Yeni Üyelik
6.
Bölüm

🩺 Elbruz 6. Bölüm 🩺

@blackpearln

Vatan için seve seve canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.

6. Bölüm Şehit asker...

"Birazdan gün batar. Bir kovuk bulup onun içine girmemiz lazım." Hasan ile göreve çıkmıştık. Dağın başında bir yamaçta ilerliyorduk.

"Emredersin komutanım."

"Ayakların nasıl hoca?"

"İyi."

"Atma lan." dememle güldü hoca.

"Ee tamam biraz kötüleşme var."

"Böyle sinir stres bozulduğunda sanki ayak tabanlarına böyle cıva verilmiş gibi olur. Böyle beynin kaslara hükmü gecikir. Ayakların yere basar ama oradan kalkmak bilmez."

Bir kovuğa sığındığımızda kumanyalarımızı çıkarıp yemeye başladık.

"Komutanım özel olmazsa bir soru sorabilir miyim?"

"Sor bakalım."

"Komutanım doktor hanımla aranızda gerçekten bir şey var mı?" Daha adı dahi geçmeden namıyla beni duraksatmıştı. Kumanyamı kaşığımla didiklemeye başladım.

Defne Mutlu, karargahın en iyi doktoru. Herkesin dilindeki namıyla doktor hanım. Onun hakkında çok bir araştırma yapmamış olsam da okulunu birincilikle bitirdiğinden en sevdiği kitaba kadar öğrenmiştim. Tabii ki de çok araştırma yapmamıştım.

"Yok. Olamaz da inadın önde gideni, aksi, huysuz. Küçükken okulda erkekleri dövüyormuş lan. Sadece kardeşini ağlattılar diye hem de." Tabii ki de araştırmıştım. Aslında her şeyi biliyordum. İki kız kardeşi olduğunu, babasının nerede ne zaman nasıl öldüğünü... Neden bilmiyorum ama çok zor bulmuştum bilgileri. Girmediğim dosya kalmamış en son Albay Mevlüt’ün özel izniyle anca ulaşmıştım.

"Komutanım bunu duysa size neler sıralar biliyorsunuz değil mi?"

"Yapar. Bundan eminim."

Peşimizdeki heriflerden sakin geçirebildiğimiz birkaç saatimiz sıkıştığımız yerde çatışmayla sonlandı. "Komutanım şimdi ne yapacağız?"

"Sabaha kadar bekleyeceğiz. Ondan sonra bir karar vermemiz lazım. Şimdi bizi kuşattıkları için rahatlar. Kayıp vermeden bizi ele geçirmek istiyorlar."

Telsizden gelen sesle Hasan telsizi bana fırlattı. "Konuş."

"Görüşmeyeli ne var ne yok esker?"

"Ne söyleyeceksen söyle."

"Şu teslim olma işini diyem ha. Bi daha düşünsene. Bu arada senin rütben ne esker?"

"Sana ne lan?"

"Benim için fark etmez canım. Sınıfın hiç önemi yok ha."

"İyi o zaman, problem yok."

"Ama gene de merak ediyem haa."

"Bizimkiler birazdan gelir o zaman bol bol rütbe görürsün."

Hasan'la beraber telsizden de gülme sesi geldi. "Hiç sanmıyem esker, blöfün berbattı yav."

"Ne söyleyeceksen söyle."

"Yok yok sen heç havanda değilsen ha. Yarın açlık susuzluk tepene bindiğinde görüşelim."

Telsiz kapanıp ateş kesilince geriye sadece beklemek kalıyordu. Mecbur geriye yaslanıp beklemeye başladık.

"Bundan sonra saat başı ateş edecekler. Tam daldığımızda sabaha kadar kafamız kazan gibi olacak. Moralimiz bozuk olacak."

"Kabus gibi. Timle olan görevleri sevdiğimi fark ettim. Şu an burada Fatih'in boş muhabbetleri olsa iyi olabilirdi komutanım. Şu an evde olabilirdik komutanım ama biz dağdayız. Nerede olduğumuz belli değil. Yiyecek yok, su yok. Etrafımızı sardılar."

"Hasan Turna. Nefesini boşa harcama. Biz o bordo bereyi yeşilin üzerinde güzel duruyor diye takmıyoruz."

"Hee." Güldü. "Bak onu doğru dedin komutanım. Ama yakışıyor be komutanım." Benden onay bekleyen bakışları tebessümle onayladım. "Bence de."

Gelen mermi ile başımı hızlıca eğdim. "Hay ben sizin..." Hasan'ın az daha küfredecek olması komiğime gitmişti. Yine de rütbeyi bozmadım.

"Hasan, sen küfür mü edecektin?"

"Yok komutanım estağfurullah."

"Mermini idareli kullan." diyerek sıkmaya başladım. İçimde kötü bir his vardı ama buna odaklanmamaya çalıştım. Her şeyden önce şuradan bir kurtulalım da demekten başka çarem yoktu.

Sabaha karşı hava şartları iyice zorlamaya başlamıştı. Kar iyiden iyiye arttı. Hasan'ın gözünden uyku akıyordu. Normalde bu kadar kolay uykusu gelmezdi insanın ama böyle çaresiz bir durumdayken Hasan'ın bünyesi de kaldıramamıştı.

"Şimdi bir sıcak su olaydı. Ben yüzüme çarpaydım." Onun bu isteği ikimizi de gülümsetti. Güzel bir duş fena olmaz aslında.

"Bir de işin iyi tarafından bak. Gün ağardı ve biz hala hayattayız. Ağır silahları yok bunlarla dansımız biraz uzun süreceğe benziyor. Hasan olduğun yerde ayaklarını oynat." Hoca dediğimi yaparken bir iki yudum su içtim. Adamlar hareketlenmeye başladığında plan düşünmeye çalıştım.

"İlk posta geliyor. Ne kadar kurşunun kaldı?"

"Çok az komutanım."

"Sen bekle." Nişan alıp hepsini tek tek avlayacağım noktaya kadar bekledim. Tek kurşun ve biri gitti. Tekrar... Aklıma gelen komando marşını sessizce mırıldanmaya başladım.

"Şırıl şırıl suyun akışı." Bir kurşun daha. Telsizden gelen ses komando marşıyla arama girdi. "Ağız tadıyla adam öldürtmüyorsunuz köpekler."

"Kimsin sen esker?"

"Yine mi konuşacağız?"

"Sen o musan?"

"O kim? Ne diyorsun lan sen?"

"Özel kuvvetlerin burdaki nişancı adami, sensen? Hıı?" Sinir bozucu itici bir gülüş. Ağzını el bombalarıyla süsleyip dağdaki diğer birliklerine hediye etmek istiyorum bu köpeği. Beni bilmesi normaldi. Başımı çokta çevirmeden Hasan’a bakıp geri döndüm.

"O musan sen? Avcı?! Hee? Söyle bakayım bana."

"Bak sana bir şey söyleyeceğim. Sen, çok konuşuyorsun. Çok gevezesin, çenen çok düşük bir de çok sıkıcı bir adamsın."

"Sen osan o. Avcısan sen. Ben seni gökte ararken yerde buldum ha." Telsizi kapatıp Hasan'a geri fırlattım.

"Komutanım her an her yerden geleceklermiş gibi."

"Kabak gibi kaldık burada bir şeyler yapmalıyız. LPG'li bir adam gelse işimiz bitti." Mermim bittiğinde Hasan'a döndüm. "Cephane ne durumda?"

"Son." Son çıkanların birini bana birini kendine aldı. Hasan eline aldığını elinden kayıp yere düşürmüştü geri aldı. "Yakaladım."

Çatışma seslerinin arasındaki en belirgin atış sesi Hasan'a saplandı. Karın boşluğundan giren tek kurşun... Hasan zar zor yere çöküp taşın arkasına sokuldu. "Komutanım... Acıyor..."

Tek kelime beni panikletmeye yetti. Gözümün önünde vurulan tim arkadaşım... Yarasına bakmaya başladım.

"Geliyem avcı. Duydun mi? Geliyem haa." Hasan'ı yanıma çekip gelen bütün adamları öldürecek şekilde indirdim.
Hasan kollarımda uyukluyordu. Kan kaybını mümkün olduğunca engellemeye çalıştım.

"Hasan bak kan azaldı oğlum. Bu iyiye işaret biliyorsun değil mi?"

"İyi komutanım." Zor konuşuyordu ama bir an olsun konuşmamazlık yapmıyordu.

"Üşüyor musun sen?"

"Biraz."

"Bak şu sol taraftakiler zayıf, çok zayıf. Birazdan gece çökecek. Oradan yürüyeceğiz Hasan. Öyle bir yürüyeceğiz ki yüzyılın yürüyüşü olacak."

"Yüzyılın ha?"

"Biz daha onlar uyanmadan Aktütünün telsiz menziline girmiş olacağız. En azından Aktütünün menzili. Güzel bir çay içeceğiz aslanım."

"Çay... Çay yapsınlar komutanım."

Gece yarısı sessizce ilerlerken kasaturamla herifin boğazını kestim. Hasan zar zor ayaktaydı. Pes etmek yok. Geride asker bırakmazdık. Hasan'a kalsa onu burada bırakıp gitmeliydim. Hangi asker yol arkadaşını yarı yolda bırakır?

Son suyu da Hasan'a içirdim. İyice titremeye başladı. Bu hali bilirdim. En son vurulduğumda dört kurşun yediğim o gün kan kaybından bayılmadan önce gelen o titreme hali... Öldüğüme emindim oysa. Başka çarem yokmuş gibi geliyordu. Şimdi ise Hasan'ın girmek üzere olduğu şoku engellemeye çalışıyorum.

"Hasan oğlum bizi buradan alacaklar. İletişime geçtik bak alacaklar bizi. Az daha dayan koçum."

"Kalmayacağız komutanım." Kesik kesik gelen sesi beni iyice çaresiz bir duruma sokmuştu. Mümkün olduğunca onun moralini yüksek tutmaya çalıştım.

"Hasan sakın uyuma. Uyumak yok. Bir kız vardı hani neydi adı? Ondan bahsetsene bana biraz."

"L-leyla..."

Hah, Leyla. Leyla'yı anlat bana."

"Leyla'yla biz komutanım ben onu görünce öyle bir şey oluyor." Ne dediğini tam anlayamıyordum ama anlamama gerek yoktu. Aşıktı her asker gibi onunda bir sevdası vardı.

"Ne güzel. Buradan çıkalım isteriz kızı. Söz ben isteyeceğim, Mevlüt albay varken bana düşmez ama."

"Nasip komutanım. Ben sanki..."

"Sen zımba gibisin lan. Çakı gibisin çakı." Onu göğsüme yasladım.

"Komutanım ben geçerse, kendimden geçersem. Ruhumu verirsem komutanım. Oku komutanım nas, ihlas. Ben sana okuduydum komutanım. Sen de bana oku." Gözümün önünde eriyip bitiyordu. Koskoca hoca gözlerimin önünde kollarımda şehit oluyor. Sarı hoca...

"Komutanım... Ben gidiyorum... Gittiğim yerde kişisel değil de sevdiğimdendir komutanım." Başını sardığım hocaya tek bir laf diyemedim. Telsiz çalıştığında telsizi alıp "Bayrak dinlemede."

"Bayrak kodun bu mu? Yanındayım esker. Ensendeyim haa." Çaresizdim. Kollarımda askerim yoldaşım can verirken terörist köpekler peşimizdeydi. Ne olursa olsun Hasan'ı geri götüreceğim.

"Hasan uyan oğlum."

"Komutanım... Hakkını helal et komutanım..."

"Hasan geldiler gidiyoruz aslanım biraz daha dayan. Helikopterin sesini duyuyor musun? Ha gayret hoca!"

Helikopter Hasan'ı aldıktan sonra bende helikoptere koşmaya başladım. Son bir kurşun hakkımı teröristin üstünde kullanmadan gitmeyeceğim. Nişan alıp tam kulağından vurdum.

Bu da sana avcıdan bir hatıra olsun köpek.

🩺

"Murat doktoru bul ağır yaralımız var." Kantinde oturuyordum. Albayın sesini duyduğum gibi ağır yaralının kim olduğunu merak etmeye başlamıştım. Ayağa kalkıp albaya baktım.

"Ağır yaralı mı?"

"Doktor Hasan Turna ağır yaralı geliyor. Kan grubu ABrh+ gerekli hazırlığını yap."

"Tamam en az dört ünite kan isteyin hastaneye özel isim verin. Sıcak kan ihtiyacımız olabilir askerlerden de sıcak kan temini yapabiliriz. Hastaneden yanıma hemşire de isteyin." Bir yandan eldivenlerimi giyip karargahın önüne ilerliyordum. Tim hızla yanıma gelirken ortamın kalabalık olmaması adına askerlere seslendim. "Poyraz timini uzak tutalım!"

"Doktor yapma bunu bize!"

"Hakan elimden geleni yapacağım ama burayı ve revire giden koridoru boş tutmalısınız lütfen çekilin."

Havada süzülen helikopterin sesini duymaya başladığımızda gözler 5 gün önce özel göreve giden timin iki üyesine dönmüştü. Helikopter yavaşça indiğinde hızla kapıya doğru koştum. Kapı açıldığında önce yüzü beyaz örtüyle örtülmüş yaralı hocaya bakmak zorunda kaldım. Ölmüştü. Çoktan şehadet şerbetinin tadına bakmıştı. Yine de yaklaşıp örtünün altından nabzını kontrol ettim.

"Ölüm saati 08.30. Vatan sağ olsun." Eldivenlerimi çıkarıp önlüğümün cebine koydum. Poyraz timinin şehidi, şehit Asteğmen Hasan Turna bugün şehadet mertebesine erişti. Timin diğer üyeleri hızlıca gelip Hasan'ın naaşını aldıklarında biraz geri çekilip acılarını yaşamalarına izin verdim.

Murat'ın getirdiği al bayrağın ucundan Ayda, Hakan, Hamza ve Taner tuttu. Bir anda açılan bayrak şehidimizin naaşının üstüne serildi. Helikopterden inip yanımda dikilen komutana çevirdim bakışlarımı. Dolu gözlerini Hasan'ın üstüne dikmiş öylece saygı duruşunda duruyordu. Ağlamamak için sıktığı ellerini görebiliyordum. Yumruk yaptığı ellerinin parmak boğumları beyazlamıştı.

Revire götürdükleri naaşın yanına albay geldiğinde bende sessizce izliyordum. Kerem yüzbaşıyı ilk kez bu kadar kötü görmüştüm. Ağlamamak için kendini sıkıyordu ama sessizdi. İçinde kopan o fırtınaların aksine çok ama çok sessizdi.

Şimdi ise ailesinin evine bir albay gidecekti yada rütbeli bir asker. Tek acı haber daha sokağa girdiği anda yas ortamı bütün mahalleyi saracaktı. Sağlık personelleri albayın arkasında... Bütün mahalle yada köy bir anda anlayacaktı gelen haberin şehadet haberi olduğunu.

Sabah Hasan'ın ailesi gelmişti. Güzel bir kız da yanlarındaydı. Bakışlarım ister istemez kızda dolaştı. Aileyle beraber hüngür hüngür ağlıyordu. Kerem yanıma geldiğinde cebinden çıkardığı yüzük kutusunu bana verdi. "Hasan bunu son nefesinde nişanlısına vermemi istedi. Senin vermen daha uygun olur." kutuyu elinden alıp onu onayladım. Elindeki bordo beresini başına taktı. Yaklaşıp biraz boyuna uzandım ve beresini düzelttim. Bakışlarının üzerimde gezindiğinin farkındaydım ama umursamadım.

Tören başlarken ben de ailenin yanına geçtim. Hem doktor olarak hem de insan olarak yanlarında olmalıydım. Bütün timler sıraya dizilmişti. Hepsi nizami bir düzende bekliyorlardı. Poyraz timi, barut timi, kılıç timi ve niceleri... Hepsi şehidimize saygı göstermek adına bekliyordu. Ambulans geldiğinde kapılar açıldı. "Dikkat!" Herkes bir anda hazır ola geçti. "İleri bak! Sağa, sola dön! Şehit al!" Askerler şehidin tabutunu alırken herkes dikkatle izliyordu. Başka yapacak bir şeyleri yoktu ki. Elden gelen tek şey buydu. Kaybettiklerimizin ardından acı acı bakmak.

"Cenaze yürüyüşü, marş!"

Herkesin gözü ilk başta fotoğrafa daldı. Şehit Asteğmen Hasan Turna...

Şehit yerine yerleştiğinde önce annesi yaklaştı şehidin yanına kokladığı tabutu bir an olsun bırakmak istemedi. Bende yanlarında duruyordum. Koluna girdiğim kadını bir an olsun bırakmadım. Annesinin oğlum diye bağıra bağıra ağlaması bütün karargahta yankılandı. Gözlerimi sıkıca kapatıp başımı başka tarafa çevirdim. Cenaze tekrardan kaldırılıp araca alındı. Gözüm bir an için cebimdeki yüzük kutusuna ilişti. Banklara oturttuğumuz kızın yanına gidip oturdum.

"Başın sağ olsun."

"Dostlar sağ olsun."

"Sen artık şehit eşi sayılırsın. Vatan sağ olsun de. Senin sevgilin vatan için canını ortaya koydu. Adın neydi?"

"Leyla."

"Bende Defne. Öğretmenmişsin ne kadar güzel. Başını öne eğme olur mu?" Avcumdaki kutuyu elini tutup onun avcuna bıraktım. Ağlaması şiddetlenirken onun bu hali önce annemi sonra da kardeşimi hatırlatmıştı.

"Şehadet haberi her askere nasip olmaz. Bazıları bu vatan uğruna ölmek isterken emekli olur. En yüce makamın sahibi olanlar, ebedi olarak yaşayacak ama biz onların ayrılık acısı ile ölene kadar yanacağız. Ben şehit kızıyım sende o mertebenin bir basamağındasın artık. Şehit karısı... Askeri künyesini de sana vermemizi istemiş." Künyeyi de onun başından geçirip boynunda düzelttim. Bana sıkıca sarıldığında bende onu sıkıca sardım. Allah bir daha bu devlete şehit haberi göstermesin. Bu acı bir daha yaşanmasın.

"Ne zaman bir kız kardeşe ihtiyaç duyarsan buradayım Leyla. Ne zaman ona ihtiyaç duyarsan da o her yerde." diyerek ona bayrağı gösterdim. Benim toprağım da şehit olanlar her yerde. Gökte, dağda, denizde... Her yerde benim şehitlerim, benim toprağım olan her yerde...

Gece yarısı Kerem odasına yollanmış dinleniyordu. Ben ise revirde daha fazla duramadım ve çıktım. Adımlarım istemsiz koğuşa yönelmişti. Koğuşun başında durup kapıya yaslandım. Fatih ve Taner boş bir yatağa bakıyorlardı. Ben öyle sandım ama başımı biraz kaldırdığımda şehidimizin yatağında yatan Kerem'i görmüştüm. Kaşları çatılı, huzursuz bir uyku çekiyordu. Uyumamak için dirense de bünyesi 5 günlük bir uykusuzluğu daha fazla kaldıramamıştı.

"Çavuş, uyuyor değil mi?"

"Uyuyor Fatih. Hem de bak nasıl uyuyor."

"Uyusun. O uyumayacak da kim uyuyacak."

Hamza beni gördüğü gibi kalkıp bana yer vermek için "Doktor hanım?" diye seslendi.

"Otur Hamza otur. Revirde duramadım." Yanlarına yaklaşıp komutanın ayak ucuna oturdum. Birbirlerine olan bağları takdire şayandı. "Fatih, komutanla senin tanışman olaylıydı değil mi? Anlatmak ister misin? Şahsen ben dinlemek isterim."

"Ben daha burada normal askerken, daha yeni görev başındayız. Ben uyuşturucu bağımlısıydım. Buraya gelmeyi de istememiştim. Bir süre sonra benim bünye istemeye başladı."

"Yoksunluk krizi..."

"He işte ondan. Bir gün koğuşta yatıyorum. Hamit geldi. Nöbetin var diye darlamaya başladı. Silah tuttum Hamit'e ama kendimde değilim. Beni bir dövdüler doktor hanım bir dövdüler." gülümsedim. Asker anıları dinlemek beni hep mutlu etmişti. Babamdan kalma bir alışkanlıktı. Babam sırf mesleğinden korkmayalım diye görevden geldikten sonra kahvaltılarda veya yemeklerde komik anılarını anlatırdı.

"Sonra beni işte aldılar kapattılar. Tabii sizin gibi doktorlar yok o dönem gönüllü gelecek de benimle ilgilenecek. O gün ben orada yoksunluk krizini atlattım. Sonra işte Kerem komutan geldi. Beni yaka paça çıkardı. Kafama bir vurmuş doktor hanım o gün yediğim silleyi hiç unutamam. Beni götürdü tuvaletlere meğer zulamı bulmuş. Onları bir güzel gözümün önünde kenefe attı." Hatırladığı haline gülüyordu. Bir dönem ölümün eşiğine kadar geleceği uyuşturucu bataklığından yine Kerem sayesinde çıkmış. Her anlamda hazırlanmış ve başarmıştı.

"O gün dediğinin hiç unutmuyorum. Ya bir dosya olarak defolup gidersin yada aslanlar takımının bir parçası olursun."

"Ya kardeş olursun ya hiç olursun..."

"Aynen öyle komutanım." Ben bakışlarımı yüzbaşıya çevirirken Fatih hızlıca ayağa kalkıp selam vermişti. Kerem onun bu haline gülümsedi "Rahat asker."

"Uyandırdık mı sizi yüzbaşı?"

"Tepeme karabasan gibi dikilmiş dedikodu yapıyorsun doktor. Nasıl uyanmayayım?"

"Aman sen daha karabasan görmemişsin. Poyraz bari kalkın da çay içelim. Bu huysuz da burada uyusun. En azından uyandırmayız bir daha."

Timle beraber kalkıp çıkışa ilerlerken yüzbaşının kıkırdamasını duymuştum. Hemen ardından yüzü düşmüş bakışları elinin altındaki yastıkta dolanmıştı. Geri dönüp cebimdeki ilacı çıkardım. Yatakta yastığının dibine koyup ona baktım.

"Birkaç saat daha uyumana yardımcı olur. Gördüğün kabusları azaltır."

"Kabus gördüğümü nasıl anladın doktor?"

"Yorgun bakışlarından... Babamda birini şehit verdiğinde bütün gece yanımıza dolanırdı. Sanki uyusa çatışmadaki bütün kurşunlar onun boğazından geçermiş gibi. Yanımıza yatardı 'Bu gece benim düş kapanım sizsiniz. Benim bütün kabuslarımı siz alıp götüreceksiniz' derdi. Yani evine onlarca şehit haberi sığdırmış biri olarak diyorum ki komutan anlıyorum. Hiç istemesem de yaşadığın duyguyu anlıyorum." Gülümsedim tam odadan çıkıyordum ki komutan yine bir şey dedi ve ben durmak zorunda kaldım.

"Benimde bir kızım olursa, o da benim mi düş kapanım olacak?"

"Kim bilir yüzbaşı? İlerdeki çocuğunun annesine sor bunu."

"Sordum."


Bölüm sonu. Yeni bölümler her pazartesi geliyor. Anca yetiştirebiliyorum az yazsam dahi bölümleri sonra sonra uzatmaya çalışıyorum. Bir süre böyle kusura bakmayın. İyi okumalar. Yorumlarınızı eksik etmeyin ki biraz daha motivasyonum artsın. Bu sadece bir rica ben bunu bayadır aklımda tutuyordum ve yazma cesaretim varken yayınlama cesaretim yoktu.

Loading...
0%