiz de kıkırdadık.
Onu arkamda, kuaför bayana ve makyöze bırakıp odasından çıktım.
Kendi odama vardığımda nefes nefeseydim.
Hamilelik, güzel olduğu kadar zor işti.
Odaya girdiğimde kocam banyodan çıkıyordu. Beline doladığı siyah havluyla odaya giriş yaptığı an gözleri, kapının önünde duran beni buldu. Islak saçları alnına dökülmüştü, minik su damlaları akıp kaslı vücuduna süzülüyordu.
Boynundan göğüslerine, karın kaslarına ve en son adonis kaslarına kadar gözlerim gezindi. Karşımdaki manzarayı görünce yutkunmak zorunda kaldım.
Aynı şekilde Siyam da beni baştan aşağı süzdü. Üzerimde uzun beyaz bir sabahlık vardı. Saçımı ve makyajımı yaptıktan sonra giyineceğim için öylece Zelal’in odasına geçmiştim.
Kuaför kızlar odama gelip hazırlayabileceklerini söyleseler de izin vermemiştim. Odamda başka insanları, hele kadınları görmek istemiyordum. Bu konuda biraz kıskanç olabilirim. Hem mahremiyet denen bir şey var. Bizim özelimiz olan bir yerde başkasına yer yok.
Beni süzen kocam, kararmış gözleriyle birkaç adımda yanımda bitti. Ne olduğunu anlamadan dudakları dudaklarımı esir aldı; elini belime atmıştı.
Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. Geri çekilmeme izin vermeden sert şekilde dudaklarımı sömürmeye başladığında dudaklarımdan cılız bir inleme koptu.
Karşılık vermeme bile fırsat bırakmıyordu. Öpüşü, aklımı oynatmaya yetecek kadar güzeldi. Dudaklarımı sert diliyle aralayıp bir yılan gibi içeriye sızdı.
Tadı tadıma karıştı. Ellerimi kaldırıp çıplak omzuna, oradan boynuna dolamaya çalıştım ama ne yazık ki koca karnım buna engel oldu. Omzundan kollarına doğru tırnaklarımı bastırdım.
Bu hareketime karşılık büyük bir açlıkla beni tüketmeye başladı. Sanırsın yıllardır hasret kalmış gibi öpüyor, nefesimi kesiyordu.
Nefes nefese geri çekilmek zorunda kaldım. Uzaklaşmama izin vermeden alnını alnıma yasladı.
“Çok güzel olmuşsun ve bu halin beni çıldırtıyor,” dedi nefesi kesik kesik.
Gözlerimin içine öyle bir aşkla, tutkuyla baktığında bütün dengem şaşıyor, kalbimin ritmini her defasında bozuyor, sevgisine kapılıyordum.
Bazen ona karşı olan sevgim, tutkum beni korkutmuyor değil. Onun olmadığı bir an nasıl nefes alır, yaşarım bilmiyorum ve bu durumdan ister istemez korkuyorum.
“Sevgin bazen aklımı oynatacak, soluğumu kesecek gibi hissettiriyor. Bu delilik, bu sevginin bile üstü,” dedim.
“Deliliğim seninle olsun, soluğum da seninle kesilsin. Yeter ki yanımda ol. Baktığım yerde, soluduğum solukta sen ol. Nefesin, nefesim olsun.” Dudaklarıma küçük bir buse bıraktı.
“Ayrıca bu kadar güzel olma; seni bu odadan çıkarmama gibi düşünceler oluşuyor.” Geri çekilip bir adım geri gitti. “Bir hamilelik bu kadar mı yakışır? Aklımı başımdan alıyorsun, doktor hanım.”
Beni süzmeye devam etti. Çıplak göğsü şiddetli bir şekilde inip kalkıyordu.
“Karşımda biraz daha çıplak durursan her an başka bir konumda bulunabiliriz, Siyam Bey,” dedim. Zaten rujumu dağıtmış, hatta yemiş bile olabilirdi. Çünkü onun dudaklarında benim kırmızı rujumun izleri vardı.
“Buna asla hayır demem. Karımı sevip sevilmeye ihtiyacım var,” dedi bir adım yaklaşıp. Ama elimi göğsüne koydum.
“Dur durduğun yerde, zaten makyajımı mahvettin. Rujum her yerine bulaşmış.”
Elini, göğsünde duran elimin üzerine koyup parmaklarıyla sıktı.
“Seni böyle eşsiz bir güzellikle bulmak ve o kırmızı ruju sürüp beni tahrik etmen sadece senin suçun. Bu kadar güzel ve seksi olman tutkuyla beni sana çekiyor.”
Başımı tebessümle sağa sola salladım.
“İflah olmaz arsız adamın tekisin,” dedim.
“Ve sen bu adamı çok seviyorsun.”
“Ölesiye hem de,” deyip dudağına bir buse bırakıp geri çekildim.
“Üzerimizi giyinelim kocam, ayakta durmak beni yoruyor,” deyip giyinme odasına geçmeden önce yüzümdeki kırmızı rujun izlerini sildim. Çok şükür fazla dağılmamıştı; kaliteli rujum parasını sonuna kadar hak etmişti.
Islak mendille önce kendi dudağımı ardından Siyam’ın dudağını sildim. Giyinme odasına geçtik. Bugün yine yöresel elbise giyecektim ve kocam da üzerine aynı şekilde yöresel bir takım giyecekti.
Ben siyah taşlarla dizili, iki parçadan oluşan salaş bir kaftan giyindim. Siyam da siyah yöresel elbisesini giyip beline bilmem kaç metre bir kuşak bağladı. İçinde o kadar yakışıklı duruyordu ki ona baktıkça nefesim kesiliyordu.

Çok yakışıklı ve karizması olan bir kocam olduğunu daha önce söylemiştim, değil mi?
Yöresel elbisemin üzerine yine altın bir kemer taktım. Kollarımın dirseklerine kadar çıkardığım elbisenin uçlarına kol takılarını taktım. Saçlarımı su dalgası modelinde yapmıştım.
Boynuma zincir ve bir akıtma set taktım. Hazır bir şekilde aynanın karşısına geçtim. Az önce rujumu öperek yiyen kocam yüzünden yeniden sürdüm.
Parfümümü de boynuma sıktım. Aynaya baktığımda kendimi tam bir aşiret gelini olarak görüyordum. Bu halime eskiden olsa dalga geçer, gülerdim. Şimdi ise bu halim ayrı bir güzel duruyordu.
Siyam aynaya yaklaşıp yanımda durdu. Elinde bir kutu vardı. Kutuyu açıp,
“Bir eksiğin var; nazar boncuğun, gözlerin ama bunu da takalım,” deyip kutudan çıkardığı altın saç tokasını saçımın sol tarafına taktı. Ardından şakağıma bir öpücük kondurdu.
“Şimdi hazır oldun işte,” dedi. Gözleri, bir mücevhermişim gibi hayran hayrandı.
“Teşekkür ederim hediyen için,” dedim ve yanağından öptüm. Rujum iz bırakmadığı için mutluydum.
İkimiz de aynada çok güzel görünüyorduk. Bir yapbozun parçası gibi birbirimizi tamamlıyorduk.
Dışarıdan duyulan seslerle ikimiz de odadan çıktık. Gelinini almaya gelmişti Demir.
Davullar, zılgıtlar, müzik sesleri kalabalığın coşkusuna coşku katıyordu. Hep birlikte salona geçtik. Zelal’in beline kemer takıp evden veda edecekti.
İçerisi oldukça kalabalıktı. Zelal baş köşede durmuş, babasına sulu gözlerle bakıyordu. Ama Siyam elinde kırmızı kurdeleyle ilk o gitti yanına. Beline üç kez açıp bağladı kurdeleyi.
Yüzünü avuçları arasına alıp alnından öptü.
“Kıymetlim, mutluluğun mutluluğumuz; bunu sakın unutma. Evinin kapısı her zaman açık,” deyip sıkıca sarıldı.
Ardından Robar, Jehat, Ayfer Ana, ben ve Dicle sarıldık.
En son Hüseyin Baba gelip kızının önünde durdu. Hemen yanında Demir, siyah damatlığının içinde çok yakışıklı bir şekilde dimdik duruyordu. Elleri önünde birleşmiş, baba-kıza bakıyordu.
“Bu hayatta senden kıymetlisi yok. Kendi yolunu çiziyor ve o yola adım adım ilerliyorsun. Senin her zaman arkanda dağ gibi duran baban ve ailen var. Bu evlilikte kocanı say, sev aynı şekilde sende kızımı say sev. Saygınızı asla yitirmeyin." Dediğinde hepimiz ağlıyorduk.
Zelal’in alnından öpüp sıkıca sarıldı ve duvağını örttü. Zelal’in elini Demir'in avucuna bıraktı. "Benim kıymetlim degerlim bu saatten sonra önce Allaha sonra sana emanet. Kırıp üzme bu evde onu yaşatmadım kızıma sende yaşatıp göz yaşı döktürtme. Emanetimi emanetin bil." Dedi.
"Kıymetlin,kıymetlim değerlin değerlim, emanetin emanetim." Deyip Zelal’in kolunu koluna dolayıp zılgıtlarla konaktan çıktılar. Gelin konvoyu bitmek bilmeyen türdendi.
********
Davetliler, en şık halleriyle salonu doldurmuş bir şekilde gelin ve damadın girişini bekliyorlardı. Öncelikle yemek servisi yapmışlardı. Bu tempoda o kadar yorulmuş ve acıkmıştım ki önüme konulan iki porsiyon et kavurma, pilav ve içli köfte yiyordum.
Yanımda oturan Duru ve Leyla bana bir yamyammışım gibi bakıyorlardı. Ağzıma attığım içli köfteyle onlara baktım.
"Ne bakıyorsunuz öyle?" Ağzım dolu olduğu için sesim boğuk çıktı.
"Yemene karışmıyoruz canım ama biraz yavaş mı yesen? Boğulacaksın diye korkuyorum." diyen sarışın arkadaşıma göz devirdim. Yüzüne bakarak içli köftemden bir ısırık daha aldım.
Kim yapmışsa, eline sağlık, çok lezzetli olmuş.
"Açela, yavaş kız! Bu gidişle ya boğulur ya doğurursun." dedi canım elti adayım. İsteme işlerine çomak soktum ya, o ve canım kaynım beni ne zaman görseler laf sokmaktan geri kalmıyorlardı.
Bana ne, bu halimle her şeyden geri kalıyordum. Yürüyemiyor, alışverişte hemen yoruluyor, beni yarı yolda bırakıp onlar devam ediyordu.
"Çok üstüme geliyorsunuz ama!" Elimdeki köfteyi tabağa sert bir şekilde bıraktım. İkisini öldürecek gibi baktım. Hemen etrafıma bakındım çünkü kocamı arıyordum. Bunlar arkadaş değil, düşman olmuş başıma.
"Ye Allah aşkına ye! Kocanı başımıza bela etme." diyen Duru'yu bir süzdüm. Üzerine gözlerinin yeşilinin aynısı bir saten elbise giymiş, boynunda pahalı bir parça olan şık bir kolye vardı. Gözlerimi kısıp kolyeye baktım. İçinde minik yeşil taşlar vardı.
"Boynundaki ne ayak, Duru hanım?" diye göz kırptım. Eli anında boynuna gitti. Ardından bakışlarını benden kaçıran arkadaşımın yanakları al al oldu. Bingo! Tam da tahmin ettiğim gibi, bu bir hediyeydi.
"Şey... Bugün Seyhan hediye etti, yeni yıl hediyesi diye." diye bir açıklamada bulundu.
"Çok zevkliymiş, beğendim. Ne durumdasınız?" diye sordum. Onun iş yoğunluğu, benim hamilelik hâlimle görüşemez olmuştuk. Onun için son gelişmelerden haberim yoktu.
"İyi gibiyiz. Bazen kavga ediyor, bazen hiçbir şey yokmuş gibi kaldığımız yerden devam ediyoruz. İki zıt kutubuz, düşüncelerimiz çoğu zaman çakışıyor, yine de ortak bir noktada buluşuyoruz." Tabağındaki pilavdan bir çatal attı ağzına.
"Seyhan iyi bir adam. Sizi tanıştırdığım gün aranızdaki çekim fark edilmeyecek gibi değildi. Bence sen ve Seyhan, duygularınızı fark edene kadar hatta nasıl oluştuğunu bile anlamadınız. İkiniz yan yana çok iyi görünüyorsunuz. Mutlu ol güzelim, seviyorsan uzak durma." dedim. Dudakları kıvrıldı, elini uzatıp benim elimi sıkıca tuttu.
"İyi ki varsın."
"Sen de canımın içi." dediğimde salondaki atmosfer değişti. Işıklar kapatıldı. Dışarıda kar yağıyordu ve yılın ilk karı, yılbaşı gecesi, Zelal ile Demir'in düğününde yağıyordu.
Bu soğukta evlenilir mi be! Kapalı yer olmasaydı, götümüz donardı. Ateşleri bir yerlerine vurmuştu yahu.
Girişte, önlerinde davul çalan erkek bir grup ve ellerinde def olan kızlardan oluşan beyaz elbiseli grup, şarkı eşliğinde salona giriş yaptılar.
Sağ ve solda koridor oluşturan gençlerin arasından el ele gelen Zelal ve Demir göz kamaştırıyor, aşırı güzel duruyorlardı. Zelal'in gelinliği çok kabarık olmayan prenses modeldi. Tıpkı gelinliği gibi, kendisi de bir kuğu misali Demir ile salonun ortasına geldi.
İlk dansları için müzikleri Kürtçe bir şarkıydı: Azad Bedran – Çavênte Welatêmine.
Oturduğum yerden onları izlerken omzuma konan ellerin sahibine baktım. Aşık olduğum çehresiyle bana bakıp bir gözünü kırptı. Ardından başımın üzerine öpücük kondurdu.
Salonun ortasında dans eden ikilinin üzerindeydi tüm gözler. Kimisi hayranlıkla, kimisi kıskançlıkla bakıyordu.
Kocam yanıma oturup duyabileceğim şekilde şarkıyı tercüme etti. Bu huyunu çok seviyordum. Onun sayesinde asla yabancılık çekmiyor, onun anlatımıyla daha duygulu oluyordu. Her söz, her cümle...
---
Çavênte Welatêmine
Nizаnim tê kengî bê
Ji şengаlê bide rê
Ev dil e derwêşê te
Evîn tenê li te tê .
Siwаré hespê boz be.
Siwаr be li hespê boz
Li bendа te me delаlê.
Gözlerin benim vatanımdır,
Bilmem, ne zaman gelir
Şengal’den yola çık,
Bu gönül senin dervişindir,
Aşk sadece sende var.
Keşke boz atın binicisi olsam,
Binsem o boz ata,
Senin yolunda olayım, ey güzelim.
Çavên te welatê min e.
Porên te jî аlа min e.
Destên te аxа min e.
Ez jî fedаiyê te.
Gözlerin benim vatanım,
Saçların da bayrağım,
Ellerin toprağım,
Ben de senin fedainim.
Zаnim tu bi şev werî .
Li bin bаrаnа dojehî
Di nаv tаrî û zifirî
Pê’l dozdeh ên suwаrî
Were delаlê were
Hesrаtа hezаr sаlî
Bilirim, geceleyin gelirsin,
Cehennem yağmurlarının altında,
Karanlığın ve sisin içinde,
On iki bin atlıyla birlikte,
Gel ey güzel, gel,
Bin yıllık hasreti giderelim.
---
Şarkı o kadar güzel ve içtendi ki gözyaşlarım istem dışı aktı. Hepsi bu hormonlarımın suçu. Burnumu çekince Siyam kollarını belime dolayıp karnımı okşadı ve şakağımdan öptü.
"Düğünde de ağlanmaz be güzelim." Benimle dalga geçiyordu.
"Sanki ben isteyerek ağlıyorum, hepsi senin çocuklarının yüzünden! Bütün hormonlarımı alt üst ettiler." deyince, erkeksi bir şekilde kendini boynuma gömüp güldü.
Ben burada ağlıyorum ama beyimiz gülüyordu. Boynuma bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi.
Geri çekilince halay çeken insanlara baktık. Zelal ve Demir, şarkıdan sonra yerlerine geçip oturmuşlardı. Duru ve Leyla, Zelal’in yanına geçmiş, bu süreçte ona yardım ediyorlardı. Benim yapamadığım sorumluluk onlara kalmıştı.
Saatler ilerledi ama halay çeken insanlar azalmak yerine daha da çoğaldı.
Karşıda Hüseyin baba, Siyam’a ve diğer oğullarına bir baş hareketi yaptı. Hepsi birlikte kalkınca onlara sadece bakmak durumunda kaldım. Kayınvalidem yanıma oturdu. Benimle birlikte ne yapacaklarını izlemeye başladı.
Hüseyin baba, Zelal’in elinden tutup onu düğün alayına getirdi. Mendili eline verdiği gibi boşta olan eline girdi. Yanında Demir, Siyam, Robar, Jehat, Devran... İki ailenin erkekleri halayın başını tuttular. Maşallahları vardı.
Bütün erkekler yöresel elbise giymişti. Demir ve Hüseyin baba sadece takım elbise giymişti üzerlerinde. Bütün düğün alayındaki genç yaşlı kadınlar onlara bakıp iç çekiyordu. Buna ben de dahilim ama kıskanç yanım ağır basınca koca göbeğime bakmadan kocam ve Robar'ın eline girdim. Benim girmemle Leyla, Duru, Dicle ve kuzenleri de girmişti oyuna.
Birbirimize bakıp gülerek halayı birkaç tur attık. Bugün yeni bir yıla giriyorduk ve hepimizin yüzünde mutlu bir gülümseme vardı.
Demir oyundan çıkıp orkestranın yanına ilerledi. Birkaç saniye solistin kulağına bir şeyler söyledikten sonra geri geldi. Onunla müzik susmuş, halay çekenler bir kenara çekilmişti. Zelal’in elinden tutup salonun ortasına getirdi.
Tüm gözler onların üzerindeydi. Ne yapacaklarını merakla bekliyorduk. Çünkü böyle bir durumdan benim de haberim yoktu.
Vay sen küçük görümceme bak!
Zelal ve Demir karşılıklı durup müziğin çalmasıyla kollarını havaya kaldırdılar.
Ahmet Kaya – Yazmalı Gelin
Şarkının sözleriyle ağır ağır yürüyerek birbirlerine bakıyorlardı. Demir'in kolları bir kartal gibi açılmış, Zelal ise elinde mendil ile zarif hareketlerle bir daire çiziyordu.
Demir, Zelal'in gözlerinin içine bakarak hem söylüyor hem oynuyordu:
"Yazmam yazmalı gelin,
Gözler sürmeli gelin,
Dağa taşa asumana
Adın yazmalı gelin."
Zelal yerinde durup Demir'in ona yaklaşmasını bekledi. Bir adım kala durdu. Demir, Zelal'in etrafında bir bacağını kırarak döndü. Tekrar yüz yüze gelince bu defa Demir durdu, Zelal zarif bir şekilde dönmeye başladı. Gözlerini bir an Demir'in gözlerinden ayırmadan...
"Yazmalı gelin yaz mene,
Bir bahar bir yaz mene,
Aşkından deli oldum,
Gel etme bunca naz mene.
Yazmalı gelin, yazmalı..."
Karşılıklı durup ikisi de geri geri adım attılar. Tekrar bir daire şeklinde birbirlerine bakarak dönüp durdular.
Zelal ağır adımlarla Demir'in karşısında durup dip dibe dönmeye başladılar.
O kadar güzel oynuyorlardı ki oturup saatlerce onları izleyebilirdim.
Zelal sırtını dönüp Demir'in göğsüne yaslayıp bir tur da öyle döndüler.
Birbirlerinden ayrılıp yeniden karşılıklı durdular. Demir ağır ağır eğilip bir dizinin üzerine çöktü.
Zelal’den bir an olsun bakışlarını ayırmadan şarkının sözlerini söyledi:
"Men sözümden dönersem,
Kır kolumu kanadımı,
Kır kolumu kanadımı,
Men sözümden dönersem,
Kır kolumu kanadımı,
Kır kolumu kanadımı..."
"Yazmalı gelin yaz mene,
Bir bahar bir yaz mene..."
Elini önce yere, sonra kalbine ve en sonda alnına koyup ayağa kalktı. Zelal'e yaklaşıp alnından öptü. Şarkının bitimiyle Zelal ve Demir oyununa son verdiği an salonda büyük bir alkış koptu.
Onlar adına o kadar mutluydum ki onlara baktıkça ağlayasım geliyordu.
Onlar yeni hayatlarına, yeni yıla evli olarak girmişlerdi. İlk adımlarını bu gece atıyor olmanın mutluluğuyla hepimiz yavaş yavaş onları yolcu ediyorduk.
Onlar yeni hayatına giderken biz hem üzgün hem mutlu bir şekilde evimize döndük.
Yeni yıl hepimize sağlık, mutluluk, huzur getirsin. Sevdiklerimizin eksilmediği bir sene, sevdiklerimizin varlığıyla dolu senelerimiz olsun.
evettt bir bölümün daha sonuna geldik.
bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.
Sonunda Demir ve Zelal'i everdik.
onları artık kendi kitaplarında bol bol okuruz.
Hüseyin baba yine yaptı yapacağını oğullarını toplayıp kızıyla halay başı çekti.
Demir ve Zelal’in oyunu nasıldı?.
Açela ve Siyam?
Seyhan ve Duru?
Robar ve Leyla?
Size bir sorum var.
önce Karaaslan mı?
Yoksa Zeldem mi?
Okuyalım?
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 48.01k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |