Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🩺 Elbruz 2. Bölüm 🩺

@blackpearln

Savaşın sonunu sadece ölüler görür.
-Platon



"Albay Mevlüt ile görüşmek istiyorum." Kapının önündeki askere baktım. Asker gayet net bir şekilde "Albay şu an Kerem Yüzbaşı'yla toplantıda beklemek zorundasınız doktor hanım."

Revire geri döndüm. Hemen gidip konuşmalı mıyım yoksa beklemeli miyim bilmiyorum. Kadın çok tuhaf görünüyordu. Sanki gözlerinde intikam ateşi vardı. Sabah kadını gördükten sonra arabamı almış ardından da alaya gelmiştim. Şüphelendiğim kadın yüzünden hzılıca yukarı çıkıp hazırlanmış ardından da alaya gelmiştim. Gerginlikle sandalyeye oturdum. Odaya giren adama baktım. Uzun boylu esmer adama baktığımda adam da beni beklemiyormuş gibi süzüyordu.

"Buyurun?" Karşımdaki heybetli beden bana doğru kaşlarını kaldırıp bakıyordu. "Senem doktor ayrıldı mı?" Senem'in sevgilisi miydi? Olabilir güzel kızdı sonuçta ne diyebilirim ki "Hayır ben diğer doktorum Senem hanım dinleniyor. Ben yardımcı olayım?"

"Olur dikişlerim alınacaktı. Aldırmaya gerek duymadım ama albaydan laf yedim."

Askere geçip oturmasını işaret ettim. Oturduğu gibi üniformasının üstünü çıkardı. Bende muayene etmeye başladım. Vücudu yapılıydı. Komutanın tenine göre daha beyazdı. Koyu kahve saçlı heybetli bir tipti benim gibi renkli gözlü değildi. Gözleri koyu kahve miydi emin değilim ama boyu en az komutanın boyu kadar uzundu. Yüz hatları komutanınki gibi keskin değildi. Elmacık kemikleri belirgin değildi.

"Güzel yaraların iyileşmiş. Biraz enfeksiyon var gibi anladığım kadarıyla kontrolleri aksatmışsın." Dikkatle yaraya baktığımda akserlerin albaydan fırça yemeden kendilerini kontrol ettirmiyorlardı. "Burada adet sanırım kendini ihmal etmek." dikişlerini aldığım asker güldüğünde aslında komik bir şey demediğimi biliyordum ama neye salak salak gülüyorlardı bilmiyorum.

"Sen Kerem Yüzbaşıyı ameliyat eden doktorsun dimi? Belli oluyor." Askerin büyük bir alayla söylediği bu cümleye karşı kaşlarımı çatmadan edememiştim. "Nereden belli oluyor tam olarak?" Dikişleri alırken sandalyeyi ayağımla çekip oturdum. Herkes de adımı duymuş. Gelip gidip dedikodumu mu yapıyor bunlar? Vatan nöbetinde, alayda bu kadar dedikodunun dönmesi bence normal değil.

"Odasına girerken ki öfkesinden. İğneleyici konuşmuş olmalısın. Bu da şu an ki tavrından belli oluyor. Tanışmadık doktor hanım. Ben Yüzbaşı Altan. Buralara çok gelirim." Karşımdaki adam dedektif edasıyla konuşurken ben işime odaklanmış devam ediyordum. "Kendinizi yaralamakta üstünüze yok belli ki. Evde bekleyenleriniz yok ama unuttuğunuz bir şey var. Evde bekleyeniniz olmayabilir ama sizi bekleyen bir vatan var. Yaralanabilirsiniz ama dinlenmeden işlerinizin başına dönmek, işlerinizi aksatır."

Altan'a baktığımda gülümsüyordu. "Kerem'e böyle diklendin sanırım. Sevdim seni doktor. Kerem'e böyle diklenebilmek yürek ister." Ne demek der gibi gülümsediğimde aslında bunu her sözümü dinlemeyen kişiye yapıyordum. Bu sadece o komutana özel değildi ama herkes buna takılmıştı. İşime devam ederken "Ben görevimi yaptım. Dinlenmesi gerekiyordu, yaraları ağırdı." diyerek kalktım. Dikişlerle işlerim bittiğinde sandalyeden kalkıp ellerimi yıkadım. Yüzbaşı ayaklandığında aklımı kurcalayan soruyu sormamak için kendimle savaşıyordum. Aklımın bir köşesinde hala sabahki kadın dolanıyordu. O kadında tuhaf bir şey vardı ve ben bile bunu gayet net hissedebiliyordum.

"Yüzbaşı, bir şey sorabilir miyim?" Stetoskobumu boynuma atıp düzelttiğimde ellerimi önlüğün ceplerine yerleştirip karşımdaki adama döndüm. Karşımdaki adam yeşil tişörtünü giymiş üstüne de gömleğini geçirmişti. Düğmelerini iliklerken bana bakmadan "Tabii?" demişti. Bakışlarımı askerin üstünde gezdirirken konuşmaya devam ettim.

"Böyle kısa boylu, kısa saçlı bir kadın gördüm. Emin değilim ama biraz tuhaf bir tipti."

Yüzbaşının bakışları beni bulduğunda sert bakışları beni bulmuştu. Bana doğru yaklaştığını göz bebeklerinin büyüdüğünü görmüştüm. Ciddi bir durum var sanırım. Kaşlarımı çattım. Komutanla görüşmeli miydim?

"Nerede gördün?" Adamın bakışları benim üzerimde dolanıyordu. Durumun ciddiyetinin gayet farkındaydım aslında ama albayın toplantıda olmasından dolayı onunla konuşamamıştım. "Lojmanların orada, arabamı almak için çıkmıştım. İki sokak ötede görmüştüm."

"Gel benimle." deyip kolumu tuttu. Beni Albay'ın odasına götürdüğünde kapıyı çalıp gir emrini beklemeden içeri girdi. Poyraz timi ve Albay'ın bakışları önce Yüzbaşının sonra da benim üstümde gezindi. Altan Yüzbaşı, albaya tekmil verdi ve konuşmaya başladı.

"Yüzbaşı Altan Barut! Albayım acil bir konu var." Yüzbaşı Altan'ın bakışları tek tek hepsinde dolaşmış en son ise komutan bozuntusunda takılı kalmıştı. "Küpeli şehirde görülmüş." Yüzbaşının bunu demesiyle komutan hızlıca sağ elini masaya vurup ayağa kalkmıştı. Timin bakışları da ciddileştiğinde durumun kötülüğü beni tedirgin etti. Kimdi bu kadın? Kod adının küpeli olduğunu anlamıştım ama gerisi yoktu kafamda.

"Kim gördü? Doktor sen mi gördün?" Komutanın konuşmaya başlamasıyla hemen ardından adının Hamza olduğunu bildiğim asker lafa girmişti.

"Komutanım iyi de doktor yeni geldi. Küpeliyi nereden tanıyabilir?"

"Hamza haklı komutanım."

"Kimden bahsettiğinizi bilmiyorum ama bugün gördüğüm kadın lojmanların önünde biraz tuhaf davranıyordu. İster istemez dikkatimi çekti, babamdan kalma bir alışkanlık." Omuz silktiğimde bunu farkında değildim. Asker çocuğu olarak büyümenin en büyük faydalarından biri de buydu. İster istemez dikkatli olduğumuz bir konuydu. Bugün Denef bile saçma bir şekilde köşede durup askeri lojmanlara bakan bir kadını fark ederdi. Albay sert ve tok bir sesle "Kerem otur, Altan sizde oturun. Anlat kızım neler oldu?" Komutan hemen yanındaki sandalyeyi çektiğinde, çektiği sandalyeye oturdum. Komutan ve Altan da yerini aldığında derin bir nefes alıp albaya döndüm.

"Sabah lojmanda arabamı bekliyordum. Kadın dikkatimi çekti. Böyle kısa boylu, kısa saçlı bir kadındı. İki sokak ötede gizli saklı duruyordu. Sanki bir şeyi gözlüyormuş gibiydi. Kıyafetlerini hatırlayamıyorum ama o gözleri nerede görsem hatırlarım. Çok öfkeli bakışları vardı, böyle kindar..." Karşımdaki askerlerden biri "Tanım küpeliye uyuyor komutanım." dediğinde komutan başka bir askere döndü.

"Tamer, küpelinin fotoğrafını getir." diyen komutanla bakışlarımız kesişti. Gergin duruyordu. Sanırım yine belayı üstüme çektim. Dişlerimle yanağımı içeriden ısrımaya başladığımda gerginlikle ellerimle oynamaya başladım. Önüme gelen fotoğrafa baktım. Kadın buydu, dağda çekilmiş bir fotoğraftı ama kadının bu olduğuna eminim. Hızlıca işaret parmağımla masanın üstündeki fotoğrafı işaret ettim. "Evet kadın buydu eminim." Aklıma gelen anılarla konuşmaya devam ettim. "Bu renkte bir ceketi yoktu. Siyahtı ceketi ama atkısı yoktu. Lojmanların hemen girişinde bir, iki sokak ötede duruyordu. Hatta göz göze geldik, kadın bakışlarını benden çekmedi."

Hamza hemen "Komutanım hemen duyuruyorum." diyerek ayağa kalkmıştı. Albay duyurmasını söylediğinde hızlıca harekat odasından çıktı. Ardından albayın bakışları beni buldu. Sakin kalmaya çalışır gibi duruyordu ama gerginlikleri gayet belli oluyordu. "Doktor dikkatli ol. Teröristler şehre indiyse ya pusu kurarlar yada muhakkak eylem yaparlar. Senin dikkatini çektiğini anladıysa seni hedefe koyabilirler." Onları rahatlatmaya çalışırken başımı hafifçe eğip "Merak etmeyin Mevlüt Albayım. Ben alışkınım, daha önce kaç pusu kaç eylem yaşadım. En son pusuda da babamı kaybettim." dedim. Albayın bu konuda aşırı hassas olduğumu anlamıştı. Geriye doğru rahatça yaslandı. "Yine de bugünlük en azından seni Kerem yada Altan götürsün." Sırf onlar rahat etsin diyerek albayı başımla onayladım.

Akşama doğru taburdan çıkarken komutan yanıma gelmişti. Onu umursamadan arabamın anahtarını çıkarıp arabama yöneldim. "Önlem amaçlı önden gideceğim doktor. Sende arkamdan gel. Seni riske atmamak için iki araba gideceğiz." Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Böyle daha çok dikkat çekmez miyiz?" derken telefonum çalmaya başladı. Kabanımın cebinden telefonumu çıkardım, Bulut'un aradığını görüp açtım. Bu sırada komutan onu takip etmemi işaret ederek aracına binmişti. Bende oyalanmadan aracıma bindim ve çantamı yan koltuğa koydum.

"Efendim Bulut?" Aracımın düğmesine bastıktan sonra kemerimi takıp saçlarımı geriye ittim. Telefonumu omzumla kulağımın arasından çekip kenara fırlatırken telefonu aracıma bağladım.

"Defne, Toprak'ın ateşi var. Anneni de arayamıyoruz, babam da hastanede ikisi de ameliyattaymış. Yardım et düşürmedik bir türlü."

"Tamam bekle." Aracı sürmeye başlarken konuşmaya devam ettim. "Ateşi kaç?"

"39.5. Ateş düşürücü verdik. Elis de panikledi."

"Tamam şimdi üstünü çıkarın. Bir duş aldırın ılık suyla sonra üstüne ince bir örtü örtebilirsiniz ama ince olmalı. Ateş düşürücüyü tekrar verebilirsiniz."

"Elis üstünü çıkarmıştı zaten hastaneye mi götürsek?"

"Geçmezse daha doğrusu 39.5'tan düşmezse hastaneye götürün. Bir serum verirler biraz daha toparlar. Nehir teyzenin hastalığı genetik sayılır kontrol edilmesinde fayda var." derken bir yandan da aynadan arkamı kontrol ediyorum. Işıklarda komutanın aracı arkama geçtiğinde aynadan ona baktım. Eliyle devam etmemi istiyordu.

Onun dediğini yapıp önden lojmanlara girdim. Komutan lojmanların olduğu sokağa girmemiş yoluna devam etmişti. Aracımı park edip kemerimi çıkardım. Çantamı alıp aracımı kilitleyerek evime geçtim. Girdiğim gibi ayakkabılarımı çıkarıp kenara koydum. Oturma odasına girip cama doğru ilerledim. Perdeyi aralayıp etrafa baktım. Taburdan çıkmadan hemen önce numaramı alan Altan beni aradığında telefonu yanıtlayıp etrafa bakmaya devam ettim.

"Efendim Altan?"

"Girdin değil mi eve? Perdeden uzaklaş."

"Girdiğimi görüyorsunuz işte. Diğer sokakta 2-3 kişi gördüm Altan."

"Tamam sen rahatına bak. Askerler lojmanın güvenliğini arttırdı."

Telefonu koltuğa atıp mutfağa geçtim. Gelir gelmez nasıl yine etrafıma belayı çektim. Atıştırmalık bir şeyler hazırladıktan sonra yatak odama girip üstümü değiştirdim. Saçlarımı sağınık bir şekilde topladığım gibi oturma odasına dönüp tabağı kucağıma aldım. Televizyonu açıp rastgele bir kanal açtığımda atıştırırken izlemeye devam ettim. Televizyon izlerken bile aklım dışarıda kalmıştı. Büyük ihtimalle komutanın peşindeydi bu terörist. Merak edip telefonu elime aldım. Numarası yoktu ki nasıl mesaj atacaksın aptal Defne...

Gece yarısı televizyonu kapatıp kitabı aldım. Uykum gelmiyordu. Balkona çıkıp tekli koltuğa oturdum. Yan taraftaki ışık açıldığında karşı binadaki benim hizamda duran daireye döndüm. Komutan bozuntusunu gördüğümde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu adam yan binamda mı oturuyor birde? Şaka gibi gerçekten! Her yerden çıkıyor.

Telefonuma gelen mesaj bir numaradan gelmişti. Mesajı açıp baktım. Kaşlarım mesajı okuduğumda direkt çatılmıştı.

Bilinmeyen Numara: İçeri geç.

Kim bu? Gerçi saçma bir soru olacak Defne kim olacak tabii ki komutan uyuzu. Başımı sinirle sağa sola sallayıp içeri girdim. Numarasını kaydettiğimde sırıttım. Kesinlikle bunu hak ediyordu suratsız.

Sabah uyandığım gibi kalkıp yüzümü ovuşturdum. Banyoya girip bütün işlerimi hallettim. Geri odaya döndüğümde yatak örtümü düzeltip hazırlanmaya başladım. Kahvaltı yapmaya vaktimin olmadığı gerçeği yüzüme çarptığında hızlıca birkaç şey hazırladım ve kahvaltımı yanıma aldım. Hastaneye geçeceğim için rahat rahat yerim diye düşünüyorum. Umarım yerim. Spor ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Aracıma bindiğimde çalıştırıp geri geri park yerimden çıktım. Güneş gözlüğümü düzeltip direksiyonumu çevirip lojmanın çıkışından geçtim.

Hastaneye gittiğimde içeri girip poliklinikte yerime geçtim. Ceketimi asıp gelen hastaları kontrol etmeye başladım. Polikliniğe giren yaşlı kadınla yanındaki yüzü kapalı kadına baktım. Eldivenlerimi takıp stetoskobumu omzumdan aldım.

"Evet teyzeciğim ne şikayetin vardı?"

"Tansiyonu çıktı." dedi yanındaki kadın. Ona baktığım gibi gözlerinin içine odaklandım. Kadın kısa boyluydu. Kadına bakarken ben bile başımı biraz eğmek zorunda kalıyordum. "Pekala kontrol edelim tansiyon ilacını alıyor musun teyze?" Hemşireden aldığım tansiyon aletiyle kadının tansiyonunu ölçmeye başladım. Yanımdaki kadın yüzünden ortam biraz gergindi. Bende ister istemez gerildim. Hemşireye dönüp bir tansiyon ilacı getirmesini söyledim.

Hemşireyi beklerken arkamda bir anda boğazımı sıkan kadın ile ellerimi kadının koluna sardım. Beni boğmaya çalışan kadına karşı sakin kalmaya çalışıp kafamı arkamdaki kadına savurdum. Kadının başı geriye doğru savrulurken bende onun boğazımdaki kolunu geriye doğru çevirip beline yasladım. Masanın üstündeki neşteri alıp kadının atar damarına yasladım.

"Buraya bakın! Polisleri arayın!" Poliklinikte yankılanan sesimle koridorda hareketlenmeler başlamıştı. "Gebereceksin doktor. Sana Miro'nun selamını getirdim. Babandan sana selam getirmemi istedi." Babamın b'sini söylediği anda neşteri daha fazla yasladım. İyice nefesi kesilmeye başlarken odaya dalan askerlere baktım.

"Tam olarak atar damarına yaslı bir neşter varken fazla cesursun terörist. O her kimse adamları etrafımdadır. Onlar benim selamımı iletsin. Desinler ki onlardan korkan onlar gibi olsun."

"Doktor hanım, bırakın biz buradayız." diyerek neşteri elimden alan Murat'a bıraktım kadını. Teyzeyi de alan diğer askere izin verip yere düşmüş neşteri yerden aldım. Sonrasında steril hale getirilmesi gerektiği için neşteri masanın üstüne koydum. Murat çıkarken komutan içeri girdi. Saçlarımı önümden çekip sıkıntıyla iç çektim. Komutan beni kolumdan tutup yaram var mı diye kontrol etti.

"İyiyim. Kendimi savundum merak etmeyin." Komutanın mavi gözleri benim üstümde dolanıyordu. "Onu gördüm. Ne dedi sana?" Sıkıntıyla etrafa baktığımda kadının dediklerini nasıl diyeceğimi kafamın içinde ölçüp biçmiştim. Tekrardan saçlarımı geriye ittiğimde bakışlarımı etraftan çekip ona çevirdim. "Miro'nun selamı varmış. Babamla alakalıymış." Miro kim onu bile bilmiyordum ki. Ama benim bilip bilmememin de pek bir önemi olmadığını bizzat gördük. Asıl soru şu babam bizi bir ömür gizlemişken daha geleli birkaç gün olmasına rağmen bu insan görünümlü varlıklar benim Komutan Kuzey Mutlu'nun kızı olduğumu nereden biliyorlardı?

"Bunlar ailenin peşine de takılmıştır." Muhtemelen... ama aileme yaklaşamazlardı. Ben büyük ihtimalle diplerine geldiğim için bulunmuştum ama aileme ulaşamazlardı. Bir ihtimal anneme ulaşmayı deneyebilirlerdi. "Aileme yaklaşamazlar. Onlar güvende."

Sakince koltuğa oturup suya uzandım. Bir iki yudum alıp komutana döndüm. Aklıma yarası gelince "Geç otur." dedim.

Bana bakarken tek kaşını kaldırıp sedyeye oturdu. Kalkıp karşısına dikilince tekrardan "Soyun." dedim.

"Ne?"

"Tekrarlatma komutan soyun işte." Komutan gülüp üstünü çıkardığında tek tek dikişlerini kontrol ettim. Tim içeri gülerek ellerindeki bilgisayarla içeri girdiğinde onlardan bakışlarımı çektim ve devam ettim. "Komutanım doktor hanımın kendini nasıl savunduğuna bakın."

"Oo beyler yanlış zamanda geldik çıkın."

"Tamer!"

"Emredin komutanım!"

"Susun. Getir şu kayıtları." Tim susarken ben dikişleri kontrol etmeye devam ediyordum. Komutan aldığı bilgisayardan kayıtları izliyordu. Gözlerinin benimle bilgisayar arasında dolaştığını hissediyordum.

"Hemşireyi niye çıkardın?"

"Hemşireye mi zarar verseydi?" Bir an için bakışlarımı ona çıkarıp tekrardan yarasına döndüm. O derin bir nefes alıp verdiğinde başını sağ doğru sinirle yatırdı.

"Kalabalık ortam sizin için daha iyi olmaz mıydı doktor hanım." Fatih'in bu sorusuna karşı bakışlarımı saniyelik de olsa ona çevirdim. Komutan dikkatle beni izliyordu. Farkında olduğumun da bilincindeydi. "Kalabalık ortam teröristi korkutmaz Fatih aksine cesaretlendirir." dedim. Komutanın son yarasını da kapattıktan sonra çekilip komutana baktım. Tişörtünü giyip parkasını da giyerken bana bakmadan konuşmaya başladı.

"Kendini savunman iyi. Silah kullanmayı da biliyor musun doktor?" Hafiften olan alaylı ses tonu biraz rahatsız ediciydi. Aramızdaki mesafeyi kapatıp başımı ona doğru diktim. "Gerekirse kullanıyorum komutan. Babam bana her şeyi öğretti. Hatta biliyor musun? Babama pusu kurup vuran o adamı ben öldürmeyi düşündüm hatta vurdum." Bakışları benim bakışlarımda dolanıyordu. Umursamazca omuz silkip "Sonra gidip hayatını kurtarırdım. Hipokrat yeminimden dolayı." Bana cevap vermediğinde göz devirip askerlerin arasından geçip çıktım.

"Buralar alev alev..."

"Hayırlı olsun komutanım."

"Lan bak alacağım ama ayağımın altına!"



🩺



Bir ay sonra yine karargâhta nöbetçiyken gecemin sakin geçişini uyuklayarak değerlendiriyordum. Saldırıdan sonra ne hikmetse kimse peşime takılmamıştı. Sabaha karşı odaya giren komutana baktım. "Hazırlan Aktütün'e gidiyoruz. Senem nöbetini devralacak." diyerek ben sağlık çantasını hazırlamaya başladığımda o da yardım etmeye başladı. Önlüğümü çıkarmadan ceketimi giydim. Gün yeni doğmaya başlarken komutanla aynı araca bindim.

"Askerlerden birini hastaneye sevk edemedik. Yolda durmadan pusu kuruyorlar. En azından doktoru ona götürelim dediler. Üst düzey güvenliğini de ben sağlıyorum." Onun anlattıklarını dikkatle düşünmeye başladığımda öğrenmem gereken bilgileri ona sormaya başladım.

"Askerin durumu hakkında bilginiz var mı?" Komutanın bakışları yolda dolanıyordu. Güvenlik için dikkatli davrandığı belliydi. Bana bakmadan "Yarası enfeksiyon kapmış. Tek bildiğim bu." demişti. Sol tarafımda oturan komutandan bakışlarımı bu sefer sağ tarafımdaki askere çevirdim. Yanımda oturan diğer askere baktım. "Hakan'dı değil mi?"

"Evet Hakan Küçükarslan." Onu onaylayarak bakışlarımı yola çevirdim. Ortadan görebildiğim dağlık yolu izlemeye devam ettim.

1 saat sonra karakola girdiğimizde komutanın arkasından indim. Askerler sırayla dizilmiş ve komutana selam duruyorlardı. Astsubay gelip tekmil verdi. Bende onları izliyordum. Komutan benden önce silahını düzeltip "Yaralı asker nerede?" diye sormuştu. Astsubay eliyle sol tarafı gösterdi.

"Buyurun eşlik etsinler size."

Komutana bakıp onun onaylamasını bekledim. Başıyla beni onayladığında bende yaralıyı gösteren askeri takip ettim. Yaralıyı kontrol edip yarasıyla ilgilendim. "Fena mikrop kapmış. Burayı tekrardan temizlemek lazım." Askerir serumunu hazırlayıp taktığım gibi bir doz da ağrı kesici vurmuştum. Bütün gece askerin başında bekleme görevini bizzat doktoru olarak ben almıştım. Gece askerin başında uyuklamaya başladım. Omzuma örtülen şeyle irkilip örtüye baktım. Parkayı gördüğüm gibi başımda dikilen komutanı fark ettim. Oturduğum yerde dikleşirken gerinip başıma sağa sola yatırdım. Bakışlarım komutanı bulduğunda merak ettiğim soruyu ona yönelttim. "Saat kaç?"

"İki buçuk, Asker nasıl?" Başıyla askeri gösterdi. Gösterdiği askere dönüp baktığımda "Durumu daha iyi, ateşi vardı ama düşürdüm." dedim. "Ben biraz hava alacağım." diyerek ayaklandığımda parkasını ona geri vermek için omzumdan çekmeye çalıştım ama o izin vermemiş aksine direkt üzerime giymem için ceketi tutup kaldırmıştı. Kollarımı parkanın içinden geçirdiğimde üstüme neredeyse iki beden büyük gelen parkanın önünü kapattım.

Hava almak için dışarı çıkarken o da benimle beraber geliyordu. Sessizce beraber yürüyorduk. Bir süre sonra bir asker koşarak bize geldiğinde komutan ona baktı.

"Komutanım! Görüntü aldık!" Askerin dediğiyle komutan hızla askerlerin yattığı tabura girdi. Sesi gelirken bende etrafıma bakıyordum.

"Herkes hızlıca mevzilere! Poyraz kalk! Teçhizat kuşanın! Işıkları kapatın!" Kendi silahını da alıp çıktığı gibi gelen patlamayla yere düştüm. Başımın altında hissettiğim el ile üzerimdeki beden beni koruyan birinin olduğuna işaretti. Komutan beni korumak için üstüme yatmıştı. Kulağımın dibinde "Mevzilere!" diye bağırdığında ellerimi kulaklarıma kapatıp bekledim.

Beni kolumdan tutup kalkmama yardım ederken askerler bizi koruyordu. Komutan bileğimi sıkıca tutarak mevzilere sürükledi. Çatışma şiddetlenmiş, kan her yeri sarmıştı. Bir askerin ciddi kan kaybettiğini gördüğümde hızlıca müdahale edebildiğim kadar etmeye çalıştım. "Kaç yaşındasın asker?" Bulduğum parçayı onun yarasının üstüne bastırmaya başladım. "23 doktor." Asker titriyordu. Onun şoka girmesini engellemem gerekiyordu. "Revirden malzeme almam gerekiyor!" Komutan benim sesimi duymuştu. Mevzilendiği yerden bana doğru "Bekle orada!" diyerek bağırmıştı.

"Bekleyemem komutan! Asker kaldıramaz!" diyerek askere geri döndüm. "Gençmişsin bak yaranı saracağım ama sağlık kabinine gidene kadar dayanacaksın." Birkaç parça daha bulup bastırmaya devam ettim. "Doktor burası çok soğuk."

"Dışardayız asker. Soğuk olması doğal. Seni kabinde ısıtacağız söz veriyorum. Kan grubun ne?"

Asker derin nefes almak ister gibi ağzını aralamıştı. Bir yandan da kan grubunu söylemeye çalışıyordu. Asker ona yardım etmeye çalışan elimi sıkıca tuttuğunda ona baktım. Yüzü kapkara olmuştu. Göğsündeki yara kalbe yakındı ve çoktan ölüm üşümesi gelmişti. Boşa çabaladığımın farkındaydım ama benim görevim bu.

Biz doktorlar öleceğini bile bile bir hastayı kurtarmak için çabalardık. Hayat gayemiz buydu. Yıllarca çalışıp tıp fakültesini bitirmek ardından uzmanlık sınavımızı çalışıp vermek ve istediğimiz uzmanlığı almak. En sonunda ise ölümü kabullenmeye başlamak.

"Babamı görüyorum doktor. Bana elini uzatıyor."

"Hayır! Sakın! Sakın asker olmaz." Komutana doğru döndüm. "Revirden bana malzeme getirin!" Elimi çekip müdahale etmeye devam ettim. Askerin bakışları kaymaya başladığında ellerim titremeye başlamıştı. Kan... Kucağımda ölen babam... Çok kan... Çok kan var. Etrafta koşturarak kaçan kadınlar, çocuklar... Çığlıklar, bebeklerin ağlayan sesleri...

Gerçekliğe döndüğümde asker son nefesini kollarımda verirken ben çoktan ağlamaya başlamıştım. Sadece elimdeki iğne ile diğer elimi tutan askere ağlıyordum...

Biz insanlar haklılık savaşı içinde birbirimizi öldürürken aslında bir o kadar da haksız olduğumuzu anlamayız. Haklı olduğumuzu kanıtlamak için savaşırız, güvenliğimiz için savaşırız, bazen de sadece savaşmak için savaşırız. Masumları öldürmekten çekinmez, öldürdüklerimize de iyi ki ölmüşler diyebilecek kadar gaddarlaşırız. İnsanoğlu nankördür. Hiç bir şeyden memnun olmaz, hep daha fazlasını isteriz. Bazılarımız hariç...

Savaş meydanının gerçekliğini gören hiç bir insan savaşı istemez. Her yerde kan içindeki askerler, bazı ölüler... Doktorlar kurtaramadıkları her asker için o askerlerin ailelerine karşı sorumlu hissederler kendilerini. Ellerinden geleni yapmış olsalar bile kurtaramamanın yükü baskın gelir. Çoğu doktor bu kıyamet anından depresyon, anksiyete gibi hastalıklarla ayrılır buralardan.

Yanıma gelen komutanı kolumdan tuttuğu ana kadar fark etmemiştim. Kolumu tuttuğu anda acıdan dolayı inlemiştim. Komutan o bileğimi bırakıp diğer bileğimi tuttu. Hızlıca beni kaldırıp mevzilerden birinin arkasına çekmişti. Omzuma baktığımda akan kanı gördüğümde ister istemez yutkundum. Elimi omzuma götürüp dokunduğumda acıyla inledim. Komutan silahıyla sıkarken arada bana bakıyordu.

"Doktor bana bak." Onun bana seslendiğini duyamamıştım. Komutan sesini yükselterek bana tekrar seslendi. "Doktor!" Komutan tam yanıma çöküp silahını kenara koydu. Ellerini yanaklarıma koyup saçlarımı önümden çekmiş ona bakmamı sağlamıştı. Gözlerimin artık ağlamaktan yandığını hissediyordum. Ellerimdeki kana baktığımda komutan inatla başımı kaldırmıştı.

"Hey... Elinden geleni yaptın. Bundan eminim." Bakışlarım onu bulurken tekrardan gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Tekrardan ağlamaya başladığımda komutanın ne yapacağını bilemediğini fark ettim. "Ama kaybettim. Kurtaramadım kurtarabilirdim..." Sayıklıyordum. Tek düşündüğüm az önce kaybettiğim askerdi. Komutan yanağımı okşarken beni gerçek dünyaya geri getirmeye çalışıyordu. "Doktor odaklanman gereken daha çok asker olabilir. Onları da kaybetmeyelim olur mu?"

Onu başımı sallayarak onayladığımda yanaklarımı bırakıp omzumdaki sıyrığa bakmaya başladı. Cebinden çıkardığı asker yeşili bandanasını omzuma sıkı sıkıya sararken ben etrafa bakıyordum. Çoğu kez babamı yaralıyken ve yaraları kanarken görmüştüm ama çatışma alanı çok daha farklı bir ortamdı ve babam haklı çıkmıştı. Bir askeri en iyi dağda tanırmışsın, dağda çatışmanın ortasında...

Komutan dikkatlice omzumu sardıktan sonra bakışları yine beni bulmuş kanlı elleriyle yanaklarımı sarmıştı. "Sadece sıyrık, gerçi sende farkındasındır. Doktor şu an şoka girmene değil hayat kurtarmana ihtiyacımız var. O yüzden toparlan yoksa seni bir daha böyle karakollara getirmem." Onun bu cümlesiyle kaşlarımı çatıp ona baktım.

"Beni tehdit mi ediyorsun?" Komutan bana gülüp soruma cevap vermeden silahını geri alıp başını mevziden çıkararak sıkmaya başlamıştı. Kurşun sesleri hiç durmadan geliyordu. Bir yandan benimle konuşmayı da ihmal etmiyordu. Sığındığım mevzinin üstünden geçen kurşunla daha da yayılıp saklandım.

"Tehdit değil olacak olan. Beni buna mecbur bırakma, buraya soğukkanlı doktorlar gerekiyor."

Komutana cevap verecekken vurulan bir askeri görüp yanına koşmak zorunda kalmıştım. Bu askerin durumu daha iyiydi. "Dayanabilirsin yaran çok sıkıntılı değil." Kaç saat boyunca çatışma devam etti bilmiyordum. Sabaha karşı kan ter içinde kalmıştım. Soğuk bastırmaya başlamıştı. Teröristler geri çekildiğinde beni de karakolun önüne oturtmuşlardı. Askerlerden biri kalın bir örtü vermişti. Ellerimdeki kanlar çoktan kurumuştu. Geri karargaha dönmek için beklemek zorundaydık.

Sanki ellerimdeki kanlar asla gitmeyecek gibi geliyordu. Her kaybettiğim hasta ile daha çok yayılacak en sonunda da beni kendi içine çekecekmiş gibi... Önce hastanede kaybettiklerim sonra babam...

"Doktor." Yanımda dikilen bedeni bana seslenene kadar fark etmedim. Başımı yana çevirdiğimde komutanın uzattığı kumanyayı gördüm. Sessizce elinden aldığımda biraz uzağımdaki sandalyeye oturdu. Ben ise elimde tuttuğum kumanya ile yerde oturuyordum.

"Omzun acıyor mu?" Ona baktığımda omzumun acısı anlık aklıma gelse de o kadar fazla acımıyordu. "Dayanılmayacak gibi değil." Omuz silktim.

"Ağrı kesici vardır yapsana." Bu sığ bakış açısıyla düşünmediğini elbette biliyorum. Alay ediyor gibiydi ama şu anda alayını umursayabilecek durumda değildim. "Ben dayanırım yaralılara lazım olur."

Komutan hiç bir şey olmamış gibi ayaklanıp bana baktı. "Pekala yemeğini ye ellerini de yıka yoksa hayatta uyuyamazsın sen." Nasıl yani? Nereden anlamıştı? Gözlerimi ona çevirdiğimde soracağımı bilir gibi anında elini üniformasının kemerine yaslamış diğer eliyle beni göstemişti.

"İki saattir yerin üstünde öylece oturup ellerine bakıyormuşsun. Eh anlaması zor olmadı."

Komutan kendi yemeğini çoktan yemiş olmalıydı ki sigara içiyordu. Elinde tuttuğu sigarayla bakışlarını üzerimde hissediyordum. Sigarasını bitirip postalının ucu ile ezdi ve yerinden kalktı. O tam önümdeyken elimdeki yemeği yanıma bırakıp konuştum. Ellerime yerleşen kana baktığımda sessizce kendi kendime mırıldandım.

"Sanki elimden hiç çıkmayacakmış gibi geliyor."

Komutan bu dediğim ile olduğu yerde durmuştu. Bana baktığını yeniden üzerimde hissedebiliyordum. Yanıma oturduğunda ona baktım. "Ama yıkadığında çıkacak. Sadece unutamayacaksın." Ellerimi ovuştururken küçüklüğüm aklıma gelmişti. Babamın yorgun argın eve gelişi, çoğu zaman korkuyla beklediğimiz anlar vardı.

"Çatışma, baskın bunlardan oldum olası nefret ederdim. Babam hep üstü kanlı gelirdi eve. Hep korkardım bu sefer kendisi yaralandı diye." Komutan bakışlarını benden çekip yere indirdiğinde sessizce elimi ovuşturmaya devam ettim. Gözlerim babamı düşünürken yine dolmuştu. Vurulduğu nice sene, hastanede bekleyişimiz...

"Askerler isteyerek yaralanmazlar doktor. Bizim birinci vazifemiz yaşamak. Biz yaşarsak insanlar yaşar, bayrak yaşar, huzur yaşar."

"Komutanım bir bakarsanız..." Komutan yanımıza gelen askerden dolayı kalkıp gitmişti. Ben ise kumanyayı bitirip ellerimi yıkadım. Geri kalktığım yere oturduğumda uyku giderek beni etkisi altına almıştı. Son bir haftada Hakkari'ye geldim geleli olan biten her şeyi düşünürken çoktan uyuyakalmıştım.

Uyandığımda havanın kararmış olduğunu fark etmiştim. Bakışlarımı etrafta dolaştırırken gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Dizlerime yaslanarak uyuduğuma emin olduğum yerde uyanmaktansa ranzalarda uyanmıştım. Etrafımdaki ranzalar vardı. Koyu renkli duvarlar ve kulağı sağır eden bir ses... Saldırı sirenleri de çalmaya başladığında dışarıdan bir ses geliyordu. "Doktor! Doktoru çıkarın oradan!" Hızlıca bulunduğum yerden kalkıp koşmaya başladım. Bulunduğum yerin tam çıkışında bir anda yere yatırıldığımda gözlerimi sıkıca kapatıp çırpındım.

"Hey hey sakin ol!" Komutanın bütün bu olaylara rağmen sakin gelen sesi sakinleştirmek ister gibi kulağıma fısıldayınca yutkundum. Bomba yakınlarımıza düştüğünde korkuyla çığlık atmıştım. Komutanın sesi tekrardan kulağıma geldiğinde nefesini de hissediyordum. "Sakin ol doktor. Sana burada kimse zarar veremez ."

Neden bilmiyorum ama onun sesi iyi hissettirmişti. Sakinleştiğimi hissediyordum. Nefeslerimin düzene girdiğini komutan da hissetmiş olacaktı ki başını kaldırıp mavi gözlerini üstüme dikmişti. Siren sesleri yeniden yükselirken komutan beni hızlıca kaldırıp beraber koşmamızı sağlamıştı. Ellerimi başımın üstünde birleştirirken aklımca başımı koruyordum. Komutanın bir eli belimde beni ittirirken diğer eliyle tam önümüzde askerler sayesinde yolu açıyordu. Silah sesleri bomba sesleri iyiden iyiye artmıştı. Hızla arabaya yaklaşırken arabanın üstüne düşen bomba ile gözlerim kocaman açılmıştı. Şu anlık resmen burada mahsur kalmıştık.

Komutan beni koruyarak güvenli bir yer bulmaya çalışıyordu. Bir askerin acı dolu çığlığını duyduğumda hızlıca oraya yöneldim. Komutan arkamdan bağırıyordu. "Dur şurada doktor!" Umursamadan askerin başına geçtim.Askerin kopan kolunu fark ettiğimde yutkunmuştum. Hızlıca askerin parçalanan üniformasını daha da kesip omzundaki açık yaraya bastırdım. Kanaması çok fazlaydı, kolunu yerine dikme umudumuz vardı ama elimizde imkan yoktu. Askerin tam teşekküllü bir hastaneye gitmesi gerekiyordu.

"Durumu ne?" Komutana bakıp tekrar askere döndüğümde onun sorusunu yanıtladım. "Hastaneye giderse kolu geri dikilebilir. Yani en azından umudumuz olur."

"Şu an gidemez. Araç çıkışı geceye kadar yasak." Başka çarem olmadığı için askerin acısını biraz daha azaltabilmek için morfin vermeye karar vermiştim. İğneleri yerinden çıkardığımda komutan tekrardan konuşmuştu. "Ne yapıyorsun?"

"En azından acısını alacağım komutan. Kolu doku zedelenmesi yaşamasın asker bir yere alın. Güvenli olmalı."

"Çekiliyorlar."

Teröristler çekildiğinde bizim ve yararlı askerlerimiz için araçlar gelmişti. Hızlıca yaralılarla beraber hastaneye geçtim ve yaralıların ameliyatına girmiştim. 2 gün, 3 gün derken yorgunluktan nereye oturacağımı bilemedim.

"Yat hadi."

Komutan beni sedyeye yatırdığında makası alıp tişörtümü kesti. Daha öncesinde sıyıran kurşunun yarasını temizlemeye başladı. Acıyla sızlandım. "Tamam bitiyor. Canın acıyor biliyorum ama dayanırsın sen." Yüzüm buruştuğunda yutkunup gözlerimi kapattım. Komutan işini bitirdiğinde bende uyuklamaya başladım. Telefonum çalmaya başlasa da benim telefonu açacak halim yoktu. Komutanın telefonumu açtığını duydum.

"Efendim iyi günler, ben Yüzbaşı Kerem. Evet evet efendim, yok durumu iyi omzundaki dikişe bakıldı. Şimdi uyuyor."

Uyandığımda başımda gördüğüm kurşun ile gülümsedim. Kurşunu tek elimle alıp tekrar uzandım ve altındaki notu aldım. Altındaki notu alıp okuduğumda gülümsemem daha da genişlemişti.

'Sana değen kurşunla tanışmak istersin diye düşündüm doktor. Benden çıkardığın kurşunların yanına koyarsın artık.'

Bölüm sonu.

Bu bölüm de düzenlendi. Kitabımızın instagram sayfası; elbruz_blackpearln Hesapları tekip ederseniz sevinirim. Desteklerinizi esirgemeyin.

Haftaya pazartesi görüşürüz, iyi okumalar.

 

Loading...
0%