52. Bölüm

45.Bölüm

BitterimKara RC
bitterimrjn

Merhabalar canlarım kusura bakmayın. Bu aralar bölümler gecikmiş olarak geliyor. Misafirlerim ve hastam var. Bu konuda üzgünüm.

Okuyup yorumlarda buluşalım.

oy vermeyi unutmayın. Sizden sadece emeğimin karşılığını istiyorum.

Keyifli okumalar.

 

şarkılar Sevcan Orhan/gitti canımın canı

 

OĞLUM NERDE?

 

 

Günler su gibi akıp geçiyor ve nasıl geçtiğini anlayamıyorum. İkizlerle uğraşmaktan gecem gündüzüm birbirine karışmış durumdaydı.

 

İkizlerim doğalı kırk gün olmuştu ve bugün ikizlerimiz için mevlit okunup dualar edilecekti. Sabah büyük bir hazırlık ve koşturmaca ile konak ayaktaydı.

 

Oğlumuz Hazar’ın sünnetini dualar ve yemekle kutlayacaktık. Hüseyin babaya ve Siyam’a kalsa düğün dernek kurulacaktı. Böyle bir şeyi istemediğimi katı bir şekilde dile getirmiştim. Onun yerine dualar edilip yemek dağıtılmasını istediğimi zor olsa da kabul ettirmiştim.

 

Bu olayı gereksiz buluyordum. Erkek egemenliğini ilan etmeye gerek yoktu. Benim sadece bir oğlum yoktu, kızım da vardı. Sünnet ediliyor diye düğün derneğe ne gerek vardı?

 

Hazar’ım, maviş gözlüm, aynı anasının gözleriyle dolu dolu bakıyordu bana. “Kusura bakma mavişim, dinimize uygun bir şekilde miniğinden bir parça almak ve sağlığın açısından gerekliydi.” diye minik oğluma açıklama yapıyordum.

 

Sanki beni anlıyormuş gibi dudaklarını büzüp yüzünü ekşitti. “Oyyy, kurban olsun annen sana.” Hazar ile ilgilenirken Hazal, sanki onu dışlamışım gibi anında çığlığı bastı.

 

“Gel buraya küçük hanım, hemen de kıskanır oldun. Kime çektin böyle?” deyince onu kucağıma aldım. Yatağımızda ikisini yatırmış, üstlerini değiştiriyordum. Banyodan çıkan kocam ise, “Kime çekti acaba?” diyerek bize yaklaştı.

 

“Babasından almış olabilir bu huyu.” dedim. Geceliğimin yaka kısmının ilk iki düğmesini açtım, sol göğsümü dışarı çıkarıp ucunu Hazal’ın aç şekilde araladığı dudaklarının arasına yerleştirdim. Öyle aç bir şekilde emince dudaklarımdan bir inleme koptu. “Yavaş be kızım, sanırsın kıtlıktan çıktın.” diye homurdandım.

 

Göğüs uçlarım iki kuzumun emmesinden dolayı hassaslaşmış ve acıyordu. Siyam yatağa doğru gelip önce benim başıma bir öpücük kondurdu. “Annesi, kendini bilmeden suçu da bana yükler olmuş.” dedi ve eğilip göğsümü emen kızımızın başından öptü.

 

“Ne kıskançlığımı gördün Siyam Bey?” dedim. Geri çekilmeden açıkta olan göğsüme dişlerini geçirdi.

 

“Ahhh!” diye dudaklarımdan küçük bir çığlık koptu. “Acıttın! Dişlerinin yeri moraracak.” dedim, omzuna bir tane yapıştırdım.

 

Hazal çığlığımla dudaklarını göğsümden ayırmış, meraklı gözlerle bize bakıyordu. “Kıskanç hallerini bilmesem gerçekten az önce dediğine inanırdım karıcım.” Isırdığı yere bir öpücük bıraktı; az önceki acısını almak ister gibi.

 

Hazal yeniden dudaklarının içine aldı göğüs ucumu, emmeye başladı. Kaşlarını çatarak içiyordu. “Babasının prensesi, nasılda çatık kaşlarla içiyor sütünü.” Dudaklarında içten bir tebessüm vardı.

 

Çocuklarımızı emzirirken her defasında hayranlıkla oturup izliyor ve varlıklarına şükrediyordu. Hazar sesler çıkarınca yatağa kollarını uzatıp oğlumuzu kucağına aldı. “Oğlum Hazar’ım, baban kurban olsun size.” İşaret parmağıyla küçük yanağını okşadı.

 

“Nasıl güzel bir mucizesiniz? Annenden sonra gördüğüm en güzel ikinci mavi gözler.” deyip önce başından, sonra minik burnunun ucundan öptü.

 

Hazar minik parmaklarıyla babasının yanağına dokundu. Baba oğul birbirini hissetmek için temastan kaçınmıyorlardı. Hazal kucağımda uykuya dalınca onu dikkatli bir şekilde beşiğine yatırdım. Üzerini örtüp tekrar yatağa oturdum. Kollarımı kocama uzatarak oğlumuzu bana vermesini istedim.

 

“Al bakalım annesi, oğlumuzu da doyur; sonra da babasını doyursun.” diyerek oğlumuzu kucağıma verdi ve bir gözünü kırptı.

 

“Oldu başka emriniz? Neden veren hep ben oluyorum?” dedim. İçimde asla fesat bir düşünce geçmemişti ama anlaşılan kocamın içinden geçmiş ki gülüşü yine çapkın ve ima dolu bir hal aldı.

 

“Sen yeter ki iste güzelim, ben karıma sonsuz bir bağlılıkla vermeye hazırım.” dedi ve eğilip dudaklarıma yapıştı. Göğsümü oğlum, dudaklarımı kocam sömürüyordu. Alt dudağımı ısırıp çekiştirerek geri çekildi.

 

“Aklımı alıyorsun, aklımı… sonum olacaksın okyanus gözlüm.” Dudaklarıma küçük bir buse bırakıp tamamen benden uzaklaştı. Öpücüğünün üzerimde bıraktığı etkisinden sıyrılarak, “Kim kimin aklını alıyor acaba! Senleyken ne akıl ne mantık kalıyor, bütün algılarımı yok ediyorsun.” diye söylendim.

 

Hazar göğsümü son hızla emiyor ve çekiştirmeye devam ediyordu. Maviş gözlerini bana dikmiş, sütünü içiyordu. Eğilip alnına bir öpücük kondurdum.

 

“Ne güzel aynı duyguları karşılıklı yaşıyoruz.” Giyinme odasına gitmeden söyledikleri bunlardı. İlgimi oğluma verip onu sevmeye başladım. “Annesinin yakışıklı oğlu… Oyyy kurban olurum sana. Anne yesin mi seni, hı, yesin mi?” Küçük elini dudaklarıma uzattı, ince ve minik parmaklarını tuttum ve öpmeye başladım.

 

“Ohh mis kokulu cennetim.” Öpmeye, sevmeye doyamıyorum evlatlarımı. Elimden gelse göğsümü açıp onları oraya yerleştirirdim. İçimdeki sevgi taşıp onlara nazar değdirmekten korkuyordum.

 

“Beni böyle sevmedin karıcım.” diyen sese baktım. Üzerine lacivert takımın ceketini almış, kısık gözleriyle bana bakıyordu. Yatağın ayak ucuna gelmişti. Geldiğini bile fark etmemiştim.

 

“İftira atma bari, en çok seni sevdim. Şimdi biraz yavrularımızı seveyim.” Baş parmağımı minik parmaklarıyla sıkıca sarmış olan Hazar gözlerini yavaşça uykuya bırakıyordu.

 

“Vay be, ilk günden pabucumuz dama atılmış. Vayyy ben nerelere gidem? Vay benim bu hâlime!” diye ağıt yakan kocama kocaman gözlerle baktım. Ardından bu hâline gür bir kahkaha attım. Oğlum gülüşümün sesinden korkup gözlerini açınca dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Kocam bir âlemdi. Hele kıskanç kocam tam bir tatlılık abidesiydi. Oğlumuzu kıskanan koca bir bebek.

 

“Siyammm…” dedim gülüşümün arasında. “Ne var?” der gibi bakış attı. Yatağın kenarından dolaşıp yanımıza geldi. “Kıskanç hallerine ayrı bir yükseliyorum ama bu kıskanç hallerin çok tatlı oluyor.” Yatağın kenarına oturdu.

 

“Ben sana her hâlinle yükseliyorum. Bir bakışın, bir kelimen yetiyor.” Dudaklarıma uzanıp küçük bir buse bıraktı. “Senden tatlısını da görmedim ve tatmadım. Bu baldan tatlı dudakların benim en güzel tatlım.” dedi. Çıplak boynumdan öptü. “Burası soluklandığım evim.” Köprücük kemiğimden öptü. “Bu çukur, kaybolduğum kokun.” Başını sol göğsümün üzerine yasladı ve kalbimin üzerine bir öpücük bıraktı. “Burası beni ben yapan ve yaşadığımı hatırlatan tek yer.” Dedi, yüzünü yüzümün hizasına getirdi.

 

“Gözlerin dünyam.” dedi ve göz altımı öptü. Kucağımda uyuyan oğluma gözlerini indirdi. “Bana senden sonra yaşama iki sebep daha verdiğin için çok teşekkür ederim. Seni, sizi son nefesime kadar seveceğim.” dedi. Oğlumuzun başından öptü, dikkatlice kucağımdan alıp beşiğine yatırdı.

 

Tekrar yanıma geldi ve tek hamlede beni kucağına oturttu. Başını boynuma gömüp sıkıca sarıldı. Kollarımı bu hareketiyle boynuna dolayıp kendime çektim, kucağına iyice yerleştim. “Çok seviyorum seni çawreşamın.” dedim.

 

“Ölürüm sana.” dedi, boynuma iyice sokulup derin derin kokumu içine çekti.

 

 

---

 

Konak ağzına kadar misafirlerle dolmuştu. Önce dualar okundu, ardından yemekler ve tatlılar ikram edildi. İkizler için verilen yemekte sevenleri tarafından en içten dualar dökülüyordu dudaklardan.

 

Hem hayırlı olsuna hem de Hazar’ın sünnetine birçok hediye ve altın takılmıştı. Seyhan iki tane Ferrari akülü araba almış, biri kırmızı biri siyah, yeğenlerine hediye etmişti.

 

“Oğlumu ve kızımı senin araba tutkundan uzak tutmalıyım.” diyen Açela’ya tebessümle karşılık verdi. “Bu konuda sözümü tutamayacağım Açela yenge, yarın öbür gün çocuklarımız arkadaş olacak. Huylarından kaparlar, bilemeyiz.” dedi ve göz kırptı.

 

Hemen yanında Duru oturuyordu. Duru’nun yanında Leyla ve Robar, onların yanında Dicle ve Jehat... Açela ve Siyam’ın yanında ise Zelal ve Demir; hemen yanlarında da Adar ve yeni evlendiği eşi Saye oturuyordu. Bütün genç çiftler bir masanın etrafında toplanmışlardı.

 

Yaşlılar kendi köşelerine çekilmiş, gençler uzun bir aradan sonra toplu buluşmanın keyfini sürüyordu. “Çocuklarımı senden uzak tutma düşüncesi dolaşıyor aklımda kardeşim.” diyen Siyam, arkadaşını sinir etme peşindeydi.

 

“Neyim var oğlum? Bana bir şey demeden önce dön kendine bak. Az mı motorların üzerinden aldık seni? İlk çıkan motor senin altındaydı! Açela, bakma sen bu kocanın şimdiki hâllerine, zamanında onu yolların üzerinden zorla kazıyorduk.” Arkadaşını karısına şikâyet ediyordu.

 

Açela şaşkın gözlerini yanındaki kocasına çevirdi. “Ben niye hiç görmedim o hâllerini?” Siyam kolunu Açela’nın omzunun üzerine koyup kendine çekti. “Sen iyileş, süreriz benim emektarı.” deyip şakağından öptü.

 

“Motorun nerede? Görebilir miyim?” diye sordu Açela, hevesle kocasının gözlerine baktı.

 

“Depoda güzelim. Kaza geçirdiğinde babam bir daha sürmeme izin vermedi ve motoru benden sakladı.” dedi Siyam.

 

“Sen kaza mı geçirdin? Ama vücudunda herhangi bir iz yok. Kurşun dışında…” Yıllardır birlikte olduğu kocasını sayısız kez çıplak görmüştü ama vücudunda kurşun yarası dışında belirgin bir iz yoktu.

 

“Motorcu kıyafetlerim vardı. Büyük bir kaza yaptım, motorum o zaman pert olmuştu. Ama koruyucu kıyafetlerim ve kaskım sayesinde artık belli olmayan küçük çizikler, sağ bacağımda kırık ve birkaç parmak kırığı dışında iyiydim. Ama vücudumda büyük morluklar vardı. Hüseyin Ağa beni öyle görünce bana motoru yasaklayıp yemin ettirmişti. O gündür bu gündür bir daha motor sürmedim. Ama sen babamı ikna edersen birlikte bir tur atarız.” dedi Siyam.

 

“Bunu en yakın vakitte yapalım.” dedi heyecanla Açela.

 

“Düğün ne zaman?” diye soran Robar’dı. Kendisinin düğünü sonunda belli bir tarihe alınmıştı. Leyla’sı ile mayıs ayında evlenecekti. Geçen hafta istemeleri aile arasında olmuş, düğün günlerini belirlemişlerdi.

 

Bu sorunun muhatabı Seyhan’dı. “Haziranda Allah izin verirse niyetimiz o. Önümüzdeki hafta Rize’ye kız istemeye gidiyoruz.” dedi. Duru’ya bakıp göz kırptı. Duru’nun dudaklarında alaylı bir gülüş vardı.

 

“Bakalım babam beni sana verecek mi?” deyince masadakiler bıyık altından gülmeye başladı.

 

“Niye vermeyecekmiş? Bulmuş benim gibi damadı, daha ne ister.” Göğsünü kabartarak konuştu.

 

“Ego da tavan.” dedi Açela. “Seyhan, sen Ramazan amcayı tanımıyorsun ama bilmeni isterim ki sana biricik kızını kolay kolay vermez. Hele Laz damarı tutmaya görsün.” diye takıldı.

 

“Onda Laz damarı varsa bende de Kürt inadı var. Vermezse kaçırırım, zor değil.” deyince Duru omzuna vurdu.

 

“Hay gaybana, bir de ‘kaçuracağum’ diyor. Sanki ben kaçayrum.” Yeşil gözlerini kısıp şivesini kaydırmıştı.

 

“Niye güzelim, vermezlerse kaçmaz mısın bana?” diye sordu.

 

Masadakiler tüm eğlenceleri onlar olmuş gibi yüzlerinde tebessümle bu hâllerini izliyordu.

 

“Babamın kalbini kırıp da senin kalbine varmamak olmaz Seyhan. Babam benim vazgeçilmezim… Baba sevgim bambaşka bir şey. Seni tüm kalbimle seviyorum ama onun onayını almadığım bir yolda yürümek istemiyorum.” diye açıkladı Duru. Babası onun için kırmızı çizgiydi. Her zaman yanında, arkasında durmuş; bir kez olsun kızının kalbini kırmamıştı.

 

Babasını hayal kırıklığına uğratmak isteyeceği son şey bile değildi.

 

“En büyük rakibin kayınbaban Seyhan.” dedi Adar. Onun bu hâli hayli eğlendiriyordu. Çapkın arkadaşlarını bu hâlde görmek onları çoğu zaman şaşkına uğratıyor ama bir yanları da sevindiriyordu.

 

“Keşke rakip olsa, onu alt ederdim. Lakin bir babayı alt etmek… Hele babasına aşık bir kadını ondan ayırmak büyük bir aptallık olur.” dedi ve Duru’ya döndü. “Seni seviyorum ve seninle evlenmeme hiç kimse engel olamaz. Babanı da ikna edeceğim. Kızını benim gibi yakışıklı, aklı başında, zengin ve bütün kalbiyle seven bir adama vermeyip de ne yapacak?” Duru’nun sarı saçlarına bir öpücük kondurdu.

 

“Yaaa, siz çok tatlı oldunuz. Duru abla, çocukluk aşkımın kıymetini bil. Seni gerçekten çok seviyor.” diyen Zelal, tüm dikkatleri üzerine çekmişti. En çok da yanında oturan kocası Demir’in.

 

Böyle bir itirafı beklemediği kesindi. Tüm damarları anında belirgin hale gelmiş, çenesi gerilmiş, elini yumruk yapıp sıkmıştı.

 

“Çocukluk aşkım derken?” diye sordu Demir. Kıskançlık damarları tutmuştu. Çocukluk olmasına rağmen, sanki şimdi beğeniyle anlatmış gibi gerilmişti.

 

Masum bakışlarını Demir’e çevirdi. Ama gördüğü bakışlarla bir an afalladı. Ne demişti ki bu kadar kızmıştı?

 

“Çocukluk işte… Seyhan abiye eskiden hayrandım.” dedi. Karşısındaki adamın öfkesine öfke katması hiç iyi değildi.

 

“Tamam, kapat bu konuyu.” diye dişleri arasında tısladı. Ortamın gerildiğini anlayan Açela ayağa kalktı. “Ben ikizlere bakıp geliyorum.” deyip kalktı. Onunla birlikte Siyam da kalktı. Kız kardeşinin ve kocasının kavgasına şahit olmak istemiyordu. Yoksa ters bir şey söyleyip Demir’le kavga edebilirdi.

 

Açela’nın elini tutup masadan kalktığı anda, merdivenlere varmışlardı ki duydukları sesle arkalarını döndüler. Kapının önünde, tüm güler yüzüyle el ele bir sarışın kızla duran Göktuğ vardı.

 

“Hanım ağa!” diye bağırmıştı. Açela, kardeşini görür görmez düşünmeden Siyam’ın elini bırakıp Göktuğ’a koştu. Kollarını iki yana açıp ona koşan ablasını Göktuğ bir iki adımda kolları arasına aldı.

 

“Göktuğ…” dedi sadece ve sıkıca boynuna sarıldı.

 

Kardeşini görmediğinden beri iyice iyileşmiş bir kas yumağına dönüşmüştü. Zaten uzun olan Göktuğ, zamanla vücudu şekil alıp iri yapılı, yakışıklı bir genç adama dönüşmüştü. İki yıldır Kanada’da lisans görmüş ve orada büyük bir şirketten iş teklifi alınca orada yaşamaya başlamıştı. Aylardır gelmiyordu. Ablasıyla her gün görüşmesine rağmen kokusunu burnunda hissediyor, özlemi iyice büyüyordu.

 

“Ablam… Ablaların gülü, en güzel anne.” deyip ablasının belini sıkıca sardı. Başına sayısız öpücük kondurdu. Bir kardeşten çok, bir abi, bir baba gibi sevip sarıyordu ablasını.

 

“Çok özledim şebek! Niye bu kadar özletiyorsun kendini?” Geri çekilip, ondan uzun olan kardeşinin yüzüne baktı. Yüzü bir hayli değişmiş ve çok yakışıklı olmuştu. Kirli kumral sakalları, maviş gözlerini daha da ön plana çıkarmıştı. Yüzünü avuçları arasına alıp iki yanağındaki gamzelerden öptü.

 

Babalarından aldıkları miras; gamzeleri ve ten renkleriydi. Göktuğ babasının kopyası olmuştu. Açela kardeşine ne zaman baksa sanki babasını görüyordu. Baba gibi kokuyordu kardeşi.

 

“Annelik bu kadar yakışır mı birine bilmiyorum ama gördüğüm en güzel annesin ablam.” dediğinde Açela'nın dolu olan gözleri yanaklarından akmaya başladı.

 

“Sen çok değişmişsin. Aynı babam olmuşsun.” dedi gözyaşları arasında. Göktuğ eğilip ablasının alnından öptü. “Sen de annem olmuşsun. Şimdi ise tam anne gibi kokuyorsun.” dedi ve gülümsedi. Birbirinden ayrılan abla-kardeş, yanlarında duran sevdiklerinin yanına geçtiler.

 

Siyam “Hoş geldin Göktuğ.” deyip erkekçe bir tokalaşma ile sarıldılar.

 

“Hoş buldum abi. Tekrardan tebrik ederim.” dedi ve yanındaki sarışın, mavi gözlü kızı tanıttı. “Elini, ablamı tanıyorsun ama yine de tanıştırayım: Açela ve eşi Siyam abi.” dedi.

 

Batumlu olan Eleni, Türkçeyi bildiği için iletişimde sorun yaşamadı.

 

“Memnun oldum.” dedi, şive ve aksanla.

 

“Eleni ise kız arkadaşım.” diyerek tanıttı. Siyam elini uzatıp “Hoş geldin. Tanıştığımıza memnun oldum.” dedi. Açela ise sarılarak karşılık verdi.

 

Daha fazla kapı önünde kalmayıp masadakilerle selamlaştılar ve yukarı çıktılar.

 

İkizleri merak eden Göktuğ merdivenleri üçer üçer çıktı. Eleni ve Açela bu hâline gülüyorlardı.

 

Göktuğ’un ardından onlar da çocukların olduğu kata çıkıp odaya girdiler. Odaya girdiklerinde bakıcıları göremediler. Hızlı adımlarla beşiğe yöneldiklerinde birinin boş olduğunu görünce Açela korkuyla etrafına baktı.

 

“Oğlum…” diye fısıldadı. Siyam ve Göktuğ da Açela gibi korkuyla etrafa bakıyordu. Ama beşiklerden biri ne yazık ki boştu.

 

Hazal kendi beşiğinde usulca uyuyordu, ama oğulları Hazar yoktu. Beşik bomboştu. Oğlunun minik mavi eldiveni beşikte duruyordu. Oğlu yoktu ve Açela’nın dudaklarından bir çığlık koptu.

 

“Hazar! Oğlum!” dedi ve Siyam’a döndü.

 

“Siyam, oğlumuz nerede?” Sesi titriyor, göğüs kafesi sıkışıyordu.

 

Gözleri korkudan doldu. “Hazar’ım… oğlum nerede?” Bir kez daha bağırdı. Bağırışı odayı değil, konağı, Mardin’i inletecek kadar ciğerden kopan bir çığlıktı.

 

Elleri beşikteki eldivene gitti. Parmakları korkudan o kadar titriyordu ki tutamayacak hâle gelmişti.

 

“Oğlum…” dedi fısıltıyla. Siyam olduğu yerde donmuş, bakışları boş beşiğe kilitlenmiş, ciğerleri yerinden sökülmüş gibi bir acıyla kıvranıyordu.

 

“Hazar…” dedi Açela gibi titreyen bir sesle.

 

Oğlu yoktu. Beşik boştu.

 

Bakışlarını dizlerinin üzerine çökmüş karısına çevirdi. Göktuğ ablasının yanına diz çökmüş, korkuyla ona bakıyordu.

 

Siyam kendine gelip etrafa bakınmaya başladı. Önce banyoya, ardından koridora çıktı. Karşıdaki odalarına girdi. Etrafa baktı, oda boştu. Giyinme odasına girdi, kimse yoktu. Banyoya yalpalayarak baktı… nefesi kesildi. Oğlu burada da yoktu.

 

Eli kalbine gitti, yüreği sıkıştı.

Oğlu yoktu.

 

Koşarak odadan çıktı. Karısının yanına döndüğünde Açela yatakta hareketsiz şekilde duruyordu. Başında Göktuğ ve Eleni vardı.

 

“Abla, kurban olayım kendine gel… korkutuyorsun beni.” deyip yüzüne düşen saçlarını geriye itti.

 

Titreyen adımlarla Açela’nın yanına vardı.

 

“Açela…” dedi, sesi fısıltı gibiydi. Açela yine de duydu ve bakışlarını Siyam’a çevirdi.

 

“Oğlum… oğlumuz yok… Hazar’ım… Hazar’ımı bul bana…” dedi ve hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

Odanın kapısı aralanmış, içeri insanlar dolmuştu. Siyam karısının elini sıkıca tutup bir yemin gibi konuştu:

 

“Bulacağım oğlumuzu. Sana yemin ederim, bulup getireceğim. Ve bunu kim yaptıysa yaşatmayacağım. Emelleri olacağım…” dedi. Karısının alnından öpüp odadaki kalabalığı yararak dışarı çıktı.

 

Bu güne kadar öfkesi hiç bu kadar taşmamıştı.

Önüne kim çıkarsa yakıp yıkacak, yok edecekti.

 

Oğlunu kim kaçırdıysa…

Onu yaşatmayacaktı.

 

 

 

Evettt bir bölümün daha sonuna geldik.

 

Bebeklerimiz kırkı çıkardık.

Ne yazık ki Hazar kaçırıldı.

Sizce kim kaçırdı.

Demir ve Zelal gerilimini kendi kitaplarında okuyacağız.

Finale son 5 bölüm. 50. Bölüm final bölüm olacak.

 

 

Bölüm : 23.11.2025 20:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...