Yeni Üyelik
2.
Bölüm

🩺 Elbruz 2. Bölüm 🩺

@blackpearln

Savaşın sonunu sadece ölüler görür.
-Platon


"Albay Mevlüt'le görüşmek istiyorum."

"Albay şu an Kerem Yüzbaşı'yla toplantıda beklemek zorundasınız doktor hanım."

Revire geri döndüm. Hemen gidip konuşmalı mıy ım yoksa beklemeli miyim bilmiyorum. Kadın çok tuhaf görünüyordu. Sanki gözlerinde intikam ateşi vardı. Gerginlikle sandalyeye oturdum. Odaya giren adama baktım.

"Buyrun?"

"Senem doktor ayrıldı mı?"

"Hayır ben diğer doktorum. Ben yardımcı olayım?"

"Olur dikişlerim alınacaktı. Aldırmaya gerek duymadım ama albaydan laf yedim."

Askere geçip oturmasını işaret ettim. Oturduğu gibi üniformasının üstünü çıkardı. Bende muayene etmeye başladım. Vücudu yapılıydı. Komutanın tenine göre daha beyazdı. Koyu kahve saçlı heybetli bir tipti benim gibi renkli gözlü değildi. Gözleri koyu kahve miydi emin değilim ama boyu en az komutanın boyu kadar uzundu.

"Güzel yaraların iyileşmiş. Biraz enfeksiyon var gibi kontrolleri aksatmışsın. Burada adet sanırım kendini ihmal etmek."

"Sen Kerem Yüzbaşı'yı ameliyat eden doktorsun dimi? Belli oluyor."

"Nereden belli oluyor tam olarak?" Dikişleri alırken sandelyeyi çekip oturdum. Herkes de adımı duymuş. Gelip gidip dedikodumu mu yapıyor bunlar?

"Odasına girerkenki öfkesinden. İğneleyici konuşmuş olmalısın. Bu da şu an ki tavrından belli oluyor. Tanışmadık doktor hanım. Ben Yüzbaşı Altan. Buralara çok gelirim."

"Kendinizi yaralamakta üstünüze yok belli ki. Evde bekleyenleriniz yok ama unuttuğunuz bir şey var. Evde bekleyeniniz olmayabilir ama sizi bekleyen bir vatan var. Yaralanabilirsiniz ama dinlenmeden işlerinizin başına dönmek, işlerinizi aksatır."

"Kerem'e böyle diklendin sanırım. Sevdim seni doktor. Kerem'e böyle diklenebilmek yürek ister."

"Ben görevimi yaptım. Dinlenmesi gerekiyordu, yaraları ağırdı."

Dikişlerle işlerim bittiğinde sandalyeden kalkıp ellerimi yıkadım. Yüzbaşı ayaklandığında aklımı kurcalıyan soruyu sormamak için kendimle savaşıyordum.

"Yüzbaşı, bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii?"

"Böyle kısa boylu, kısa saçlı bir kadın gördüm. Emin değilim ama biraz tuhaf bir tipti."

Yüzbaşının bakışları ciddileşmişti. Bana doğru yaklaştığını göz bebeklerinin büyüdüğünü görmüştüm. Ciddi bir durum var sanırım. Komutanla görüşmeli miydim?

"Nerede gördün?"

"Lojmanların orada, arabamı almak için çıkmıştım. İki sokak ötede görmüştüm."

"Gel benimle." deyip kolumu tuttu. Beni Albay'ın odasına götürdüğünde kapıyı çalıp içeri girdi. Poyraz timi ve Albay'ın bakışları önce Yüzbaşının sonra da benim üstümde gezindi. Altan Yüzbaşı, albaya tekmil verdi ve konuşmaya başladı.

"Yüzbaşı Altan Barut! Albayım acil bir konu var. Küpeli şehirde görülmüş." Yüzbaşının bunu demesiyle komutan hızlıca ayağa kalkmıştı. Timin bakışları da ciddileştiğinde durumun kötülüğü beni tedirgin etti. Kimdi bu kadın? Kod adının küpeli olduğunu anlamıştım ama gerisi yoktu kafamda.

"Kim gördü? Doktor sen mi gördün?" Komutanın konuşmaya başlamasıyla hemen ardından adının Hamza olduğunu bildiğim asker lafa girmişti.

"Komutanım iyi de doktor yeni geldi. Küpeliyi nereden tanıyabilir?"

"Hamza haklı komutanım."

"Kimden bahsettiğinizi bilmiyorum ama bugün gördüğüm kadın lojmanların önünde biraz tuhaf davranıyordu. İster istemez dikkatimi çekti, babamdan kalma bir alışkanlık."

"Kerem otur, Altan sizde oturun. Anlat kızım neler oldu?"

"Sabah lojmanda arabamı bekliyordum. Kadın dikkatimi çekti. Böyle kısa boylu, kısa saçlı bir kadındı. İki sokak ötede gizli saklı duruyordu. Sanki bir şeyi gözlüyormuş gibiydi."

"Tanım küpeliye uyuyor komutanım."

"Tamer, küpelinin fotoğrafını getir." diyen komutanla bakışlarımız kesişti. Gergin duruyordu. Sanırım yine belayı üstüme çektim. Önüme gelen fotoğrafa baktım. Kadın buydu, dağda çekilmiş bir fotoğrafta ama kadının bu olduğuna eminim.

"Evet kadın buydu eminim."

"Komutanım hemen duyuruyorum."

"Doktor dikkatli ol. Teröristler şehre indiyse ya pusu kurarlar yada muhakkak eylem yaparlar. Senin dikkatini çektiğini anladıysa seni hedefe koyabilirler."

"Merak etmeyin Mevlüt Albayım. Ben alışkınım, daha önce kaç pusu kaç eylem yaşadım. En son pusuda da babamı kaybettim."

"Yine de bugünlük en azından seni Kerem yada Altan götürsün."

Akşam karargahtan çıkarken komutan yanıma gelmişti. Arabamın anahtarını çıkarıp aracıma yöneldim.

"Önlem amaçlı önden gideceğim doktor. Sende arkamdan gel. Seni riske atmamak için iki araba gideceğiz."

"Böyle daha çok dikkat çekmez miyiz?" derken telefonum çalmaya başladı. Bulut'un aradığını görüp açtım. Bu sırada komutan onu takip etmemi işaret ederek aracına binmişti. Bende oyalanmadan aracıma bindim.

"Efendim Bulut?"

"Defne, Toprak'ın ateşi var. Anneni de arayamıyoruz, babam da hastanede ikisi de ameliyattaymış. Yardım et düşürmedik bir türlü."

"Tamam bekle seni hoparlöre alacağım." Aracı sürmeye başlarken konuşmaya devam ettim. "Ateşi kaç?"

"39.5. Ateş düşürücü verdik. Elis de panikledi."

"Tamam şimdi üstünü çıkarın. Bir duş aldırın ılık suyla sonra üstüne ince bir örtü örtebilirsiniz ama ince olmalı. Ateş düşürücüyü tekrar verebilirsiniz."

"Elis üstünü çıkarmıştı zaten hastaneye mi götürsek?"

"Geçmezse daha doğrusu 39.5'tan düşmezse hastaneye götürün. Bir serum verirler biraz daha toparlar. Nehir teyzenin hastalığı genetik sayılır kontrol edilmesinde fayda var." derken bir yandan da aynadan arkamı kontrol ediyorum. Işıklarda komutanın aracı arkama geçtiğinde aynadan ona baktım. Eliyle devam etmemi istiyordu.

Onun dediğini yapıp önden lojmanlara girdim. Komutan lojmanların olduğu sokağa girmemiş yoluna devam etmişti. Aracımı park edip evime geçtim. Perdeyi aralayıp etrafa baktım.

"Efendim Altan?"

"Girdin değil mi eve? Perdeden uzaklaş."

"Girdiğimi görüyorsunuz işte. Diğer sokakta 2-3 kişi gördüm Altan."

"Tamam sen rahatına bak. Askerler lojmanın güvenliğini arttırdı."

Telefonu koltuğa atıp mutfağa geçtim. Gelir gelmez nasıl yine etrafıma belayı çektim. Televizyon izlerken bile aklım dışarıda kalmıştı. Büyük ihtimalle komutanın peşindeydi bu terörist. Merak edip telefonu elime aldım. Numarası yoktu ki nasıl mesaj atacaksın aptal Defne...

Gece yarısı televizyonu kapatıp kitabı aldım. Uykum gelmiyordu. Balkona çıkıp tekli koltuğa oturdum. Yan taraftaki ışık açıldığında yan daireye döndüm. Komutan Kerem'i gördüğümde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu adam yan binamda mı oturuyor birde? Şaka gibi gerçekten! Her yerden çıkıyor.

Telefonuma gelen mesaj bir numaradan gelmişti. Mesajı açıp baktım.

Bilinmeyen Numara: İçeri geç.

Kim bu? Gerçi saçma bir soru olacak Defne kim olacak tabii ki komutan uyuzu. Başımı sinirle sağa sola sallayıp içeri girdim. Numarasını kaydettiğimde sırıttım. Kesinlikle bunu hak ediyordu suratsız.

Sabah uyandığım gibi hazırlanıp kahvaltımı yanıma aldım. Hastaneye geçeceğim için rahat rahat yerim diye düşünüyorum. Hastaneye gittiğimde içeri girip poliklinikte yerime geçtim. Ceketimi asıp gelen hastaları kontrol etmeye başladım.

Polikliniğe giren yaşlı kadınla yanındaki yüzü kapalı kadına baktım. Eldivenlerimi takıp steteskobumu omzumdan aldım.

"Evet teyzecim ne şikayetin vardı?"

"Tansiyonu çıktı." dedi yanındaki kadın. Ona baktığım gibi gözlerinin içine odaklandım. Kadın kısa boyluydu.

"Pekala kontrol edelim tansiyon ilacını alıyor musun teyze?" Hemşireden aldığım tansiyon aletiyle kadının tansiyonunu ölçmeye başladım. Yanımdaki kadın yüzünden ortam biraz gergindi. Bende ister istemez gerildim. Hemşireye dönüp bir tansiyon ilacı getirmesini söyledim.

Hemşireyi beklerken arkamda bir anda boğazımı sıkan kadın ile ellerimi kadının koluna sardım. Beni boğmaya çalışan kadına karşı sakin kalmaya çalışıp kafamı arkamdaki kadına savurdum. Kadının başı geriye doğru savrulurken bende onun boğazımdaki kolunu geriye doğru çevirip beline yasladım. Masanın üstündeki neşteri alıp kadının atar damarına yasladım.

"Buraya bakın! Polisleri arayın!"

"Gebereceksin doktor. Sana Miro'nun selamını getirdim. Babandan sana selam getirmemi istedi."

Babamın b'sini söylediği anda neşteri daha fazla yasladım. İyice nefesi kesilmeye başlarken odaya dalan askerlere baktım.

"Tam olarak atar damarına yaslı bir neşter varken fazla cesursun terörist. O her kimse adamları etrafımdadır. Onlar benim selamımı iletsin. Desinler ki onlardan korkan onlar gibi olsun."

"Doktor hanım, bırakın biz buradayız." diyerek neşteri elimden alan Murat'a bıraktım kadını. Teyzeyi de alan diğer askere izin verip yere düşmüş neşteri yerden aldım.

Murat çıkarken komutan içeri girdi. Saçlarımı önümden çekip sıkıntıyla iç çektim. Komutan beni kolumdan tutup yaram var mı diye kontrol etti.

"İyiyim. Kendimi savundum merak etmeyin."

"Onu gördüm. Ne dedi sana?"

"Miro'nun selamı varmış. Babamla alakalıymış."

"Bunlar ailenin peşine de takılmıştır."

"Aileme yaklaşamazlar. Onlar güvende."

Sakince koltuğa oturup suya uzandım. Bir iki yudum alıp komutana döndüm. Aklıma yarası gelince "Geç otur." dedim.

Bana bakarken tek kaşını kaldırıp sedyeye oturdu. Kalkıp karşısına dikilince tekrardan "Soyun." dedim.

"Ne?"

"Tekrarlatma komutan soyun işte." Komutan gülüp üstünü çıkardığında tek tek dikişlerini kontrol ettim. Tim içeri gülerek girdiğinde onlara bakmadan devam ettim.

"Komutanım doktor hanımın kendini nasıl savunduğuna bakın."

"Oo beyler yanlış zamanda geldik çıkın."

"Tamer!"

"Emredin komutanım!"

"Susun. Getir şu kayıtları." Tim susarken ben dikişleri kontrol etmeye devam ediyordum. Komutan aldığı tabletten kayıtları izliyordu. Gözlerinin benimle tablet arasında dolaştığını hissediyordum.

"Hemşireyi niye çıkardın?"

"Hemşireye mi zarar verseydi?" Bir an için bakışlarımı ona çıkarıp tekrardan yarasına döndüm.

"Kalabalık ortam sizin için daha iyi olmaz mıydı doktor hanım."

"Kalabalık ortam teröristi korkutmaz Fatih aksine cesaretlendirir." dedim. Komutanın son yarasını da kapattıktan sonra çekilip komutana baktım. Tişörtünü giyip parkasını da giydi.

"Kendini savunman iyi. Silah kullanmayı da biliyor musun doktor?" Hafiften olan alaylı ses tonu biraz rahatsız ediciydi. Aramızdaki mesafeyi kapatıp başımı ona doğru diktim.

"Gerekirse kullanıyorum komutan. Babam bana her şeyi öğretti. Hatta biliyor musun? Babama pusu kurup vuran o adamı ben öldürmeyi düşündüm. Sonra gidip hayatını kurtarırdım. Hipokrat yeminimden dolayı." Bana cevap vermediğinde göz devirip askerlerin arasından geçip çıktım.

"Buralar alev alev..."

"Hayırlı olsun komutanım."

"Lan bak alacağım ama ayağımın altına!"

1 Ay sonra yine karagahta nöbetçiyken gecemin sakin geçişini uyuklayarak değerlendiriyordum. Saldırıdan sonra ne hikmetse kimse peşime takılmamıştı. Sabaha karşı odaya giren komutana baktım. "Hazırlan Aktütün'e gidiyoruz. Senem nöbetini devralacak." diyerek ben sağlık çantasını hazırlamaya başladığımda o da yardım etmeye başladı. Önlüğümü çıkarmadan ceketimi giydim. Gün yeni doğmaya başlarken komutanla aynı araca bindim.

"Askerlerden birini hastaneye sevk edemedik. Yolda durmadan pusu kuruyorlar. En azından doktoru ona götürelim dediler. Üst düzey güvenliğini de ben sağlıyorum."

"Askerin durumu hakkında bilginiz var mı?"

"Yarası enfeksiyon kapmış. Tek bildiğim bu."

Yanımda oturan diğer askere baktım. "Hakan'dı değil mi?"

"Evet Hakan Küçükarslan."

1 saat sonra karakola girdiğimizde komutanın arkasından indim. Askerler sırayla dizilmiş ve komutana selam duruyorlardı. Astsubay gelip tekmil verdi. Bende onları izliyordum.

"Yaralı asker nerede?"

"Buyrun eşlik etsinler size."

Komutana bakıp başıyla onayladığında bende yaralıyı gösteren askeri takip ettim. Yaralıyı kontrol edip yarasıyla ilgilendim. Gece askerin başında uyuklamaya başladım. Omzuma örtülen şeyle irkilip örtüye baktım. Parkayı gördüğüm gibi başımda dikilen komutanı fark ettim.

"Saat kaç?"

"İki buçuk, Asker nasıl?"

"Durumu daha iyi, ateşi vardı ama düşürdük."

Hava almak için dışarı çıkarken o da benimle beraber geliyordu. Bir süre sonra bir asker koşarak bize geldiğinde komutan ona baktı.

"Komutanım! Görüntü aldık!" Askerin dediğiyle komutan hızla askerlerin yattığı tabura girdi. Sesi gelirken bende etrafıma bakıyordum.

"Herkes hızlıca mevzilere! Poyraz kalk! Teçhizat kuşanın! Işıkları kapatın!" Kendi silahını da alıp çıktığı gibi gelen patlamayla yere düştüm. Komutan beni korumak için üstüme yatmıştı.

"Mevzilere!"

Beni kolumdan tutup mevzilere sürükledi. Çatışma şiddetlenmiş Kan her yeri sarmıştı. Bir askerin ciddi kan kaybettiğini gördüğümde hızlıca müdahale edebildiğim kadar etmeye çalıştım.

"Kaç yaşındasın asker?"

"23 doktor."

"Gençmişsin bak yaranı saracağım ama sağlık kabinine gidene kadar dayanacaksın."

"Doktor burası çok soğuk."

"Dışardayız asker. Soğuk olması doğal. Seni kabinde ısıtacağız söz veriyorum. Kan grubun ne?"

Asker derin nefes almak ister gibi ağzını aralamıştı. Bir yandan da kan grubunu söylemeye çalışıyordu. Asker ona yardım etmeye çalışan elimi sıkıca tuttuğunda ona baktım. Yüzü kapkara olmuştu. Göğsündeki yara kalbe yakındı ve çoktan ölüm üşümesi gelmişti. Boşa çabaladığımın farkındaydım ama benim görevim bu.

Biz doktorlar öleceğini bile bile bir hastayı kurtarmak için çabalardık. Hayat gayemiz buydu. Yıllarca çalışıp tıp fakültesini bitirmek ardından uzmanlık sınavımızı çalışıp vermek ve istediğimiz uzmanlığı almak. En sonunda ise ölümü kabullenmeye başlamak.

"Babamı görüyorum doktor. Bana elini uzatıyor."

"Hayır! Sakın! Sakın asker olmaz."

Elimi çekip müdahale etmeye devam ettim. Asker son nefesini kollarımda verirken ben çoktan ağlamaya başlamıştım.

Kolumda hissetmem gereken sızıyı bile fark edemez halde sadece elimdeki iğne ile diğer elimi tutan askere ağlıyordum...

Biz insanlar haklılık savaşı içinde birbirimizi öldürürken aslında bir o kadar da haksız olduğumuzu anlamayız. Haklı olduğumuzu kanıtlamak için savaşırız, güvenliğimiz için savaşırız, bazen de sadece savaşmak için savaşırız. Masumları öldürmekten çekinmez, öldürdüklerimize de iyi ki ölmüşler diyebilecek kadar gaddarlaşırız. İnsanoğlu nankördür. Hiç bir şeyden memnun olmaz, hep daha fazlasını isteriz. Bazılarımız hariç...

Savaş meydanının gerçekliğini gören hiç bir insan savaşı istemez. Her yerde kan içindeki askerler, bazı ölüler... Doktorlar kurtaramadıkları her asker için o askerlerin ailelerine karşı sorumlu hissederler kendilerini. Ellerinden geleni yapmış olsalar bile kurtaramamanın yükü baskın gelir. Çoğu doktor bu kıyamet anından depresyon, anksiyete gibi hastalıklarla ayrılır buralardan.

Yanıma gelen komutanı kolumdan tuttuğu ana kadar fark etmemiştim. Hızlıca beni kaldırıp mevzilerden birinin arkasına çekmişti. Omzumu sıyıran kurşunu kolumdan tutup kaldırdığında ancak anlayıp acı ile inlemiştim.

"Doktor bana bak."

Komutan ellerini yanaklarıma koyup saçlarımı önümden çekmiş ona bakmamı sağlamıştı. Gözlerimin artık ağlamaktan yandığını hissediyordum. Ellerimdeki kana baktığımda komutan inatla başımı kaldırmıştı.

"Hey... Elinden geleni yaptın. Bundan eminim."

"Ama kaybettim. Kurtaramadım kurtarabilirdim..."

"Doktor odaklanman gereken daha çok asker olabilir. Onları da kaybetmeyelim olur mu?"

Yanaklarımı bırakıp omzumdaki sıyrığa bakmaya başladı. Cebinden çıkardığı asker yeşili bandanasını omzuma sıkı sıkıya sararken ben etrafa bakıyordum. Çoğu kez babamı yaralıyken ve yaraları kanarken görmüştüm ama çatışma alanı çok daha farklı bir ortamdı.

"Sadece sıyrık, gerçi sende farkındasındır. Doktor şu an şoka girmene değil hayat kurtarmana ihtiyacımız var. O yüzden toparlan yoksa seni bir daha böyle karakollara getirmem.

"Tehdit mi ediyorsun?"

Komutan silahını geri alıp başını mevziden çıkararak sıkmaya başlamıştı. Kurşun sesleri hiç durmadan geliyordu. Bir yandan benimle konuşmayı da ihmal etmiyordu.

"Tehdit değil olacak olan. Mecbur bırakma buraya soğukkanlı doktorlar gerekiyor."

Komutana cevap verecekken vurulan bir askeri görüp yanına koşmak zorunda kalmıştım. Kaç saat boyunca çatışma devam etti bilmiyordum. Sabaha karşı kan ter içinde kalmıştım. Soğuk bastırmaya başlamıştı. Teröristler geri çekildiğinde beni de karakolun önüne oturtmuşlardı. Askerlerden biri kalın bir örtü vermişti. Ellerimdeki kanlar çoktan kurumuştu. Geri karargaha dönmek için beklemek zorundaydık.

Sanki ellerimdeki kanlar asla gitmeyecek gibi geliyordu. Her kaybettiğim hasta ile daha çok yayılacak en sonunda da beni kendi içine çekecekmiş gibi... Önce hastanede kaybettiklerim sonra babam...

"Doktor." Yanımda dikilen bedeni bana seslenene kadar fark etmedim. Başımı yana çevirdiğimde komutanın uzattığı kumanyayı gördüm. Sessizce elinden aldığımda biraz uzağımdaki sandalyeye oturdu. Ben ise elimde tuttuğum kumanya ile yerde oturuyordum.

"Omzun acıyor mu?"

"Dayanılmayacak gibi değil."

"Ağrı kesici vardır yapsana."

"Ben dayanırım yaralılara lazım olur."

"Pekala yemeğini ye ellerini de yıka yoksa hayatta uyuyamazsın sen."

"Nereden anladın?"

"İki saattir yerin üstünde öylece oturup ellerine bakıyormuşsun. Eh anlaması zor olmadı."

Komutan kendi yemeğini çoktan yemiş olmalıydı ki sigara içiyordu. Elinde tuttuğu sigarayla bakışlarını üzerimde hissediyordum. Sigarasını bitirip postalının ucu ile ezdi ve yerinden kalktı. O tam önümdeyken elimdeki yemeği yanıma bırakıp konuştum.

"Sanki elimden hiç çıkmayacakmış gibi geliyor."

Komutan bu dediğim ile olduğu yerde durmuştu. Bana baktığını yine hissedebiliyordum. Yanıma oturduğunda ona baktım.

"Ama yıkadığında çıkacak. Sadece unutamayacaksın."

"Çatışma, baskın bunlardan oldum olası nefret ederdim. Babam hep üstü kanlı gelirdi eve. Hep korkardım bu sefer kendisi yaralandı diye."

"Askerler isteyerek yaralanmazlar doktor. Bizim birinci vazifemiz yaşamak. Biz yaşarsak insanlar yaşar, bayrak yaşar, huzur yaşar."

"Komutanım bir bakarsanız..."

Komutan yanımıza gelen askerden dolayı kalkıp gitmişti. Ben ise kumanyayı bitirip ellerimi yıkadım. Geri kalktığım yere oturduğumda uyku giderek beni etkisi altına almıştı. Son bir haftamı düşünürken çoktan uyuyakalmıştım.

Akşam saatlerinde askerlerin koşuşturmasına uyanmıştım. Dizlerime yaslanarak uyuduğuma emin olduğum yerde uyanmaktansa ranzalarda uyanmıştım. Saldırı sirenleri de çalmaya başladığında hızlıca bulunduğum yerden kalkıp koşmaya başlamıştım. Bir anda yere yatırıldığımda gözlerimi sıkıca kapatıp çırpındım.

"Hey hey sakin ol!"

Komutanın sesi sakinleştirmek ister gibi kulağıma fısıldanınca yutkundum. Bomba yakınlarımıza düştüğünde korkuyla çığlık atmıştım. Komutanın sesi tekrardan kulağıma geldiğinde nefesini de hissediyordum.

"Sakin ol doktor. Sana burada kimse zarar veremez ."

Neden bilmiyorum ama onun sesi iyi hissettirmişti. Sakinleştiğimi hissediyordum. Nefeslerimin düzene girdiğini komutan da hissetmiş olacaktı ki başını kaldırıp gözlerini üstüme dikmişti.

Siren sesleri yeniden yükselirken komutan beni hızlıca kaldırıp beraber koşmamızı sağlamıştı. Ellerimi başımın üstünde birleştirirken aklımca başımı koruyordum. Komutanın bir eli belimde beni ittirirken diğer eliyle tam önümüzde hareketler yaparak yolu açıyordu. Silah sesleri bomba sesleri iyiden iyiye artmıştı. Hızla arabaya yaklaşırken arabanın üstüne düşen bomba ile gözlerim kocaman açılmıştı. Şu anlık resmen burada mahsur kalmıştık.

Komutan beni koruyarak güvenli bir yer bulmaya çalışıyordu. Bir askerin acı dolu çığlığını duyduğumda hızlıca oraya yöneldim. Askerin kopan kolunu fark ettiğimde yutkunmuştum. Hızlıca askerin parçalanan üniforrmasını daha da kesip omzundaki açık yaraya bastırdım. Kanaması çok fazlaydı, kolunu yerine dikme umudumuz vardı ama elimizde imkan yoktu. Askerin tam teşekküllü bir hastaneye gitmesi gerekiyordu.

"Durumu ne?"

"Hastaneye giderse kolu geri dikilebilir. Yani en azından umudumuz olur."

"Şu an gidemez. Araç çıkışı geceye kadar yasak."

Askerin acısını biraz daha azalatabilmek için morfin vermeye karar vermiştim. İğneleri yerinden çıkardığımda komutan tekrardan konuşmuştu.

"Ne yapıyorsun?"

"En azından acısını alacağım komutan. Kolu doku zedelenmesi yaşamasın asker bir yere alın. Güvenli olmalı."

"Çekiliyorlar."

Teröristler çekildiğinde bizim ve yararlı askerlerimiz için araçlar gelmişti. Hızlıca yaralılarla beraber hastaneye geçtim ve yaralıların ameliyatına girmiştim. 2 gün, 3 gün derken yorgunluktan nereye oturacağımı bilemedim.

"Yat hadi."

Komutan beni sedyeye yatırdığında makası alıp tişörtümü kesti. Daha öncesinde sıyıran kurşunun yarasını temizlemeye başladı. Acıyla sızlandım.

"Tamam bitiyor. Canın acıyor biliyorum ama dayanırsın sen."

Komutan işini bitirdiğinde bende uyuklamaya başladım. Telefonum çalmaya başlasa da benim telefonu açacak halim yoktu. Komutanın telefonumu açtığını duydum.

"Efendim iyi günler, ben Yüzbaşı Kerem. Evet evet efendim, yok durumu iyi omzundaki dikişe bakıldı. Şimdi uyuyor."

Uyandığımda başımda gördüğüm kurşun ile gülümsedim. Altındaki notu alıp okuduğumda gülümsemem daha da genişlemişti.

'Sana değen kurşunla tanışmak istersin diye düşündüm doktor. Benden çıkardığın kurşunların yanına koyarsın artık.'

İkinci bölümü de bugün burada bitirelim. Ben belki kitabın taslaklarını bitirene mezun olur çalışmaya bile başlarım. Kısa yazma sebebim çoğu zaman zihnim durduğundandır. Kusura bakmayın...
İyi günler...

Loading...
0%