Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM

@black__ubel

 

Baya uzun bir bölümle yine merhaba,

 

𓂀

 

Akışla ilgili düşüncenizi yazarsanız mutlu olurum iyi okumalar.

 

𓂀

 

 

Teknik olarak ilk cinayetim olmasa da, insan ırkında karşı işlediğim ilk suçtu. Vurduğum domuzla, kuşlar ya da sincaplar cinayet arasına girmiyorsa cinayetti. Şans bunun neresinde miydi? Birazdan en büyük şansımı kullanacaktım. O kadar bağırışa rağmen kimsenin gelmemesi bir şans değil miydi? Ses geçirmez odalar da bir şansın içindeydi.

 

Biraz çırpındı kalkmak için, o kadar çabaladı ki sürekli dirseklerinin üstüne düşerek kalkmaya çalıştı. Bense gözlerimi açmış korkudan donmuş bir biçimde onun çırpınışını izlemiştim. O kadar büyük bir şoka girmiştim ki beynimin arka lobunun uyuştuğuna neredeyse emindim. Ağızım kurumuş, kalp atışlarım nirvanaya çıkmış bedenimi saran terler ise bacaklarımdan süzülüyor gibi gelmişti. O kadar çok can çekişti ki donuk hareketlerimle izlemek dışında hiçbir şey yapamayarak izlerken buldum kendimi.

 

Korkunçtu onu sessiz ve donukça izlemem başlı başına hem korkunç hem de aptallıktı bunu kabul ediyordum. Belki kurtarmaya tenezzül etsem gerçekten yaşayacaktı ve şuan ben bu cinayeti işlememiş bulunacaktım. Benim için gözüken hapishane yollarına prangalar dolanacak ve ben özgürlüğümden feragat etmek durumunda da kalmayacaktım. Bunları sadece bir kaç dakikanın içinde düşünmüştüm. Her ne kadar etik bir davranış biçimi olmasa da benim düşündüğüm aileme vereceğim hesaptan çok tamamen devlete yönelik vereceğim hesaptı. Ailem annem ve babam için durumu anlattıklarımda bir şey demezlerdi, hatta anneannem için bile bu sorun olmazdı çünkü elinde kalan ölmeden önce kullanacağı tek şey ben olacaktım ancak dayım ve yengem için aynı şeyi diyemezdim. Dayımdan her ne kadar da emin olamasam da üzüleceğini de sanmıyordum.

 

Ayaklarımın dibine doğru akan koyu renkte ki sıvı beyaz topuklularımın altına sızdığında şaşkınlıkla ellerimle ağızımı kapatmış ve korkunun gafletine düşerek geriye doğru hızla adımlayarak arkamda ki perdeye takıldığımda ayaklarımın altına dolanmış ve ben ona takılarak Yıldız'ın hemen yüzünün döndüğü yöne doğru düşmüştüm. Bakışlarım Yıldız'ın açık gözleriyle denk geldiğinde bütün kanım içime doğru çekildi. Bütün bedenimin anlık olarak buz tuttuğunu hissettim.

 

Tanrım! Ne yapmıştım ben? Neye sebep olmuştum? Yeni idrak etmişim gibi düşünceler zihnimde bir curcuna olup çıkmıştı.

 

Telaşla ayaklanmaya çalıştığımda ise topuklularımın kaymasına neden olan sıcak kan sanki yavaş bir biçimde midemde kaynama yapmaya başlamış ve boğucu kokusu neredeyse öldürücü bir şekilde genzimi yakmıştı. Ellerime bulaşan kan yüzünden ellerim kaymış ve neredeyse yüz üstü düşüyordum. Yanaklarımdan süzülen yaşlar dudaklarımın arasından firar etmek için can atan hıçkırıklarımla çenemi sıkarak yerimden doğrulmaya çalıştım. Ayağım yanlışlıkla onun bedenine çarptığında ise gözlerim hızla yine onu bulmuş ve cansız bedeniyle karşı karşıya kaldığımda olduğum yerden doğrulamadan yine düşmüştüm.

 

Dudaklarımın arasından çıkan hıçkırık sesiyle hızla dudaklarımı kapatmış ve korkuyla kapının ardını görebilecekmiş gibi bakmıştım. Gözlerim hem kapı hem de Yıldız'ın yerde ki cesediyle bakışıp duruyordu. Gözlerimi acıyla yumduğumda aklımda olan tek şey cinayete sebep olmaktan başka bir şey değildi. Üstüme kalacak ve ben hapislerde çürüyecektim. Bunlar onun suçuydu benim değil. Ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti.

 

Hem benim amacım öldürmek değildi ki kendimi savunmak istemiştim. Beni öldürmek isteyen oydu.

 

Kafamı kendimce onaylar anlamda sallayarak ayaklandığımda aceleyle kimse gelmesin diye kapının yanına giderek kapıyı kilitledim. Şuan kimse görünmüyordu ve muhtemelen babam beni aramazsa şuan herkes aşağıda büyük salonda mirasın kavgasını yapıyorlardı. Kapı kulpunun üstüne sürülen kanı fark ettiğimde telaşla etrafıma bakınarak silmek için bir bez parçası aradım ancak sileceğim bir şey bulamayınca kitaplıkta ki kitap sayfalarından kopartarak kulpta ki kanı sildim. Buruşturup masanın üstüne doğru attığımda ise yerde ki cesetle ne yapacağını bilemeyerek ortada dımdızlak kalmıştım.

 

Ellerimi saçlarımın arasına atarak odada volta atmaya başladım. Bir süre dolandım belki de daha uzun bir süreydi sessizde çalan telefonu bile gözüm görmez olmuştu. O kadar dalmıştım ki bir sigara içmek bile aklıma gelmemişti. Hatta üstümde ki korkuyu atacak kadar süre geçmiş olmalıydı çünkü alışmış gibi hissettim. Bir an alayla güldüm alışmak mı? Saçma bir kelime olmuştu. Hızla hâlâ titrediğini yeni fark ettiğim ellerimle paketten sigara çıkartarak yakmak için camın önüne yaklaştım ancak yanmamak için uğraşan çakmağa karşın sinirle söylenmeye başlamıştım bile. Sigara dudaklarımın arasında kalmış bir şekilde elimde ki çakmağı sinirle masaya attığımda burnumun ucunu kıran kan kokusuyla birlikte boğulacağımın kâinatına vararak hızla uzun camı açmak için hareketlendiğimde kaldırdığım kafam büyük bir şokla kalakalmıştı.

 

Karşımda, az önce Yıldız gelmeden önce izlediğim pencerenin önünde ki iri bedenle şoka girmiş bir şekilde karşısında donmuş bir vaziyette kaldım. Siktir! Siktir! Siktir! En büyüğünden siktir!

 

Elinde sigarası ve kollarının her yerini kaplayacak olan dövmeleriyle camın önüne dikilmiş ve durup soluklanarak sigarasını içiyordu. Kafası hafiften sola doğru bükülmüş ve arada gözlerine gelen dumanlardan dolayı gözlerini kısıp duruyordu. Elim camın kulpunda sigaramsa dudaklarımın arasından düşmeye hazır vaziyette onunla bakışıyordum. Ellerimden kollarıma akarak kuruyan kan ve yerde ki cesetle hoş bir görüntü sunduğumu hiç sanmıyordum.

 

Tekrardan aynısını yaptı. Sigarayı dudaklarına götürdü ve yanaklarını içine çöktürecek kıvamda bir soluk daha aldı. Ardından açık olduğunu fark etmediğim camdan sigarasını tek bir parmakla aşağı fırlattı. Bunları yaparken bakışlarını bir saniye bile gözlerimden çekmemişti ve ben bu kadar mesafeden fark edileceğine emin olduğum bir eylem yaparak yutkundum. Ve beni yanıltmayarak gözleri anında boynuma doğru kaydı.

 

Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde alık alık ona bakarken sanki o her gün bir cinayete şahitmiş gibi tepkisiz bir şekilde bana bakıyordu. Ve kıpırdamak benim için büyük bir dezavantaj olarak geldiği için bir an bile kıpırdamaya cüret etmeyerek far görmüş tavşan gibi ona bakıyordum. Sıçmıştım! O çok övündüğüm şansım bir daha dönmemek üzere bir yola çıkmıştı.

 

Ama hiç düşünmeyeceğim bir şey yaptı. Cebinden bir sigara daha çıkardı ve sol cebine sokuşturmak için hazırladığı elini bana doğru salladı. Şaşkın şaşkın ona bakarken elini bir daha salladı bunun üzerine başımı iki yana salladığımda önünde ki cama elinin tersiyle iki defa tıklattığında camı açmamı istediğine emin olmuş bir şekilde yavaşça camı açmıştım. Kendi sigarasını yakarak derin bir soluk aldıktan sonra bir anda çakmağı bana doğru fırlattığında şaşkınlıkla gözlerim açılmış ve yakalamak için uzattığım elime çarparak yere tam olarak ayaklarımın altına doğru yayılmış olan kanın üstüne düştü. Gözleri anında ayaklarımın dibine kaydığında yavaşça yere eğilerek çakmağı aldım ve kan olmuş çakmağı ateşleyerek sigaramı yaktım.

 

Bu eylemleri o kadar düşüncesiz bir şekilde yapıyordum ki bedenimde ki atlattım dediğim şoku atlatmadığıma neredeyse emindim.

 

Sessizce bana bakarak elinde ki sigarayı içmeye başladığında garip olan bu adama ayak uydurdum. Koyu kahve dalgalı saçları özenle jöleyle dağınık bir şekilde alnına bir kaç tutam düşecek biçimde biçimlendirilmiş ve iri çıplak bedenine eşlik eden kollarını omuzlarından itibaren kaplayan dövmeler vardı. Uzun oldukça uzun duran bir boyu vardı. Göğsünün ortasına yaptırılmış olan haç dövmesi vardı. Beyaz teni, büyük yeşil gözleri ve kalın dudaklarına eşlik eden güzel düz bir burun. Onu incelerken kafam kendiliğinden sessizce sağıma doğru düşmüş elimde ki sigara ise kendi kendine yanmaya devam etmişti.

 

İşin bir tuhaf yanıysa ben nereye bakıyorsam bakışları da beni takip edercesine üstümde o tarafa gidiyordu. Elimde ki sigara parmaklarımın arasından düştüğünde aşağı kattan geldiğine emin olduğum bağrışmayla diken üstüne binmiş gibi omuzumun üstünden geriye doğru bakarak bu sesin kimin olduğuna emin olmaya çalıştım.

 

Ata. Siktir!

 

Hızla camdan uzaklaşıp kapıya doğru gittim ardından Yıldıza doğru baktığımda onunla ne yapacağımı bilemeyerek hızla yanına doğru ilerledim. Bu geri zekâlı niye gitmemişti ki? Stresten tırnaklarımla oynamaya başlamışken gözlerim sürekli kapıya kayıp duruyordu. Bu sırada hâlâ camın önünde varlığını belli eden adama döndüğümde iki elini cebine koymuş beni izlediğini fark ettim. Zaten gerilen sinirim hepten kopmuş gibi o sinirle hızla yukarıda ki perdeleri çekerek beni görmesini engelledim. Televizyon muydum ben?

 

Ne yapmalıyım? Her şeyimi bilen annemden mi yardım istesem? Of hayır!

 

Düşün Tansu, düşün. Gözlerimi sakince yumarak hızla perdeleri geri araladım. Aynı şekilde aynı yerinde duruyordu. Perdeleri açtığım vakit suratından belli olmasa da gözlerinin içinde parıldayan eğlence kırıntılarıyla çok yanlış ellere düştüğüme emin olmuştum.

 

"Yardım etmelisin." diyerek sessiz ve çaresizce konuştum. Kaşları ağır bir biçimde havaya kalktığında neden dermiş gibi bakıyordu. İster istemez telaştan gözlerimi devirdim. Ardından yaptığım şeyden pişmanlık duyarak tekrardan adama baktım. Gözlerini ayaklarımın dibinde ki cesede dikmiş düşünceli bir biçimde bakıyordu. Düşünecek vaktim yok be adam! Sanki her şey kontrolüm altındaymış gibi kelimelerime bastırarak konuştum. Bu annemden öğrendiğim bir taktikti, erkekler bundan hoşlanırdı ne yaptığını bile kadınlardan. Ancak bir o kadar aptal olmam konusunda annem tarafından oldukça çok uyarılmıştım da.

 

"Şimdilik yardım et sonrasını sonra düşünürüz." diye sesimin çok çıkmamasını çabalayarak balkona doğru yanaştım. Duvarın kenarına asılmış olan kameraya denk gelmemeye çalışarak uzak durdum. Aptaldım elbette, bu geri zekalıya karşılık verdiğim için ancak ardımda iz bırakmayacak kadar da tuhaf bir şekilde iyiydim de.

 

Omuzunu usulca kaldırıp indirdi. Burun kemerimi sıkarken derin bir soluk alıp verdim. Bu sırada Ata'nın ıslık çalan sesleri kulaklarıma doluştuğunda telaşla pencereden uzaklaştım ve sağıma soluma bakarak cesedin üstüne atacak bir şeyler aradım. Ancak yine istediğimi elde edemeyerek elim boş kalmıştım bile. Gözlerimi çaresizlik içinde kapıya diktiğimde arkamdan adamın sesini duymuş gibi yavaşça yönümü ona çevirdim.

 

Şimdi gözlerinin içine bakıyor ve herhangi bir tepki bekliyordum. Gözleri uyuşuk bir biçimde bedenimi talan edip suratımı bulduğunda yavaşça göğsünü şişirecek bir soluk aldı cebinde ki elini dışarı çıkardığında yanında doğru uzatarak bir şey aldı. Telefon. Gözlerini gözlerimden ayırmadan birini aradığında konuşmasını duymasam da sesini kısık bir şekilde duyacak konumdaydım. Boğuk gelen kalın ses tonuna karşın anlık şaşırsam da bu iri uzun bedeniyle uyuşacak tek ses tonu gibiydi.

 

Dudaklarının üstüne yerleşen kısık gülümsemeyle ister istemez kaşlarımı çattığımda arkamda ki kapıdan kapının tıklatılması geldi. Bütün bedenim buz tutmuş gibi yerinde kasıldığında kanımın derimin altından iliklerime doğru çekildiğini hissettim. Sanki suratıma yansımış gibi gözlerini kısarak baktı. Bense titrek bir soluk alıp verdiğimde dudaklarımın arasından çıkan soluğun soğukluğu usulca burnumun ucuna doğru yükseldi.

 

Yakalanacaktım. Bitmiştim ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Onu buradan çıkartamazdım, taşıyamazdım. Vaktim yoktu ki burayı temizliyeyim üstüne üstelik bir köşede yani tam karşımda olan bir tanık vardı ve ben o donuk suratlı tanıktan nasıl kurtulacağımı bile bilmiyordum. Ya beni ihbar etseydi muhtemelen bugün boylu boyunca benim için bir son olacaktı.

 

"Tansu?" Ata'nın sesi kapının ardından bana ulaştığında ister istemez irkilerek kapıya döndüm. Kahverengi kapı sanki her an açılacakmış gibi geliyordu ve odanın boğuk havası beni oldukça germeye müsaitken aklımı kaçırmadan şuan ayakta dikilebiliyor olmak benim için bir mucizeydi.

 

"Tansu? Sana diyorum! Açsana kızım!" diye homurdandığında gergince yutkunup kal gelmiş vücudumu oynatabileceğime inanarak bir kaç adım öne doğru ilerledim. Ancak topuklarım yerde takırtı yarattı ve beni ele verdi. Sinirle gözlerimi yumduğumda dudaklarım dişlerimin arasında işkence çekiyordu.

 

"Bak oradasın biliyorum sesin geliyor. Yıldız da mı orada? Ne yapıyorsunuz siz ikiniz baş başa? Sesi de çıkmıyor gevezenin, doğru söyle öldürdün mü?" dediğinde odanın içinde iliklerime kadar hissettiğim gerginlik bıçak gibi keskin bir şekilde hissediliyordu. Tam olarak şah damarımın üstünde yerini koruyordu ve değmesine ramak kalmış gibiydi.

 

Kalbim kulaklarımın içinde atarken beynim düşünceden aciz bir şekilde tıkandı, ne Ata'nın bağrışı nede yerde ki cesedi düşünemeyecek kıvama gelmiştim. Dudaklarım âdeta birbirine yapışarak kilitlenmişti ve lanet olsun ki ağızımı açmaya cesaret bile edemiyordum. Sessizce arkamda ki poker masasının üstüne attığım telefona uzandığımda titreyen ellerimi görmemle duraksamam bir olmuştu. Kurumuş boğazıma karşın derince yutkunduğum vakit gözümün kenarından süzülen yaşla birlikte hızla telefonu aldım ve hâlâ arkamda bana seslenmekte olan Ata'yı duymazdan gelerek annemi aradım.

 

Telefon bir defa çaldığı vakit, karşımda hâlâ beni izlemekle yetinen bu gizemli adama karşın derince bir öfke hissettim. Yine bir sigara yakmıştı. Sanki bir film sahnesi izliyormuş gibi sakin kalmasına anlam verememekle birlikte her gün ölü bir insan görüyormuş gibi ve...Sanki burada ki olanları ikimiz dışından çıkmayacakmış gibi bakıyor olması da işin cabasıydı.

 

"Alo?"

 

Telefondan gelen annemin sesiyle birlikte karşımda ki adamın arkamı işaret etmesi üzerine çalan bir başka telefonun sesi. Hepsi üst üstte gelmişti. Korkuyla yerimde titrediğimde Ata'nın telefon konuşmasına kulak kabarttım.

 

"Efendim baba?" dedi. Adım sesleri kulağıma gelse de hâlâ uzaklaşmadığını ve kapının önünde durduğunu biliyordum.

 

"Karallar mı?" dediğinde soluklarımı tutarak konuşmanın devamını dinledim.

 

"Niye gelmişler? Büyükannemle konuşmak için mi?" diyerek uzaklaştığında. Bedenime soğuk su etkisi yaratmış gibi sarsıldım. Ben Yıldız'ı buradan nasıl çıkartacaktım daha da imkansız hâle geliyor ve kan parkelerin arasından sızıp çıkmayacak gibi ıslak imzasını atmış gibiydi.

 

"Tansu? Duymuyor musun sen beni?" Annemin sesini duymak beni rahatlatmamış aksine daha da beter bir hâle sokarak ağlayacak kıvama getirmişti. Titreyen çenemi sıkıca tuttuğumda bakışlarım karşımda ki adama kaydı. Gözlerimle yalvaracak kıvama gelmiştim ancak bu onun için yeterli değilmiş gibiydi.

 

"Lütfen." diyerek fısıldadığımda karşımda ki adamın bakışları anında donuklaştı ve kendi yuvasına çekilmiş gibi belirsiz bir ifadeyle dudaklarımı okudu.

 

"Ne? Tansu anlamıyorum. Hem hemen aşağı in Karal ailesi geldi senin için mükemmel bir fırsat. Kapatıyorum beş dakikaya gelmelisin." Telefon hattan kesildiğinde benim bakışlarım bir saniye bile karşımda ki kimliği belirsiz tanımadığım adamın üstünden ayrılmamıştı bile. Bir iki hareketlenme sonrasında camın önünden uzaklaştığında kafadan vurulmuşa döndüm. Bedenim engelleyemeyeceğim bir kıvamda titremeye başladığında bacaklarım altımda beni taşımayı reddediyor gibi bükülmeye başladı. Hızla poker masasından destek aldığımda gözlerim anında Yıldız'ın ölü cesedine kaydı koyu kahve saçları yüzünü kapatmış bedeni yere savrulmuş bir şekilde yüzüstü düşmüştü.

 

Ben böyle bir şey istememiştim. Ben ne kadar kötü düşünürsem düşüneyim bir insanın ölüsünü görmek yada bir insanın ölmesi taraftarı değildim. Yıldız'dan ne kadar nefret etsem de dahi onun ölmesi benim isteyeceğim son şey olurdu. En azından benim elimde ölmesi.

 

Ancak tam olarak bir saat önce en istemeyeceğim şey oldu ve benim elimde öldü. Azıcık cesaretim olsa bu suçtan kurtulmak için kendimi de öldürürdüm. Fakat hiç birine sahip değildim. Sessizce döktüğüm bu gözyaşları beni tamamen sessizliğe gömdü, gözlerimi saniyelik bile olsa cesetten ayıramazken durgunlaşan bedenime eşlik eden ağırlıkla masaya yaslanmış bir şekilde dikiliyordum.

 

Kanlar yoğunlaşarak ayaklarımın altına doğru sızmış ve ben bir kan göletinin ortasında kalmıştım. Ruhumun derin köşelerine indikçe yaptığım şeyle karşı karşıya geldikçe ilk ana geri dönüyor ve delirecek gibi oluyordum. Bedenim oldukça soğuduğunda kollarımı kendime doğru sarmayı akıl ederek yutkundum. Belki de verdiğim tek tepkim bu olmuştu.

 

Ben yardım dilenirken beni bırakmıştı. Ne düşünüyordum ki? Bir katili kollayacak değildi elbette. Belki de şuan beni çoktan ihbar etmiş ve şuan beni almak için yola çıkmış olabilirlerdi. O an sanki bileklerimin üstünde soğuk ve sert bir metal hissettim. Bileklerimi sıktıkça sıktı ve ben acıyla inlemekten kendimi alamamıştım. Gözlerim hızla bileklerime kaydığında gördüğüm kelepçelerle hızla yerimden doğruldum ve gözlerimi kırpıştırarak kollarımdan sarkan kelepçelere baktım.

 

Gözlerimden hızla süzülen gözyaşlarıyla görüşüm bulanıklaştı ve ben kollarımda ki metalleri hızla çekiştirmeye çalıştım. Dudaklarımda ki hıçkırık dışarı çıktığında omuzlarımda sessizce sarsılmaya başlamıştı.

 

Toparlanmam gerekiyordu biliyordum ancak bedenimi saran bu tuhaf duyguyu üstümden atamıyordum. Tam o saniye kapı tekrardan tıklatıldı. Öyle bir refleksle kapıya dönmüştüm ki bedenimin üstünde ki kafamın boynum ve omurgamdan itibaren çatırdadığın hissettim. Yavaş ve bir o kadar da sert bir şekilde vuruldu kapıya.

 

Tık.Tık...Bekledi. Tık.tık.

 

Yutkunduğumda sanki boğazımın ortasından bir yarık geçip gitmiş gibi canımı yakmıştı. Gözlerim korkudan şişmiş ve aralık dudaklarımın arasından şuan oldukça verdiğim ağır nefeslerle kapının ardında ki sese odaklanmıştım.

 

Tık.Tık...Bekledi. Tık tık.

 

Ritmini bozmayan bu vuruş karnımda olası bir kasırgaya neden olduğunda kasılmalarım âdeta bir bıçak gibi derimin altından çıkıp duruyordu. Midem bulanıyordu.

 

"Tansu?" Duyduğum sesle olduğum yerde kasılırken bana seslenen kişiyi çıkartmaya çalıştım.

 

"Aç kapıyı." Hem kısık hem de sert sesi kapının ardından bana ulaştığında çattığım kaşlarımla bükülmüş vücudumu düzelterek bir kaç adım atarak kapının arkasına doğru ilerledim. Elim kapının kolunda kafamı ise kapının üstüne yatırmış devamı gelecek cümlelere kulak kabarttım.

 

"Yardım etmemi istemedin mi Tansu?" Kulaklarıma dolan kelimelerle birlikte başımı anında cama doğru çevirip az önce ki adamın olduğu yere baktım.

 

"Evet, oyum ben." diye mırıldandı sanki aklımdakileri okumuş gibi. Şaşkınlıkla üst üstte yutkunmuş ve elim ayağım birbirine dolanmıştı. Eve nasıl girmişti? Ya da yanında polis olmadığını nereden bilecektim. Yavaşça yere eğilerek kapının deliğinden baktığımda gördüğüm tek şey siyah kumaşın görüntüsüydü.

 

"Yalnızım." Kasıldım. Sırtımın ortasından derin bir sancı yükselerek uyruk kemiğime saplanmıştı. Sanki her hareketimi gözlemliyor gibiydi, bu bakışlarımı hızla odanın içerisinde gezdirmeme neden olduğunda karşı odanın içinde ki kamerayla kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Gözlerimi ayıramadan karşımda ki kameraya bakıyordum. Odanın içinde dolabın hemen üstüne yerleştirilmiş bir kapak gibi ayan beyan ortada olan bir kamera. Gözlerim hızla cesede kaydığında sanki beynim düşünme yetkisinden muafmış gibi bir boşluğa düştüm.

 

"Merak etme. Seni ele vermeyeceğim. Ancak kapıyı şimdi açmalısın yoksa bu evden o ceseti çıkartacak vaktin kalmayacak." diyerek tahammülü kalmamış gibi konuştuğunda çaresiz bakışlarımı kameradan çekerek kapıya yöneldim.

 

Bakalım o kadar şanslı bir insan mıyım? Övündüğüm şeye evren beni tekmeleyerek yanıt vermezse gerçekten şanslıydım.

 

Sonunda içimdeki karmaşadan kurtulduğumda, kapının kilidini açtım. Karşımda, dik bir vücuda sahip dev gibi adamın sert bakışları ve kafasına geçirdiği spor şapkasıyla kapının önünü kapatmış bir şekilde, elleri cebinde rahat bir biçimde karşımda duruyordu. Korkudan hızla geçmesi için kapıyı araladığımda, gözlerim adamdan çok arkasında birilerinin çıkacağı korkusuyla ardına dikilmişti.

 

İri uzun adımları bir adımda onu içeri soktuğunda kapıyı ardından kapatıp kilitledim. Avuçlarım terlemiş, bütün bedenimse iflas bayrağını çekmiş gibi büyük bir halsizlikle boğuşuyordu. Kalbim bedenimi oldukça yormuştu. Bu işin sonuna kadar dayanırsam kendimi alnımdan öpecektim. Bunu cidden yapacaktım.

 

Önümde ki adamın geniş sırtını izlerken komple siyaha bürünmesi aklımı bulandırmaya oldukça yetmişti. Beni tehdit edecekti. Yoksa neden kameranın açısına simsiyah giyinmiş bir şekilde çıkmıştı ki?

 

"Yardım edecek misin artık?" diyerek telaşla yanına doğru ilerlediğimde kafasını bana doğru çevirdi ve yeşil gözleriyle bana baktı. Afallarken bulmuştum kendimi bir an, yakından daha da uzun ve iriydi ve kendim onun yanında oldukça uzun olmama rağmen çocuk misali kalmıştım. Üstünde daha önce ki havasından farklı olarak şuan tam olarak hırsız veya işinin ehli bir katilmiş gibi duruyordu. O kadar rahattı ki elleri hâlâ ceplerinden dışarı çıkmamıştı.

 

Göz göze geldiğimizde ise anlık soluğumu tuttum yakından daha da iyi durması işin cabasıydı ancak onu incelemeyi şuan düşünmeyerek tekrardan konuştum. Sesim oldukça kısık ve tedirgindi endişe âdeta sesimden çıkarak somut bir şekilde elle tutulacak kıvamdaydı.

 

"Hızlı olmalıyız kendin dedin... Lütfen kurtulmama yardım et." diyerek gözlerim dolu bir şekilde konuştuğumda vücudunu yavaş bir biçimde bana doğru çevirdi iki adımlık mesafeden beni incelemeye başlamasıyla öfkem içimde ters köşe yaptı. Daha da ağlamama neden olacak kıvama gelmişti.

 

"Korkuyor musun?" Sesi o kadar rahat bir şekilde fırladı ki dudaklarından telaşla ne yaptığımı bilemeyerek ellerimi dudaklarının üstüne kapatıp kapıya baktım. Kalbim endişeyle kan pompalarken karnımda ki sancı beni yer konuma gelmişti. Burnuma dolan parfüm kokusuna eşlik eden solukları inip kalkan göğsüyle birlikte beni durgunlaştırdığında bakışlarımı gözlerine çıkardım. Kaşları anlık olarak şaşkınlıkla kalkmış ardından düz bir hâl almıştı. Çekingen bir şekilde ondan uzaklaştığımda önüne dönerek sağına soluna baktı.

 

Gözleri hemen kitaplığın köşesine yığılmış olan asılacak yeni perdelere doğru ilerlediğinde aklıma gelen şeyle telaşla engel oldum.

 

"Olmaz onlar! Anneannem onları bulamazsa keser bizi. Annemin hediyesi." dediğimde gözlerinden öyle bir bakış fırladı ki kendimi anında olduğum yere sinerken buldum. Yavaş bir biçimde yutkunup bir kaç adım geriledim.

 

"Kullanabilirsin elbette." diyerek kısıkça mırıldandığımda o çoktan beni umursamadan perdelere doğru ilerlemiş ve hızla Yıldız'ın üstüne doğru atmıştı, bedeni hızla perdenin altında kalırken ellerine hangi ara geçirdiğini görmediğim eldivenli elleriyle birlikte Yıldız'ın bedenine çevresini sıkı sıkıya sardı. En az üç kat olacak şekilde sarmış ve onu yerden alarak poker masasının üstüne atmıştı.

 

Yıldız'ın savrulan bedeni içimi titretirken gergince bir yardımım dokunsun diye hızla etrafımda yerde ki kanı silecek bir şeyler aradım. Bu seferde Yıldız'ın anneanneme yurt dışından getirttirdiği yemek takım setlerinin arasında ki mavi kurdele işlemeli mendilleri kaparak hızla yerde ki kanları silmeye başladım. Beyaz mendiller hızla kana boğuluyordu. Bunları anneannem oldukça beğenmişti ancak ayak altına koyması onun hatasıydı. Bu evde ki hiç bir eşya bir başka yere anneannemden habersiz konulmazdı.

 

Hâlâ ismini bilmediğim adamın kollarını bağlamış kalçasını yaslayarak beni yukarıdan izlediğini gördüğümde dudaklarım sinirle aralanmış bir şeyler demek için açtığım dudaklarımı onun bana ters ters bakmasıyla anında kapatarak önüme dönmüştüm. Her zaman cinayet işlemiyordum ve onun kadar sakin kalamıyordum. Bütün telaştan kanı temizlemek yerine içine düşecek potansiyelim vardı. Çok iyi temizlenmese de uzun uğraşlar sonucunda koca bir sele çöp çıkmıştı ve onları buradan nasıl çıkartacağımı bilmemekle birlikte bu odadaki kanın kokusunu nasıl çıkartacağımı bile bilmiyordum.

 

Ellerimde ki kanlarla birlikte ona doğru döndüğümde gözleri kollarımın kenarlarından akmaya müsait kanlara doğru değindi ardından sesini çıkarmayarak camı açtığında çattığım kaşlarımın arasından onu izliyordum.

 

"Ne yapacağız, nasıl çıkacak?" diye gergince konuştum. Ancak bana cevap verme tenezzülüne girmeyerek kendi evini işaret ettiğinde anlamamış bir şekilde ona baktım.

 

"Ne?"

 

Pencereler komple açıldığı vakit masanın üstüne attığı Yıldızı omuzuna aldı ve aklımı başımdan alacağı bir şey yaptı. Attı. Bütün kanım içime çekildiğinde ayakta kalmak imkansız gibi geldi ve arkamda ki masaya çarparak tökezledim.

 

"Ne-ne yapıyorsun?" Midem bulanmış ve düşen bedenin çıkardığı sesler karnımda burkulma yaratmıştı.

 

Bir kaç adım atarak aşağı bakarak geri çekildi ve pencereleri kapatarak bana döndü.

 

"Bana cesedi yere attığım için bu hâle geldiğini söyleme." diye mırıldandı ve yerde ki kanlı bezleri az önce temiz bir şekilde içlerinde katlı olan kutuya katlayarak koydu. Aklım zihnimi terk etmiş bir biçimde ona bakarken kusmamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki. Koca bedeni önümde eğilmiş ve hiç beklenmeyecek bir titizlikle ıslak kanlı havluları katlayarak kutuya yerleştiriyordu.

 

"Ne yapıyorsun?" Bilmem kaçıncı kez sorduğumu bilmediğim soruya büyük bir sakinlikle yanıt verdi.

 

"Bunları bu şekilde elinde çıkartamayacağına göre. Düzgünce yerleştirerek çıkartacaksın."

 

"Ben mi çıkartacağım?" derken sesim o kadar kısık ve dermansız çıkmıştı ki bu işin sonuna kadar dayanacağıma dair bütün umudum sönmüştü. Elinde ki son parçayı da yerleştirerek kapağı kapattığında yerinden doğrularak gözlerime bakıp göğsüme doğru iterek elime tutuşturdu.

 

Gözleriyle beni baştan sona inceleyerek dermansız ve her an bayılacak hâlime karşın sıkkın bir soluk aldı.

 

"Senin pisliğini temizliyoruz. Sakın bayılayım deme döner giderim. Evdekiler aşağıda, köşede ki lavaboda yüzünü yıkayıp gel çabuk." diyerek pencerenin kenarına geçti ve bir sigara dal yaktığında sırtını bana dönmüş kendi odasını izleyerek sigarasını içmeye devam ediyordu. Ancak benim gözlerim dolmuş dokunsalar ağlayacak kıvama gelmiştim. Boğazıma yükselen kusmuğa karşın suratımı buruşturarak zorla koridora çıktım. Kulaklarımı kabarttığımda ise kimsenin yukarı çıkmayacağını düşünerek lavaboya girdim.

 

Aynada gördüğüm rengi kaçmış, gözlerinin feri gitmiş ve saçları oldukça çok dağılmış biriydi. Çenemde ki ve ellerimden dirseklerime doğru yol çizen kanlara karşın yüzümü buruşturarak hızlıca ellerimi sabunlayarak temizlemeye çalıştım. Sanki etime işlenmiş gibi ve sonu gelmeyecek gibi sürekli ellerimi ovaladım. Ellerimin üstü kızarmaya başladığında ise durmak temizlemeyecekmiş gibi gelmiş gözlerimin kenarlarından süzülen yaşlarla birlikte sessizce ellerimi yıkamıştım.

 

Ben... Ne yapmıştım?

 

Çenemin kenarında ki kanıda temizledikten sonra. Bileğime doladığım ince tokayı saçıma dolamıştım. Sıkı bir at kuyruğu yaparak tekrardan kendime baktığımda şuan daha iyi olduğumu fark ettim. Gözlerim ayaklarımın altına kaydığında zihnimde çakan şimşeklerle birlikte hızla ayağımda ki ayakkabıyı çıkartarak apar topar yerde ki izleri silmiş ardından kapıyı açarak koridora çıkmıştım. Bir elimde tuttuğum topuklularla parmak ucumdan yükselerek odaya yaklaştığımda gözüme çarpan açık kapıyla birlikte eş zamanlı olarak merdivenlerde ellerinde ki kovalarla söylene söylene yukarı çıkan temizlikçiyle göz göze geldim.

 

Adımlarımın önü aniden kesildiğinde donuk bir şekilde gözlerimi kaçırmadan gözlerine baktım. Bir kaç saniye şaşırmayla kadında gözlerime baksa da gözleri anında elimde ki ayakkabıya ardından çıplak ayaklarıma kaydı.

 

"Tansu Hanım! Çocukların döktüğü şeye mi bastınız? Ah biz de temizlemeye geliyorduk şimdi. Hiç yerlerinde durmuyorlar o kadar de dedim şu boyalarla oynamasınlar diye şuranın kokusuna bakın ful tiner kokuyor boğulacağız evin içinde." diyerek odaya girdiğinde ben şaşkınlığım suratımdan belli olmasa da olduğum yerde bir iki adım ileriye atarak kapının önüne geldiğimde o adamı gözlerim aramıştı ancak kendisini göremedim.

 

Gözlerim yerde kanlı yerde dolaşsa da kırmızı bir boyayla komple kaplanmıştı, kadınlar kendi aralarında bunların nasıl zeminden çıkacağına dair konuşsalar da benim aklım bu olayın şaşkınlığınaydı. Kutu da yerinde değildi. "Burada anneannemin kutusu vardı ama?" diyerek ağızlarını aramak için sorduğumda aralarından biri etrafına bakındı. "Hayır burada yok." diyerek işine döndü. Heyecanla gülümsediğimde sessizce oradan uzaklaştım. Merdivenlerden inerken de dizlerime bulaşmış kanları temizleyerek inmiştim.

 

"Tansu!" Adımın söylenmesiyle irkilerek dengemi kaybettiğimde çığlık atarak yere düşmeyi beklerken Ata'nın belimi kavramasıyla düşmekten son anda kurtuldum. Tek koluyla beni kaldırarak yere indirdiğinde sinirle omuzundan ittim.

 

"Aptal mısın sen? Bir anda bağırılır mı?" diyerek cırladım.

 

"Salak mısın kızım sen? Nereden bileyim aklın beş karış havada. Manitanla mı ayrıldın? O yüzden mi sesin çıkmadı yukarıda. Bak bakim sen bana." diyerek çenemin ucunu kavrayarak suratıma baktı.

 

"Ağlamışsın da sen. Hadi len oradan! Sen seviyor muydun onu?" dediğinde ters ters ona baktım ve eline vurdum.

 

"Sana ne Ata, çekil önümden işim gücüm var."

 

"Ne işin olacak kızım? Müstakbel eşinin ailesi geldi. Git ve görün Yıldız kendini göstermeden. Bu arada o nerede?" dediğinde anlık duraksayacak gibi olsam da bozuntuya vermeden devam ettim.

 

"Serseri sevgilisinin yanındadır." diyerek yanından hızlıca geçtim adımlarım yan tarafa doğru ilerlediğinde sağıma soluma bakınarak cesedi attığımız duvarın oraya geldim. Bizim tarafta değil o adamın evinin bahçesine düşmüş olmalıydı. Elimde ki topuklularla ilerlerken hızla küçükken her yere açıldığını hatırladığım arka bahçede bulunan tellerin önüne doğru geldim. Neyse ki çamlık ağaçlarla kaplı olan bur yer gözükmeyecek yerdeydi. Küçük bir girişi olsa da idmanlı olduğum için girmem kolay olmuştu. Hızla üstümü başımı toparlama fırsatına değinmeden koşarak bahçeye geçtiğimde kapının önünde ki adamlarla birlikte ayaklarım olduğum yere çakılmıştı bile.

 

Bir sürü sıra sıra dizilmiş takım elbiseli adamlar dik dik bana bakınıyordu ve ben dağınık üstüm başımla birlikte zerre iyi bir görüntü sağlamıyordum.

 

"Hadi!" diyen sese karşın bakışlarım hemen sağ tarafıma doğru dönmüştü. Büyük siyah bir jeepin arkasını açmış Yıldız'ın cesedini içine yerleştirerek arkasını kapatmıştı. Şimdi kafasında ki şapkayı çıkarmış kahverengi saçları özürce alnına düşmüştü. Donuk yeşilleri üstünde ki kıyafetin üstünde patlamış, kalın çerçeveli dudakları bu mesafeden bile kendini belli ediyordu. Uzun boyuna eşlik eden postalları daha yeni fark etmiştim. Hatta sağ bileğinde olan kalın deri bilekliği bile daha yeni fark etmiştim.

 

Hızla büyük adımlarla arabaya bindiğinde kendimi toparlayarak elimde ki topukluları hızlıca ayağıma geçirerek yanına bindim. Binmemle birlikte araba hızlıca hareket etmiş hatta kapalı olan kapıya doğru son hızla ilerleyerek gitmişti ben öleceğimizi dahi düşünürken o kendisinde ki rahatlığı bozmayarak hızla açılan kapıdan çıkmıştı.

 

Şaşkınca, tanımadığım bir adamın peşine takılmış onun beni sürüklemesine izin veriyordum. Hoş yine de beni kurtaranda oydu ancak bana niye yardım ettiğine pekte anlam verememiştim. Gözlerim yanımda ki adama kaydığında bakışlarında ki sert ifadeyle gözlerini bir saniye bile ayırmadan yola odaklanmış gidiyordu. Gündüz vakti ışığın altında bu kadar aydınlık şekilde yüzünü görmek bünyeme fazla gibi geldi. Düzgün burnu, uzun kirpikleri, kavisli kaşları, büyük yeşil gözleri, hafif kirli sakallarıyla oldukça iyiydi. Sabahki hâlinin ardından şuan ki serseri görüntüsü büyük bir şekilde havasını değiştirmişti. Sabah özenle geriye doğru yatırılmış saçları şuan dalgalı bir şekilde alnından sarkıyordu.

 

Bünyem daha fazlasını kabul etmeyince sessizliği sürdürerek önüme döndüm. Akıp giden evleri izledim ve bundan sonra hayatımın nasıl parmaklarımın arasından kayar gibi ilerleyeceğini düşündüm. Düşünceler içimi daraltırken gözlerimi anında kapatarak yutkundum. Anayoldan değil de tamamen ara sokakları, polislerin yollarıyla kesişmeyecek yerlerden giderek büyük bir binaya denk geldik. Fabrika arasında ve eski bir sanayi bölgesiydi.

 

"Bu kuzenimi ipsiz sapsız bir yere atacağım anlamına gelmiyor." diye konuştum hızlıca. Bakışları anında beni bulduğunda belli belirsiz kafasını sallayarak arabadan indi. Bense hâlâ arabanın içinde oturuyordum. Yerimden kıpırdamadığımı fark ettiğinde ise kafasını açık camdan içeri sokarak hafiften eğilerek suratıma baktı.

 

"Eski bir hastane in arabadan." diyerek arkaya ilerlediğinde tek kaşım kendiliğinden kalkarken kendime sormak yerine sorularımı ona sıralamak için arabadan indim.

 

"Niye buraya getirdik." dediğimde Yıldızı omuzuna atmış tek koluyla rahatlıkla taşırken büyük adımlarla ilerlemeye başladı. Bense hem düşmemeye çalışarak hem de tedirgin olarak sağıma soluma bakarak ilerliyordum.

 

Büyük bir bahçesi olan yıkık duvarlarıyla yarısı çökmüş olan hastaneye girdiğimizde etrafıma tedirginlikle bakınarak hızla onun yanına doğru sokuldum. Elimizde bir ceset boş bir hastane çokta etik değildi gerçi.

 

"Niye geldik?" diyerek sessizce üsteleyerek fısıldadım.

 

"Eğer alıp anında gömseydin ailesine vereceğin tek şey kemikleri olur. Ancak cesedi saklarsan vereceğin şey kızları olacak." dediğinde gergince yutkunarak onun önümden ilerlemesine müsaade ettim. Bakışlarım baş aşağı sarkıtılmış Yıldıza kaydığında suçlulukla dolup taştım.

 

Yıkık ve kirli koridorlardan ilerlediğimizde adımlarımızın durduğu yer eski bir morg olmuştu. Bu morgların nasıl hâlâ çalıştığına dair sorular sormak istesem de bir o kadar sessiz kalmak istiyordum sanki yaptığım şeyle Yıldız'ın yasını tutuyor gibi sessizliğe gömülmüştüm.

 

Yıldız'ı morga yerleştirdiğinde sırtımı arkamda ki duvara yaslamış ve sessizliğime ayak uydurarak yere doğru kayarak oturmuştum. Ben birini öldürmüştüm. Öyle yada böyle bunların hepsi onun yüzünden olmuştu.

 

Senin suçun Yıldız.

 

İçine yerleştirse de benimle birlikte sessiz kalarak eşlik etmiş gibiydi. Tam olarak yanı başıma gelmiş kafasını eğmiş beni izliyordu. Baygın bakışlarımla birlikte geriye attığım kafamı ağır bir biçimde o adama çevirdim.

 

"Aramızda kalacak değil mi?" diye mırıldandım. Bir süre sessiz kaldı ancak içimde ki endişe sanki uçup gitmişti. Onun yerine sessizce konuştum.

 

"Kalacak." dediğimde kaşının tekini hiçte tekin olmayan bir şekilde kaldırıp indirdi. Gözlerinin içinde ki parıltılar âdeta nereden bu düşünceye kapıldığımı sorgular nitelikteydi.

 

Bende istediğini verdim, ona tatmin edici cevaplar verdim.

 

"Sen. Karal ailesinden değil misin?" diyerek direkt konuya girdiğimde ilgisini çekmişim gibi nereden bildiğimi sorgularcasına bana baktı.

 

"Tansu ben. İstesen de istemes

en de yardım etmek zorunda kalacağın müstakbel eşin."

 

Loading...
0%