Yeni Üyelik
3.
Bölüm

🩺 Elbruz 3. Bölüm 🩺

@blackpearln

 

3. Bölüm Gök mavisi vs Deniz mavisi

Omzumdaki destekliği düzeltip saçlarımı düzelttim. Saçlarımı bir türlü toplayamadığım için çıldırmak üzereydim. Aracımın anahtarını alıp evden çıktım. Vurulma olayının üstünden bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca hem alay hem de hastane tarafından izinli sayılmıştım.

Bugün ise alayda nöbetim vardı. Aracıma bindiğimde karşımda dikilen komutanla biraz irkilsem de hemen kendimi toparladım. Benim tarafıma geldiğinde camı indirip ne diyeceğine odaklandım. "Bu kolla nereye gidiyorsun doktor?"

"Araç sürebilecek haldeyim komutan, karargâhta görüşürüz." diyerek camı kapatıp aracı çalıştırdım. Ona bakarak yanından geçip lojmandan çıkış yaptım. Yolda ilk başta biraz zorlansam da otomatik vitesin rahatlığıyla alaya kadar sürdüm. Aynadan arkama baktığımda tanıdık plakalı benimle aynı model aracı gördüğüm gibi derin bir nefes aldım. Komutan tam arkamdan geliyordu. Aynı yere gittiğimiz için bunda saçma olan bir şey yok tabii ki. Sağ elini şoför koltuğunun hemen yanında duran yaslama yerine yaslamış sol eli direksiyondaydı. Aynadan görebildiğim o net ve kararlı bakışlarıyla bana bakıyordu.

Karargaha giriş yaptıktan hemen sonra park edip içeri girdim. Elimde önlüğümle koridorda ilerledim. Sola döndüğümde Albay Mevlüt ile koridorda karşılaşmış ayak üstü sohbet etmiştik. Bana söylediği geçmiş olsun dileklerine nezaketen teşekkür edip revire geçtim. Bugün Poyraz timi de dahil olmak üzere bir sürü timin rutin kontrolleri yapılacaktı. Önce Yüzbaşı Barut'un komutanı olduğu Barut timinin kontrolüne başladım.

"Yüzbaşı Altan Barut." diyerek seslendiğimde yüzbaşı içeri girmiş ve oturmuştu. Rutin soruları sorarken onun parkasını ve tişörtünü çıkarmasını bekledim.

"Bu ara ağrın falan var mı Altan yüzbaşı."

"Hayır."

"Daha öncesinde kronik sırt ağrıların varmış?"

"Vardı, şimdi o kadar alıştım ki sorun değil." Ağrı kesici kullanıp kullanmadığını soracaktım ki ben sormadan bana yanıt vermişti. "Hayır ağrı kesici kullanmıyorum." Sırtındaki büyük kurşun izine baktım. Elimi eski ize götürdüğümde aklımdan geçen soruları sormaya devam ettim. "Bu sırtındaki vurulmadan sonra mı başladı ağrıların?" Yüzbaşı beni başıyla onaylamıştı. "Dağda çıkardılar kurşunu, hastanede doktorlar birkaç problemle karşılaşabileceğimi söylemişti zaten." Onun dediklerinin doğrultusunda kontrolünü yapıp dosyayı doldurmaya başladım.

"Yüzbaşı Kurt'la ne zamandır tanışıyorsunuz?" Bir anda dudaklarımdan çıkan bu soruyu bende beklemiyordum açıkçası. Aklımdan bir köşesinde böyle bir sorunun geçtiğini dahi sorduktan sonra fark etmiştim.

Barut benim sorumun ortamın alakasızlığıyla olan bağını anında fark etmiş ve "Bunun kontrollerle bir alakası yok sanıyorum?" deyip ukala bir gülüş sergilemişti. Bende hemen umursamaz bir yüz ifadesi takınıp "Öylesine sordum." deyiverdim. Sırıtması sinirimi bozduğu için hızlıca dosyasını kapatıp kenara koydum.

"Kontrollerin bitti Barut, şuraya imzanı atıp çıkabilirsin." Sessizce ayağa kalkıp o odadan çıkarken diğer kişiye baktım. "Teğmen Elif Uzun." Dosyasından gördüğüm kadarıyla sarışın bir kadın içeri girmişti. Kullanıp kullanmadığı ilaçları kontrol ettim. Normal bir kontrolü yapıp çıkabileceğini söyledim. "Emirhan Yavuz." Karşımdaki adama baktığımda nezaketen gülümsedim. Karşımdaki adam da aynı nezaketle gülümsemişti. "Ağrın var mı? Herhangi bir şikayetin?" Başını sağa sola salladığında rutin kontrollerini yapıp dosyayı doldurdum. "Sıradaki askerleri içeriye gönderir misin?" Karşımdaki askerin bakışları yere doğru dalmıştı. Sessizce yere bakıyordu. Bir hata mı yaptım aca diyerek dosyaya baktığımda Barut timinde daha fazla askerin olmadığını görmüştüm. Demek ki sadece üç kişilik bir timdiler. Emirhan sessizce revirden çıktığında ne diyeceğimi bilememiştim.

Revirin girişine arkamı dönüp Barut timinin dosyasına imzamı attım. Ardından gelen dosyaya baktım. Dosyada kocaman harflerle Poyraz Timi yazıyordu. Haydi hep beraber timi sizinle tanıyalım. Gerçi rütbeleri henüz törenle söylenmese de yeni rütbeleri dosyalarında yazıyordu.

Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt
Kıdemli Üsteğmen Hakan Küçükarslan
Üsteğmen Ayda Tuna
Teğmen Uğur Kutlu
Asteğmen Murat Göktürk
Asteğmen Hasan Turna
Astsubay Başçavuş Fatih Altındağ
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Hamza Gemalmaz
Astsubay Çavuş Taner Öztan

"Pekala, Taner Öztan! Hamza Gemalmaz! Fatih Altındağ!" seslendiğim gibi kapıda bekliyor olacaklardı ki içeri girmiş bana bakıyorlardı. "Geçin üçünüz." diyerek ayaklanmış onlara doğru ilerlemiştim.

"Taner, İstanbul ha? Güzel yerdi. Sadece benim için çok kalabalık bir memleket."

"Öyle doktor hanım."

"Köken nereli? Yani hiç kimse tam olarak İstanbul'lu değildir."

"Üsküdarlıyım doktor hanım." Kontrol etmeye başladığımda bir yandan da sohbet etmeye devam ediyordum. Diğer askerlerden biri hemen atlayıp "Bence muhacir Taner." demişti. Diğer asker de "Kırım kökenli olabilir mi?" Onları umursamadan Taner'in dosyasına geri odaklandım.

"Taner alerjin ne alemde?" Dosyada gördüğüm kadarıyla alerjisi üst seviyeydi. Taner'in bana bakarak "Alerjimin olduğu besinleri tüketmiyorum doktor." demişti. Dosyanın altına imzamı atıp dosyayı ona uzattım. "Tamam sen şuraya imza atıp çıkabilirsin." Hamza’ya doğru yürüyüp onun da kontrollerini yapmaya başladım. İlk bakışta bir göz gezdirip gülümsedim.

"Fazla spor yapıyoruz sanırım?" Hamza büyük bir hevesle gerinip vücudunu gösteriyordu. "Vücudumdan mı anladınız doktor hanım." Onun bu özgüveni sinir bozucuydu. Göz ucuyla bacağını gösterip "Hayır sol bacağındaki kasılmalardan. Bir süre azaltmaya çalış eğitimlerini aksatma ama dinlenmen de gerekiyor." demiştim. Dolaptan aldığım ilaçla Hamza'nın oturduğu sedyeye dönerken içeri girmiş, Taner'in yerine oturmuş olan yüzbaşıyı görmüştüm. Onu çok umursamadan kremi Hamza'ya uzattım.

"İyi gelecektir. İmza atıp çıkabilirsin. Gerekli notu düştüm." diyerek bu sefer Fatih'e döndüm. Kontrollerini yaparken kollarındaki izler dikkatimi çekmişti. Yüzbaşıya bakıp dışarı çıkmasını söyledim. Yüzbaşının dışarı çıktığını sanarken Fatih'e soracağım soruyu yönelttim. "Fatih senin daha önceden bir..." Benim cümlemi tamamlamamı beklemeden araya girip "Yok. Bıraktım doktor hanım temizim imanıma." dedi. Onun bu dediğine gülmeden edemedim.

"Mezun olup time ilk katıldığımda Kerem Yüzbaşı ağzıma sıçmıştı doktor hanım. Nasıl bırakmayayım." demesiyle kahkahayı basmıştım. Gelen öksürük sesiyle Fatih dediğinin farkına varmış hemen benden özür dilemişti. Bende ona Kerem'i işaret edip "O yüzden başına dikildi değil mi? Tekrar başlamadığından emin olmaya çalışıyor." Fatih komutanına doğru döndüğünde aralarında geçen bakışmadan oluşan konuşmaları anlamak için çabalamadım. Fatih'in kontrolüne zorunlu olarak dahil olan kan testi için ondan kan alıp çıkabileceğini söyledim.

Odaya giren Ayda üsteğmen, ilk gün tanıştığım efendi çocuk Murat ve Hasan Turna'ya baktım. Onlarda yerini alırken tek tek onların kontrolüne başladım. "Doktor Yüzbaşı Kurt'u kontrol ederken burada kalabilir miyim?" Ayda'ya bakmadan dosyayı dolduruyordum. "Yüzbaşı da isterse tabii kalabilirsin Ayda." Omzumun ağrısını umursamamaya çalışıp Murat'a geçtim. Artık iyiden iyiye omzumun ağrısı artmaya başlamıştı. Askerler çıktıktan sonra ağrı kesici içsem daha iyi olacak. Tanıştığımız gün aslında yaralı olduğu için timiyle göreve katılamamıştı. En son oluşan yarasını tekrar kontrol edip onunda imzasını aldım.

"Merhaba doktor hanım. Resmi olarak tanışamadık. Ben Hasan Turna." Hasan sedyeye oturmuştu. Sessizce dosyayı kontrol edip kapattım ve kalemi önlüğümün cebine astım. Ona dönüp baktım. "Defne Mutlu, tanıştığımıza memnun oldum Hasan." diyerek kontrolüne başladım. Hepsi gayet iyi askerlerdi. Kolay kolay hastalanmamışlardı bile.

En sona kalan Uğur, Hakan ve komutana baktım. Önce önümde oturan Hakan'ı kontrol edip imzasını aldım. Uğur'u kontrol ederken ister istemez vücudunu süzdüm. Çelimsiz bir asker gibi görünüyordu. Doğal olarak böyle bir vücudu beklemiyordum. Şaşkın bakışlarımı bir kenara bırakmaya çalışıp göğsünde gördüğüm ize baktım. "Bu son yaran ne zaman oldu? Derin bir dikişmiş bu belli oluyor."

"2 yıl oluyor iz geçmiyor tabii. Çok mu kötü görünüyor doktor hanım?" Dudaklarımı büzüp başımı sağa sola salladım.

"Normal o zaman izin kalması. Sende imza atıp çıkabilirsin." Uğur da üstünü düzeltip çıktığında komutan ile yalnız kalmıştım. Onu kontrol etmeden önce sırtım ona dönükken kolumla omzumu ovuşturdum. Sonra da daha fazla sokurdanmasın diye yanına döndüm. Çoktan parkasını, tişörtünü çıkarmış beni bekliyordu.

En son oluşan yaraları yani tanışmamıza vesile olan yaraları iyileşmiş yerini izlere bırakmıştı. Ben vücudunu kontrol ederken o da beni izliyordu. Bakışlarını üstümde hissetmemin başka bir nedeni olamaz. O çelik mavisi gözlerini benim üstümde dikili tutuyordu. Hiç ona bakmadan yaralarına dikkatle bakıyordum. Önüme gelen saçlarımı üfleyerek itmeye çalıştım. Saçlarım beni iyice rahatsız etmeye başladığı için sinir krizi geçirmek üzereydim. Desteklikte olan kolum bana hiç yardımcı olmuyordu. Bende saçlarımı geriye itemediğim için tekrardan üfledim. Komutan elimi tutup avcunun içine aldığında gözlerim onun gözleriyle buluşturdum.

İki mavi göz ortamda birleşmişti. Onun gözleri benimkine oranla daha koyu bir maviydi. Sanki benim gözlerim gökyüzü mavisiyken onun gözler bir tık daha deniz mavisi gibiydi. Nasıl anlatacağımı bilemedim ama umarım anlaşılmıştır. Avcuma bıraktığı ilaçla bakışlarım avcuma ardından tekrardan ona dönmüştü. "Ağrı kesici, omzun için..." dedi. İki kelimeyi yan yana getirmekte zorlanıyor gibiydi. Bende ondan farksız bir biçimde sadece başımla onaylayıp ağrı kesiciyi içtim. Ağrı kesiciyi ağzıma attığımda komutan ayağa kalkıp masamın üstündeki suyu doldurup bana uzatmıştı. Elindeki bardağı alıp içtim. Bu sırada komutan elini saçlarıma götürmüş omuzluğumun takılı olduğu sol bileğimden tokayı alıp saçlarımı toplamıştı. Bakışlarım onda takılıyken saçlarımı elleriyle düzeltip düzgün bir şekilde topluyordu. Sonrasında bana baktığında kendini açıklamaya çalışır gibi "Saçların önüne geliyordu. Omuzluğundan toplayamadığını fark ettim." Sessizce onu anladığımı belirtmek için onayladığımda geri çekilip sedyedeki tişörtünü ve parkasını giymişti.

"Buraya imza atman gerekiyor komutan." Dosyadaki yeri gösterdim. Onun imzasını da aldıktan sonra hepsini tek tek onaylamış nöbetçi asker ile göndermiştim. Ben bunları yaparken komutan hala revirde duruyordu. Kaşlarımı kaldırıp ona baktığımda "Çıksana komutan bitti ya kontrolün." dedim. Komutan göz devirerek "Sana ne doktor. Revir senin mi?" demişti. Ona göz devirip bakışlarımı onun üzerinde dolaştırdığımda ona doğru bir adım attım ve "Benim alanımdasın komutan. Dikkat et de sözünü dinlemeyeceğin doktorların eline düşme." dedim sevimli sevimli gülerek.

"Doktor..." diyerek bana doğru gelmeye başladığında bende geri adım atacak değildim. Olduğum yerde dikleşerek kuyruğu dik tutmaya devam ettim. Ağzının içinde kendini sıkarak konuşmaya başladı. "Benimle oynama.” Alaylı bir gülüşle ona baktığımda "Burak Kut'un şarkısı mıydı bu? Hatta devamı şeydi. Hah hatırladım! Uğurlar olsun." diyerek kapıyı gösterdim komutana. Gıcık gülüşümün onun sinirlerini bozduğuna emindim. Nitekim o da derin nefes alıp revirden çıktı. Kazandığım zaferle sandalyeme geri oturup başımı masaya yasladım.

İrkilerek uyandığımda ilk başta nerede olduğumu kavrayamamıştım. Sahi en son ne olmuştu? Revirdeydim, masada uyuyakalmış olmam lazımdı ama sedyede yatıyordum. Üstelik biri büyük ihtimalle dağılan saçlarımı bile toplamıştı. Elimi saçıma atıp bağlı saçlarıma dokundum.

Önlüğümün cebindeki telefonumu alıp saate baktım. 09.45... Ne ara bu kadar uyudum ben? Sakince lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Telefonum çaldığında önlüğümün cebinden telefonumu çıkarıp çalan telefonumu açtım.

"Efendim Doruk?"

"Can amcam hafta sonu müsait misin diye soruyor?"

"Neden?"

"Yanına gelmeyi düşünüyoruz da."

"Toplu gelmeyin lan parça parça gelin. Lojmana hepinizi nasıl sokayım." Aynadan saçlarımı düzeltip topuzumu tekrardan yaptım. "Niye?" Telefondan gelen ani sesi ve Doruk'un salakça sorusuna göz devirdim. Rujumu da düzelttiğimde sol elimi yana açtım. "Oğlum bizim aile kabile gibi. Parça parça gelin."

"Tamam o zaman ilk olarak Bulut, Ayaz, Len ve ben geleyim."

"Bulut kendisi karısıyla gelsin gelecekse. Len de gelmesin cins bakışlarını istemiyorum."

"Aranızdakini çözdüğünüzü sanıyordum." Doruk'un bu sorusunu görmezden gelmek istesem de yapamıyordum. "Len'le aramızdaki problem sizinki gibi değil. Len denilen şahıs Denef'i kırmadı aşağıladı." Telefondan gelen iç çekme sesi ile bıktırma politikamı başarılı olduğumu kanıtlıyordu. "Neyse vazgeçmeme ramak kaldı yemin ederim. Hatta vazgeçirdin neredeyse."

Göz devirip "İyi gelmeyin, benim işime gelir zaten." deyip Doruk'un suratına telefonu kapattım. Onların tribini çekecek gücüm yoktu. Revire geri döndüğümde omzumdaki yeni iyileşmeye başlamış yarayı sedyeye oturarak açtım ve kontrol etmeye başladım. Yeni yapılan pansuman beni şaşrıtmıştı. Kim pansuman yaptı bana? "Kim pansuman yaptı bana ya?" yarama bakarken odaya bir anda dalan Uğur'la kolunu çıkarmış olduğum tişörtümü göğsüme doğru örttüm.

"Doktor han- Ovvv! Özür dilerim kapıyı çalmam lazımdı." Kapının kolunu tutarken arkası dönük duran Uğur'a bakıp gülümsedim. "Sorun değil, gelebilirsin." Diğer elindeki krem kutusunu bana doğru sallayarak içeri girmişti. Ben üstüme tişörtümü tutuyordum. "Şu kremi sana sormaya gelmiştim."

"Tamam ben bakayım da Uğur, bana biri pansuman yapmış ama kim bilmiyorum sen biliyor musun?" Uğur elindeki kremi yanıma bıraktığında benim pansumanıma baktı. "Hayır bilmiyorum ama Kerem Yüzbaşı birkaç kez revire gelmişti. Yani revire geldiğini söylemedi tabii ama ben Hasan'la mescide giderken onu revirden çıkarken gördüm."

Uğur tişörtü giymeme yardım etmişti. Acımın olmadığını söylememe rağmen yine de yardım etmişti. Ona teşekkür edip kreme baktım. "Bu krem kas gevşetici bir krem. Kullanılabilir hatta ilaçtansa bu krem daha rahat. Kremi sürüyorsun bir havluyla sıcak tutup uyuyorsun." Anladığını belirtip kremi alıp revirden çıktı. Beyaz önlüğümü askılığa asıp ceketimi giydim. Masanın üstündeki çantamı alıp revirden çıktım. Şimdi ise hastane nöbetim vardı.

Sakince dışarı çıkıp dışarda çayıyla beraber yürüyen komutana baktım. Benim gözlerimdeki bakışları gözlerimden saçlarıma çıktı. Bağlı saçlarımda dolanan bakışları en son omzuma takılmıştı. Onun bakışlarını umursamadan arabaya ilerledim.

"Doktor hanım günaydın." Barut'un sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Barut sol elini üniformasının kemerine yaslamış, sağ elindeki simitle bana doğru gelmişti. Ona gülümseyerek komple bedenimi çevirdim. Arabanın içine çantamı atmıştım. "Günaydın Yüzbaşı Barut."

"Nasılsın?" Gülümsüyordu. Nazikti, bana karşı nazik davranıyordu. Onun sorusuna en az onun nazik bir şekilde cevap verdim. "İyiyim şimdi hastaneye gidiyorum. Sen nasılsın?"

"Bende iyiyim. Simit?" Elindeki simiti bana doğru uzattı. "Fazladan almıştım." Kerem de yanımıza gelmeye başlamıştı. Onun elindeki bardağa kısa bir bakış atıp Altan'a döndüm. Sırf gıcıklığımdan ufak bir sırıtıp "Tabii alırım." diyerek simiti elinden alıvermiştim ardından da komutanın elindeki karton bardağı aldım. Şaşkın bakışları üzerimde dolanırken umursamadan kısa bir bakış attım.

"Kuru kuru gitmezdi komutan. Sen kendine yenisini alırsın." deyip aracıma bindim. Bardağı yerine koyup aracımı çalıştırdım ve sürmeye başladım. Ben karargahtan çıkarken aynadan gördüğüm kadarıyla Altan Barut'un Kerem'e bakarak kahkaha attığını gördüm.

Hastaneye girip bütün günü çocuklarla ilgilenerek geçirdim. Bana hazırlanan odaya geçip masamın üstündeki papatyalara yaklaşıp hemşireye seslendim. "Nazike, çiçekler bana mı geldi?"

"Evet doktor hanım. Sabah getirdiler." Kaşlarımı çattım, kimden gelmiş olabilir ki? Çiçeği kucağıma alıp üstündeki nota baktım. 'Tıp bayramın kutlu olsun evimizin deli dolu doktoru. Sizin evin erkeklerinden selam olsun.' güldüm. Bunu gönderme nezaketine sahip olan üç kişi vardı. Ya Selim dayım ya Güney amcam ya da Bulut... Önlüğümün cebinden çıkardığım telefona bakarken Nazike odanın önünde kapımı çalmıştı. "Doktor hanım bunları imzalamanız gerekiyor."
Telefonda Bulut'u ararken Nazike’ye gel işreti yapmıştım.

Telefondan Bulut'un canlı, enerjik gelen sesini duyduğumda gülümsedim. "Çiçekleri aldın demek ki."

"Senin gönderdiğini tahmin etmiştim bebek." Bulut’un kahkahasını duyduğum gibi bende gülmüştüm. Bulut her zaman naif biriydi. Bizi hiç sevmediğini söylese de bizi hiç bırakmazdı. "Sana bir sürpriz yapalım dedik fena mı?" Açık konuşmak gerekirse papatyalar hiç de fena olmamıştı. Gülümseyip tekrardan konuştum. "Teşekkür ederim çok hoşuma gitti." Bulut'un telefondan gelen gülüşü beni bir an için olsa evime götürmüştü. Pek huzur dolu olmasa da özlemini çok duyduğum o evime..

"Ne demek. Gelecek misin birkaç günlüğüne?"

"Hazirana doğru geleceğim. Malum amcamın doğum günü."

"Can amcama ne alacaksın?"

"Hiç bir şey, adam her şeye sahip biliyorsun. Ben ne alabilirim o adama?"

"Elis özel bir tablo hazırladı onlar için."

"Elis her sene özel hediyeler seçiyor. Şaşırmam yani."

"Tamam görüşürüz o zaman seni daha fazla tutmayayım ben." Bulut'un sesi ile masamın üstüne bıraktığım papatyalara tekrardan bakıp gülümsedim. "Teşekkür ederim tekrardan. Çok sevdim çiçekleri." diyerek telefonu kapattıktan sonra papatyaları kenara alıp dosyalara döndüm raporları okumaya devam ettim.

"Su çiçeği tekrardan küçük çocukları arasında fazlalaşmış haberiniz olsun. Gerekli ilaçları verin sonra gönderebilirsiniz." Koridordan gelen seslerle hızla kalkıp odadan çıktım. Acile doğru ilerlerken soldaki koridordan gelen ses ile o yöne döndüm. Koridorun sonunda sağdan gelen "Bırak kolumu! Yardım edin!" sesiyle sağ tarafa döndüm. Kolu sıkıca tutulmuş kadın çığlık çığlığa bağırıyordu. Adam onu kolundan tutup hastaneden çıkarmaya çalışıyordu ve kimse yardım etmiyordu. Kadının yüzü darmadağın olmuştu.

"Kes sesini çıkacağız buradan!" Yanımdaki Nazike'ye dönüp polise haber vermesini söyledim. Ellerimi önlüğümün ceplerine koyup ikiliye doğru yürümeye başladım.

"Kadını bırak." Adam anında öfkeyle bana dönmüştü. Kadına olan öfkesi o kadar yoğundu ki kadının kolunu sıkı sıkıya tuttuğunu görebiliyordum. Bana da elini kaldırıp "Karışma lan sen! Kimsin sen!" diye bağırmıştı. Adamın yüksek sesi beni de germeye yetmişti. "Çek elini kadının üstünden." Kadının ağlarken çıkan çaresiz sesi beni sinirlendirmişti. "Yardım et abla yalvarırım öldürecek beni..."

Sinirle iyice adama yaklaşıp adamın koluna tekme attım. Adam acı dolu bir ses çıkardı. Kadını tutup adamın elinden kurtardığım gibi hızlıca kendi odama ilerlettim. Kadını odama sokup "Sakın buradan çıkma. Ben kapıyı kapattığımda kapıyı kilitleyebilirsin." Kapıyı üzerine kapatıp adama döndüm.

"Geberteceğim lan seni!" Adam üzerime doğru büyük bir öfkeyle geliyordu. Etrafa dönüp çevremdeki insanları uzaklaştırmaya çalıştım. "Dağılın! Herkes uzaklaşsın!" Adamın bana doğru atmaya çalıştığı yumruğu engelleyip ona doğru yumruk attım. Adam iyice sinirlenirken ben adama tekme attım. Onu kendimden uzaklaştırıp üstüne çullanmaya çalıştım. Adam beni tutup üstünden atarken sırtım yere sertçe çarpmıştı. Anlık kesilen nefesim bana engel olurken adam benim üstüme çıkıp boğazıma saldırmıştı. Ellerimle adamı itmeye çalışırken bir anda üstümden çekilen adamla tekrar nefes almaya çalıştım.

"Doktor hanım iyi misiniz? Doktor hanım, iyi misiniz?" Uğur beni tutup kaldırırken adamı döven komutana baktım. Murat bir sandalyeye oturmamı sağladı. Bu sırada Hakan ve Uğur komutanı uzak tutmaya çalışıyordu. "Komutanım durun!"

"Komutanım yapmayın!"

"İyi misiniz doktor hanım?" Murat tekrardan aynı soruyu bana yönelttiğinde "İyiyim Murat." diyerek onu yanıtladım. Biraz daha kendime geldiğimde kalkıp bende komutana yaklaştım. Uğur ve Hakan'ın çekilmesini söyleyip komutanın omzuna dokundum. Murat bu sefer adamı komutandan uzak tutuyordu. Komutan beni tutarken elimi onun göğsüne koyup sakinleştirmeye çalışıyordum. Komutan ise sol elinin işaret parmağını sallıyordu.

"Bir daha benim ülkemde tek bir kadına el kaldırdığını görür, duyar, sezersem seni bulur. Leşini köpeklere atarım."

"Komutan tamam." Göğsündeki elimi, söylediklerimden sonra hissetmiş gibi göğsüne ufak bir bakış atıp adamı silkeleyerek Uğur'lara teslim etti. Sakinleştiğini fark ettiğimde bende geriye doğru çekildim. "Ne oldu burada?" Komutanın sorusuyla ona doğru dönüp sorusunu yanıtladım. "Kadının biriyle geldi. Daha doğrusu kadın darp edilmiş büyük ihtimalle kaçıp buraya sığınacaktı." Komutan bana doğru dönmüştü. "Kadın nerede?"

Odamı gösterip "Odamda, adamdan kurtarıp odama sakladım." dedim. Sinirli bir nefes çektiğinde bende ona bakıyordum. Hakan'a doğru dönüp "Hakan kadını alın karakola götürün." demişti. Hakan kadını odamdan çıkarmıştı. Komutan beni kolumdan tutup odama götürmüştü. Ardımızdan kapıyı kapatıp bana bakmaya başladı.

"Ya kızım sen benim başıma bela mısın?!" Kaşlarımı çatıp ona baktığımda "Ne? Ne saçmalıyorsun sen ya?" diyebilmiştim. Sinirle üzerime doğru yürümüştü. "Ya sen ne diye başını belaya sokuyorsun? Anasını satayım huzurla eve giderken bir duyuyoruz doktorun olduğu hastanede olay çıkıyor!" Onun bu anlamsız sesini yükseltmesi canımı oldukça sıkmıştı. Aynı hiddetle bende ona bağırmaya başladım. "Bana sesini yükseltme!" Sinirle ona bakıyordum. O bana sesini yükselttikçe bende sinirle ona sesimi yükseltiyordum. O altta kalmadıkça bende altta kalmıyordum.

"Bak sen burada duramıyorsun. Git buradan, başını daha fazla belaya sokma." Kaşlarımı kaldırıp onu alaya alır şekilde dinlemiş ardından da aynı ses tonunda bende bağırmaya devam ettim. "Sana ne! Ben senden beni korumanı istedim mi? Hayır! Ne diye dibimde bitiyorsun sen ya! Gelme! Polis gelsin sen niye geliyorsun?" Sarı saçlarımı sinirle geriye ittim.

"Bak doktor burası sana zarar verecek. Her seferinde seni koruyamam." Derin bir nefes alıp sinirlerimi yatıştırmaya çalıştım ama karşımdaki adam buna hiç olmuyordu. Aynı sinirle bende "Koruma komutan koruma! Çık git odamdan." diye bağırmış, sinirle kapıyı göstermiştim. Ben kendimi bir şekilde koruyabilirdim ama yardıma ihtiyacım olduğunda böyle tepeme çıkıp söyleneceklerse bunu asla istemezdim.

Komutan sinirle kapıyı açıp çıktı. Giydiği deri ceketinden belli olan kaslarıyla ona baktım. En son bir şey söyleyecek gibi olsa da o daha konuşamadan ona sırtımı dönmüştüm. Masamın önündeki sandalyeye kendimi attığımda önüme gelen saçlarımı geriye attım. Lojmana geri döndüğümde eve girip çantamı fırlattım. Hala komutana sinirliydim. Yine de sakinleşmeye çalışarak televizyondan şarkı açtım. Pijamalarımı giyip mutfağa geçtim ve yemek hazırlamaya başlarken bir yandan da şarkıya eşlik ediyordum.

"Suyun altina güğüm
Kız selamun aleyküm
Kız sana vurulali
Dun bir bugün iki gün."

Yemeğimi hazırlarken balığın kokusu çıksın diye açtığım camdan dışarıya baktım. Şarkıya mırıldanmaya devam ediyordum. Sofrayı hazırlamaya üşenip tabağı alıp içerde koltuğuma oturdum. Levreğimin yanındaki salatayı kenarda duran sehpaya koydum. Balığımın yanına aldığım tek bardak rakıdan bir yudum aldım.

"Suyun başina kızlar
Gökten indi yıldızlar
Acele edeyisun
Habu işte bi iş var."

Sakinlediğimi hissedince gülümseyip gözlerimi kapattım. Sırtımda hissettiğim ağrıyı umursamadan yemeğimi yedim ve duşa girdim. Annemin attığı videoyu televizyona bağlayıp izlemeye başladım.

"Anni Bulut düştü."

"Bulut ne kızım dayı diyeceksin dayı." diyerek Asya'yı ters tutarak kucağına almıştı Bulut. Asya baş aşağı gülerken Bulut'ta onu hafiften sallamıştı.

"Asya Defne teyzene atacağım bu videoyu bakın bakalım teyzene." Annemin sesiyle Asya direkt kameraya dönmüştü. Ellerini kameraya uzatıyordu. "Defne teysee! Gel aytık noluyy." Onun bu isteği beni gülümsetmeden edememişti. Geleceğim teyzem. Söz veririm geleceğim.

"Defne bak geleceksen haber ver salak gibi kalıyoruz ondan sonra." Bulut'un dediğine kahkaha attım. Aklını almazsam şerefsizim Bulut. Asya'nın saçlarını düzelten Bulut benim adıma yanağından öpmüştü. Asya'nın beni özlediğinin farkındaydım. Asya ile aramızdaki bağ farklıydı. Babası onu istememişti. Sadece annesi ve biz yanındaydık. Bu yüzden dedesine, bize daha fazla kıymet veriyordu. Şimdi ise Defin teyzesi görevlere gidiyordu evde fazla durmuyor. Ben ise göreve başlamış ve ondan uzaktım. Gözlerim dolmuştu. Yine de gözlerimi silip bakışlarına odaklandım. Gözlerinin içi gülüyordu.

Sabaha karşı aldığım telefonla başımın ucundaki ışığı açıp telefonuma uzandım. Bulut'un bu saatte araması acaba Toprak mı hastalandı diye düşünmeden edemedim. Telefonu açtığımda Bulut'tansa Elis'in konuştuğunu anladım.

"Defne gelmen gerekiyor."

"Ne oldu?"

"Murat... Murat şehit oldu."

Bölüm sonu...

Bu bölüm 9 Ekim 2024 tarihinde düzenlenmiştir. İnstagram hesabımız; elbruz_blackpearln. Her bölüm mümkün olduğunca düzenli olarak pazartesi günleri geliyor. Desteklerinizi esirgemeyin lütfen.

Hepinize iyi okumalar.

Loading...
0%