@blackpearln
|
Vatan sağ olsun! Diyecek tek bir kelime dahi bulamıyorum. Yada durun buldum.Ben Türk’üm…Türk esir olmaz. Türk Devletsiz olmaz. Türk Bayraksız olmaz. Türk Ezansız olmaz. Türk Hürriyetsiz olmaz.
13. Bölüm Semalarda asi bir atmaca
Boynumdaki kolyemi sıkıca tutarken arabadan inip karargaha girdim. Karargaha girdiğim gibi koridorda Cemil’i buldum. “Kerem yüzbaşı nerede?” Cemil elindeki dosyalarla durup bana baktı. “Kerem komutan göreve gitti doktor hanım.” Duraksadım. Bu kadar hızlı mı gitmişti gerçekten... Sessizce “Anladım.” diyerek mırıldandım. Revire geçip işlerimi halletmeye başladım. Bütün gün aklımda Kerem vardı.
Saatlerce revirde dosyalara gömülmüştüm. Ne yalan söyleyeyim kafamı dağıtmamak için uğraşıyordum. Niye bilmiyorum ama içimde bir sıkıntı vardı. Ardından hastaneye geçmek için karargahtan çıktım. Boynumdaki kolyeye elim gittiğinde onun bana geleceğini hissediyorum. Kerem bana gelecek, sonuçta söz verdi. Söz verdi ama benim içim niye hiç rahat değildi bunu bilmiyorum.
Hastaneye girdiğim gibi Nazike yanıma gelmişti. “Hoş geldin doktor hanım. Acilde iki hasta var. Biri yemek yaparken elini kesmiş, diğeri de ateşlenerek beş dakika önce getirilen bir kız çocuk.”
“Tamam önlüğümü giyip geliyorum.” diyerek odama çıktım. Çantamı ve ceketimi askıya astım ve askıdaki önlüğümü giydim. Cebime telefonumu attım. Stetoskobumu boynuma astıktan sonra saçlarımı düzelttim. Boynumdaki kolyenin ucuna takılı silahı ufaktan öpüp acile indim.
“Merhaba geçmiş olsun, ben doktor Defne elinizle ben ilgileneyim.” Sandalyeyi çekip sedyenin yanına oturdum. Ben dikişle ilgilenirken bir yandan da Nazike’yle konuşmaya başladım. “Çocuğun ateşi düştü mü?”
“Şu anlık düşürdük ama tekrar çıkabilir. Ağır bir ilaç vermedik sadece duş aldırdık.” Başımla onu onaylayıp aklımdaki diğer soruyu da ona yönelttim. “Çocuğun yaşı kaç?” Dikişe devam ederken Nazike “Üç yaşında. Buraya yeni bir doktor gelecek bugün.” Nazike'nin konudan sapmasını umursamadan onunla konuşmaya devam ettim. “Gelirse tanışırız.”
Dikiş işimi bitirdikten sonra eldivenlerimi çıkarıp çöpe attım. Topuklularımın sesinin çok çıkmamasına dikkat ederek küçük çocuğun yanına ilerledim. Sedyede yatan kızın serumunu kontrol ettim. Annesine bakmadan dosyayı alıp “Ne zamandır hasta?” diye sordum. Annesi hemen benim sorumu cevapladı. “İki üç gün oldu. İlaçlar da verdik ama...”
“Kullandığı ilaçları görebilir miyim?” Ateş ölçeri alıp küçük kızın ateşini ölçtüm. Annesi çantasından çıkardığı ilaçları verdiğinde ilaçları alıp kontrol ettim. “Bu ilaçlara devam edelim. Serumu bittikten sonra ben bir daha muayene edeceğim. Sonra çıkışını yaparız.” Sanki onaylarını istiyor gibi konuşunca ailede istemsiz başıyla onaylamıştı. Sessizce acilden çıkıp odama ilerlemeye başladım. Koridorda biriyle çarpıştığımda omzumu tuttum. “Dikkatli olursanız sevinirim.”
Karşımdaki adam “Kusura bakmayın. Serdar ben yeni doktorum.” diyerek elini uzattı. Sarışın, kahverengi gözlü bir çocuktu. Çok uzun boylu değildi ama bir erkek için ideal bir boya sahipti. Bir elimi önlüğümün cebine sokup diğer elimle elini sıktım. “Defne.” Güzel gülüyordu. Saçlarımı gösterdiğinde cebimdeki elim saçlarıma gitti.
“Saçlar orijinal mi?” Bu soruyla kaşlarımı çattım. “Nasıl?” Adının Serdar olduğunu öğrendiğim bu yeni doktor tekrardan saçlarımı gösterdi. “Kendi rengi mi? Yani sarı saç mavi göz çok diye biliyorum.” Göz devirdim. Ne salak bir soruydu bu. Herkeste olabileceğini düşünen biri direkt saçların orijinal mi diye sormazsın yani.. Bıkkın bir bakışla “Saçlarım boya.” dedim. “Normalde esmersin dimi?” Esmer değilim ama bunu direkt karşımdaki adama söylemek zorunda değilim. Karşımdaki adamın yüzüne bakarak sırıttım. “Ne zekisin sen öyle.” Alaylı tavrım yüzündeki gülümsemeyi arttırdı. Elimi onun avcundan çekip iki elimi de cebime koydum. “Görevin hayırlı olsun.” diyerek Serdar’ı geride bırakıp odama ilerledim. Odaya geçtiğim gibi kafeteryayı arayıp kendime bir kahve istedim. Kahvemi yudumlarken annemin bana gönderdiği makaleleri okumaya başladım. Odaklanamıyorum. İki saattir makaleyi bitirmeye çalışıyordum ama bir türlü odaklanamadım. Aklım direkt Kerem’e kayıyordu. Umarım iyidir... Saçlarımı geriye itip boynumu ovaladım. İçimdeki sıkıntıyı atmaya çalıştıkça içimdeki sıkıntı büyüyüp göğsüme öküz gibi oturuyordu.
Telefonum çaldığında arayanın annem olduğunu görüp açtım. “Alo anne?” “Annem yaran nasıl?” Annem sakiin bir sesle konuştuğunda gülümsedim. Onun içinin rahat etmesi için içimdeki sıkıntıyı belli etmemek için yutkunup annemin sorusunu yanıtladım. “İyiyim anne hastaneye bile geldim. Senin mail attığın makaleleri okuyordum. Yani odaklanabilseydim tabii.” Annem ufak bir şekilde güldüğünü duymuştum. Telefon kulağımdayken bir yandan da makalelerde gözlerimi dolaştırdım. “İyiysen okursun elbet. Bak sana attığım makaleler işini görecektir. Ha bir de sana mis gibi reçel gönderdim Nehir teyzen yaptı. Yarın bir gün birkaç şeyle beraber gelir.”
“Tamam anne. Lojmana geldiğinde alırım ben.” Telefonu tutarken kahvemden bir yudum alıp Nazike’nin getirdiği dosyaya imza attım. "Defne iyisin değil mi annem?" Tabii ki de saklayamamıştım. Annem yine en ufak bir iç çekişimden anlamıştı. "Evet iyiyim anne sadece.. Aklım bir hastamda takılı kaldı." Bir yandan da çocuğun testlerini kontrol ettim. Masanın üstündeki not kağıdına seruma eklenecek ilaçları ve dozlarını yazıp Nazike’ye verdim. “Babasının kızı gene bir yandan işlerle ilgileniyorsun değil mi?” Anneme göz devirip başımı sağa sola salladım. “Ben babasının kızı olduğum kadar annesinin kızıyım da. Sanki ben bilmiyorum vizite çıktıktan sonra beni arayıp dosyaları hallederken benimle konuştuğunu.” Annem bunu inkar edemezdi. Oldum olası işlerinde dikkatli olan bir doktordu.
“Dil pabuç gibi. Defne dikkatli ol. Sakın başını belaya sokma.”
“Merak etme.” Gözlerim boynumdaki kolyeye daldığında elim direkt kolyeye gitmişti. “Anne... Babam bana bir kolye yaptırmış mıydı?” Annem sessizleşmişti. Kısık sesiyle “Nasıl bir kolye?” Çantamdan çıkardığım aynamı açıp tüm gün elimde oynadığım kolyeme baktım. “Böyle gümüş zincirli ucunda mavi güllerle süslenmiş stetoskop var. Ucunda takılır çıkarılır silah var.” Annemin sessizliği kolyenin bana bırakıldığını gösteriyordu. “Sana ulaştı mı? Nasıl?” Kabul edeyim her şeyi bekliyordum ama annemin bana bunu demesini beklemiyordum. Bana ulaşması gereken bir kolyeydi sanırım. Annemin sorusuna cevap verdim. “Bir asker verdi diyelim.” Annem meraklı bir sesle “Nasıl bir asker bu Defne?” diyerek bana Kerem'i sormuştu. Anneme üstü kapalı bir cevap vermek için derin bir nefes alıp onu yanıtladım. “Buradaki timin komutanı, Poyraz timinin komutanı.” “Ne? Poyraz timi mi? Babanın timi mi?” Babamın timi... Poyraz timi babam demekti değil mi? Bütün tim arkadaşlarını toprağın altına gömen babamın, timi. Kerem yüzbaşı şu anda babamın timinin başka bir jenerasyonuna komutanlık yapıyordu. “Evet anne, babamın timinin komutanı. Kerem Kurt.” “Kaderiniz benzemesin annem...” Annemin sesi titriyordu. Bunu fark etmemem imkansız ama yüzüne de diyemiyorum. Ne demek kaderimiz benzemesin. Onunla benim kaderim bir miydi yani? Merak ettiğim soruları soracağımda annem benim sormamı beklemeden sorumun cevabını bana vermişti. “Annem o kolyenin bir benzeri sizin doğumunuzdan önce babanın özel olarak yaptırdığı bir kolyeydi. Babanız doğum hediyesi olarak vermişti bana. O kolye sana özel yapıldı. Baban senin en sevdiği çiçeği öğrenip, mesleğini hissetmiş olmalı. Nasıl sana geldi bilmiyorum ama belli ki sende kalmalı bebeğim. Diğer yarısı da sahibini bulmuş belli ki.” Diğer yarısı? Bu kolyenin bir de diğer yarısı mı vardı? İstemsiz meraklı çıkan sesime içten bir küfür savurdum. “Diğer yarısı derken?” Annem bu soruyu yanıtlamayacağını tahmin etmek çok zor değildi. Tam tahmin ettiğimi söylemişti. “Zamanla anlarsın bebeğim. Şimdi kapatmam gerekiyor Defne, hastam geldi.” Göz devirip elimdeki kolyemin ucunu bırakıp başımı geriye yasladım. “Tamam anne görüşürüz.” Kolyemin ucunu tekrardan elimde oynarken diğer ucunun kimde olduğunu düşünmeye başladım. Acaba Kerem’de mi? Bana kolyeyi getiren oydu sonuçta. Diğer ucu da ondadır belki. Nazike odama beraber yemek yemek için çağırmaya girdi. Beraber kafeteryaya indik.
“Bir salata birde portakal suyu alabilir miyim?” Parasını ödeyip tepsimi aldım. Köşede bir masaya geçip oturdum. Küçük bir hastane de olsa kafeteryası için Can amca elini taşın altına koymuştu. Kafeteryanın işletmesini şirketlerinden biri almış ve gereken her şeyi yapmıştı. Yemeğimi yemeye başladım. “Kilo takıntınız mı var doktor Defne?” diyerek tepsisini karşıma koyup oturan Serdar’a baktım. Saçma sapan konularla ortaya dalıp duran biri gibiydi.
“Canım ne istiyorsa onu yiyorum Serdar bey.” Onu umursamadan yemeğime odaklandım. Serdar bey ise karşımdaki sandalyeyi çekip oturmuştu. Başımı kaldırıp karşımdaki adama baktım. “Kaç yıldır buradasınız Defne hanım?” Derin bir nefes alıp tabağımdaki salatayı didiklerken Serdar beyin sorusunu cevapladım. “5 ay oldu sanırım.” Bu sefer gayet normal bir şekilde bana bakıyordu. “Peki bana buraları anlatabilir misiniz?” Pekala insancıl ve saygın bir tavırla geldiği için sanırım ona yardım edebilirim. “Pekala hastane küçük, eksikleri oluyor. Bir şekilde tamamlıyoruz. Üç-dört doktor var. Ben ve doktor Senem dönüşümlü olarak karargahta görev yapıyoruz. Şu anda nöbetçi doktor benim. İki gün acilde ben duracağım. Haftada bir gün gidebildiğimiz köylere gidip hastaneye gelemeyen hastalarla ilgileniyoruz.”
Serdar aklına yazması gereken her şeyi başıyla onaylıyor, yeni sorularını da direkt soruyordu. Bende işle ilgili olduğu sürece bütün sorularını yanıtladım. “İlaç eksikleri?” “İlaç eksiklerini rapor edip önce devletten, kalan ilaçlar için ise özel bir firmadan yardım alıyoruz.” Portakal suyumdan bir yudum alıp Serdar'ın sorusuyla başımı kaldırıp karşımdaki doktora baktım. “Buralı değilsin değil mi?”
Nereli olduğumun yada buralı olup olmadığımın belli olmasını çok umursamazdım. Gerçi genel olarak insanların düşüncelerini umursamazdım. Kaşlarımı kaldırıp “Çok mu belli oluyor?” diye soruyu soruyla yanıtladım. “Buralarda böyle pantolonuyla topuklusuyla göreve gelen doktor nadir bulunur derler.” Onun söylediklerini umursamayıp salatama odaklandım. Ona bakılırsa kendi de hastaneye gayet şık gelmişti. Kendim için süslenmek iyi hissettiriyorsun. Hem belli mi olur belki Kerem gelir. Nazike ve birkaç hemşire koşarak acil çıkışına ilerlediğinde bende oturduğum yerden hızlıca kalkıp acil çıkışına ilerledim. Nazike beni görür görmez “Bende seni çağıracaktım." dedi. Ne olduğunu sormamak gerek yoktu. Nazike hemen ne olduğunu bana anlatırdı zaten. "Teröristler yol kesmişler, beş kişi vurulmuş. Buraya getiriyorlar.” “Tamam sen git Serdar doktoru da çağır.” Diğer hemşireden eldivenleri alıp ellerime geçirdim. Araçlarla gelen hastaları gelen sedyelere almaya başladık. “Açın ortalığı!” diyerek hastaları acile aldık. Sedyeler hızlıca ilerlerken acilde bekleyen diğer hastalar yolu açıyordu. Acile girdiğimde Serdar acilde kazadan gelen bir çocuğun başındaydı. “Çocuğun yaraları ağır. Kurtulma ihtimali yok gibi.”
Serdar'a bakmadan “Ne gerekiyorsa yap Serdar. Kurtulması için ne kadar uğraşırsın bilemem.” dedim. Ben kadınla ilgileniyordum. Kadını ameliyata almamız gerekiyordu. Kadını ameliyathaneye aldıkları gibi bende hazırlandım. Kurşunları çıkarırken ameliyathanenin kapısı açıldı ve Nurgül hemşire içeri girdi. "Doktor hanım polisler geldi. Ne yapalım?" Kapıdaki Nurgül'e dönmeden “Ameliyat bittiğinde görüşeceğim. Bekletirsin.” diyerek onu yanıtlayıp işime devam ettim. Karnındaki kurşunu çıkarmaya çalışıyordum. Göğsüme bir ağrı girdiğinde duraksadım. Bir şeyler oluyor. Yine bir şeyler oluyor ve ben engel olamıyorum. “Doktor hanım iyi misiniz?” yutkundum ellerimin titrediğini fark ettiğim gibi ellerimi hastanın üstünden çektim. “Doktor hanım odaklanmalısınız. İyi misiniz? Doktor Senem’i çağırın!” Elimdeki hemşireye verdim. Senem giyinip girdiğinde geri çekildim. Senem bana baktı, telaşlı çıkan sesine engel olamayarak "Defne çık dinlen. Hasta bende." demişti. Göğsüme giren ağrı şiddetlenerek artıyordu. Hemşireye tutunarak ameliyathaneden çıktım ve kenara geçip oturdum. Ameliyatı Senem’e devrettiğim iyi oldu. Bir an önce karargaha gitmem gerekiyordu. Karargaha giidp bir şeyler öğrenmeliydim. Birine bir şey oldu. İyileşmekte olan yarama ağrı girdiğinde iki büklüm oldum. Sessizce oturduğum yerden kalkmaya çalıştığımda Senem de ameliyatını bitirmiş, ameliyathaneden çıkıyordu. Beni gördüğü anda yanıma gelmişti. “Gel Defne yarana bir bakalım.” “Birine bir şey oldu. Göğsüm çok ağrıyor Senem.” Senem seçimdeki paniği anlamıştı. İnsanın hissettiğini biliyorduk. İnsan sevdiği değer verdiği birinin tehlikede olduğunu yada onu kaybettiğini hissederdi. Biz hastanelerde nelere nelere şahit oluyorduk.
"Sabah dersini koyanın da koyduranın daa."
"Söylenme Defne. Tıp okumak istiyorum diyen sendin. Kazanan sendin, şimdi böyle söyleyemezsin." diyerek yanıma gelen anneme baktım. Önlüğün ceplerine yerleştirdiği elleriyle aslında ona zıt karakterli topuklularıyla evdeki Deniz Mutlu yerini beyin cerrahisi bölümünden profesör Doktor Deniz Mutlu'ya bırakmıştı. Ben ise yanında gayet sade kıyafetlerimle ve spor ayakkabılarımla yanında yürüyordum. "Haklısınız hocam." Annem benim halime gülümserken odasına doğru sapmıştı.
Derse yetişmeye çalışırken karşımda gördüğüm kadına baktım. İyi değildi. Elleri titriyordu, yüzü de solmuştu. Kendimi tutamayıp kadının yanına ilerledim. Hemen yanında durduğumda önce "İyi misiniz?" sorusunu yönelttim. Soruma cevap alamadığımda kadının önünde diz çöktüm ve yüzüne bakmaya başladım. Kadın hüngür hüngür ağlıyordu. "Hanım efendi noldu? Söylerseniz belki yardım edebilirim." Kadın cevap vermedi. Ağlaması iyice şiddetlendiğinde ne yapacağımı bilemedim. Etrafıma bakıp danışmadan kadın için birkaç peçete alıp kadına uzattım.
Bileğimdeki saate baktığımda derse geç kaldığımı fark edip mecburen kadını yalnız bıraktım ve ilerlemeye başladım. "Elif!" Elif durup bana döndüğünde arkamda oturan kadını gösterdim. "Nesi var?" Elif gösterdiğim kadına baktığında bana dönüp "Bu sabah gelmiş. Bir yaşında bebeği varmış. Kocası polis, vurulmuş dün gece. Kadın bu sabah polise gidiyor, orada fenalaşıyor. Göğüs ağrısı şikayetiyle getirildi. İşin tuhaf tarafı ne biliyor musun? Kadının hastaneye geldiği saatlerde kocası ölmüş." Bakışlarımı arkamdaki koltukta ağlayan kadına çevirdim. Belli ki kocasının öldüğünü öğrenmişti. "Kocasının öldüğünü henüz söylememişler ama bence kadın anladı."
Aklıma gelen bu olay benim gözlerimi doldurmaya yetmişti. Hayır Kerem iyi... Ben ise şu an sadece bir safsatası inanıyorum. Başka bir şey yok. Olamaz. Senem benim koluma girip bana destek oluyordu. “Tamam öğreniriz, gel hadi.” diyerek beni kendi odasına götürdüğünde sedyeye yatmama yardımcı oldu. Yaramı açıp kontrol etmeye başladığında bende aileme anında mesaj attım. “Defne bak yaraların tam iyileşmemiş bu ağrıların da kolay kolay geçmez böyle yaparsan.” “Dikkat ederim Senem.” Ailemden mesaj bekliyordum. Hepsini tek tek mesajla yoklamıştım ama bu ağrımın sebebi onlardan biri değildi. Kime bir şey oldu? Bir anda gözlerimin önüne gelen çelik mavisi gözler benim sedyede dikleşmeme neden oldu. Kerem... Sedyeden hızla kalkıp topuklularımı giydim. Senem elindeki serum iğnesiyle bana bakıyordu. “Nereye?” diye sordu. “Karargaha, Kerem’e ulaşmam lazım.” Odama çıkıp çantamı ve anahtarımı aldım. Hastane çıkışındaki aracıma binip direkt karargaha sürdüm. Umafım yanılıyorumdur. Umarım iyisindir komutan... Girişteki askerlere kimliğimi gösterip geçtim. Arabamı otoparka park ettikten sonra içeri girdim. Cemil’i albayın odasından çıkarken gördüğüm gibi durdurdum. “Poyrazdan haber var mı?” Cemil'in bakışlarında tereddüt görüyordum. Bir şey bildiği belliydi ama söylemiyordu. “Haber olsa bile size söyleyemem doktor hanım.” “Anlaşıldı. Kendim sorarım.” Cemil’in kolunu bırakıp albayın odasına doğru ilerlemeye başladım. "Doktor hanım!" Cemil beni durdurmaya çalışırken onun durdurmasına fırsat vermeden kapıyı çalıp içeri girdim. Albayın bakışları anında bana dönmüştü. Kaşları çatıktı. Ters giden bir şeylerin olduğunun farkındaydım. “Doktor?” Cemil benim arkamdan odaya dalmıştı ama albayı gördüğü gibi hazır ola geçti. “Durduramadım komutanım.” Albay önce Cemil'e sonra tekrardan bana baktı. Dururamama sebebi belliydi, istemedi. Ben içeri koşturarak girdim ama istese beni çok rahat durdururdu. “Sen çık Cemil. Buyur doktor hanım geç otur.” Masanın önüne gelip oturmadan dikilmeye devam ettim. Aklımı kurcalayan, göğsüme ağrıların girmesine sebep olan o soruyu sormadan içim rahat etmeyecekti. Albay ise benim oturmamamdan dolayı başını hafif kaldırmış yüzüme bakıyordu. “Mevlüt albayım poyrazdan haber var mı?” “Böyle bir bilgiyi sana söyleyemem doktor. Bilmen gereken şeyleri sana iletiyoruz zaten.” Albayın bu cevabı hoşuma gitmemişti. Ne olurdu sanki söyleseniz... “Albayım bilmeye ihtiyacım var. Lütfen bir şey söyleyin.” Bakışlarımdaki sert ifade yumuşamış, yalvaran bakışlara dönmüştü. Mevlüt albay elindeki kalemi masaya vururken bir şeyler bildiğini anladım. Söylemeye tereddüt ediyor gibiydi. En sonunda derin bir nefes aldı ve bana kısa bir bilgi vermeye başladı. “Gittikleri bölgede çatışma çıkmış.” Gözlerimi kapattım. Kesinlikle Kerem’e bir şey olmuştu. Hissedebiliyorum. “Kesin bir bilgimiz yok ama yaralımız varmış.” Göğsümdeki ağrı arttığında bu konuda ne kadar haklı olduğuma emin oldum. Elim istemsiz göğsüme gideceğinde ceketimin cebini sıkmaya başladım. “Kerem... Kerem komutana bir şey olmuş olabilir mi?” Sesimin titremesi albayın dikkatini çekmemiştir umarım. Ben böyle düşünürkrn bile albayın bakışları tam tersini gösteriyordu. Arazide kullanılan telefonu odasına istediğinde Cemil telefonu getirmiş albayın emri ile benim oturmama yardım etmişti. Telefonla bir yeri aradığında telefondan başka bir ses geldi. “Komutanım?” Kerem'in sesi... Kerem iyi. Herkes duysun Kerem iyi. “Durum bildir Yüzbaşı.” Albayın net emri ile Kerem oradaki durumu açıklamaya başladı. “Çatışma devam ediyor. Önemli bir durum mu var komutanım?” Kerem’in sesi yorgun geliyordu. Nefes alırken bile acı çeken bir yanı vardı. Hislerim yanılmaz. Kerem yaralanmış. Kerem iyi değil... “Doktor yanımda, senin için endişelenmiş olmalı. Odamı bastı.” Kerem'den cevap gelmedi. Çatışmanın ortasında beni sakinleştirmeye çalışacak hali yok ya. Saçma salak işler yapıyorsun Defne. Ama yaralı bundan adım kadar eminim.
“Hislerim yanılmaz albayım, vuruldu.” Albay sessizdi. O da biliyordu belli ki. Derin bir nefes alıp ceketimin birkaç düğmesini açtım. Göğsüm sıkışıyordu. “Bomba!” Kerem'in bağırtısı ve ardından telefondan gelen patlama sesiyle irkildim. Hat kesildiğinde gözlerim dolmuştu. Çoktan ağlamaya başladım. Yanaklarımıj ıslandığını hissedebiliyorum. Albay beni sakinleştirmeye çalışmak için oturduğu sandalyesinden kalkıp yanıma geldi. Önümdeki sehpaya oturdu. Masasının üstündeki sürahiyi alıp bardağa su doldurdu. Bardapı bana verip içmemi bekledi. “Sakin ol doktor hanım. Emin ol iyilerdir. Ben askerlerimi bilirim.”
“O iyi olur değil mi?” Sesimin titremesine engel olamıyorum. Olmak istesem de bunu bir türlü beceremedim. Albay bir peçeteye gözlerimi sildiğinde ona baktım. “Olur tabii ki. Hadi geç bizden bir haber bekle olur mu? Asker yâri dediğin soğukkanlı olur. Annen de asker yâri, anneni örnek al.” Albayı onaylayıp çantamı alarak odadan çıktım. Adımlarım beni revire götürdüğünde çaresizce sandalyeye oturdum. Annemin babamı beklerken ki hali gözümün önüne geldiğinde ondan bir farkımın kalmadığını anladım. Sahi düşünüyorum da annem korkusunu bize hiç belli etmemişti. Babamdan bazı geceler asla haber alamazdı ama bir günden bir güne bunu bize belli etmemişti.
"Ve iyi uykular bebeklerim..." Biz yine uyumuş numarası yapıyorduk. Annem odadan çıktığında Defin'le Doruk'un odasından aldığımız arabaları oynayacaktık. Annem telefonunu aramızdan almıştı. Odadan çıkmasını bekliyorduk. "Ne kadar sürecek? Bilmiyorsun ama bi tahminin? Tamam çocukları ve beni merak etme. Biliyorum dikkatli oluruz sende dikkatli ol. Bende... Bende seni seviyorum."
Böyle konuşurlar ve biz sonra belki iki gün belki de iki ay babamdan haber alamazdık. Böyle zamanlarda bizi evde yalnız bırakmazlardı. Genelinde Gizem yengem yanımızda olurdu.
Oturduğum yerde saatlerce durdum. Koridordan gelen hareketlilikle sandalyemden kalkıp koridora koştum. “Poyraz ve Barut geliyor.” Askerlerden duyduklarımla hızlıca karargahın girişine koşmaya başladım. Aşağı indiğim gibi gördüğüm timlerde Kerem’i arasam da o yoktu. Gözlerim dolarken oradaki yaralılara odaklandım. Poyrazı sığdırabildiğim kadar revire sığdırıp tedavileri ile ilgilenmeye başladım. Aklım her ne kadar Kerem'de olsa da ortalıkta Barut da yoktu. Yine de ilk işimi yapıp yaralılarla ilgilenmiştim. Ağır yaralı yoktu. Hakan’ın da kaşına tentürdiyot sürecekken Hakan elimi itmişti. “Albayla görüşmem gerekiyor Defne.” “O nerede?” Hakan kimi sorduğumu gayet iyi biliyordu. Kerem hakkında bir haber almak bu kadar zor olamaz, olmamalı. “Önce albayla konuşmam gerekiyor.” Hakan’ın kaçamak cevapları beni iyiden iyiye tedirgin etmişti. Gözümden akan bir damla ile Hakan buruk bakışlar atmıştı. Kerem iyi değildi. Üstelik badisi olarak gördüğü Barut da yoktu. “Korkma Defne. Albay sana bunu en uygun şekilde anlatacaktır.” Hakan ve barut timinin Barut’tan sonraki en kıdemli üyesi Emirhan albayın odasına ilerlediler. Bende elimdeki pamukla beraber peşlerinden ilerledim. Onlar kapıdan içeri geçtiklerinde Hakan başını sağa sola sallamış beni odaya alamayacağını belirtmişti. Ben kapıda kalırken onlardan bir haber beklemeye başladım.
Gün bitmiş, gece bitmiş ve tekrardan gün başlıyordu. Gün ağarırken başımı cama çevirdim. Elim istemsiz kolyeme gittiğinde ondan destek almak istiyordum. Annemin bahsettiği diğer kolyenin nedense Kerem’de olduğunu hissedebiliyorum. Daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladım. Neredesin Kerem?.. 🩺
“Anlat Hakan neler oldu?” “Komutanım, saldırdılar. Dağda sıkıştırıldık. Bomba atıldığında hepimiz uzaklaşmıştık ama Altan yüzbaşım ve Kerem yüzbaşı ortalıkta yoktu.” “Esir alındıklarını mı düşünüyorsunuz?” “Evet komutanım. Hatta eminiz ve barut timiyle birlikte komutanlarımızı kurtarmak istiyoruz. Sizden operasyon izni istiyoruz.” Mevlüt albayın sıkıntılı nefesi odada yankılanırken Hakan ve Emirhan'ın kararlı bakışları netti. Albay ne olursa olsun bu iki deli timi tutamayacağını biliyordu. Tim en ufak bir bilgi öğrendikleri anda karargahtan emirleri dahi beklemeden hızlıca çıkacaklarını biliyordu. “En ufak bir bilgi öğrendiğimiz anda operasyon onayınız hazır olur. Şimdilik çıkın dinlenin ki haber geldiğinde göreve hazır olun.” “Komutanım doktor baya bir kötü. Kerem komutandan bir şey duymak istiyor.” “Ben konuşacağım. Hakan siz Kerem yüzbaşının odasının yedek anahtarını bulun. Kapısını açın öyle dursun.” “Ben anladım komutanım.” Hakan odadan çıktığında ilk gördüğü şey ağlayan Defne olmuştu. Defne’nin bu halini Kerem komutanı görmeliydi. Böylelikle başına bela almadan önce iki kere hatta belki beş kere falan düşünürdü. Hakan yanına gidip ağlayarak dışarıyı izleyen Defne’nin omzuna dokundu. Defne anında Hakan'a döndüğünde Hakan yutkundu. Ne olursa olsun kimse böyle bir durumda olmak istemezdi. “Albay seni içeride bekliyor doktor.”
Defne yavaşça kalkıp içeri girdi. Albay onun ağlayan halini gördüğünde içi acımıştı. Ayağa kalkıp Defne’nin oturmasına yardım etti. Defne albayın gözünün içine bakıyordu. Bir açıklama bekliyordu. Elbette her şeyin ters gittiğini anlamıştı. “Doktor hanım Kerem komutan esir düşmüş. Biz komutanı sağ salim bulacağız." Defne’nin ağlaması duydukları karşısında giderek artmıştı. Albay oturttuğu kızın başını okşadı. Sakinleştirmeye çalışsa da ağlaması dinmemişti. Defne daha fazla o odada durmak istemeyerek yavaşça kalkıp odadan çıktı. Albay hemen Cemil’i çağırıp doktora dikkat etmesini söyledi. Cemil’in yardımıyla komutanın açılan odasına Defne’yi yerleştirdiler. Defne yatağa oturduğunda Cemil ona biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyerek odadan çıktı. Odada yalnız kaldığında yatağa uzanıp onun örtüsüne sokuldu. Kokusunu içine çekerken ağlıyordu. Gözleri yavaşça kapanırken iç çekişleri de yavaş yavaş dinmişti.
"Yine mi fazla spor yapıp dikişlerini patlattın? Nesin sen yüzbaşı? He man falan mı? Bakmıyorum git Senem baksın." Komutan onu azarlamamı umursamadan tişörtünü de çıkarıp uzanmıştı. Onun bu rahatlığı sinirimi bozsa da inatla benim ilgileneceğimi söylüyordu. İnatla bana geliyordu. Göz devirip onun yanına ilerledim. Dikişlerine odaklanıp tekrardan dikmeye başladığımda mavi gözlerini üzerime dikmiş beni izliyordu.
"Yavaş be doktor. Amma ağır elin var senin."
Ona doğru atılıp "Si..." ağzıma kadar gelen küfrü etmemek için çok uğraştım. Gözlerimi sıkıca kapatıp dilimin ucuna gelen küfrü yuttum ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Biraz daha sakinleştiğimde gözlerimi açıp komutana baktım. "Defol git o zaman eli hafif olan bir doktora. Sinirlendirme beni komutan yoksa yemin ediyorum yanlış diker seni sakat bırakırım." Onu tehdit ediyor olmamı umursamıyordu. Aksine gayet sinir bozucu bir şekilde karşımda sırıtıyordu. Canının acımadığını da biliyorum. Katır gibi bünyesi vardı komutanın. Sırf bana gıcıklık olsun diye elimin ağır olduğunu vurguluyordu. Madem elim ağır, bende bunun hakkını veririm değil mi? İğneyi daha da bastırdığımda bu sefer gerçekten canı yandığı için dudaklarından bri acı nidası çıktı.
"İz kalmayacak değil mi? Bak kızlar beni beğenmez sonra."
"Seni kim beğenecek komutan? Tipini beğense iki dakika sonra karakterinden dolayı kıçına tekmeyi basar." Komutanın sırıtan suratı beni bunu dememle nötr bir ifadeye bürünmüştü. Zafer benim.
Bir haftadır karargahta Kerem'lere dair bir iz, bir yer bulmaya çalışıyorlardı. Defne iyice çökmüştü. Kerem’in ailesi de durumdan iki gün sonra haberdar edilmişti. İlk uçakla ailesi karargaha gelmiş, ortalığı birbirine katmışlardı. Defne o çökmüş haliyle bile Kerem’in annesini sakinleştirmeye çalışmış, sağlıklarıyla yakından alakadar olmuştu. Kerem'in annesi solgun bakışlarla beş gündür onunla yakından ilgilenen kadını yeni fark etmeye başlamıştı. Revirde başındaki serumu düzelten kıza bakıp kısık sesle merak ettiği soruyu sordu. “Sen kimsin kızım?”
Defne bu soruya ne cevap vereceğini bilmiyordu. Kerem'le daha konuşamamıştı ki kadına şimdi ben oğlunuzun kız arkadaşıyım diyemezdi ki. Aklıma gelen en basit şeyi söyledi. “Doktorum teyze. Buranın doktoruyum.”
“Çok güzelsin ama çökmüşsün. Benim oğlumun arkadaşıyla mı birliktesin?”
“Hayır teyze." Kerem'in annesinin yanında ağlayan kız Defne'ye bakarak “Sen ağabeyimin bahsettiği kızsın.” demişti. Defne, Kerem’in kardeşine baktı. Kız oldukça ağlıyordu. Yanına geçip peçete uzattı. Kız Defne'nin elindeki peçeteyi alıp kullanmaya başladığında bende sessizce bakıyordum. “Ağabeyim senin çok güzel olduğunu söylediğinde abartıyordur diye düşünmüştüm. Haklıymış çok güzelmişsin.”
“Kerem gelecek. İyi olarak gelecek. Hiç korkum yok. O hep iyiydi, daha da iyi olacak.”
Revirdeki yataklara ailesini yatırıp dinlenmeleri sağlanmıştı. Karargahta hareketlilik bir türlü geçmiyordu. İstihbarattan bilgi almaya çalışılıyordu. Mevlüt albay odasına giren Cemil’e baktı. “Bir takım istihbaratlar aldık. Sınır ötesinde hareketlilik artmış. Sınır ötesinde görevli istihbarat unsurlarımıza komutanlarımızın bilgilerini geçtik.”
“Kesin bir bilgi almamız lazım! Askerlerimi sağ salim bulmak zorundayız Cemil! Aileleri de yoruldu, nasıl kötüler görmüyor musun? Nasıl hala bir bilgi bulamıyoruz?!” “Komutanım her yolu deniyoruz.” Cemil’e gelen aramada bir yerler bulunduğu söylendi. Albaya dönüp bütün bilgileri söylemeye başladı. “Sınır ötesinde birkaç mağara etrafında hareketlilik varmış. Mensuplarımızdan komutanları teşhis etmesini bekliyoruz.” “Poyrazı ve barutu çağır.” Albay bütün timi odasına çağırttığında bütün tim dinlenmesini bırakıp albayın odasına ilerlediler. “Komutanım.” Hakan başıyla selam verdi. “Mensuplarımız birkaç hareketlilik tespit etmişler. Komutanlarınızın o mağaralarda olup olmadıklarını tespit etmeye çalışıyorlar. Şimdi gelelim size, hazırlanın. Hakan çıkmadan Defne’yi bir kontrol edin.” “Emredersiniz komutanım.” Tim odadan çıktığında Hakan yüzbaşının odasına girdi. Sessizce odada uyuyan Defne’nin avcunun içine sakladığı örtüyü düzeltip çıktı. İki gün önce Miro tarafından aranılmıştı Defne. Albayın odasında, albayın da dinlediği görüşmede Defne hiç bir şey bilmediğini, babasının böyle şeyleri asla eve getirmediğini anlattı. Tehditler Miro tarafından havalarda uçmuştu. Hakan odadan çıktığında ailesini görmüş ve onların hayır dualarını aldılar. Tim tam teçhizat helikoptere ilerlerken Kerem’lerin aileleri timlerin arkasından bakıyordu.
“Komutanım teşkilat mensupları komutanlarımızın yerini tespit etmişler. Komutanlarımızı görmüşler. Operasyon alanı dar. Timlerimiz fark edilir.” Cemil'in verdiği bu bilgi ile albay time bakıp Cemil'e döndü. “Diyarbakır, 8. Ana Jet Üssü. Hızlı!” Albay hızlıca çağrı odasına ilerlerken hava kuvvetlerine bağlanıldı. “İki komutanın yeri tespit edildi. Kara harekatı riskli. Konumları size bilgi geçildi.” Telefonun diğer ucundaki Hava Kuvvetlerinden albay arkadaşı anında her şeyi not almıştı. “Gerekeni yapacağız.” Albay telefonu kapattığında umutlu bir haberi vermek için ailenin yanına gitti. Ailenin haberi alan genç bireyleri heyecanla Defne’nin uyuduğu ağabeylerinin odasına girdiler.
“Defne abla! Abla kalk yerleri bulunmuş!” Defne gürültüye karşı kaşlarını çatıp kalktı. Başında dikilen Kerem’in kardeşlerine baktığında yüzlerindeki umut dolu ifadeyi görmüştü. “Buldular mı?”
“Evet yerleri bulunmuş. Arkadaşları çıktı. Albay birileriyle daha konuştu ama nereyle bilmiyoruz.” Defne yataktan hızlıca kalkıp ayağına dolaşan örtüden kurtulduğu gibi soluğu albayın odasında almıştı.
“Albayım bana bir şey söyleyin.” Albayın gözlerinde de o ışıltı vardı. Bir haftanın sonunda Kerem'den bir haber almanın verdiği sevinç ve huzur Defne'ye yeterdi. Albay başıyla onaylayıp “Yerleri tespit edildi. Yaralı olduklarını biliyoruz. Kara harekatına riskli bir bölge ama şanslıyız tanıdık isimler bize yardımcı olacak.” Defne çattığı kaşlarıyla albaya baktı. Kara harekatı riskliyse kim kurtaracaktı ki onları? Nasıl getireceklerdi? Üstelik Kerem yaralıyken... “Tanıdık isimler?” Albay başı ile Defne'yi onaylarken telsizi eline alıp birkaç oynamadan sonra “Atmaca filoya iyi uçuşlar. Konumun bilgileri geçiliyor.” demişti. Atmaca filo mu? Diyarbakır ana jet üssü... Telsizin karşı tarafından gelen ses Defne’nin yüreğine büyük bir su serpmişti.
“Atmaca filosundan Asi semalarda.” Bölüm sonu.
Atmaca filonun gözdelerinden olan bu kişi hakkında tahminler alıyorum...
İnstagram; elbruz_blackpearln
Takip ederseniz sevinirim. İyi okumalar :)
|
0% |