@black__ubel
|
𓂀
Lütfen oy Ve Vote verin. Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayınnn!
Yazım hatalarım için kusuruma bakmayın. İyi okumalar.
𓂀
Eğer hayatı bir camın arkasından izlediyseniz, gerçek dünyayla karşılaşman seni olduğundan daha da büyütebilir. Seni öldürebilir. Seni kırabilir. Seni yok edebilir ve varlığın bir anlam içermekten dışarı çıkabilirdi. Sahte insanların sahte gerçeklerine inanarak büyüdüğünde gözlerinde ki perdelerin rengi de değişebilir. Yerde ki parkeler kanada bulanabilir.
Elinde ki bıçak sana da doğrulabilir.
Araf Karal karşımda görkemini arkasına almış başını hafiften omuzuna doğru yaslayarak hemen karşımda beni izliyordu. Yeşil büyük gözleri dudaklarımda dolaşıyor ağızımdan çıkacak her kelimeyi kıskacına almak istiyor gibiydi. Benim onu tanımama ihtimal vermemişti. O beni değil ancak ben onu iyi bilirdim. Onun küçükken nasıl olduğundan tutun, ilk aşkına kadar onu tanırdım. Ben onun için bir başkasıydım, o da benim için öyleydi.
İlkokulda içine kapanık minik bir aslandı.
Ortaokulda öfkesiyle yaşayan bir aslandı.
Lise de savrulup, serpilmeye müsait, babasının görkemine kapılmış ve kurtlarla kapışabileceğini sanan minik bir aslandı.
Üniversitede ise kontrol edilemez derecede kopuk yaşadı, kindar, nefret, soğuk, çekilmez, sevilmez biri olmuştu bu aslan.
Onu görüyor her gün magazinlerde haberlerini okuyordum, tekin olmaktan çıkmış tekinsizliğinin içinde sağa sola kükrerken izledim onu. Boşluğa veya çevresine kükrüyor ve gözdağı veriyordu. Kırıyordu, yıkıyordu ve öldürüyordu.
Bazense, camların ardında onu izleyen insanlara kepaze oldu. Gururu kırıldı ancak yine kükredi insanları yenebileceğini düşündü, sesini yükseltti. O yükselttikçe insanlar güldü, camların ardına saklandılar onun kapana kısılmış hâlini zevkle izlediler. Bende izledim ancak zevkle değil.
Sonra bir gün camın ardında ki insanlardan kurtuldu ve ormanına gidip sessizliğiyle insanları izledi. Taktik değiştirdi. Bu sefer o kendi bölgesine gelen insanlarla oynadı, gelene pençe attı, attıkça dinledi ve zevk aldı. Zevkin doruklarını ücra köşelerde yaşadı dinmeyen öfkesini ehlileştirdi, dinleyip başını okşadı ve elinin altında bir kukla yaptı. Sonra bir gün meydana kendi bölgesini pençelerinin arasında tutan bir aslan olarak çıkmıştı. Eski lideri ezerek sınırlarını çizdi, kimse de girmeye cesaret edemedi.
Dudaklarının arasından çıkan buhar yukarı doğru süzülüp ikimizin arasına perde olduğunda bir kaç saniye gitmesi için duraksadım. Bu yıkılmış hastanenin bu kadar soğuk olduğunu hissetmemiştim bile. Yerimde titreyecek gibi olduğumda derince yutkunup bu sefer dik bakışlarla suratına baktım. Gözleri resmen beni aşağılamaya dünden hazırmış gibi öyle bir üstten baktı ki...aramızda ki boy farkından değil, gözlerinin içerisine sinen kindar bakışlardan bahsetmiştim. Uzun süredir gizlediği bir şeyi tutmakla zapt edemiyor gibi anlık kendisiyle çelişkiye girdi. Ardından maskesi usulca süzülecek gibi olsa da kendisine hakim oldu.
"Sen..." diye genizden gelen bir sesle konuştuğunda gözlerim anında pembemsi çerçeveli dudaklarının üstünde dolaştı. Nasıl bu kadar pürüzsüz gözüküyorlardı? Yada dudağının hemen alt köşesinde yer alan minik gamze; en küçük dudak kıpırdatmasında orada olduğunu belirtmekle yükümlü bir gardiyan gibi, dudakların arasından çıkacak kelimeleri bekliyordu. Kirli sakalları muhtemelen bir iki gün önce kesilmişti çünkü göz önüne geliyordu. Yine de bir mankenin suratını aratmayacak kadar düz keskin hatlara sahip olması benim için imkansız gibi geliyordu.
"Nereden mi biliyorum?" diyerek gözlerimi dudaklarından gözlerine çıkardım. Arkasında Yıldız'ın cesediyle duruyordu. Sözlerimin üzerine gözleri yine anlık olarak dudaklarıma kaydı ardından başını usulca sallayarak gözlerini gözlerime çıkardı. Ona onun gibi meydan okuyan bakışlar attım, aynı şekilde karşılık alırken.
"Evime bu kadar rahat girmen... Ya da bu kadar rahat olman, en basitinden magazin." dedim.
"Aslında seni her zaman tanıdım ama sen o kadar öfkeliydin ki insanlara saldırganlığından çevrende olup bitenleri kaçırdın."
Diyemedim elbette! Öğrenmesinin onun için bir şeyleri değiştirmezdi ancak magazinden tanıdığımı söylemem daha çok etki ederdi. Bütün rezaletliği TV'ye yansımışken o bakışlarda ki ego tatminiyle dolmuş adamı bir tek bu etkilerdi.
"Tansu..." diyerek gözlerini kısarak omuzumun üstünden bir yere gözleri dalmış gibi baktığında hatırlamaya çalıştığını anlamıştım. Muhtemelen ailesi bilgilendirmemişti bile. Kafamı iki yana sallayarak dikleştiğimde mırıldanmaya başlamıştım. "Tansu Polat. Ailenin seni bilgilendirmediğine kalıbımı basarım." diyerek durumu tartmak için suratına baktığımda donuk suratından zerre bir şey anlamamıştım bile.
Anlık sessizliğe kapıldığında bir tepki verebilmesi için suratına baktım. "Ne o? Ya benimle evlenme düşüncesi ya da benim cinayetimi saklamak zor geldi. Hangisi?" diyerek alayla güldüm.
"Evlenmeye istekli gibisin." diyerek önden yürümeye başladığında anlık olarak gözlerim kapanan morg kapağına kaymış ardından içimi ürperten bu görüntüyü ardımda bırakarak hızla ona yetişmeye çalıştım.
"İsteklisin." diye tuhaf bir tınıda mırıldandığında gözlerimle görmesem de sanki sesinin altından o adamın tekrardan gün yüzüne çıktığına emindim de. Ona şuan şimdi aslında biriyle birlikte olduğumu söyleseydim ne olurdu?
Muhtemelen gururunu zedelerdim ya da yanlış düşünüyor ve sandığımın aksine hiç bir tepki de vermeye bilirdi. Ona şuan aslında o olmasaydı biriyle evlenecek derecede ki güveni elde ettiğimi söyleseydim. Muhtemelen bu adamdan önce annemin topuna tutulurdum. Yıllardır sürekli hatırlattığı bir mevzuyu sanki duymamış gibi kulağımın arkasına itecek olmam benim için hiçte iyi sonuçlanmayacak, annemle oldukça uzun bir küslüğün ucuna sürüklenecektik. Emindim. Annem katı bir insandı onun yapısı böyleydi.
"İstekli demezdim..." diyerek ensesinde ki küçük dövmeye göz dikmişken. "Ama kaderim olduğunu biliyorum." dediğimde adımları duraksadı, o durunca bende durmuştum. Ağır bir biçimde topuklarının üzerinden bana döndüğünde gözlerinde ki anlam karmaşasına karşın bocaladım.
İçinde ne yaşıyordu bilmiyordum bilemezdim ancak sanki üstüne garip bir hava çöktü...çevremizde ki takırtı sesleriyle odağım dağılacak gibi hissetsem de odağımı ondan ayıramadım bile. Rüzgar yıkık duvarların arasından giriyor ve çıplak bacaklarıma çarparak beni ürpertiyordu. Ne zamandır hava bu kadar soğuktu anlam veremiyordum. Mevsimler kaydığı için sonbahara geç girmemiz gerekmiyor muydu?
"Kader..." diyerek mırıldandığında gözlerine vuran karmaşayı aramızda ki üç adımlık mesafeye rağmen hissetmiştim. Yeşil gözleri soru dolu ifadelerle suratıma baktı, sanki soracağı soruları varda sorup ve sormamak arasında kalmıştı. Ancak hiç bir beklentimi karşılamadan yüzüne düz bir ifade indirdi. Öyle bir soğuk baktı ki suratıma bakışlarının içinde ki boşluk beni olduğum yerde sarstı. Rüzgarı arkasına aldı ve rüzgar son sürat arkasından vurarak alnına dağılmak için can atan dalgalarını arkadan öne dağıtarak gözlerinin üstüne bir kaç kıvrım düşürdü. Siyah kargo pantolon ayağında ki kalın postallar ve üstüne geçirdiği uzun kollu olan tişörttü gözlerini öyle bir parlatmıştı ki onun suratında ki tek odağım gözleri oluyordu.
İnanmıyordu. "Bende inanmazdım." diyerek düşünceli bir sesle mırıldandım. Kadere inanmazdım ancak hep bir ihtimal yollarımızın milyonlarca kez kesişmesini neye yoracağımı düşünmüştüm. Kaderimde bir yer edinmeyeceksen seninle yollarımız kesişmemeliydi.
"Ama bak şuan karşımdasın, cinayetime yardım ettin. Belki de en az benim kadar suçlusun şuan. Tesadüfe bak bana yardım eden kişi müstakbel eşim olacak olan adamın kendisi. Bu kadar kesiştiyse yollarımız bir anlam ifade etmelisin." diyerek cümlemi sonlandırdığımda sanki yeni kelimeler öğrenmiş bir çocuk gibi büyük bir merakla yüzümü talan ediyordu. Bu koca adamda böyle bir ifadeyi görmek beni içtenlikle şaşırtsa da yansıtmadım.
"Bunun senin için iyi bir şey olduğunu mu düşünüyorsun?"
Duraksadım gözlerim suratında dolaşırken neye yormam gerektiğini bilemeyerek kalakalmıştım.
"Kötü mü?" Sesimde ki tereddüt elle tutulur şekilde aramızda ikiz bıçakları andırırcasına savrulup duruyordu.
"Ben sana soruyorum güzelim..." Aramızda ki üç adımlık mesafeyi bir anda sıfıra indirdiğinde dudaklarımın arasından giren soluğum boğazımda kalmıştı.
"Sen benim, senin hayatına girmemi iyi bir şeye mi yoruyorsun?" Öyle bir sordu ki onun benim için olan eksilerini çifter bir şekilde aşağı çekti. Sorduğu sorunun cevabı ise bende yoktu tamamen kötü senaryolarının zihnime doluştuğu bir andı. Eli usulca kalkıp dudağıma yapışmış olan saçımı parmaklarının arasına alarak kulağımın arkasına ittiğinde sıcak parmaklarının soğuk tenimde bıraktığı hissiyatla olduğum yerde titrerken buldum. Teni tenime değene kadar soğuktan buz tutmuş tenimi hissetmemiştim bile. Öyle bir hissiyatla doldum ki yüzümü sıcak avcunun içine doğru sürtmemek için zor tuttum.
"Şuan seni burada bu cesetle bırakıp gidebilirim. Girişlerde ki kameraları görmediğini söylemezsin, odamda ki kamerayı da gördün, bagajın arkasında kuzeninin kanları ardında ise cesedi var. İyi anılmam, iyi de sayılmam, iyi görmezler beni. Kumarbazım da şuan belki de avukatlarımdan birine ileri de koz olarak kullanabileceğim bir sözleşme imzalatmışta olabilirim. Kusuruma bakma ama güzelim... ben karşılıksız bir iyilik yaptığımı hatırlamıyorum." diyerek eğlenen bir tınıda konuştuğunda ensemde tokmak gibi atan nabız beni büyük bir korkunun eşiğine sürüklemişti.
Yapabilirdi. Haklıydı da. Onun oyunbozanlıklarına çokça başkalarının üzerinden şahit olmuşken şuan karşımda ki insanın benim için istisna yapabileceğini düşünmem aptallıktı. Buraya gelmem bile başlı başına aptallıktı.
"Yapamazsın." Yapardı. Sadece o an can havliyle çıkmış bir kelimeydi.
Gözlerinin içi öyle bir parladı ki az önce o donuk bakan gözlerinin yerine şeytani bir parıldama almıştı. Dudakları alayla gülümseyerek sıyrıldığında bu durumdan zevk alıyormuş gibi boğazından kısık bir kıkırtı çıktı. O an tüylerim engel olamayacağım bir biçimde ayaklanmıştı. Göz bebeklerim korkuyla büyüdüğünde göğüsüm soluk soluğa kalmış ensemse sanki boncuk boncuk terlemişti. Hem üşüyüp hem yanılır mıydı?
Parmağının ucunu çıplak kolumun üstüne getirerek parmak ucunu sürterek kolumdan yukarı çıktığında gözleriyle parmağını ucunu takip ediyor ve dudaklarında ki eğlence pırıltısı bir an bile gitmeye tenezzül etmiyordu. Olduğum yerde titrediğimde adımlarım usulca gerilmişti. Derince yutkundum.
"Tansu...Polat. Sandığından çok daha fazla şey biliyorum." Elleri usulca omuzumdan yukarı tırmandı tekrardan yüzüme gelen saçları omuzumdan geriye itti parmakları boynuma değdiğinde ise kalbim kendini şaşırmış bacaklarımdan yukarı doğru tırmanan garip bir titremeye tutuldum. Soluğum dudaklarımın arasından tekleyerek çıkıyor kalbim tarifi olmayacak bir şekilde kasılıyordu.
"Ne demek bu?" diye mırıldandığımda ise aklımda dönüp duran şeyler hiç tekin şeyler değildi.
Usulca omuzunu silkti ardından elini üstümden çekti. Halbuki şuan soğuk tenime iyi gelebilecek tek iyi şey büyük sıcak elleri gibi de gelmişti. Çenemi dikleştirdim beni oldukça aciz görmüştü.
"Beni ihbar etmen ya da tehdit etmen kimsenin işine gelmez. Ailen bu evliliği keyfine değil şöhret için yapıyor. Rezillikten başka bir şey yaratmazsın, kendin içinde ailen içinde. Ne sanıyorsun? Sen olmasan bile başkası olmayacak mı? Sen kabul edip etmesen de her zaman bir seçenek olarak bir köşede bekleyeceksin. Benim ailemin bir seçeneği olarak. Babanı da her zaman yaptığın gibi artık gözünde büyütmeyi bırakmalısın minik aslan. Baban bölgesini kaptıralı çok oluyor." diyerek hazla mırıldandığımda gözlerinin arasında patlayan volkan bam teline bastığımı söylüyordu.
Babası...Tek idolü...Daha dün gibi hatırlıyordum gözlerinin içi parıldayarak babasını gözleriyle takip edişini. Neyse ki öldü sandığım baba hayranlığı, hâlâ yerini koruyordu. Atamazdı şuan değildi çünkü daha yolun çok başındaydı. Bilirdim.
Yanlış oynadın Tansu!
İçimde biriken huzursuzluğu silip atamazken bedenimin etrafını sarmış yavaşça beni bir bataklığa çeker gibi yavaş bir şekilde çekiştiriyordu. Tanrım, bu da neydi? Dudakları sonunda düz bir çizgi aldığında aslında şuan az önce ki eğlenen parıltılarının suratında olmasını daha çok istiyordum. Çünkü beni tek eliyle ince boynumdan kavrayarak sallayabilirdi.
Buna emindim, hiç olmadığım kadarıyla hem de çünkü şuan karşımda göz bebekleri bir aslan misali çentikleşmiş gibi gelmişti. Oldukça derin bir hayal gücüyle ancak bu kadar gerçekçi olabilirdi. Koyu kahve kaşları hızlı bir biçimde çatıldığında, çenesini birbirine bastırdı. O kadar sert bakıyordu ki bakışlarının karşısında nutkum tutulmuş gibi kendimi köşeye çekilirken bulmuştum. Tedirginlikle gözlerimi gözlerine dikmiş gözlerinin içinde ki yosunla harmanlanmış denizin sakinleşip köşeye çekilmesini bekledim.
Umduğum olmamıştı.
"Yürü." diyerek direktif verdiğinde afallamış bir şekilde ona bakındım ancak o gözlerini kapatmış hızlı bir biçimde kalkıp inen göğsüyle birlikte derin soluklar alıyordu. Sakinleşmeye çalışıyordu.
"Ben-" diyerek sanki bir şeyler diyecekmiş gibi dudaklarımı araladığımda hışımla arkasını dönmüş suratına bir öncekine göre daha katı bir ifade katmıştı. Kemirdiğim dudaklarımla bir kaç saniye duraklasam da hemen peşi sıra ilerlemeye devam ettim. Diyecek bir şeylere sahip değildim sadece o an öyle görünmek için harekette bulunmuştum. Pişman olduğumu düşünmesi içindi ama değildim.
Issız kapının önüne geldiğimizde beni bir saniye bile beklemeden arabasına binmişti. Bense arabanın camına yaklaşarak cama hafiften tıklattım. Ancak bırak camı indirmeyi dönüp bakmamıştı bile. Kendi kendime göz devirirken daha hızlı vurdum. Bir kaç saniye suratıma bakmasa da usulca camı indirdi.
"Bagajı açar mısın? Kutuyu almam gerekiyor." diyerek kedi misali mırıldandığımda sesini çıkarmadan açtı. Hızlıca kutuyu kaptığımda atacak bir yer bakındım sanki yıkım aşaması yarım kalmış gibi bazı binalar yıkılarak bazılarını çıplak bırakmış, kimileri ise yarısı yıkılmış kalmıştı. Küçük bir şehir gibiydi daha da ilerisi vardı ancak göz atmaya uğraşmayarak elimde ki kutuyu moloz yığınlarının arasına fırlattım.
Koşturarak arabaya binmemle arabanın hızla altımızdan kayıp gitmesi bir olmuştu. Soluma doğru hafiften dönüp baktığımda sanki tek gördüğü yolmuş gibi ve yanında olan ben değilmişim; üstüne üstelik sanki ben birini öldürmeyip, o da yardıma yataklık yapmamış gibi sessiz kalıyordu. Gerginlikten dudaklarım kurumuştu, eve gittiğimde bütün bu olanları nasıl devam ettireceğimi bilmiyordum. İllaki kızlarını soracaklardı ve illa ki sevgilisi sevişmek için bile olsa alelacele kızı arayacaktı. O saniye telefonum çaldı ve düşüncelerimin yoğunluğuyla sesten irkilerek sıçramıştım.
Beynimin her bir santiminde tokmak gibi vuran nabzım elimi ayağımı soğutmuş bedenimi ise kavurmuştu. Titreyen ellerimle telefona baktığımda arayanın Ata olduğunu görmemle beynimden vurulmuşa dönmüş gibi kalakaldım. Parmağım ekranın üstüne giderek aramayı bile yanıtlamama müsaade etmemişti. Yapamamıştım. Ata bilirdi, ailelerimizin yanından böyle önemli bir mevzu varken ikimizin de oradan ayrılmayacağını en azından benim annem zoruyla iken Yıldız'ın böyle bir mevzuda orayı boş bırakmayacağını.
Telefon hâlâ çalmaya devam ederken nefesimi tutmuş gözlerimi kapatmış usulca telefon uçarak kulağıma götürmüştüm. Ne kalbim nede beynim duyacakları için hazır değildi ve emindim ki tedirginlikten dediklerini algılayamayacaktım.
"A-alo."
Sessizlik diğer telefonun ucuna sızdığında benimde korkuyla kalbim olduğu yerde kasılmış bedenim bütün konfor ayarlarını kaybetmiş gibi kaskatı oturuyordum. Araf usulca gözlerini elimde ki telefona diktiğinde anlık göz göze gelmiştim ancak o bakışlarımda ne yakaladıysa bir süre baktı ve o sürede Ata'nın kendisinden ufak bir kıpırtı dahi yoktu.
"Alo?" Kısık ve tereddütlü sesim Ataya daha yeni ulaşmış gibi konuşmaya başladı.
"Neredesin sen?"
"Ben-ben dışarı çıktım işim vardı."
"İşin gücün neyse bırak gel!" dediğinde yerimde irkildim ve tereddütlü bir biçimde lafının devamını bekledim.
"Baykan geldi. Küçükler ötmüş adama bahçede bekliyor yarım saattir. Sana ulaşamamış bendende rica etti. Bence daha çok ağızından fırlayacaklarını kısa çaplı önlemek için benden istemiş gibi. Bahçede volta atıyor gelsen iyi olur."
Kısa çaplı bir rahatlamayla birlikte kalbimin atışları minik bir atımla dinginleşmiş bedenim ise kaskatı olmuş şekilden rahatça gevşemişti. Gözlerimi usulca kapatıp hızla arkama doğru kendimi attığımda sanki bedenim ilk defa rahat bir yer görüyormuş gibi gevşemişti.
"Alo?" Ata'nın sesi tekrardan kulağıma ulaştığında dudaklarıma konan anlam veremediğim gülümsemeyle kendimi cevap verirken buldum.
"Geliyorum." diyerek suratına kapattığımda şuan şu saniye Baykan benim için bir sorun değildi, yanımda ki adamda öyle. Sanki ailem bunları hiç duymayacakmış gibi bir rahatlama yerleşmişti bedenime.
"O kadar rahatlama." diyen mırıltısıyla birlikte kapalı gözlerimin üstünden kaşlarımı hafiften çattım. Bunu minik, çok minik bir kederle söylediğini düşündüm ancak gözlerimi açtığımda yanılmıştım. Gözleri bir atmaca misali karşısında ve gözlerinin içinde olan garip titreşimlerle ufaktan beni germeye yeterli olmuştu bile. Kaşları sert bir biçimde gözlerine doğru yaklaşmış çenesi sımsıkı sıkılmış, sağ tarafında ki damar bile her an fırlamaya müsaitmişçesine duruyordu.
"Tehdit mi ediyorsun yine?" diye sorduğumda dudaklarında tarifini edemeyeceğim histerik bir gülümseme oluştu. Tüm tüylerim diklendi ve içimin ürpertisiyle baş başa kalmıştım bile. Aslında başından beri hep üstünde olan ancak benim gerginlikten görmeyen gözlerim yüzünden görmezden geldiğim şey, anlatamayacağım kadar yoğun olan kasvet ve öldürücü bir sakinlik yüzüne peyda olmuş bedeninin her bir köşesinden usul usul üstüme süzülüyor gibiydi. O kadar rahattı ki sanki az önce sinirlenen yine o değilmiş gibi gelmişti. Aklımla bir zorumu vardı bilmiyordum ama artık gördüğüm her şey hayalmiş gibi hissettirmeye başlamıştı.
"Bak kurguların güzel ama ben tehdit etmiyorum. Şuanı kurtarman bu suçu işlediğin gerçeğini gizlemiyor o yüzden şu anı ya da bu bugünü atlattığına sevinme, aksine öyle bir sindir ki..." Gözleri anında beni buldu, tehlike çanları göz bebeğinin tam ortasında sarkacını sallıyordu. "Gece yatağına girdiğinde senin kulağına fısıldamasın, yarınını planlarken sonraki adımını düşünmeye itmesin, birine yaklaştığında gerçekliğinden şüphe duymayasın." Bir kehanet fısıldar gibi kısık bir tonda konuşmuştu. Olacakları bana sıralamıştı. Bense lanetimi ilk cinayetimden beri beni yokladığının bilincinde olarak onların gerçekleşeceğini kabullenmekle yetinmiştim.
Usulca yutkunup onunla göz temasını kesip önümde ki yola gözlerimi diktiğimde onun bakışlarının hâlâ suratımın sınırlarında hissediyordun. Ancak onu değil dediklerini düşünmek beni oldukça derine sürüklemişti.
Anneannemin evinin önüne doğru arabayı usulca park ettiğinde bir kaç saniye kapıya baktım. Koyu bir kahverengi ve üstüne işlenmiş küçük antik çağları anımsatırcasına minik altın renklerinde göz baskıları olan kapı gözümde yüksek bir biçimde yücelmiş ve yol boyunca düşünmekten uyuşan korkumu tekrardan harlandırmıştı. Ne tuhaf ilk defa böyle bir suçluluk duygusuyla karşı karşıyaydım çünkü yaptığım hiç bir şeyin suç olduğunu düşünmemiştim.
"İnmeyecek misin?"
Sesini duydum ama niye bana uzaktan geliyordu ki?
Ne yapmalıyım?
Ne yapmalıydım?
Ne dersem unuturlar onu? Ne yaparsam görmezler günahımı? Neyi yaksam canımı kurtarırdım tam olarak?
"Sende gel!"
Dememeliydim. Yanlış olanı dillendirdim.
Bakışlarını tenimin üstüne yayılan iğne gibi hissettim. Bakışları can yakıcıydı. Gözlerim düşünceli bir biçimde ona döndüğünde oldukça yakınımda olduğunu fark etmemle anlık olarak donarak soluğumu tuttum. Kendime hakim olamadım ve gözlerim tenin üstünde dolaştı. Bu kadar yakından ne zaman görecektim ki? Ya da ihtiyacım var mıydı ki?
Burnunu düz zannetmiştim ama bu kadar yakından kendini anca belli eden varla yok arasında olan burnunun üstünde ki minik kavis, dudağının hemen çerçevesinin minik bir köşesinde yer alan beni, uzun kirpiklerinin yeşillerinin üstüne zarif bir biçimde tek tek dağılması, alnına düşen dalgalı hafif kıvrık saçları...Keskin köşelere sahip yüzün üstünde ki hafif kirli sakallar ve burnundan gelen ılık soluğun tenimin üstünde bıraktığı etkisi.
"Sizinkiler de içeride." diye mırıldanıp gözlerimi hafiften gözlerine doğru çıkartarak baktım. Yakın durduğu için ve boyu benden uzun olduğu için gözlerini aşağı doğru indirerek gözlerime bakınıyordu. Kaşı usulca kalkıp indi.
Yani ne olmuş dermiş gibiydi?
İster istemez göz devirip yüzümü yola döndüğümde hâlâ aynı şekilde bir santim bile kıpırdamadan duruyordu. Görmüyor muydu yardım istediğimi?
"Kendin bilirsin. Teklif ettim sadece." diyerek hızla arabadan indiğimde aynı saniye Duru ile karşı karşıya kaldım. Ellerim kapının üstünde donarken o da son basamağa basmış ve merak dolu bakışlarını bir benim birde Araf'ın üstünde dolandırıyordu. Kafasında sanki bir şeyler oturmuş gibi arabanın içini görebilmek için hafiften eğilmeye kalktığında ondan hızlı atak yaparak kapıyı kapatıp eğilmemesi için omuzundan arkamda ki adama belli etmeden ittim.
"Ne yapıyorsun?" diyerek ikaz edercesine mırıldandığımda içeri girmesi için yönünü Araf'tan geri geldiği yere doğru çevirmeye çalışıyordum.
"Asıl sen ne yapıyorsun? Siz ne zaman tanıştınız?" diyerek elini eve doğru kaldırdığında kıstığı gözleriyle bir şeyleri oturtturmaya çalışıyormuş gibi kemküm etti.
"Karallar...evdeler ve annenler yarım saattir seni deli gibi ararken sen-" Sesini kendince kısmaya çalışarak yanıma sokuldu.
"Varisin kendisiyle zaten oynaşıyormuşsun!" diyerek abartılı tepkiler gösterdiğinde çattığım kaşlarımla birlikte elimi alnının ortasına doğru götürerek vurup geri doğru ittim. Anında sendelediğinde lafının devamını getirmesine izin vermeden susturdum.
"Kes be! Neler diyorsun sen?" diyerek ona kızdığımda sanki aklına yeni bir şeyler gelmiş gibi gözlerini şişirerek elini açılan ağızına doğru götürerek kapattı.
"Siktir! Baykan görürse fıttırır. Zaten minik sıçanlar her şeyi ötmüş şuan bahçede volta atıyordu. Tansu, istersen inanma ama ben ilk defa bu kadar sinirli görüyorum." dediğinde aynı saniye kapıdan hışımla çıkan Baykan'la göz göze geldik. Gözlerinin içi kızarmış öfkeden teni kıpkırmızı olmuştu. Kara gözleri bu mesafeden bile beni bir kuyunun içine atıyormuş gibi yoğun bir şekilde büyümüştü. Gözleri bu sıra ansızın arabadan inen adama kaydığında suratı bozarmış bir şekilde onda takılı kalmıştı.
Sakince yutkundum. Bu durumu bizzat ben anlatacakken hangi yılanın çocuğu zehrini salmıştı bulduğumda kuyruğundan onu savurarak boynunu kıracaktım muhtemelen. Yetmese bizzat elimde ki taşla anne yılanında kafasını ezecek ve diğer cesetlerle birlikte aynı kefene gömecektim.
"Baykan, konuşalım mı senle?" dediğimde gözleri ağır bir biçimde beni bulmuş ardından da sert bir şekilde yanıma doğru gelirken konuştu.
"Konuşacağız Tansu. Muhtemelen bana anlatacak çok şeyin vardır ama önce beni nasıl bir taraflarına takmayarak hiç bir varlığım olmamış gibi başkasıyla evlenecek olmanı konuşalım." dediğinde yavaşça gözlerimi kapatıp sıkıtıyla burun kemerimi sıktım.
"Öyle değil ki zaten bu durumu bizzat ben sana anlatacaktım ancak sen yine benim düşüncelerimi hiçe sayarak benim ne durumda olduğumu düşünmeyerek çat kapı kapıya dayanmasaydın."
Hayret içinde kalmış gibi elleri iki yanında açıldığında karşımda şuan yıkılmış bir adam profili çizmişti. "Bu sefer değil Tansu!" Bir anda sesi yükseldiğinde zaten hassas olan psikolojim tamamen hassaslaştığından bam telime basılmış gibi beni irkilterek geriye doğru sürükledi.
"Beni öyle her zamanki gibi başından savamayacaksın. Bu sefer ben seni bırakmıyorum! Sakın öyle siklemeyip gidebileceğini düşünme. Ne sana ne de arkanda ki adama mutluluğu bahşetmiyorum." diyerek çığırından çıkmış gibi bağırdığında afallamış bir şekilde ona bakarken geriye doğru ilerledim.
"Sen benim sevgimi küçümseyemezsin! Sen benden başkasına gidemeyeceğini yıllardır anlayamadıysan bu saatten sonrada anlamlandırma çünkü bizzat bana muhtaç olduğunu ben sana göstereceğim Tansu." dedi. Bu sırada Duru ve ben şokla ona bakarken hızlı bir şekilde olduğu yerde volta atıyor ve ellerini savurarak bağırıp duruyordu. Ve her bir kaç saniye de cinnet geçirircesine daha da hiddetleniyordu.
"Baykan-"
"Sana tahammül edip bu soğukluğuna sebep aradım, karşılaştığım şeye bakın zengin bir piçle aşk yaşıyorsun!"
"Bir dakika bekle dönüş yapacağım." diye mırıldanan Arafa göz ucuyla baktığımda telefondan hararetli bir biçimde biriyle yazıştığını gördüm.
"Pişman olacağın laflar edip durma gidip konuşalım güzelce." diyerek kısık bir sesle mırıldandım. Mideme doğru saplanan ağrıyla anlık olarak bükülecek gibi olduğumda kendimi tutarak şu işi halletmem gerektiğini düşündüm. Baykan böyle biri değildi hiçte olmadı ancak şuan karşımda ki insan başkasıymış gibi hissediyordum.
"Aksine, pişman olacağım şeyler yapmayacağım yapmam gerekenleri yapacağım. Ailen..." dediğinde gözlerinde oluşan anlık parlama beni tedirgin etmişti.
"ve sevgili nişanlın senin kasetlerini gördüğünde ne diyecek dersin? Onlar için bir anlam ifade eder misin-" Lafını bölen şey arkadan gelen sağlam bir yumruktu onu olduğu yerden uzun bir mesafeye yuvarlayacak kadar sağlam bir yumruk kulaklarımın içini kemik kırılma sesiyle doldurduğunda tepki veremeyecek kadar donmuştum.
"Böyle biri değildin." diye kendi kendime fısıldadığımda yıllardır tanıdığım insanın ani değişimiyle karşı karşıyaydım. Ve kalbimle birlikte aklımda bunu kabullenmek istemiyor gibi büyük bir karmaşaya girmiştim. Boğazımdan yukarı doğru yükselen acı bir sıvı. Hayal kırıklığının somut hâli miydi?
"Götürün." diyerek gelen emir sesiyle gözlerim hayalmiş gibi omuzlarından tutularak sürüklenen Baykan'a kaydı. Ellerinde çırpınıyor ve en az kendisiyle aynı irilikte olan iki adamdan kurtulmaya çalışıyordu ancak onu hızlıca bir arabanın bagajına atarak gitmişlerdi bile.
"Öldürmeyin." dediğimde sesim o kadar kısık çıktı ki duyduğundan şüpheli gibiydim ancak donup kalan gözlerimi çekip de ona bakamamıştım. Ancak o yapacağını yapmış ve rahat adımlarla karşıma geçmişti. Gözlerim ellerine takıldığında yine ceplerine yerleştirdiğini gördüm. Siyah pantolonu bacaklarını sarmalamış ve postallarının bağcıkları hafiften sallanıyor gibiydi, sağlam adımlarıyla hareket hâlinde ki ipler o anda gözüme anlık olarak takılmıştı sadece. Ve üstüne giydiği dar tişörtü geniş omuzlarını ince belini sarmalayarak güzel bir görsel şölen hazırlıyordu. Ha! Birde gözlerinin içine yerleştirilmiş şeytani eğlence pırıltıları.
Uğursuzluk çanları, çalıyordu. Çünkü şuan saat tam olarak tehlikeyi çeyrek geçiyordu.
"Olur." dediğinde sesinde ki alay beni yerimde hareketlendirdiğinde bir şey söyleyemeden Duru'nun cırlaması kulağıma ulaştı.
"Tansu! Bu-bu Yıldızla sen değil misin?" dediğinde evren gözlerimin önünde akışını yavaşlattı. Sanki o an onunla benim aramda işliyordu sadece. Gözlerim gözlerine asıldığında dudaklarında ilk defa gülümseyemeye dahil bir şey görmüştüm ancak gözlerim dudaklarına değmeden hareketlendi.
"Tanımadığın bir adama gereğinden fazla güvendin sanki..." Elini silah işareti yaparak kafama doğru kaldırdığında bende yarattığı korkunç şokla birlikte onun eğlenen suratına bakakaldım.
"Piüvv! Öldün!"
|
0% |