@black__ubel
|
"Şaka yapmıştım, gülmeniz gerekiyordu değil mi?"
"Bakın. İnsanlar paralarını alamadıklarında sinirlenirler."
"Tansu! Kıs şunun sesini de hazırlanıp aşağı in. Gidiyoruz!"
Gözlerimi devirerek yağlı ellerimi mısırların arasından çıkartıp bir yere sürmeden banyoya doğru ilerleyerek ellerimi yıkadım. Pasaklı görüntüme kayan gözlerimle kendime oldukça abartılı bir şekilde göz devirdim.
"Hâlâ Baykan'ın bana bakması bir mucize olmalı." diyerek kendi kendime mırıldandım. Ellerimi dağınık topuz yaptığım kumral saçlarımın arasında gezdirerek çözdüm. Hemen omuz hizasında biten kısa kumral saçlarım ve mavi gözlerimin üstüne konumlandırılmış sık ve çokta kalın olmayan kaşlarım vardı. Küçük bir burun, küçük bir ağız. Aslında tamamen günümüz güzellik algılarının toplandığı bir surattı. Kötü değildim ancak benim sevdiğim yüz olmaktan çıkmıştı. Estetik bir görüntü değil de tamamen sıradanlaşmaya doğru gidiyor gibiydi. Çünkü benim doğuştan sahip olduğum suratım başkaları için bir kaç operasyonla tamamen ulaşılır olmuştu. Neyse ki yine de hâlâ kendimi beğeniyordum.
"Tansu! Kime diyorum ben." diyerek odaya giren annem hızla hâlâ çalışmakta olan televizyonun sesini kapatarak hışımla banyoya doğru girdi. Bu sırada suratıma tonik sürmekle meşguldüm ve bana laf söylemek için açtığı dudakları hareketli hâlimi gördüğünden geri kapanarak hışımla kaşlarını çattı. Tek kaşım usulca kalktığında elimden geldiğince hızlı bir şekilde hazırlanmaya çalışıyordum. Daha doğrusu bütün bulduğum şeyleri suratıma bocalıyordum.
"Ne?"
"Ne mi? Yetişmemiz gerekiyor ve ben seni tam olarak üç saattir gideceğimize dair ikaz ediyorum. Sense yatağın içinde elinde mısırlarla film izliyorsun." diyerek sert bir şekilde konuştu.
"Dizi." diyerek düzeltme gereğinde bulunduğumda daha da öfkelenmiş bir biçimde odamın içine girdi.
"Bugün herkes orada olacak. Mümkün olduğunca fazla şık ol." diye homurdandı. Bu sırada banyomun aynasına çarpan kıpırtılarından gördüğüm kadarıyla gardırobun önünde fıldır fıldır dönüyordu.
"Anneniz ölüm döşeğinde ve siz güzellik yarışması ve miras peşinde dönüyorsunuz. Çok yarayışlı evlatlarsınız."
"Bize gösterdiği kadarını yansıttığımız için bizi suçlayamazsın. Kendin de seviyormuşsun gibi konuşma." diyerek hazır bir cevap verdi. Omuzlarımı silkerek saçlarımı aşağı eğerek alttan taramaya başladım.
"Bana gösterdiğini ona yansıttığım için bana kızamazsın. Kendisi de biz torunlarını sevdiği söylenemez." dedim.
"O yüzden o yargılayan ifadeyi suratından sil ve olduğunun en iyisi olmayı hedefleyerek hazırlan. Dua et ki şans bizden yana olsun."
"Şansı yanınızda taşıyorsunuz aslında." diyerek sessizce mırıldandım. Bu sırada kendisi odadan çıkmıştı bile. Annemle belli bir noktaya kadar aynıydık. Karakter. Bazen kabaran annelik duyguları dışında ona baktığımda tamamen benim büyük versiyonum gibiydi. Görüntü olarak benzeyen tek şey yüz hatlarım, vücudumdu. Uzun ince ama bir o kadar da minyon bir yapısı vardı. Sanırım aldığım en iyi genin boyum olduğunu söyleyebilirdim. Uzun olmayı seviyordum. 1.74 oldukça iyiydi.
Saçlarıma düz fön çekmiş kahve ve nude tonlarını içeren bir makyaj yapmıştım. Gözlerim bir safir gibi rimelimin arasından parlıyordu. Ve bu makyajın benim için icat edilmiş olması mümkün olduğunu düşünmekten alamadım kendimi. Üstüme geçirdiğim kot mini beyaz fermuarlı elbisem ve ayağıma geçirdiğim beyaz yüksek topuklu sitilettolarımla hazırdım. Siyah üstünde altın tonunda dior amblemi olan mini çantamı omuzuma taktım. Hızla telefonumu ve kahve renginde ki dudak kalemimle rujumu çantama atıp aşağı indim.
Babam üstüne geçirdiği siyah tişörtü ve kumaş pantolonuyla oldukça yakışıklı duruyordu. Koluna taktığı marka saati ve güneş gözlükleriyle âdeta kızların gönlünü feth edecek gibiydi. Koyu siyah saçlarını dikleştirerek tepesinde dağıtmıştı.
"Annem seni mahvedecek bu gidişle bilgin olsun baba." diyerek yanına doğru ilerledim. Tek kaşını kaldırarak gözlüğünün ardından bana döndü.
"Nedenmiş?" dedi. Bilmezliğe vurmasına bıyık altı güldüm.
"Biraz yaşının insanı gibi giyinmeye davet ediyorum seni. Bu kadar genç takılman annem ve benim için bir sorun teşkil etmeye başladı." diyerek küskün bir şekilde mırıldandım.
Her ne kadar kıskanma gibi bir huyum olmasa da kız arkadaşlarım babamı övdüklerinde içten içe annemin açısından baktığımda sinirden deli divane olduğum doğruydu.
"Genç göstermem benim suçum değil tamamen genetik. Dua et ki genlerin bana çekmiş olsun bari. İleride sana güzel dönüşleri olacağı aşikâr." diyerek böbürlenerek güldü. Beyaz dişleri aradan buradayım der gibi parladığında gözlerimi devirerek kollarımı birbirine bağladım.
"Ben yaşlanmayı reddediyorum bir kere. O yüzden bu dediğini tadamayacağım."
"Göreceğiz küçük hanım. Bir on yıl sonraya kadar dönüşü var." dedi. Bu sırada annem kapıdan aceleyle girmiş ve eksik bir şeyler var mı diye sağını solunu kontrol ederek geliyordu. Gözleri anında bir atmaca misali babamı kıskıvrak yakaladığında kısık kahkahamı bırakarak usulca uzaklaşmaya başladım.
"Gel buraya Tansu, beni burada annenle baş başa bırakamazsın." diye ağızının içinde annemin duyamayacağı bir şekilde mırıldandı. Onun bu hâline keyifle gülerken arkamı döndüm.
"Eee, babacım dönüşlerini bekliyorum o zaman." diyerek oradan uzaklaştım. Annem muhtemelen yine çenesiyle babamın başının etini yiyecek ve üstündekileri değiştirmesi gerektiğine dair büyük bir çatışmaya gireceklerdi. Elbette annemin çenesi varsa babamın da inadı vardı ve mevzu giyimi olduğunda onu annemin çenesi bile yıldıramıyordu. Ve babamın tek galip olduğu mevzu bu oluyordu.
Bir on dakika sonra ikisi birlikte suratları beş karış bir şekilde gelmişlerdi. Bu sırada bende arabayı kullanmak için öne geçmiştim. Normalde olsa arabasını ölse vermeyecek babam ancak morali bozuk olduğunda bana galibiyeti bırakıyordu. Eh, annem artık neler diyorsa ne ben mutlu oldum nede seni mutlu ederim kafasıyla babamın hevesinin önünü keserek galibiyetini yaşamasına izin vermiyordu.
Yani burada ki tek mutlu ben olmuş oluyordum.
Anneannemin büyük villaların arasında yer alan malikanesine geldiğimizde kapının önünde içeri geçmek için bekleyen dört arabaya gözlerim kaydı. Dört büyük dayımda yeni gelmişlerdi.
"Geldi sizin meymenetsiz sülale." diye mırıldanan babama karşın bıyık altı güldüm.
"Sessiz ol. Dikkatimi bozma." diyerek öne doğru aramıza eğilen annem pür dikkat sanki bu mesafeden gözleriyle arabanın ardını delecekmiş gibi kısmış bakınıyordu.
"Bir gün gözlerinden ışın çıkartacağına dair bir inancım var. Sadece bir yirmi yıl daha çalışman gerekiyor bunun için." diye dalga geçen babamla sesli bir kahkaha attım. Babamda kendi esprisine kahkaha bıraktığında annem anında yine olaya el atarak enselerimize arkadan birer şaplak indirmişti bile.
"Kesin. Düşman bölgesindeyiz gevşemeyin." diyerek sert bir ikazda bulundu.
Dudaklarımı birbirine bastırıp sessizliğe gömüldüm. Bu sırada arabayı yavaşça sitenin içine doğru sürmeye başlamıştım. Anneannemin villasının önüne geldiğimizde kapının önünde ki vale hızla önce annemin ardından da benim kapımı açarak köşeye çekildi. Anahtarı arabanın üstünde bırakarak arabadan indiğimde gözlerim hemen evin sol tarafına kaydı. Uzun zamandır boş olan ev büyük bir tadilata girmiş ve bu tadilatın içinde içeri taşınan eşyalar vardı.
"Pardon, geçebilir miyiz lütfen?" diyen sese karşın hemen arkamı döndüm. Evi inceleyeceğim diye adım adım kapısının önüne gelmişim farkında değildim.
"Elbette buyurun." diyerek ustaların önünden hızla çekildim. Büyük tablolar vardı ve üstleri katman katman sarılmış bir şekilde eve gidiyordu. Ressam mıydı taşınan? Bu kadar tablo başka bir şey düşündürmüyordu.
Dikkatimi dağıtarak hızla içeri girdiğimde evin içinde ki sessiz olmaya çalışarak kahkaha atan kuzenlerime karşın yüzümü buruşturarak baktım. Bari yalandan da olsa üzgün ifadesi takınabilirlerdi benim gibi veya yalandan hıçkıra hıçkıra ağlayan Yıldız'ın kendisi gibi. Bu seferde onun bu abartılı yapmacıklığına suratımı buruşturdum.
Tanrım. Millet baba tarafından tiksinirdi banaysa anne tarafı hak görülmüştü.
Ben suratımı buruşturmakla meşgulken babam koluma hafiften dokunduğunda yukarı çıkmamız için minik bir uyarıda bulunmuştu. Annem ve babamla birlikte ağır adımlarla ilerlerken yukarıda ki ölüm sessizliği düşündürücü bir durum yaratıyordu. Geniş koridora adım attığımız vakit direkt merdiven karşısında bulunan odaya karşın annem önde ilerlemeye devam etti. Daha içeri girmeden yüzümüze doğru vuran bol parfüm kokusuyla suratımı yine buruşturmak durumunda kalmıştım.
Anneannemin parfümünü ters çevirip odaya boşaltmışlar gibiydi. Muhtemelen kendi isteğiydi çünkü kendisi güzel kokmanın hastasıydı ve kokusuna gelecek olan hiç bir olumsuz eleştiriyi kabul etmezdi. Odaya girdiğimizde annem direkt anneannemin elini öpmek için ilerlediğinde peşi sıra önce babam ardından ben ilerleyerek elini öpmüştüm. Yavaş adımlarla köşeye doğru çekildiğimde herkes ayakta dikiliyordu. Anneannem boyattığı kahverengi kısa saçları yastığında dağılmış, mavi gözleriyle yine memnuniyetsiz bir şekilde hepimizi tek tek süzüyordu.
"Meymenetsizlerin devamı nerede?" diye kısık bir şekilde sordu. Kafamı eğdiğim yerden kaldırıp diğerlerine baktım. Herkes anlamamış bir şekilde sağına soluna bakınıyor anneannemin neyden bahsettiğini çözmeye çalışıyordu. Onlara göz devirdim. Meymenetsiz olarak gördüğü kişiler kendilerinden sonra elbette torunları nesini anlamadılar.
"Çocuklardan bahsediyor." diyen babam bile anlamıştı. Yıldız'ın babası olan Mustafa dayım babama ters ters bakıp kafasını büktü. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar tabii. Oldum olası babamdan haz etmeyen Mustafa dayım omuzunun üstünden karısına baktı. Çağırmak için aşağı inen yengemle birlikte dayım annesinin yatağının kenarına kurulmuştu bile. Göz ucuyla diğerlerine baktığımda annemde dahil bütün kardeşler toplu bir şekilde göz devirmişlerdi. Onların bu senkronize hâlleri ister istemez gülmeme neden olduğunda babam gözlerini belerterek susma için uyardı. Dudaklarımı birbirine bastırırken sessizce arkamda ki duvara yaslandım.
Bir an önce mirasını kime verdiğini söyleseydi de gitseydik. Sıkılmaya başlamıştım ve sigara içmek istiyordum. Geriye kalan büyük bir mirastı, dedem ve anneannemde zengin bir aileden gelmişti, hatta onların anne ve babaları da iki ayrı zengin olan aileden gelmişlerdi. Hem kendileri kendi iş yerlerini kurup büyüttükleri için hem de aileden gelen büyük mirasla birlikte 12 kardeşin hepsi de mirasın asıl sahibini merak ediyorlardı. Sonuç ne çıkarsa çıksın kimse fakir kalmıyordu elbette bütün dayım ve teyzelerimin şirketleri vardı, üstelik hepsi de zengin eşlerle evlenmişlerdi. Kısacası kimsenin ağızı açlıktan kokmayacaktı. Ancak...Büyük mirastı işte. Sonuç yine ne çıkarsa çıksın büyük bir kavga çıkacağı aşikârdı. Hatta herkesin avukatları şuan hazır ol da bekliyorlardı. Kapıdan çıktıkları anda karar ne olursa olsun büyük bir hukuki savaş süreci olacaktı.
Kuzenlerimin hepsi odaya geldiğinde küçük çocuklarda dahildi ve çokta büyük olmayan oda bir anda 50 kişilik mini nişan düzenleme salonuna dönmüştü. İçimi daraltan odaya karşın elim fermuarlı yakama gitti ve hafiften aşağı doğru çektim.
"Eee anne diyecek misin artık?" diyen küçük teyzeme karşın Yıldız hâlâ ağladığı gözleriyle teyzeme bakarak kaşlarını çattı, öfkelenmiş numarası yapması ya da timsah göz yaşlarını bu odada ki küçük kardeşlerinde dahil kimse yemiyor paçoz şey.
"Tarık Beyi çağırın." diye kısıkça mırıldanıp kafasını sağ tarafına yani duvara doğru döndü. Aslında düşününce ömrü boyunca ne sevilip nede sevildi ve doğurup büyüttüğü çocukların bir tanesi bile ölümü için üzgün değildi ve azap veriyor olmalıydı. Yanlış görmüş olabilirdim ancak kafasını çevirirken gözlerine oturan hüznü gizleyememiş gibiydi.
Yine bir 15 dakikalık bekleyişte ince bir sessizlik çökmüştü. Ve onların bu sessizliklerinin mirasın kime kaldığına dair olan heyecanlarına yormak istiyordum. Diğer türlüsünü ben bile kaldıramazdım. Yıllarca resmen meymenetsiz gibi birbirlerinin suratlarına bakarken birde ölüm döşeğinde olan bir insana üzüldüklerinin iletilmesi azap verici olsa gerekti. İş işten geçtikten sonra bir şeye sahip olmanın bir manası olduğunu düşünmüyordum. Ancak geçirdiği yıllara lanet okuyor olurdu.
Tarık Bey daha çok eski zamanlarda sıklıkla gördüğümüz panama şapkasıyla içeri girdi. Gri gözleri anında anneannemi bulduğunda bir tık telaşlı bir biçimde yananı yaklaştı.
"İyi misiniz Mercan Hanım?" diye telaşla konuştuğunda anneannem usulca başını sallayarak elini Tarık Beyin kolunda olan elinin üstüne hafiften vurdu.
"İyiyim. Varisi açıkla da gitsinler evimden." diyerek huysuzca mırıldanınca en küçük teyzem az önce ki terbiyesizliğini örtmek için mahcup bir şekilde konuştu.
"Olur mu anne öyle şey?" dedi.
"Sus sen! Olur muymuş? Oluyor demek ki." diyerek hayıflandığında avukatta çantasından bir dosya çıkardı. Gözler anında elinde ki turkuaz renginde ki dosyada dolandı.
"Normalde çocuklara geçmesi gereken mirası ben torunlarıma veriyorum." diyerek minik bir bomba bıraktı. Nefeslerimizi tutmuş cümlenin devamının gelmesini bekliyorduk.
"Olur mu öyle şey ya! Biz varken." diye mırıldanan küçük teyzeme karşın anneannem ters ters bakarak konuştu.
"Kırkına yaklaşmışsın şunun şurasında bir kaç yıl yaşar ölürsün, evlenmedin kazık gibi çakıldın eve. Seni elin gencecik çocuğuna kakalayacak hâlim yok ya. Hem ben versem onlar almaz gerçi pörsümüşsün ne yapacaklar seni." dediğinde gülüp ve gülmemek arasında kaldım. Ancak benim yerime erkek kuzenim kıkırtısını bastıramayarak kahkahayı basmıştı. Teyzelerimden biri etini bükerek onu susturduğunda anneannem lafına devam etti.
"İsteğim basit. Zamanında bizlere de sunulan şeyi size sunuyorum. Karal ailesiyle bir evlilik gerçekleştireceksiniz. Bir tane oğulları var. Ve o aileye layık biriniz bunu gerçekleştirecek."
"Vay amk nerede adalet? Miras evlenende. Kızları olmadığına emin misin anneanne?" diyerek bodoslama dalan Ata'ya karşın anneannem usulca başını salladı.
"Şartım bu." diyerek sustu. Odada büyük bir sessizlik çöktüğünde bakışları önce Duru'nun üstünde dolaştı. Benim bir küçüğüm olan torun ki zaten Duru'dan sonrası tamamen ufak çocuktu. Şaşkınlıkla açtığı gözleriyle eliyle kendini işaret etti.
"Ben daha küçüğüm kimseyle evlenemem ben." diyerek bağırdı. Annesi belerttiği gözleriyle kızına bakarken çatık kaşlarıyla "Ne küçüğü 19 yaşındasın bunun küçüğü mü var?" diyerek etini sıktı.
Duru acıyla inlediğinde büktüğü dudaklarıyla annesinin elinin altından kurtuldu.
"Evlenmem ben." diyerek odadan çıktı. Peşi sıra bakışlar bana değil benim bir büyüğüme yani Yıldız'a kaydığında doğduğu günden beri bunun hayalini kuran analı kız anında büyük bir hevesle başlarını salladılar.
"Olur, bu şartı yerine getirecek tek bekar benim zaten. Duru dediği gibi daha küçük. Tansu ise Baykan ile birlikte yakında nişanlanmayı düşünüyorlar. Geriye bir ben kalıyorum."
Şurası yalan nişanlanmayı falan düşünmüyorum. Sadece... Sevgiliyiz şuan için ve bu bana fazla bile geliyordu.
"Hayır düşünmüyorlar!" diyerek önünü kesen anneme karşın gözlerimi belerttim kafam anında babama döndüğünde ise bana 'senin sevgilin mi var?' bakışı atıyordu. Ona göz devirdim.
"Kusuruma bakma baba ama aylardır her seferinde dile getiriyorum ve sen her seferinde garip bir şekilde duymamış gibi aynı tepkiyi veriyorsun. Yani ben söylemedim değil sen dinlemediğinden." diyerek mırıldandım.
Bana çakmak çakmak olmuş gözleriyle bakarken sert bir sesle "Ben kızımı sevmediği birine vermem." diyerek son noktayı koydu. Gözlerimden kalp çıkarcasına baktığımda babam ince bir tebessümle beni kolunun altına çekti. Tam bu sırada annem âdeta gözlerinden ışın fırlatırcasına bize dönmüştü.
"Sanırım annem ışın çıkarma işini şuan, şu dakikadan sonra çözmüş bulunmakta." diyerek mırıldandım.
"Sanırım öyle oldu."
"Kesin sesinizi!" diyen annem hızla önüne döndüğünde gözlerinde ki savaş çanları büyük bir hızla sallanıyordu.
"Babası izin vermiyor maalesef." diyen Yıldıza karşın annem sert bir ifadeyle ona bakıp annesine döndü.
"Biz bunu bir konuşuruz dert edilecek bir mevzu değil." dedi.
"Uzatmanın ne âlemi var bizim ki hem bekar hem de kesin." diyen yengeme annem öfkeyle baktı.
"Sen karışma aile meselesi bu!"
"Bende bu ailedenim abinin karısıyım."
"Bu sana bizim meselemize dahil olma imkanı vermiyor."
"Veriyor!"
"Vermiyor!"
"İstesen de istemesen de bana bu hakkı veriyor." diyerek kızını kolunun altına çeken yengem yardım çağrısıyla dayımın gözünün içine bakıyordu. Sorun şu ki dayım anneme oldukça düşkündü ve kalbini kıracak tek bir söz bile söylemezdi.
"Kesin sesinizi zaten Yıldız isteseniz de olmaz." diyen anneanneme karşın şaşkınlıkla baktım.
"Niye?" diyen yengem bize tercüme olmuştu.
"Oğlan 24 yaşında."
"Yani?"
"Senin kızının yaşını ben mi bileceğim. Oğlan kendinden büyük birini istemiyor."
"Ne!" diyerek cırlayan Yıldız hızla aynanın karşısına geçti.
"Yaşımdan küçük gösteriyorum ben zaten."
"Yaşın kaç senin?" diyen dayım merakla kızına bakıyordu.
"29"
"Ne!" diyerek şaşıran dayım afallamış bir şekilde önüne döndü.
"Bu yüzden bu kişi Tansu olacak."
Babam ağızını açmak için hareketlendiğinde anneannem anında susturdu.
"Damat! Biz seni Betül ile ne şekilde evlendirdik?" dedi. Göz ucuyla bana bakan babam kararsız kalmış bir şekilde sustu. Annemle bir nevi anlaşmalı evlilik yapmışlardı. Zengin birleşmesi işte. Annem zaten böyle bir ihtimalin varlığından bana söz etmişti. O yüzden Baykan ile olan ilişkimin tek düzde olması konusunda beni oldukça çok uyardığından duygusal olarak Baykan'a hep mesafeli davranmaya özen göstermiştim. Kısacası her şeye hazırlıklıydım. Babamın haberi yoktu ama biz bunu annemle uzun zaman önce konuşmuştuk.
"Yalnız bırakın beni. Karar verin gelin. Yoksa size verilen diğer payları da kaybetmeniz an meselesi. Tarık Beye bırakırım hepimiz rahatlarız." diyen anneanneme karşın şokla baktık.
"Ama o pörsümüş, kuru biber gibi kalmış peşinden gelecekler listesinde bizim bahçıvandan sonra ilk üçte." diyen Ata'ya Tarık Bey sinirle bakmış ve bozulmuş suratıyla önüne dönmüştü.
Dediği şeye karşın ayıp ettiğine dair göz hareketleri etsem de omuzunu sallayarak arkasında ki duvara yaslanıp eline telefonunu aldı. Herkes bir ağızdan konuşmaya başladığında kapıda ki korumalardan bir kaçı gelmiş ve bütün aile bireylerini odadan çıkarmaya çalışıyorlardı. Ancak tamamen bir curcuna vardı çocuklar sağa sola koşturuyor teyzemler ise anneannemle konuşmak için birbirlerini itip kalkıyordu.
Annemlerle birlikte odadan çıktığımızda annem kollarını birbirine bağlamış benimle konuşmak için bana dönmüştü. Ancak anında önünü kestim.
"Biraz süre ver, gelince konuşuruz."
"Sana-"
"Evet, bunu zamanında konuştuk ve kabul ediyorum. Ama bu hem tek taraflı değil hem de bunu Baykan'a da iletmem gerekiyor." dedim. Sessiz kalınca bende ufak bir tebessüm ederek karşıda ki oyun odasına doğru ilerledim. Burada biz kuzenler bazen takılmak için akşam yemeklerinden sıkılıp buraya girerdik. Oldukça basık olan odaya karşın ilerleyerek koyu bordo renginde olan perdeleri aralayarak uzun camları açtım. Hemen karşıda ise yeni taşınanlar vardı. Karşı oda dolmuş ve içerisi eşyalarla donatılmıştı. Kıstığım gözlerimle oraya bakarken kot elbisemin içinden sigara paketini çıkartıp içinden bir tane alarak geri cebime koydum.
Bu sırada karşı villada ki odada bir gölgenin hareket ettiğini fark ettim. Kaşlarım usulca çatılırken sigaranın ucunu ateşledim. İki ev arasında ki mesafe yok denecek kadar azdı ve araya engel olan tek şey kalın bir duvardı. Yani odada ki cama çıksa ayna gibi her bir ayrıntısı gözle görülürdü. Elimde ki birinci sigarayı bitirirken kalçamı arkamda ki poker masasına yaslamış diğer sigarayı yakmak için hareketlendiğimde arkamda ki kapı açılmış içeri aceleyle giren kişiye karşın omuzumun üstünden baktım. Yıldız. Koyu kahve saçlarını sallayarak gelmiş ve çattığı koyu kaşlarıyla birlikte dik dik suratıma bakıyordu.
"Konuşmalıyız." diyerek tam olarak karşıma geçti. Pencere hemen arkasında kalıyordu ve o göremese de ben net bir şekilde görüyordum. Elimde ki sigarayı yaktığımda içime usulca dumanı çektim.
"Konuş." diye mırıldandım. Gözlerinin içi âdeta büyük bir sinsilikle parlamıştı.
"Kabul etmeyeceksin değil mi?" diyerek yanımda ki paketimden bir tane dal çıkarıp kendi yaktı. Gözlerim kırmızı dudaklarının arasına yerleştirdiği sigara da dolanırken tek kaşımı kaldırarak suratına baktım.
"Edeceğim." dediğimde aldığı soluk boğazında kalmış gibi duraksadı ve gözlerini belertti.
"Ne!"
"Kabul edeceğim. Diğer türlü sadece biz değil bu ailede ki kimse mirastan bir pay alamayacak."
"Baykan?" diyerek şaşkınca mırıldandığında ona göz devirip gözlerimi üstünden çektim.
"Bırak da onu onunla ben düşüneyim."
"Yaptığın şey kötülük." diye tuhaf bir şekilde mırıldandı. Kötülük mü? Öyle diyebilir miydim? Onun beni ne kadar sevdiğini bilsem de ilişkimiz her zaman mükemmel gitmemişti. Eğer anneannem böyle bir şeyden bahsetmeseydi muhtemelen evleneceğim adam o olacaktı. Zengindi ailenin süregelen şartlarından birini en başta sağlıyordu. İyiydi ve beni rahat hissettiriyordu. Her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da uzunca bir ilişkimiz vardı. Ondan hemen sonra biriyle olmam onu inanılmaz yıkacaktı muhtemelen.
"Seni alakadar etmiyor."
"Elbette etmiyor. Ama sizin nasıl hâlâ bu mirastan pay alabildiğinize anlam veremiyorum." diyerek düşünceli bir şekilde konuştu.
"Ne demek o?" diyerek mırıldandım.
"Şu demek, annenin kardeşlerinin arasında ki en asi olanı olduğunu düşünürsek ve zamanında babasının ölümüne neden olmuş biri için fazla tolerans gösteriliyor gibi."
"Saçmalamayı kes." diye umursamazca konuştum. Geçmiş oldukça kötüydü.
"Yalan mı?" diyerek bir adım üstüme doğru geldi.
"Hem baban..." Gözlerim anında suratını bulduğunda ister istemez yerimde dikleşmiştim. Şimdi bana aşağından bakıyordu, bense tepeden.
"Söyle." diyerek üstelediğimde bana verdiği eziyet ona zevk verircesine bir yavaşlıkla dudaklarına koca bir gülümseme koydu.
"Sanırım, ardında fazla kanıt bırakıyor." dediğinde kafamdan aşağı koca bir kova kaynar su boşalmış gibi hissettim.
"Ne demek bu?" diyerek düz bir tonda sordum. Omuzlarını yavaşça kaldırıp indirdi.
"Biliyorum demek, bu mirastan çekilmezseniz demek bütün herkesi size düşman ederim demek." Bilemezdi ki. Her şey annemin kontrolü altındaydı.
"Offf Yıldız yine saçmalamayı ihmal etmiyorsun." diyerek alaya aldım. Söylemeliydi ki neyden haberi olduğunu öğrenmeliydim.
"Tansu. İstersen beni zorlama, biliyorum çünkü. Dedemin babanı neden zamanında onaylamadığını annenin evlenmek için gittiği evden evlenemeden neden geldiğini. Babanın sahte zenginliğini bunların hepsini biliyorum." dedi.
"Bilemezsin." diyerek inkâr edercesine konuştum. Bende bıraktığı sarsıntıyı o kadar iyi anlamıştı ki omuzları anında karşımda dikleştiğinde kalçamı masanın üstünde hareket ettirerek geriye doğru çekildim. Şimdiyse bacaklarımın arasına girmiş ve üstüme doğru kafasını yana doğru bükerek eğilmişti.
"Biliyorum Tansu. O yüzden benim hiç kapanmayacak olan çenemi kapatmalısın." diyerek kısıkça güldü. Arkasından çıkardığı şeyi yavaşça suratıma sürttü.
"Elimden bir kaza çıkmasını istemiyorum. Ama bir gün bazı yanlışlara gebe kalabiliriz. Sende istemezsin bende istemem nede olsa." Soğuk metal usulca boynuma doğru sürttü.
"Buna ben bile neden olmam inan." dediğinde kaşları usulca çatıldı ve bu aptallığına karşın eline vurarak arkaya doğru savurdum.
"Kendine gel canımı sıkma benim Yıldız." diyerek ayaklandığımda az önce ki pısırıklığımı telafi etmek amacıyla üstüne doğru bir adım attım.
"Her ne biliyorsan inan umurumda değil, yetiştirecek misin? Koş durman bile hata. Sen sanıyorsun ki bu mirastan sadece yaşından dolayı pay alamayacaksın. Cık, yanlışın var Yıldız. Sen kanın yüzünden alamayacaksın." dediğimde gözleri anlamazcasına suratımda dolaştı.
"Ne?"
"Babanı babalık yapmadığı için suçlaman diyorum, oldukça yersiz. Annen evine sadık bir kadın olup dayımı kandırmasaydı muhtemelen sen odanın bir köşelerinde sevgisizliğine üzülmek yerine fazlasıyla seviliyor olurdun. Gerçi şuan düşünüyorum da dayımın huzurunu bozmamak için susan anneannemin amacı neydi de dayımın boşanmasına engel oldu."
Bu ailede ki kimse sanıldığı kadarıyla masum değil. Yıldız bile hiç bir zaman masum olmadı. Babasının yemeklerine fare zehri atan bir psikopattı. Şimdide geçmiş sevgisizliğine kulp buluyordu.
"Mahkumsun Yıldız, buna mahkumsun." diyerek tebessüm ettim. Gözlerinin içi sinirden yoğun bir şekilde koyulaşmış ve elleri zangır zangır titremeye devam ediyordu. O an sanırım fazla damarına basmıştım. Sağ eli büyük bir hırsla havalandığında biraz arkaya kaymasaydım muhtemelen elinde ki bıçak boynumun bir tarafından girip diğerinden çıkacaktı. Anın şaşkınlığıyla gözlerimi açarken şokla onu ittirdim.
"Ne yapıyorsun! Aptal!"
"Ne mi yapıyorum? Varisi ortadan kaldırıyorum." diyerek hızla bıçağı savurduğunda, kendimi arkaya ittim. Sırtım büyük bir acıyla arkamda ki kitaplığa çarptığında büyük bir acıyla üstüme doğru hâlâ gelmekte olan bıçaktan kaçınarak yana doğru sıvıştım.
"Şuan ne yaptığını bilmiyorsun manyak karı, kimse seni kurtaramaz ancak bir delikte yaşam sürersin." diyerek onu ikna etmeye çalışıyordum. Gerçi çokta ikna edilecek laflar söylemiyordum.
"Merak etme. Bir paraya bakar seni ortadan kaldırmam."
"Kendin gibi buldun psikopat sevgiliyi tabii, ceset kaldıracak adamı bulursun." diyerek homurdandım.
"Evet, o yüzden endişe edeceğin şey kendi canın olsun." diyerek üstüme atıldığında beni kolumdan tutarak arkamda ki pencereye doğru savurdu. Gözü o kadar dönmüştü ki onun artık beni öldürmek istemesinde ki azmi şuan daha iyi görüyordum. Evet, ölümle burun burunayken.
Sol koluyla beni pencereyle kendi arasına kıstırırken sağ elinde tuttuğu bıçak büyük bir hızla saplanmak için hareket etti.
"Ahh! Manyak mısın be sen?"
"Birde soruyor musun?"
"Haklısın!" diyerek ona tekme attığımda elbisem yukarı tırmanmıştı. Saçlarım dağılmış bir şekilde suratıma düşerken hızla ellerimle arkaya doğru attığımda gözlerimle çevremde kendimi koruyacak bir şeylere bakındım. Vazo, perdenin hemen kenarında olan bezbol sopası ya da bir kalın kitap. Üstüme doğru koşan Yıldız varken kendime düşünme şansı vermeden vazoyu elime alarak ona doğru savurdum.
Gözlerimi şaşkınlıkla aralayarak yaptığım şeyin gerçekliğiyle karşılaştım. Nefes nefese kalmış kafasında ki akan kanlarla karşımda baygın şekilde bana bakan Yıldıza korkuyla bakıyordum. Olduğum yerde resmen kal gelmiş ve korkudan ne düşüneceğimi şaşırmış bir şekilde ona bakıyordum.
"Sen-" Kelimeler kısıkça dudaklarının arasından çıktığında gözünün kenarından süzülen yaşla birlikte ayaklarımın dibine düştü.
Desteklerinizi ihmal etmeyin görüşmek üzere...🩷 |
0% |