Yeni Üyelik
15.
Bölüm

🩺 Elbruz 15. Bölüm 🩺

@blackpearln


15. Bölüm Rüya

Çaresiz bekliyorduk. Yerleri bulunalı üç saat geçmişti. Time güveniyorum, üstüne de kardeşim havalanmıştı. Başımı gökyüzüne çevirip ona güvendiğimi gülümseyerek belli ettim. Defin bana sağ salim komutanı getirecekti. Kerem’in kız kardeşi annesinin koluna girmişti. Erkek kardeşi Mert de benim yanıma gelmişti. Babası albayın yanındaydı.

“Abim senin gönlünü fena kapmış Defne hanım.” Mert’e gülümsedim. “Sana adetleri öğretmeye başlayalım da iş ciddiye bindiğinde zorlanma.” Artık yorgunluktan zar zor açabildiğim gözlerimle Mert'e baktım. Mert sol kolunu açıp benim omzuma yerleştirdi ve beni sıkıca sardı. Sessizce beni sarmasına izin verdim. Mert beni sardığında anladım ki buna ihtiyacım varmış. Başımı biraz kaldırıp Mert'e bakıp geri önüme döndüm.

“Biz daha konuşmadık Mert. Bizim aramızda bir şey yok.” Mert’in güldüğünü duyduğumda ona ters ters bakmaya başladım. Onun kolunun altından çıkıp üstümdeki ceketi düzelttim. Duyduğum yüksek sesle adımlarım kendiliğinden helikopter pistine yönelmişti.

“Abim sağ salim gelsin aranızdakileri konuşacak vaktiniz olur.” Kerem.. Büyük ihtimalle yaralı gelecekti. Neredeyse bir haftanın sonunda anca bulabilmiştik. Allah bilir ne yaraları vardı. Onu öyle görme fikri bile benim nefesimi keserken belki de birazdan onu öyle görecektim. Derin bir nefes alıp gözlerimi yere indirdim. “Mert o iyi olur, değil mi?”

Sesimden duyulan o çaresiz tını Mert’in de yutkunmasına sebep olmuştu. Onun yutkunduğunu bu sessizlikte duymamak imkansızdı. Sağ elini pantolonunun cebine yerleştirip dikleşti. “Ben abimin sağlıklı olacağına eminim Defne abla. Sende, annemde, Melek de sakin olun. Ayrıca bu haliniz nedir ya abim sizi böyle görürse bize kızar.” Gözlerim ister istemez dolarken gözlerimi saklamak için Mert’e sarıldım. Mert benim halime anlayış gösterip anında sol kolunu bana dolamış ve eliyle sırtımı okşuyordu.

“Abim sizi böyle görmek istemezdi Defne abla. Daha fazla ağlamayın olur mu?”

“Ben çok zorlandım Mert. En son babam öldüğünde böyle hissetmiştim. Bu kadar ağlamış toparlanamamıştım. Şimdi bir yıl sonra böyle hissetmek... Çok zoruma gidiyor. Kalbime ağrı saplanıyor Mert. Tekrar kaybetmek istemiyorum.” Mert beni sakinleştirene kadar sarıp sırtımı okşamıştı. Sakinleştiğimde çekilip ellerini yüzüme indirdi ve aynı abisi gibi gözlerimi sildi.

"Tamam doktor ağlama artık."

"Nasıl bunu yapabilirler? Daha bebek ya bebek. Ellerimde öldü ya. Öyle vurmuşlar ki.. Çocuğun beyin fonksiyonları çoktan durmuştu." Komutan bileğimdeki akıllı saatimi tutup kendine çevirmişti. Saate baktığını düşünsem de beni yanıltıp "Bak kalp atışların epey hızlanmış. Biraz sakinleşmen gerekiyor doktor." demişti. Duraksayıp aklımı kurcalamaya başlayan soruyu hiç çekinmeden ona sordum. "Doktor olmak için yetersiz miyim?"

Komutan bu soruyla gülmeye başladığında ona dönüp baktım. Bu gayet ciddi bir soruydu. Bunda bu kadar gülünecek ne var anlamıyorum. "Doktor bu soruyu sormak için yedi sene gibi bir süre geç kalmadın mı?" Tekrar gülmeye başladığında akan gözyaşlarımı görüp gülmeyi kesmişti. Sessizce kalkıp önümde diz çöktü ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Doktor hanım. Yorucu, yıpratıcı onca şey yaşadınız. Babanı kaybettin. Acını anlayamam ama yanında olabilirim. Gerçekten doktorluğunu sorguluyor olsaydın daha ilk dersleri almaya başladığında sorgulardın. Harika bir doktorsun." Avuçlarının içine aldığı yanaklarımı okşuyordu. Mavi gözlerini üzerime dikmiş gözlerimin içine bakıyordu. "Her şeyden önce insansın. Bazen duygularına izin vermen gerekir."

"Siz niye vermiyorsunuz?"

"Biz askeriz de ondan. Biz duygularımıza izin verirsek dikkatimizi dağılır."

"Benimde dağılır. Doktorum ben, doktor. En ufak hatam insan ölümüne sebep olur." Komutan bu dediğime gülümsedi. Karşısında nasıl bir görüntü olduğunu tahmin edebiliyorum. Kesinlikle komik görünüyordum. Büyük ihtimalle gözlerim kızarmıştı. Burnum da kıpkırmızı olmalıydı. Durmadan akıyordu zaten. Komutan ise karşısında salya sümük ağlayan 26 yaşında bir kadın yokmuş gibi gülümseyerek gözlerimi siliyordu.

"Alışmak istemiyorum." Komutan gözyaşlarımı silerken "Sakın alışma. Alışırsan işte o zaman mesleği bırak."


Albay iki tane ambulans istemişti. Mert beni tutarken ikimiz beraber piste iyice yaklaştık. Piste yaklaştığımığımızda ambulans da alaya gelmişti.

Poyraz timinden aldığımız haberle helikopteri beklemeye başladım. Acil hastaneye götürüleceği için iki ambulans da hazır bekliyordu. "Mert hadi annenleri uzaklaştır. Annen oğlunu böyle görmesin." Mert bana bakıp "Durumu kötü mü?" diye sordu. Başımı sağa sola sallayıp bilmediğimi belirttim. Mert başıyla onaylayıp Kerem'in babası Ahmet amca ile birlikte annesiyle kardeşini uzaklaştırmıştı. Fazla uzaklaşmadan annesinin elini tutup gülümsedim. “Geliyorlar. İki askerimizde iyi olacak lütfen onların sağlığı için geri durun. Çok zor biliyorum ama lütfen dinleyin.”

Ailesi sözümü dinleyerek geri çekildiğinde önce karargaha giren kardeşime baktım. Albaya asker selamı verdi. “Üsteğmen Defin Mutlu!” Albay umut dolu bir gülümseme atıp Defin’in omzuna hafif bir şekilde vurdu.

“Kuzey Mutlu’nun kızı. Aynı kardeşine benziyorsun.” Defin sakin bir gülüşle albaya bakıyordu. Bekleyip tekrardan konuştu. “Albayım görev başarılı. Helikopter de inmek üzere.” Defin sessizce albayın emrini bekliyordu. Gözü bana kayacak gibi olsa da emir komuta zincirinden dolayı gözlerini ayırmadan bekliyordu.

Albay ellerini beline yaslayıp Defin'e “Dinlenebilirsin asker.” dedi.

“Sağ ol!” Defin tekrardan baş selamı verip hızlıca benim yanıma geldi, geldiği gibi sarıldı. Kulağıma yaklaşıp fısıldadı. “Metanetli ol. Yaraları ağırmış.” dediğiyle derin bir nefes alıp yutkundum. Gözlerim tekrardan dolmuştu. Defin geri çekildiğinde dolan gözlerime bakıp yaşlarımı tek eliyle sildi.

Helikopter yere indiğinde dolu olan gözlerimi umursamadan ambulans çalışanlarına baktım. Dik durmaya çalışarak iki sedyeyi de helikoptere yaklaştırmalarını işaret ettim. Helikopterin kapısı açıldığında ilk başta poyraz timinden Hakan ve Taner aşağı inmişti. Hamza ve Uğur Kerem’i helikopterden indirirken sedyeyi hızlıca oraya yönlendirdim. Barut timinden iki asker de Altan’ı indiriyordu. Kerem hızlıca sedyeye yatırıldığında yaralarına ufaktan bir göz gezdirdim.

Çok fazla... Çok fazla ve ağır yaraları vardı. Kan kokusu üstüne çoktan sinmişti. Titreyen ellerimi yumruk haline getirip sıktım. Sol elimi boynuna doğru uzatıp zar zor nabzını yokladığımda oldukça az olduğunu anlamıştım. Bacaklarım titrediğinde Defin beni tutmuştu. Defin'in elini itip diğer sedyeye alınan Barut'u gösterdim. “Defin sen Barut’la ilgilen. Az çok annemden biliyorsun bir şeyler.” Defin dediğimi yapıp Barut'un sedyesine geçtiğinde hemşireyle birlikte Barut ile ilgilenmeye başlamıştı. "Defne iki kurşun var. İkisi de göğsünde." Ben Kerem’le ilgilenmeye başladığımda bir yandan da iki sedyeyi de ambulanslara ilerletiyorduk. "Defin bulduğunuz her bezi bastırın. Kanamasını azaltmalısın." Defin dediğimi yaparken Barut'la birlikte diğer ambulansa binmişti.

“Hastaneyi arayın Barut yüzbaşının kan grubuyla Kerem yüzbaşının kan grubunu söyleyin. Sıcak kan hazırlasınlar!” Ambulans şoförü dediğimi yaparken kapıyı kapatıp ambulansı hareket etmeye başladı. Üniformasını kesip bıçak yarasına ve kurşun yaralarına bez bastırmaya başladım. “Daha hızlı sürün!”

Hastaneye geldiğimizde ambulans durduğu gibi Serdar ve Seren iki ambulanstaki bizi karşılamıştı. Sedyeyle beraber indiğimde hızlıca bilgi geçmeye başladım. "Elbruz Kerem Kurt, 30 yaşında erkek hasta. Tek bir bıçak yarası var, iç organlara zarar gelmiş olabilir. Ayrıca iki farklı kurşun yarası var. İkisi de göğüs bölgesinde. Kan grubu 0rh- Tansiyon ve nabız düşük." Serdar sakin olmamı söylese de komutanı Serdar'a emanet ettim.

Hızlıca diğer sedyeye yanaşıp Seren'e baktım. "Altan Barut, 30 yaşında. Kan grubu Arh+. Bir sürü kesik var, kurşun yarası var. O da tehlikeli bir bölgede." Seren beni onaylayıp ameliyathaneye ilerlediğimizde Serdar beni durdurup "Sakin ol ve bize güven."

"Bende gireyim lütfen." Gözlerimden akan yaşları umursamadan Serdar'ın kolunu tuttum. "Serdar ne olur bende gireyim."

"Hayır, sen burada kalıyorsun." Serdar direkt ameliyathaneye girmişti. Beni ikisinin de ameliyatına almamışlardı. Mecburen koltuğa oturup yakamı çekiştirdim. Kerem’in ailesi ameliyathanenin önüne geldiğinde yutkunup onlara yer verdim. Annesi benim oturduğum yere oturduğunda Melek de yanına oturmuştu. Mert yanıma geldiğinde o sormadan Kerem'in durumu hakkında bilgi vermeye başladım. "Durumu kritik. Ameliyata aldılar." Mert onaylayıp Ahmet amcanın yanına ilerledi.

Ben ise Kerem’in orada canıyla uğraştığı gerçeğinden kaçmaya çalışır gibi kendimi odama atıp ceketimi çıkardım ve beyaz önlüğümü askıdan alıp giydim. Bileğimdeki tokayı çıkarıp saçlarımı topladım. Acile inip saatlerce hastaları kontrol etmeye başladım.

Saatler sonra camdan dışarı baktığımda sabah geldiğimiz hastanede şu an hava kararmış güneş yerini aya bırakmıştı. Bu saate kadar Kerem için iki kere daha kan vermiştim. "Defne hanım ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz." Oturduğum yerde kolumdaki pamuğu sıkıştırıp hemşirenin elime uzattığı vişne suyunu oynuyordum.

Yanıma biri oturduğunda başımı kaldırıp oturan kişiye baktım. Defin elindeki tostla bana bakıyordu. Elindeki tostu bana uzatıp “Hadi bunu biraz ye. İyice güçten düşeceksin.” demişti. Uzattığı tostu hafiften itip etrafa bakmaya devam ettim. Benim tostu itmeme karşılık Defin'den sıkıntılı bir nefes sesi geldi. “Söylesene sen bu komutanı çok mu seviyorsun?” Dudaklarım ister istemez büzüldüğünde gözlerim yine yanmaya başlamıştı.

“Defin...” Defin başka bir şey söylememe izin vermeden konuşmaya başlamıştı. “Zorlanıyorsun Defne. Seni babamdan sonra seni bu kadar solmuş görmemiştim. Biraz toparlaman lazım. Onun için en azından.” Defin’e bakmadan elindeki tostu alıp ufaktan bir lokma aldım. “O da senin için yaşam mücadelesi veriyor.” İstemsiz yorgunlukla esnediğimde Defin güldü. “Kaç gündür uykusuzsun Defne?”

Kaç gündür uykusuzum? Bir haftadır Kerem'den haber bekliyordum. Çok yorgundum evet ama uyuyamıyorum. Kerem orada canıyla uğraşırken ben burada uyuyamam. “Üç? Dört? Emin değilim.”

Defin'in memnun olmadığını anlamıştım ama elimden bir şey gelmiyor. Defin derin bir iç çektiğinde sessizce konuşmasını bekledim. Elimdeki tosttan bir iki lokma daha almaya çalışsam da midem almıyordu. “Küçükken Elis düştüğünde ilk Güney amcam koşardı hatırlıyor musun? Biz düştüğümüzde babam orada olmazdı. Olsa bile kendimiz kalkalım diye beklerdi.”

Aklıma gelen anılarla gülümsedim.“Her anınızda yanınızda olamam derdi. Haklıydı.” Defin gülümsemişti. Ellerini önünde birleştirmişti. Elindeki kan lekelerini zar zor çıkarmıştı belli ki. “Peki hatırlıyor musun? Babam bir buçuk iki ay gelmemişti hiç. Sonradan öğrenmiştik kaçırılmıştı.”

“Hatırlıyorum. Babamı hastanede görmüştük. Yaraları çok ağırdı. Denef babamı gördüğü gibi ağlamaya başlamıştı.” Denef’in ağlamaya başladığı an bizi gülümsetirken daha fazla kendi duygularımı baskılayamadım. Gülümsemem ağlamaya döndü.

“Sataşabileceğin bir Bulut yanında olmayınca duygularını daha fazla baskılayamadın değil mi?” Defin beni sardığında ağlamam iyice şiddetlendi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Defin beni sıkıca tutuyordu. Kapı çalındığında Kerem’in kardeşi geldiğinde önümde eğilip titreyen ellerimi tuttu. Defin'e bakıp “Mert ben, Kerem’in kardeşiyim.” demişti. Kardeşimle tanıştığında Defin başıyla merhaba dedi.

“Defin, Defne’nin üçüzüyüm.” Mert elimi tutarken avcumu açmış ve içine bir şey bıraktı. Elime bıraktığında baktığımda askeri künyeyi görmüştüm. Ucundaki silahla iç içe geçmiş stetoskop parıl parıl parlıyordu. “Abimin cebinden çıkmış. Albaya gösterdiğimizde diğer sahibinin sen olduğunu söyledi.” Defin sorgular gibi kaşlarını çatıp yüzüme baktığında gömleğimin içinden kolyemi gösterdim.

“Abim iyi olacak. Seni de annemleri de böyle görmek istemez. Babam toparlansın dinlensin dedi.” Mert ve Defin beni kaldırdığında başımı Defin’e yasladım. Beni odama çıkardıklarında koltuğa uzandım. Defin üstümü örttü. Künyeyi sıkı sıkıya tutarken gözlerimi silmeye uğraşmadım. Defin saçlarımı okşayarak beni uyutmaya çalıştı.

“Güzel kızım...” Saçlarımda gezinen elleri hissettiğimde gözlerimi zar zor açtım. Bu sesi tanıyordum. Bu ses çok özlem duyduğum adama aitti. Babama... Evimin yakınlarındaki göleti gördüğümde ne ara buraya geldiğimi kavrayamadım.

“Kuzey nerede?” Annemin sesini duyduğumda bakışlarımı evimizin olduğu tarafa çevirdim. Nehir teyzem annemin sorusuna cevap vermişti. “Defne’yle beraber göletin oraya gitmişlerdi.”

Annemin sesi çok uzaktan gelmiyordu. Büyük ihtimalle bahçede bizi arıyordu. Bir süre sonra annem yanımıza geldi. “Kuzey gitme vaktin gelmedi mi?” Bakışlarımı anneme çevirip babamın dizinden kalkmadım. Daha çok babamın dizine sokulup "Biraz daha kalsın anne.” Babam gülüp saçlarımı oynamaya devam etti. “Güzel kızım gitmem gerekiyor.”

“Gelmeyeceksin.” Sesim kırgın çıkıyordu. Gelmeyeceğini biliyordum. Babamı bir daha kaybetmek istemiyorum. Bu kadar huzurlu olacağımı bilmiyordum. Çok uzun zamandır bu kadar huzurlu hissetmiyordum. Babam saçlarımı okşarken benden gözlerini çekmeden konuştu. "Ben gelmesem de sana bir vekilimi gönderirim Defne’m olmaz mı?”

“Senin gibi olacak mı?”

“Benden daha çok seveceksin Defne’m.” Babam beni dizlerinden kaldırıp yavaşça ayağa kalktığında bende aşağıda oturduğum yerden ona bakmaya başladım.

Babam başını göletin karşısını göstermişti. “Bak orada.” Onun gösterdiği tarafa baktığımda heybetli bir siluet gördüm. Dimdik duran heybetli kocaman bir beden... “Şimdiden gözlerin kamaştı Defne’m. Seni koruyacak biri.” Gözüm belindeki silaha takıldığında bu kişinin polis, asker gibi bir devlet memuru olduğunu anladım. “Hadi Defne o da seni bekliyor. Onun yanında olmalısın.”

Bir kurşun sesi geldiğinde olduğum yerde zıpladım. Odamda tek başımaydım. Üstümdeki örtüyü itip kalktım. Yastığımın yanında duran künyeyi alıp odadan çıktım. Yoğun bakım ünitesinin önüne geldiğimde hazırlığımı yapıp yanına girdim.

Kerem yatakta öylece yatıyordu. Onu hiç görmediğim kadar cansız yatıyordu. Sessizce yattığı yatağa yaklaşıp elini tuttum. Bonenin içinde saklı olan saçlarının kıvrılmaya başladığını görmüştüm. En sevdiğim lülükleri beni gülümsetmişti. Kerem’in bakımıyla üç gündür ben ilgileniyordum. Kenarda ıslattığım bezi alıp yüzünü, vücudunu silmeye başladım.

Sessizce konuşmaya başladığımda saçlarını yüzünden itip silmeye devam ettim.“Ben geldim komutan. Söylesene ne zaman uyanıp benimle atışacaksın?” Elini tutarken minik minik okşamaya devam ettim. “Ailen burada sanırım aramızda bir şeyler olduğunu biliyorlar. Mert bana çok destek oldu." Sessizce gülümsedim. Onun yaralarına pansumanı bitirdiğimde tekrardan bezle sildim. "Dikkatli olmalıydın Kerem. O harika vücudunda bir sürü iz kalacak.” Gözlerim yeniden dolmuştu.

Elim karnındaki derin bıçak izine ulaştığında acımasından korktuğum için yavaş yavaş dokundum. Canı ne kadar acımıştı Allah bilir. Yaraları derin, kötü ve enfeksiyon kapmak üzereydi. İşkence görmüşlerdi. Tek tesellimiz öğrenmek istedikleri bilgiydi. Yoksa onu ve Barut’u direkt öldürürlerdi. Gerçi bunca acı çekmelerindense ölmeleri daha mı iyi olurdu bilemedim.

Nazike odaya girdiğinde Barut’un uyandığını söylemişti. Barut’un dirençli bir vücudu olduğunu biliyorduk, erken uyanması da beklediğimiz bir şeydi. Odadan çıktığım gibi Altan’ın odasına girdim. “Günaydın Barut.” Gülümsedim. Elini kaldırıp el salladı. Serumunu kontrol edip bütün kontrollerini yaptım. “Gayet iyisin Barut. Seni normal odaya alacağız. İyice dinleneceksin.”

“Kerem...” Barut'un ilk söylediği şey Kerem olmuştu. Onların arasındaki bağ ben geldim geleli en güçlüsüydü. Dolan gözlerimi silip Kerem'in durumunu açıklamaya başladım. “Kerem’in yaraları daha ağırdı. Hala uyutuyoruz. Kendi başına nefes alamıyor ama iyi olacak. Sen onu düşünme sağlığını düşün. Barut timi burada seni görmek istiyorlar ama hemen alamayız.” Barut sessizce anladığını belirtirken başıyla beni onaylamıştı. Aklını kurcalayan başka bir şey olduğunu fark etmiştim. Odadan çıkmadan beklemeye başladım.

Barut bakışlarını bana çevirdiğinde kollarımı göğsümde birleştirip "Soracak mısın yoksa beklemeye devam mı edeyim?" dedim. Barut derin bir nefes aldığında aklındaki soruyu bana yöneltmişti. “Asi... burada mı?” Barut'un Defin'i sormasını beklemiyordum. Sessizce ona bakıp sorusunu yanıtladım. “Hava saldırısını yapan pilot mu? Burada, bana destek oluyor. Neden soruyorsun?”

“Teşekkür...” Konuşmaya hali yoktu. Kısa sorular sorup kısa cevaplar veriyordu. O yüzden onu daha fazla yormamak için lafını kesip konuştum.

“Ben iletirim. Normal odaya alındığında senin yanına da uğrar. Geçmiş olsun.” Odadan çıktığımda dosyayı Nazike’ye verdim. Barut timinin gözümün içine bakmalarını umursamadan Mevlüt albaya döndüm. “Durumu iyi, normal odaya alacağız. Biraz dinlensin sabah parça parça görmesine izin vereceğiz. Geçmiş olsun.”

“Darısı Kerem’in başına.” Kerem’in odasına döndüğümde tekrar yanına oturup elini tuttum. “Barut uyandı. Kerem sende uyan biran önce...” Başında bekliyorum komutan. Kolay kolay da ayrılmam. Odadan çıkmadan önce yaklaşıp dudaklarına bir öpücük kondurdum.

Odadan çıktığımda Defin’i bahçede bulup yanına oturdum. “Babamı gördüm.” Defin’in bakışları bana döndüğünde annemle konuştuğunu görmüştüm. “Defin sen Defne’nin yanında mısın? Niye bana söylemiyorsunuz ya siz?” Annemin panik sesini duyduğumda yutkunup alt dudağımı ısırdım. Defin annemin panik halini yatıştırmak için kamerayı bana doğru çevirmişti.

“Anne sakin ol görev için buradaydım. Defne gayet iyi gördüğün gibi.”

“Ne iyisi lan?! Ne iyisi?! Siz beni delirteceksiniz kız çökmüş Defin!” Annem çöken gözlerimi anında fark etmişti tabii ki. Defin elindeki çikolatayı yiyordu. Annemin panik halinin aksine aşırı sakin duruyordu. “Anne sevdiği adam zarar görmüş tabi çökecek.” Bende Defin’i onaylayıp annemin sakinleşmesini bekledik. Biraz durup “Babamı gördüm anne. Beni birine emanet etti.” dedim.

Annem çattığı kaşlarıyla ekrandan bana bakarken “Kime?” diye sormuştu. Defin'e bakıp ardından tekrardan telefona boş boş bakmaya başladım. Yutkunup “Ona... Yoğun bakımda yatan ona emanet etti.” dedim. Annem sessiz kaldı. Kerem’le benim aramdaki bağı anlamaya başlamışlardı. “İyisin dimi Defne?” Annem bana baktığında sessizce ekrana baktım.

“Evet anne iyiyim. O iyi olursa daha iyi olacağım.” Annem gülümseyip ekrana baktığımda annem önlüğünü çıkarıp askıya asmıştı. “Olur elbette. Gelmemi ister misin?”

“Gerek yok anne. Benim gidip hastalara bakmam lazım.” Ayağa hızlıca kalktığımda yer ayağımın altından kayıyor gibi hissettiğim için tutunmaya çalıştım. Defin annemin anlamamasını sağlayarak beni tuttu.

Poyraz timi benim yanıma beni kontrol etmek için geldiğinde Fatih bana destek olmuş kafeteryaya götürmüşlerdi. “Doktor hanım bir şeyler yemeniz gerek artık. Kerem komutan bizi siker.” Defin uyarı dolu öksürdüğünde Fatih’in bakışları telefona kaymıştı. “Pilot hanım kusura bakmayın. Enişte beye selamlar.” Fatih’in söyledikleriyle gülmeden edemedim. Defin de gülümseyince rahatladım. Fatih beni bir sandalyeye oturtup biraz yemek almıştı. “Kelle paça aldım doktor hanım iyi gelir diye.” Fatih bana bakmadan çorbaya odaklanarak konuşuyordu. Kaseyi önüme bırakmıştı. Hakan midemin bulandığını anlamış olacaktı ki “Yapacağın işi sikeyim Fatih. Git doktora mercimek çorbası al.” Diyerek kaseyi Fatih’in önüne doğru itti.

“Mis gibi kelle paça niye mideniz bulanır ki?”

“Fatih! Hadi oğlum hızlı.” Fatih uyarıyı aldığı gibi kaseyi alıp yemek almaya gitti. O tekrar gelene kadar emir gelmiş poyraz timinin çıkması gerekmişti. Hakan’a bakıp “Ben size haber vereceğim. Aklınız kalmasın.” Dedim.

“Doktor o sana emanet. Poyraz timi komutanını sağ salim teslim almak ister.”

“Tamam dedim ya gidin hadi.” Timi kovalayarak kafeteryadan çıkarttım. Çorbayı yavaş yavaş içiyordum. Midem bulanıyordu. Kaseyi yarıladığımda kalkıp Kerem’in yanına çıktım. Kerem’in odasının önündeki ailesine baktım.

“Defne kızım.” Annesine bakıp yanına eğildiğimde gözlerimin içine bakıyordu. “Ne zaman uyanacak?” Cevabını bilmediğim bir soruyu sorduğunda sessiz kalmak dışında başka bir şey yapamamıştım.

“Elbette uyanacak. İzninizle ben bakayım ona.” Kalkıp Kerem’in odasına girdim. Yanındaki koltuğa oturduğum gibi elini tutup başımı koluma yasladım. “Çok yoruldum Kerem. Hiç bir yere sığamıyorum. Senin yanına sokulsam olmaz mı? Burada uyusam en azından.” Kerem’in elini sıkı sıkıya tutuyordum. Onun yanında sakinleşiyordum. Rahatlamıştım. Uyku iyiden iyiye bastırdığında en huzurlu olduğum yerde uyumaya başladım.

🩺

"Komutanım bu sizin üniformanızın içindeki cepten çıktı." Emirhan elindeki mavi yazmayı bana uzattığında onun uzattığı yazmayı aldım. "Sağ ol, Emirhan." Gözlerimi mavi yazmadan ayırmadan sakince hafif kanlanmış yazmaya bakıyordum.

"Ben çıkıyorum komutanım." Başımla onu onaylayıp çıkmasını bekledim. Elimdeki mavi yazmayı burnuma yaslayıp kokusunu içime çektim.

"Asiye'ler gelmiş uşağum. Sen hadi git onlarla oyna biraz." Yavaşça ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. "Uu Altan nereye cideysın?" Sessizce bahçeden bana seslenen Neriman teyzeye baktım. "Asi'ye cideyrım." Durmadan Asilerin bahçesine geldiğimde kapıda duran Güney enişteye baktım. "Hoş geldınız Güney enişte."

Güney enişte beni gördüğü gibi gülümseyip "Hoş bulduk Altan. Bulut'lar arka bahçedeler. Defin bahçede değil ama." Güney enişte bana göz kırptığında sessizce bahçeden çıkıp köyün içinde Asi'yi aramaya başladım.

Geçen beraber bulduğumuz ceviz ağacının oraya ilerledim. Asi ordaydı, kahverengi basma elbisesi başında mavi yazmasıyla oturuyordu. Elindeki yün ip yumağını çözmeye çalışıyordu. Yine yaramazlık yapmıştı belli ki Nehir teyze ona ceza vermişti.

Başına kadar sessizce yaklaşmıştım. Ceviz ağacına yaslanıp elimdeki dalı oynamaya devam ettim. "Yine ne yaptın de bagayım bağa?" Asi başını kaldırıp bana baktığında elindeki yün ipi tutuyordu. "Hiç bir şey. Ayaz'la ve Mine'yle kavga ettim."

Güldüm. "Yazma yakışmış ama buraya oturmamalısın. Gel hadi." Elimi ona uzattım ve tutmasını bekledim. Asi'yi bebekliğinden beri biliyordum. İlk gördüğümde kardeşleriyle beraber yürümeyi öğreniyordu. Ağzındaki emziği ile beni gördüğü andan itibaren babasına yürümeyi bırakıp bana doğru yürümeye başlamıştı. Daha beş yaşında olsam da o günü dün gibi hatırlarım.

"Neden? Kalkmasam? Zaten her tarafım kaşınıyor." Boncuk gözleriyle bana bakıyordu. Yine de tereddüt etmeden elimi tutup ayağa kalktı. "Isırgan otunun içine oturmuşsun akillim. Gel hadi." Asi'yi sıkıca tutup yavaşça inmesine yardımcı oldum. "Ayrıca ceviz ağacının altına oturma bir daha." Onun düşmemesi için kollarımı açıp onu kucağıma aldım. "Neden?"

Asi kucağımda meraklı meraklı bakıyordu. Elindeki ip yumağıyla bana bakıyordu. "Ceviz ağacının altında uzun süre oturmak insani zehirler. Bağa bunu babam öğretmişti." Onu kucağımdan indirip çimlerin arasına ilerledik. Yere oturduğumuzda yanına oturup elindeki yumağa baktım. "Ver ben çözeyim." Sessizce elindeki yumağı bana uzatmıştı. Isırgan otunun içine oturduğu için poposu kaşınıyordu. "Asi evine gittiğinde annene söyle krem sürsün."

İp yumağını çözüp top haline getirdiğimde yumağı ona uzattım. "Yazmani kim aldi?" Asi bana baktığında onun mavi gözlerine bakıp gülümsedim. Yazmasının ucunu elleriyle tutup ucuna baktı. "Nehir teyzem aldi." Yazmasının ucunu tutup saçlarıyla beraber oynamaya başladım. "Sağa çok yakişmiş. Okula başladun mi?" Okula başlamadığını biliyordum. Yine de sormaktan geri durmadım. "Hayir başlamadum." Asi ağaca başını yaslamış bana bakıyordu.

Gözlerimi araladığımda kokusunu hala alabiliyor olmam bir mucize gibiydi. Karadeniz'im.. Kokusunu aldığım anda gözümün önünde çocukluğum, Karadeniz'im aklıma gelmişti. Sessizce yazmanın bende kaldığı günü hatırladım.

Askeri liseyi kazanmıştım ve Karadeniz'den ayrılıyordum. Teyzem buradaki evimizi kilitleyip benim kazandığım yerde bir ev tutacaktık. "Aytaç buraya gel ula hayta." Aytaç ağaç evin üstünde oturuyordu. Aytaç benim küçük kardeşimdi. Hale teyzeme bakıp dışarıya baktım. "Teyze ben çıksam olmaz mı?"

"He sende git uşağum. Sende al başunu git. Aytaç tepeye çıkay sen gaçaysun." Yaklaşıp teyzemin yanağından öptüm. "Teyzem sevdalumla vedalaşmayayum mi?" Teyzem yandan yandan bana bakıp "Sevdalun oldu mi?"

Sessizce yüzüm düştüğünde onunla benim aramda öyle bir şey olmayacağını biliyordum. Onunla vedalaşmadan gitmek istemiyordum. "Git bakalum." Gülüp bahçeden çıkmaya başladım. "Ula Aytaç gelduğumda aşağida ve hazir ol da! Teyzemi üzme!"

Bahçeden çıktığımda koşarak Asi'lerin evine gitmeye başladım. "Asiye!" Kapı açıldığında Asi bana bakıp gülümsedi. Evin içine doğru bakıp "Anne ben cıkayrum. Gelurum yarim saate." dediği gibi lastiklerini giyip çıktı. Yanıma yaklaştığında arkamda birleştirdiğim ellerime odaklandı. "Ne saklaysun arkanda koçari?"

"Öğrenirsin. Yürüyelum hadi." Beraber yürümeye başladığımızda her zaman gittiğimiz yere geldiğimizde Asi parmaklarıyla saçlarının ucunu okşuyordu. Mavi yazması yine başındaydı. O ağaca sırtını yasladığında bende kolumu ağaca yasladım. Elimdeki çan çiçeğini yavaşça onun önüne uzattığımda Asi gülümseyip ona uzattığım çiçeği almıştı. "Sağa demem gereken şeyler var. Kazandum."

"Askeri liseyi mi?" Başımla onayladım. "Kuleli.." Sessizce gülümsedim. "Darısi benum başuma. Bende yapacağum." Ona hissettiğim şeyleri söylemek istiyordum. Saçlarını okşayıp ona doğru yaklaştım ve kulağına fısıldadım. "Gitmem gerekiyor." Asi bana sıkıca sarıldığında kollarım onun beline doladım. Saçlarını okşayıp burnumu onun saçlarının arasında gömdüm ve kokusunu içime çektim.

O hafifçe geri çekildiğinde onun dudaklarına bakıp derin bir nefes aldım. Sessizce onun dudaklarına yaklaştığımda Asi'nin gözleri kapanmıştı. Bu bencilliği ona yapmak istemesem de kendimi tutamıyorum. Dudaklarına masum bir öpücük kondurmakta sorun yoktu değil mi? Dudağından öpüp geri çekildim. Asi sessizce benden uzaklaşırken saçlarının arasındaki yazmanın ucunu tuttum.

Saçlarının arasından tuttuğumda yazması elimde kalmıştı. Asi arkasına bakmadan çekip gitmişti. Yazmasını burnuma götürüp kokusunu içime çektim.

Yazmayı yıkamam gerekiyordu. Sedyeden kalktığımda yarama giren acı ile inledim. Zar zor lavaboya girdiğimde lavaboya yaklaşıp sabunu elime aldım. Yazmanın kokusunun gideceğinden korkup yıkamaktan vazgeçtim. Yazmada onun kokusunun olması daha önemliydi benim için...

🩺

Gözlerimi aralayamıyorum. Bir ışık gözümü alıyordu ama ben gözlerimi açamıyorum. Bir ses duyduğumda o sesin Defne’ye ait olup olmadığını anlayamadım.

“Kerem Yüzbaşı iyi misin? Sesimi duyabiliyor musun?” Işık gözümü alıyordu. Vücudumu kımıldatmaya çalışıp öğürme isteğine direnmeye çalıştım. “Kendine geliyor. Tüpe direnç gösteriyor. Tüpü çıkaralım.” Konuşan kişi boğazımdan bir şeyi çekip çıkardığında öksürdüm. Sonunda rahat rahat nefes alabiliyorum. Elimin üzerinde bir ağırlık hissediyorum. Sıcak ve beni huzurlu hissettiren bir ağırlık. Sanki evim oradaymış gibi.

“Beni duyduğunu biliyorum Yüzbaşı. Hastanedesin Defne'de tam olarak burada, baş ucunda. Şimdi seni tekrar uyutacağız. Daha iyi dinlenebilmen için bunu yapmak zorundayız.” Tekrardan gözlerim ağırlaştığında uyuyakaldım.

“Abim şimdi uyanacak mı?” Sesler... Bomba, çatışma sesleri arasından duyulan minik fısıltılar... Dikkatimi dağıtıyor.

“Evet solunumu düzene girmiş. Ben uyurken tüpe direnç göstermiş.” Defne... Onun sesini nerede olsa ayırt ederim. Son altı ayımda uğraştığım tek kadın. Her ne kadar ona yaklaşmamak için dirensem de çekimine karşı koyamamıştım. Defne gerçekten dikkat çeken bir kadındı.

“Gülümsüyor Defne abla bak.” Gülümsüyor muydum? Gözlerimi açıp onu görmek istiyorum. Defne’nin yanından gelen sesi az çok tanıyordum. Bu hiç şüphesiz Janset’ti. Albay aileme haber vermiş olmalıydı. Onları da korkuttum. Zar zor gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm gözler tam üzerime eğilmiş olan doktorumdu. Defne... Benim doktorum.

“Kerem uyandın...” Onun solmuş yüzü ve ağlamaktan kızarmış gözleri beni etkilemeye yetmişti. Bir insan bu kadar ağlamışken hala nasıl etkileyici kalabilirdi. Gülümsedim. Şu an yapabildiğim tek şey buydu. Ona gülümsemek. Dikkatli bir şekilde yaklaşıp yaralarımı kontrol etti.

“İyisin Kerem. Daha da iyi olacaksın. Melek sen çık da detaylı kontrolünü yapayım. Biraz daha da dinlenmesi lazım.” Janset'i görmesem de başıyla Defne'yi onayladığını anlayacak kadar tanıyordum kardeşimi.

“Ben anneme haber vereyim.” Janset odadan çıkarken ki bunu kapı sesinden anladım. Defne örtümü açıp dikkatlice bütün yaralarıma baktı. Sırtımdaki acıyı hissettiğimde yüzümü buruşturdum. “Canın acıyor biliyorum ama direnmelisin. Sen çok direndin ama biraz daha dayan.” Sessizce elini tutup onu yakınıma çektim. Defne anlık bir nefes aldığında yorgunluğumun izin verdiği kadar gülümsedim.

“Korktun mu?” Sesim yorgun çıkıyordu. Buna engel olamam ama Defne’nin bana olan bakışları yumuşadığında korktuğunu belli ediyordu. Kızarmış gözleri içimi yakmaya yetmişti. Benim için kaç gün ağlamıştı, uykusuz kalmıştı bilmiyorum ama döktüğü her göz yaşının sorumlularını bulacağım. Defne bir daha ağlamayacak..

Elimi kaldırıp yanağını okşadım. Gözleri kapanırken titrek bir nefes almıştı. “Özür dilerim. Seni, ailemi korkuttum.” Defne saçlarımı yüzümden itip parmaklarıyla oynamıştı. Bunu ben uyurken kaç kere daha yaptı acaba? Ben bu hissi kaç kere kaçırdım?

“Sen bizi düşünme. Sağlığına dikkat et.” Defne iyice yaklaşıp kulağıma eğildi. Bir nefes kadar yakınımdaydı. “Ve bana verdiğin sözü unutma yeter.” Sözlerini bitirdiğinde beni güldürmüştü. Tabii ki ona verdiğim sözü hatırlıyordum. Ölsem bile asla unutmayacağım bir sözdü.

Ciğerlerimden gelen ağrı yüzünden gülüşüm yerini öksürüğe bıraktı. Defne anında paniklemiş bir şekilde geri çekildi. “Kerem sakinleş. Çok mu ağrın var?” Elinden tutup yatağın ucuna oturttum. Elimi kendi kucağında tutuyordu.

Zar zor nefesimi düzene sokup “Yaklaş.” dedim. Haline gülümseyip yanağını okşadım. Defne belli bir yakınlıkta durduğunda onun daha da fazla yaklaşması için elimle işaret ettim. İyice yaklaştığında onun çenesinden tutup dudaklarına odaklandım. Daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum. Sadece Defne ve ben buradayken onu öpmezsem şuracıkta ölebilirdim. Defne de benim dudaklarıma baktığında heyecanlandığını fark ettim. Baş parmağımla onun dudaklarını okşadım. “Defne’m. Güzel kadın. Heyecanlandın mı sen?” Onunla bu mesafedeyken uğraşmak ayrı bir zevk veriyordu. Dudaklarımı onun dudaklarına sürterken iyice nefesi hızlanmıştı.

“Oğlum!” Defne hızlıca çekildiğinde dengesini kaybetmemesi için elini sıkıca tuttum. Bu ani hareket biraz da olsa canımı yaksa da umursamayıp anneme baktım. “Oğlum uyanmışsın da ben... Yanlış bir zamanda mı geldim?” Defne’nin yanaklarının kızarmıştı. Anında elini elimden çekip önünde birleştirmişti. Küçük çocuklar gibi görünüyordu. Fırsatını bulduğu anda anneme bakarak “Ben sizi yalnız bırakayım.” dediği gibi odadan çıkmıştı. Onun arkasından gülmeye başladığımda annem bana kaşlarını çatarak baktı.

“Kızla dalga geçme oğlum.” Annemden beklemediğim Defne savunmasıyla kaşlarım havalanmıştı. Demek ki vurulmam onların iyi anlaşmasına vesile olmuştu. “Anne bakıyorum da iyi anlaşmışsın...” cümlemi tamamlayamadan duraksadım. Bunu demem ne kadar doğru olurdu bilmiyorum. Defne’yle aramızdakileri netleştirmeden onun adına konuşmak doğru olmazdı. Annem ben daha devamını diyemeden çoktan ikinci kanala geçmiş, çerkezçe konuşmaya başlamıştı.

“Gelinine mi demek istedin oğlum?” Anneme baktığımda onun da hali hiç iyi gelmemişti. Epey ağladığı belliydi. “Kızı sevdim. Nereli?” Bana nasıl olduğumu sormuyordu. Yaklaşıp Defne gibi elini saçlarıma yerleştirip okşadı. Ne yaşadığımı sormadı. Sorsa da anlatmazdım zaten.

“Trabzon, laz kızı.” Annem saçlarımı oynamaya devam ederken tekrardan çerkez kanalına geçti. “Tatlı kız. Sana da pek kıymet veriyor.”

“Anne bende onu seviyorum ama onunla konuşmam gerekiyor.”

“Bizimle köye gelecek mi?” Hastaneden çıktığımda beni zorunlu olarak eve göndereceklerini biliyordum. Annemler beni burada bırakmazlardı. Bende Defne'yi bırakamazdım. Özellikle de hayatı söz konusu olduğunda..

“Gelmek zorunda kalacak diyelim. İşler biraz karışık.” Anneme daha fazla detay veremezdim. Gerekli bilgiyi verip annemin desteğini arkama alıp oralarda Defne’ye laf söz gelmeden akraba işlerini çözmem lazımdı. “Anne Defne bizimle zorunluluktan gelecek ama bunu o bilmeyecek. Orada kimse onun canını sıkmamalı. Onu orada misafir olarak ağırlayacağız.”

Annem benim her bir dediğimi dikkatle dinliyordu. Daha fazla bir şey söylememişti. Sadece beni onayladı. Defne'yi Çürüksu'ya götürme fikri beni şimdiden heyecanlandırdı. Oradayken daha çok güvende olacaktı. Annem dinlenebilmem için odadan çıktığında çok değil yarım saat sonra tim büyük bir gürültüyle odama dalmıştı. “Komutanım beni özlemiştir.”

“Tabii Fatih. Komutanım sensiz yapamıyordu zaten.” Hamza, Fatih'i itip içeri girdiğinde Defne hepsini itip benim yanıma gelmişti. Beni sıkmasınlar, yormasınlar diye başıma dikildiğini biliyordum. Elini sıkıca tutup timime baktım. Hepsi sivilleri üzerine çekmişti.

“Vay komutanıma bakın komutanıma. Nasıl sayıklıyordu ama doktor hanımın adını. Doktor hanım komutanım diye demiyorum ama son nefesini verene kadar senin adını sayıkladı ha.” Fatih’in ettiği cümledeki minik patavatsızlık karşısında oda sessizliğe gömüldü. Çeneni sikeyim başlıklı bir ifadeyle Fatih'e döndüğümde Fatih istemeden söylediğini belli ediyordu. Onun da yüzü düşmüştü.

“Kusura bakmayın komutanım.” Defne’nin kafasında dönen düşünceleri az çok anlayabiliyordum. Durgunlaşmıştı. Yüzüne bir hüzün çökmüştü. O an anladım ki korku iliklerine kadar işlemişti. Çok korkmuştu belli ki benim doktorum. Tuttuğum elini sanki hiç bırakmayacakmış gibi sıktığımda buruk bakışları beni buldu. Ona göz kırptım, o ise yüzüme gülümsemişti.

Ayda'ya baktığımda Hakan'la arasının iyi olduğunu biliyordum. Yine de doğrulamak için konuştum. “Ayda, seni iyi gördüm?” Ayda gülümsedi. Büyük ihtimalle aşırı yorgunlardı. Yine de yanıma uğramadan dinlenmeye gitmemişlerdi. “Çok şükür komutanım. Bir de sizin yerinizi bulduk. Sizi kurtardık daha iyi olduk.” Hakan’a bakıp göz kırptığımda Hakan baş parmağını kaldırıp beni onayladı.

Defne time bakıp “Yeter hadi hepiniz dışarı. Biraz dinlensin komutan.” Diyerek hepsini odadan açık açık kovdu. Fatih yine boşboğazlılık yapıp beklentiler bakışlarıyla bana baktı. “Komutanım bir şey demeyecek misin doktor hanım bizi kovuyor.”

Hiç uğraşamam Fatih. Üzerimdeki örtüyü elimle düzelttiğimde bakışlarımı üzerimdeki örtüye çevirdim. “Ne diyorsa onu yapın. Ben buradayken emir komuta onda.” Timden sesler yükselmeye başladığında Defne onları susturmak için işaret parmağını dudaklarına dayadı. “Sshhh.” Tim bir anda sustuğunda hallerine gülmeden edemedim.

“Komutanım gülmeyin koşmak istemiyoruz.” Hepsi Uğur’u onayladı. Uğur'un cümlesine daha çok gülmek istesem de dikişlerim sızlıyordu. “Koşmak istemiyorsanız doktorun emirlerine uyun.”

“Komutanım.” Fatih’e dönüp baktım. “Komutanım siz emir dinlemezdiniz diye hatırlıyorum ama...” Durup Defne’ye baktığımda Defne de bana odaklanmış sırıtıyordu. “Bak doğru söyledin Fatih. Doktor lafı dinlemiyordun değil mi?” diyerek Fatih'e katılan Defne ukala ukala sırıtıyordu.

Tek kaşımı kaldırıp “Bir şey derdim de tim burada doktor. Goygoylarına malzeme olmak istemezsin.” dedim. Defne'nin iki kaşı havalandığında ne diyeceğimi çok merak ettiğini biliyordum. Nitekim dediğim gibi de olmuştu. Defne bakışlarını benden çekip time döndü.

“Ne diyeceksin çok merak ediyorum. Tim def olun.”

“Aha öpüşecekler. Kovulduk.” Bakışlarımı Defne'den çekmeden onu izliyordum. Giydiği kotu ve kazağıyla gayette dikkat çekici görünüyordu. Beyaz önlüğü ve önlüğünün yaka cebine işlenmiş Defne yaprağı detayı ile harika görünüyordu. “Fatih!” Defne bütün endamıyla timi odadan dışarı çıkardı.

Bir süre sonra odama giren doktora baktığımda onun Defne olmadığını anında anlamıştım. Kokusu, saçı komple farklıydı.

"Sen o'sun. Defne'nin sevdalısı." Karşımdaki kadının kimliğini anlamak o kadar da zor olmamıştı. Daha ilk girdiği anda o olmadığını anladım zaten ama karşımda Defin Mutlu'yu görmek şaşırtıcıydı. Yattığım yerde biraz dikleşirken karşımdaki kadına cevap verdim. "Sende Hava Kuvvetlerinde ki kardeşisin."

Defin'in gözlerinde gördüğüm şaşkınlık ifadesi bunu beklemediğini belli ediyordu. "Beni mi anlattı?" Gülümsedim. Anlatmasına gerek yoktu. Daha ilk gördüğüm gün beni sinir eden kadın hakkında her bilgiye ulaşmıştım. Ailesine ulaşmak ne kadar zor olsa da..

"Diğer kardeşinin naif biri olduğunu düşündüm. Yeri göğü inleten kardeşinin sen olduğunu anlamak zor olmadı." Defne'nin kardeşi gülümsediğinde bana hak verdiğini anlamak zor olmamıştı. Daha girişinde ben askerim diye bas bas bağırıyordu. Yattığım yerde zar zor iyice dikleşirken ne diyeceğini merakla beklemeye başladım.

"Onu seviy misin?" Sorusu beni gülümsetmişti. Defne'yi sadece sevmiyordum. Defne'ye deli gibi aşık oldum. Esir düşmeseydim bu gerçekliği daha zor kabul ederdim ama esaret altındayken bile tek bildiğim ona zarar gelmeyeceği gerçekliğiydi. Defne'nin karargahta, timimin yanında güvende olacağına emindim.

"Anlat bakalım. Burada emir komutanın dışına çıkabiliriz diye düşündüm. Burada sana bu soruyu Hava Kuvvetlerinde görevli Pilot Üsteğmen Defin Mutlu olarak değil de Defne'nin kardeşi Defin Mutlu olarak soruyorum." Gülümsedim. Büyük ihtimalle Defin'in burada olduğunu Defne bilmiyordu. Kardeşi kendi içini rahatlatmak için, kardeşinin güvenliğinden emin olmak için bu odadaydı.

Derin bir nefes alıp merak ettiği soruyu yanıtlamaya başladım. "Seviyorum. Bazen sırf bana inat olsun diye elimden kahvemi çayımı alıyor. Tiksineceğimi falan düşünüyor belki ama hiç umursamıyorum." Defin araya girip "Kahveyi alıp başından aşağıya boşaltmadığına şükret." demişti. Gülüp anlatmaya devam ettim. "Görevlere gittiğimde beni beklediğini biliyorum ama bunu ona sorduğumda seni mi bekleyeceğim ben diyerek kaçıyor. Bazen beni özellikle sinirlendirip saçlarını savura savura gidiyor. Vurulduğumda vücudumdan çıkan bütün kurşunları sakladığını biliyorum ama o bilmediğimi sanıyor bundan eminim." Defin'e baktığımda yüzündeki gülümseme anlattıklarımı sevdiği yönünde bir işaretti. Bir süre yüzüme baktıktan sonra oturduğu koltukta geriye yaslandı.

"Kardeşimi üzme komutan. Tependen taarruza geçerim kaçacak yerin olmaz." Tehdidi ile gülmeye başlayınca dikişlerim ağrımıştı. Yüzümü buruşturarak etrafa baktığımda komodinin üstündekiler dikkatimi çekmişti. Komodine konulan meyve suyunu Defne'nin koyduğuna emindim. Tam yanındaki büyük kokulu mum ise kesinlikle Janset'in işiydi. Odak noktamı tekrardan Defin'e çevirdim. "Havacı tehditi bile farklı oluyormuş."

"Ciddiyim komutanım. Defne'yi uzun süre sonra ilk kez bu kadar dağılmış gördüm. Kardeşimi üzmemek istiyorsanız kendi sağlığınıza da mümkün oldukça dikkat etmeniz gerekiyor." Defin'in dediğini dikkatle dinleyip "Şüphen olmasın." diyerek onu onayladım.

İçi rahatlamış olacaktı ki biraz durup gülerek "O değil de ben senun aklina yanayum. Ha bula bula bizum deliyi buldun da." Yaralarımı unutup kahkaha attım. "Diyene bak. Filoda lakabın neydi telsizden haykırdığın?"

"Asi." Defin umursamaz bir tavırla konuşurken omuz silkmişti. "Asi benim atımın adı."

"Defne'nin var mı?"

"Var." Bir an için Defne'yi atın üstünde düşündüm. "Adı ne?"

"Atının mı? Mihrimah. Beyaz heybetli bir atı var tabii benim asim kadar değil." Defin güldü. Kahverengi saçlarını savurup gülüyordu. "Gelelim ciddi meselemize. Babamın sakladığı sır nedir?"

Gerginleşip yerimde dikleştim. Defin'in bu bilgiye nereden ulaştığını anlayamasam da ketum davranmak konusunda nettim. Defin benim söylemeyeceğimi anladığı gibi dirseklerini dizlerine yaslayıp "Albay söyledi. Rahatça anlatabilirsin. Ketum davranmana gerek yok." dedi. Defin gayet rahat ve profesyonel davranıyordu. Tam bir asker gibi davranıyordu. Albayla konuştuğu mevzusu belki yalandı ama hayır. Defin'in net bir şekilde doğruyu söylediğini anlayabilecek kadar profesyonel askerdim.

"Bilgiyi sana veremem ama şunu söyleyebilirim ki bir planım var ve yardımına ihtiyacım olacak." Defin anında kaşlarını çattı. Konunun ciddiyeti onu da etkisi altına almıştı. "Defne'nin peşindeler. Babanızı vuran adamlar Defne'den bilgiyi almaya çalışıyorlar."

Defin'in anlamaya çalışan bakışları etrafta dolanıyordu. "Neden Defne?" Bakışlarını umursamadan anlatmaya devam ettim.

"Sizi bilmiyorlar. Suikast sırasında sadece Defne oradaymış. Baban sizi üst düzeyde gizlemiş. Ama suikast sırasında Defne görülüyor. Tek kızı var sanıyorlar. Asıl amaç Defne'yi korumak. Defne'yi korumak için bir ay buradan uzaklaştırabilirim. Bu süreçte Defne'nin peşinde olanlardan kurtulmak için senin burada Defne'nin yerine geçmeni istiyorum."

Defin dediklerimi tek tek gözden geçiriyordu. "Çok mantıklı ama saçlar? Ve bunu Defne'ye nasıl anlatacağız?" Derin bir nefes alıp sorularını yanıtladım. "Defne bilmeyecek. Saçları da sprey boyayla boyatır kuaförde yıkatırız."

"Sanki saçlarımı tekrar boyatmışım gibi."

"Aynen öyle." Defin iyice düşündükten sonra ellerini birbirine sürtüp dizlerine vurdu. Oturduğu yerden kalktığında "Tamam anlaştık. Kardeşimi koru bana yeter." dedi.

"Hiç şüphen olmasın onu memleketimde koruyacağım. Bizzat ailemin yanına götüreceğim." Defin gülümsedi. Bana güvendiği belliydi. "Fatih'e ceza verebilirim değil mi Kerem?" Defne odaya girdiğinde ikimizinde bakışları Defne'yi buldu. Defne kaşlarını çatıp dikkatli bir şekilde ikimize bakarak yanıma yanaştığında bende ikisini kardeşi izlemeye başladım.

"Ne yapıyorsunuz siz burada?" İki kardeşin arasında hiç bir farklılık yoktu. Dışardan bakıldığında hiç bir fark yoktu ama Defne'yi tanıdığımda onu kardeşinden ayırt etmekte zorlanmazdınız. Defne, Defin'in aksine dediğim dedikti. Mantıklı düşünmezdi. O an tek istediği mantıklı olsun ya da olmasın o istediği gerçekleşecekti. Defne inattı.

"Hiç, sorguya çekiyorum enişte beyi?" Defin'in bu cümlesiyle Defne'nin bakışları beni buldu."Defin seni darladıysa kusura bakma." Defne elimi sıkıca tuttu. Gülümseyip "Neden beni darlasın ya. Yok aksine hoş bir sohbetti." diyerek Defin'e baktım. Defin de anında anlayıp bana gülümsedi. Defne'nin sıcacık elini tutup öptüğümde içimi ısıtacak bir gülümseme sundu bana. Defin'in buruk bakışlarını gördüğümde nedenini anlayamamıştım.

Bütün bunlar olurken kafamda oturttuğum planla aşırı huzurluyum. Her şey planladığım gibi giderse Defne'nin peşindekilerden bir süre daha kurtuluruz. Defin’e göz kırptım. O da bana göz kırptığında onunla iyi anlaşacağıma adım kadar emin oldum. Sonuçta çıkarlarımız ortak, değil mi?

Bölüm sonu.

Evvet sınav haftam bitti. Bu hafta içinde sözümü tutabilirsem iki bölüm yayınlayacağım. Biri bu bölümdü diğeri de inşallah cuma gelecek. Bölüm hakkında, karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Hazırsanız Çürüksu'ya gidiyoruz.

Sosyal medya hesaplarından yeni bölümler hakkında spoiler yayınladığım oluyor arkadaşlar takip ederseniz görürsünüz. İyi okumalar.

İnstagram; elbruz_blackpearln
Tiktok; elbruz.blackpearln

Loading...
0%