Yeni Üyelik
12.
Bölüm

🩺Elbruz 12. Bölüm🩺

@blackpearln

 

12. Bölüm: Hediye

 

“Belki de öyleyimdir...”

 

Kerem bir cesaret söylediğim karşısında duraksamıştı. Bandajımı açan eli havada kalmıştı. Onunda bakışları benim dudaklarıma kaydığında heyecanla dudaklarımı yaladım. İçi gidiyor gibi derin bir nefes aldığını gördüğümde gülümsedim. Kerem bakışlarını dudaklarımdan gözlerime çıktığında “Yapma doktor. Yanarız.” diye fısıldamıştı. Gözlerinin içine bakarken gülümsedim.

 

Kerem elini gamzeme yerleştirip yavaş yavaş okşadığında kararlıydım. Kerem'in bugün beni öpmesini istiyorum. Onun eline doğru sokulup fısıldadım. “Yanalım. Ne kadar yakabilirsin ki?” Gözlerini yüzümde dolaştırdı. Yüzümdeki anlamlı gülümsemeyi fark etmiş ve aynı gülümsemeyi kendi yüzüne yerleştirmişti. Üzerime doğru eğilip yüzümün bir kısmını kapatan saçlarımı geriye itti ve dudaklarını dudaklarıma sürttü. “Senin daha fazla yanmandan korkuyorum doktor. Canının yanmasından korkuyorum.”

 

Gözlerim istemsiz kapandığında Kerem'e doğru fısıldadım. “Canım yanmaz komutan." Derin bir nefes alıp devam ettim. "Ben güçlü bir kadınım.”

 

O da derin bir nefes aldı. “Biliyorum ama ben güçlü bir erkek olamayabilirim.” Onun yutkunduğunu duyduğumda gözlerimi araladım. Kerem de gözlerini aralamış geri çekilip ayaklanmıştı. Dikişlerim için malzemeleri almaya gitti. Derin bir nefes alıp ortamın gerginlik seviyesinin düşmesini bekledim. Kerem tekrar yanıma geldiğinde sessizce tişörtümü açıp dikişlerimi almaya başladı. Benim için Senem’den bunu öğrenmişti. Aklımdan geçenleri ona sormadan edemedim. “Seni kim alacakmış komutan?”

 

Komutan bakışlarını işinden çekmeden “Anlamadım?” demişti. Anladığını biliyordum. İstemsiz sırıtması sinir bozucuydu. Sanki aşığım dedik, ne var sadece sorduk. Kim seni alabilir ki, huysuz. Göz devirip “Anladığını biliyorum komutan. Cevap versene.” dedim. Komutan bakışlarını bana çevirdiğinde aynı muzur bakışlarla “Annemle konuşman gerek doktor." demişti. "Annem seçti çünkü.”

 

Saçlarımı gözümün önünden çekerken “Kıza acıdım çok huysuz birisin komutan. Kızı sinir hastası edersin sen.” demiştim. Komutan işini bitirdiğinde tişörtümü düzeltip bana su uzattı. O ayaklanıp mutfağa giderken bende suyu yudumlayıp kalkmaya çalıştım. “Yat oraya. Dinlen biraz.” Kerem’in gür sesini duyduğum gibi yattım. Kerem mutfakta bir şeyler yapıyordu ama kızacağı için yanına gidemiyorum.

 

Yarım saat sonra iyice sıkıldığımda derin bir nefes alıp kımıldandım. "Komutan sıkıldım." üstümdeki örtüyü düzeltip televizyonu açtım. Bir süre sonra elinde tepsiyle oturma odasına giren Kerem ile yattığım yerde dikleşip onun getirdiği tepsiye baktım. Tepside iki kase çorba, salata ve bir tabak dolusu sarma vardı. “Sen sarma mı sardın?” Şaşkınlıkla sorduğum soruyla Kerem güldü. Onun yapmadığını anlamıştım. “Hayır doktor annem göndermişti. Yanına gelirken sana da getirdim.” Tepsiden bir kaseyi ve kaşığı alıp bana yavaş yavaş içirmeye başladı. “Kendim içebilirim komutan. Dün komple ben tek başımaydım.”

 

“Dökersin sen.” Özenle içiriyordu. Bir an için sanki onunla evliymişim gibi hissetmiştim. Sanki hastaymışım da Kerem akşamına evine gelip benimle ilgileniyor gibi... Çorbam bittiğinde o da çorbasını içsin diye ben sarmadan birkaç tane aldım. Geçen günkü yemek olayının üstüne böyle bir an denk gelmesi beni gülümsetti. “Annenin eline sağlık komutan. Çok güzel yapılmış.” Komutan bana bakıp neler yediğimi kontrol etti. “Yesene hepsini.”

 

Başımı sağa sola salladım. “Olmaz annen sana göndermiş senin de yemen lazım.” Kerem kendi çatalını alıp sarmanın birini batırmış ve bana uzatmıştı. Ben ucunu ısırıp sarmayı çiğnerken çataldaki kalan sarmayı kendi ağzına atıp yedi. Tekrardan bir sarma alırken önce yine bana yedirmiş yarısını da kendi yemişti. Bütün tabağı öyle bitirtirken birbirimize bakıyorduk. Tepsiyi alıp mutfağa götürürken bende üstümden örtüyü itip yavaşça kalktım ve peşinden ilerledim. Kerem mutfağı topluyordu. Bende ona yardım ettim.

 

Elimdeki tabağı suda duruladıktan sonra ona uzatırken “Geçen günkü kargoyu sen almışsın. Sıkıntılı bir şey mi vardı?” demiştim. Kerem bana bakıp “Kontrol ettim ben biraz sıkıntılı bir kargoydu. Bundan sonra aşağıda kontrol edip öyle gönderecekler.” demişti. Onu başımla onaylayıp idrak edemediğim soruyu ona yönelttim. “Pekala.." Ona yaklaştım ve tezgaha kalçamı yasladım. "Bu kadar önlem neden peki?” Bende dolanan bakışları sanki içi gidiyor gibiydi. Sanki en önemli hazine benmişim gibi... Kerem bana iyice yaklaşıp tam önümde durdu, gözlerimin önüne gelen saçları parmakları ile kulağımın arkasına itti. “Sen önemli birisin doktor. Seni korumamız gerekiyor.” derken eliyle yanağımı okşadı. Dokunuşları, Ayaz’la karşılaştırdığımda daha nazikti. Dokunmaya kıyamıyor gibiydi. Dikişlerimle ilgilenirken bile dikkat ediyordu.

 

Aklıma takılan soru şuydu, ben ona göre mi önemliyim? Dedim ya daha fazla geride durmak istemiyorum. “Ben kime göre önemliyim komutan? Sana göre mi, devletine göre mi?” Kerem gülümsedi. Onu askeriyede gülerken nadir görebilirsiniz. Timiyle birkaç kez gülerken görmüştüm. Şu an ise benim gözlerimin içine bakarken gülümsüyordu. “Kime göre önemli olmak istersen, ona göre çok önemlisin doktor.” Yavaşça eli yanağımı okşuyordu. Yanağımı eline yaslayıp gözlerimi kapattım. Net konuşsun istiyorum. Onun için önemli olduğumu göstersin istiyorum. “Benim gitmem gerekiyor doktor.” Böyle dese bile gitmek istemiyor gibiydi. Gitmek için bir harekette bulunmuyordu.

 

Sessizce elini tuttum. “Kal burada.” Kerem yüzüme dikkatle bakıyordu. “Kalamam.” Elini yanağımdan indirdiğinde benden birkaç adım uzaklaşmıştı. Mutfaktan çıktığında evin dış kapısından çıkacakken bende peşinden ilerledim. Kerem bana geri döndü. “Doktor, sinir hastası olacaksan ben direkt o kızı alayım ha?” Sinirle gülüp karnına doğru yumruk attım. “Seni gebertirim komutan.” Kerem karnını tutmaya başladığında eğilip dudaklarıma yaklaştı. Bunu bu ara çok sık yapıyordu. “Annem bu kadar haşin bir kızı gelin olarak istemeyebilir doktor hanım. Neyse ki ben bu haşin kıza alışkınım.” deyip benim yanağımdan öpüp gitti. İlk başta olan biteni anlayamasam da o asansöre binerken arkasından bağırdım. “Bunu bu ara çok yapıyorsun komutan!” Kerem bana dönüp güldüğünde hızla peşinden gidip asansöre binmeden bende onun yanağından öptüm. Tepki vermesine fırsat vermeden eve geri dönüp kapıyı kapattım. Kapıya yaslanıp başımı da yasladım. Elim kalbime gittiğinde aynı heyecanla attığını görmüştüm. Bu heyecanı sevdim ve daha fazla yaşamak istiyorum.

 

Annemlerle görüntülü konuşacağımda onları direkt televizyona bağlayıp onları aradım. Elime aldığım çikolatayı kemirirken annemler telefonu açmıştı. Evdeki alışık olduğum kaos ortamını gördüğümde sırıtıyordum.

 

“Ne sırıtıyorsun kız?” Annemin sesiyle tekrardan onlara odaklandım. “Hiç anne. Napıyorsunuz?” Annem evdekileri gösterdiğinde hepsine el salladım. Annem dayımla yengemin yanına oturdu. “Yemek yedik, şimdide Nehir teyzenin tatlısını yiyeceğiz. Sen napıyorsun?” Annemin sorusuyla yine Kerem'in yanağını öptüğüm anı hatırlamıştım. Yine de belli etmemeye çalışıp düşüncesizce konuştum. “Hiç işte bende yemek yedim ilaçlarımı aldım. Şimdide dolapta çikolatam vardı onu yiyorum.” Annemin kaşları çatıldığında niye çatıldığını anlayamadım.

 

“Ne ilacı?” İlaç mı? Siktir ben bunu mu dedim? Annem canıma okuyacak. En iyisi bilmiyor ayağına yatayım. “Ne ilacı? İlaç mı dedim ben?” Annem direkt bana bakıyordu. İnanmayacağını bile bile salak ayağına yatmak zorundayım. Sırf annemin hastalığından dolayı sakladığım bu gerçeklik artık saklanamazdı. Yani saklayamam sanırım. “İlaçlarımı aldım dedin?”

 

“Demedim.” Annem iyice sinirlenmeye başlamıştı. Tek bir sefer de “Defne!” diye kızmıştı. Çaktırmadan yalakalık yaptım. “Annem söyle anneciğim.” Annem tezgahıma düşmemişti, hemen beni tersledi. “Sus kız yalak. İnanmam söyle bakalım ne oldu sana?” Göz devirip derin bir nefes aldım. Başka kaçış noktam yoktu, her şeyi anneme anlatmak zorundayım.

 

“Pekala ama sakin olacaksınız. Güney amca annemi kontrol ededur lütfen.” Annemin yanına gelen aile bireylerimin hepsi bana ve diyeceğime odaklanmıştı. Bulut annemin arkasında yüzüme dikkatli dikkatli bakıyordu. “Anne üç-dört gün önce bir hasta yakını suçlu tarafından bıçaklandım ama iyiyim korkmanıza gerek yok. Hatta bugün dikişlerim alındı.”

 

Annem anlık telefona yaklaştı. Şaşkınlıkla bana bakarken gelecek olan soru listesini az çok tahmin edebiliyordum. “Defne ne demek bıçaklandım? Kızım sen beni öldürecek misin? Allah’ım ya sabır ortaokulda kavga çıkarır, lisede bıçaklı kavgalara girer kızım sen benim sınavım mısın?” Annem sırasıyla her şeyi saymaya başladı. Onun bitirmesiyle bende sakin sakin anneme iyi olduğumu göstemeye çalıştım.

“Annem sakin ol ben iyiyim, görüyorsunuz bak.” İyi olduğumu göstermek için ayağa kalkıp etrafımda döndüm. Bulut’un annemi sakinleştirmeye çalışan sesi kulağıma geldiğinde gülümsemeden edemedim. Bulut yine standart modunu açmıştı. “Teyze baksana ya turp gibi. Ayrıca fark etmedim sanma Defne, aramayı açtığından beri sırıtıp duruyorsun.” Bulut'u görmesem de beni gıcık etmeyi başarıyordu.

 

Onun duyacağı şekilde inkar ettim. “Ne alaka Bulut? Neyse ne ağzımdan kaçırmasam söylemeyecektim bile, o derece iyiyim anne. Sıkma canını gelmeye de kalkmayın.” Annemden önce Damla teyzem araya girmişti. Anlaşılan herkesi gerçekten fena korkutmuşum. Sonrasında annemin panik sesi geldi. “Off Defne sen benim sebebim olacaksın kızım. Ne vardı da buralarda yapsaydın görevi... Ayaz’dan kaçacağım diye yıllardır evine çok az geliyorsun.”

 

“Teyze bir şey diyeyim mi bence Ayaz’la alakası kalmamış. Defne’de farklı haller var.” diye araya dalan Bulut’a Ayaz’ın ters bir bakış attığını fark ettim. Ayaz’ı umursamadan Bulut’a baktım. “Bulut sen bi sussana?” Bulut sırıtarak bana baktığında yakalandığımı anladım ve Bulut'tan kaçamazdım. “Aha haklıyım demek ki. Geçen geldiğinde Ayaz’ın evleneceğini söylediklerinde de böyleydin.” Elimdeki çikolatanın paketine baktım. Kerem yine aklıma geldiğinde gülümsememi gizlemeden başımı kaldırıp Bulut'a baktım.

 

“Bulut sonra, sonra konuşalım olur mu?” Bulut yine elime düştün der gibi sırıtarak geri çekildi. Çocukları sorduğumda çocukların yukarıda oyun oynadıklarını söylediler. Anneme bandajı gösterip daha da rahatlamasını sağladığımda Nehir teyzem ve Damla teyzem onunla ilgileniyordu. Bir saat daha konuştuktan sonra telefonu kapatıp Bulut’a "Yarım saat sonra beni ara.." diyerek mesaj attım.

 

Telefonumu cebime attıktan sonra kalkıp mutfağa geçtim. Dolaptan bir bardak aldım ve bir kahve hazırlamaya başladım. Bulut beni aradığında cebimden telefonumu çıkarıp açtım. “Bekle salıncağa geçiyorum. Elis sevgilim ben bahçedeyim.”

 

“Tamam, Defne’ye selam söyle.” Elis’in sesi iyice uzaklaşırken Bulut telefonunu saklayarak bahçedeki salıncağa çıktı. “Yüzündeki aptal gülümsemenin sahibi kim çok merak ediyorum.” Ufak bir gülümsemeyle kupamı alıp koltuğuma oturdum. “Kafam çok karışık Bulut.” Tek bir cümle Bulut'un ciddi konuşmaya geçmesini bekledim. Biliyordum, Bulut beni anlardı.

 

“Ciddi mi konuşuyoruz? Pekala anlat bakalım neyin nesi bu sırıtmanın kaynağı?” Bulut anlamıştı bu beni gülümsetti. Dedim ya Bulut beni anlardı. Kerem'i aklıma getirdiğimde yüzümdeki gülümsemem arttı. “Biri var. Farklı hissediyorum Bulut. Güvenmek istemiyorum ama...”

 

“Çoktan güvendin.” Yüzüne yerleştirdiği merhamet gülümsemesi beni de gülümsetti. Yıllardır o evde yakın olduğum tek erkek kuzenim Bulut’tu. Beni anlaması, bana hep dürüst oluşu onunla aramızdaki bağı kuvvetlendiren şeylerdi. Bulut sanki cevabını biliyormuş gibi gülümserken merak ettiği soruyu sordu. “Ne iş yapıyor?”

 

“Asker. Özel kuvvetler.”

 

“Şaşırmadım. Siz üçüzlerin kaderinde asker, polisler var hep. En azından pilot damat Defin’i, polis damatta Denef’i mutlu etti. Belki bu asker çocuk da seni mutlu eder." Bulut başıyla ekranın diğer tarafındaki beni gösterip "Gördüğüm kadarıyla başlamış bile.” demişti. Sırada benim düşüncelerim vardı. Bulut'da benim kafamı kurcalayan şeyleri bekliyordu. Aklımdaki her şeyi istemsizce anlatmaya başladım.

 

“Çok kafam karışık Bulut. Onunla vakit geçirmekten zevk alıyorum. İnatlaşıyorum da sakince konuşuyoruz da. Bulut.." Bulut beni dinlerken göz kırpıp devam etmemi bekledi. "Geçen gün beni öpecekken durdu. Sanırım flört ediyoruz.” Bulut gülmüştü. Aklımdaki soruları anlamıştı.

 

“Ama sen Ayaz’dan dolayı güvenebilecek misin bilmiyorsun?”

 

“Ayaz canımı çok yaktı. Sadece benim değil hepsi hepimizin canını yaktı. Şimdi ise dönüp baktığımda... Onu umursayamıyorum. Hayatına devam edebilmesi önceden canımı çok yakıyordu, şimdi onun adına mutluyum.”

 

“Ayaz’ı atlattın. Tıpkı kardeşlerin gibi... Kardeşlerin mutlu, şimdi senin zamanın gelmiş Defne. Adı ne?” Merakla sorduğu bu soru ortama ufak bir gülümseme sunmamı sağlamıştı. “Kerem.” Bulut elini büyük ihtimalle dizine vurmuştu. Kadraja girmese de kuzenimi tanıyordum. Hareketlerini, düşüncelerini en az Elis kadar iyi bilebilirdik. “Tüh Deniz teyzem adını Aslı koysaydı keşke. Kerem ile Aslı olurdunuz fena mı?” Gereksiz esprisine göz devirdim. Oldum olası gereksiz esprileri vardı.

 

“Tanışmaya gelsem mi acaba?” Hızlıca oturduğum yerde dikleştim ve işaret parmağımı Bulut'a doğrulttum. “Hayır Bulut sakın.” Kahkaha attı. Bir süre sonra tekrar ciddileşip yüzüme odaklandı. “Nasıl yaralandın? Kerem ne yaptı sen yaralandığında?” Onun bakışlarındaki merhameti hissedebiliyordum. Üstün körü anlatırsam daha da detay isteyecekti. O yüzden umursamadan bütün detayları anlatmaya başladım. "Hastaneye bir hasta geldi. Çocuk daha, işte tedavilerini uyguladık. Çocuğun yanında iki tane adam vardı. Ben birini babası, diğerini de dedesi sanmıştım. Meğer benim babası sandığım adam meğer kızın kocasıymış." Bulut'un şaşkın bakışlarını gördüğümde başımla olayın doğruluğunu onaylamıştım. Kahvemden birkaç yudum aldım. "Neyse işte şikayette bulundum. Doktoru, adamları şikayet ettim. Sonra kız gece bebeğini istedi benden. Bende evine almaya gittim. Kocası olacak adam kaçmış, ben evdeyken arkamdan bıçağı bana sapladı."

 

Bulut dikkatlice beni dinliyordu. “Kerem ise..." Hafızamı hatırlamak için zorladığımda tam bir şey hatırlayamıyordum. "Hafızamda çok yok ama bazı sesler hatırlıyorum Bulut. Benim için paniklemiş bir ses hatırlıyorum. Rüzgar... Tenimde ciddi bir esinti hissediyordum. Benimle atışmak istediğini söyledi. Ben gidersem ne yapacağını sorguluyordu. Tam hafızamda yok ama ağlıyordu sanırım.” Bulut’a baktığımda beni dikkatle dinliyordu.

 

“Sonra sizi panikletmemek için aratmamış ama hastanede orada beklemiş. Bir askeri var, kadın. Refakatçim olarak o bekledi başımda kadınsal bir şey olursa diye ama hastaneden ayrılmamış. Koridorda beklemiş. Bugün dikişlerimi almak için evime geldi. Doktorumdan öğrenmiş sırf kendisi alabilmek için. Yemek hazırladı, ortalığı topladı ve gitti.” Bulut bütün bu anlattıklarımın karşısında sırıtıp “Sevgilisiniz yani?” deyivermişti. Başımı sağa sola sallayıp “Hayır kesin bir şey yok.” dedim.

 

Bulut salıncakta daha rahat bir pozisyon almıştı. Daha derin bir nefes aldığında benim inkar etmeme sinirlenmişti. “Ne olması lazım kesin bir şey olması için? Çocuk senin için endişelenmiş, paniklemiş eminim seni hastaneye nasıl yetiştireceğini şaşırmıştır. Sen anlatırken Elis’in intihar ettiği gün aklıma geldi. O günkü endişemi kimse anlayamadı ama Elis’i o gün kaybetsem herhalde toparlanamazdım Defne.” Gözlerini kapattı. O günün aklına geldiği belliydi. Sessiz kalıp düşündü. Bir an için kendimi Bulut’un yerine koydum. Sevdiği insanın gözlerinin önünde eriyip bittiğini görmek...

 

“Elis benim hayatım. Çocuklarımın annesi, onu o gün intihar edecek noktaya getiren Öykü teyzemleri asla tam affedemedim Defne. O yüzden eğer yanlış düşünmüyorsam o çocuk sana boş değil. Sen en iyisi konuş onunla.” gülümsedim. Bulut'la konuşmak beni rahatlatıyordu. “İyi ki varsın Bulut. Sen olmasan kiminle konuşabilirdim.” Bulut gerinip kolunu salıncağın sırt kısmına yaslamıştı. “Sen olmasaydın da olurdu cadı. Ne güzel evde kaldın diye dalga geçecektim ya kaşla göz arası bulmuşsun birini.” Güldüm, asla kötü hissetmeme izin vermiyordu. Saatlerce konuştuk, Elis de yanımıza gelmiş çenemiz iyice düşmüştü. Sabaha karşı yatağa geçip Kerem’i düşünerek uykuya daldım.

 

🩺

 

“Komutanım.” Sigaramın dumanını havaya üflerken başıma dikilen Hakan’a baktım. “Söyle asker. İşe yaradı mı dediklerim?”

 

“Yaradı komutanım yaramaz mı." Hakan yanımda dikilirken merak ettiğini sormadan gitmeyeceğini biliyordum. O yüzden sorması için elimle hızlanmasını işaret ettim. "Komutanım siz bunu kimin için yazmıştınız? Yani biz sizi hiç kimseyle görmeyince...” Sigaramın dumanını üfledikten sonra Hakan'a bakmada konuştum. “Sorgulama Hakan. Ayda’ya açılmana yardımcı olduysa ne mutlu de geç.” Hakan beni onayladı. Kerem yanıma gelip oturduğunda konuyu anlamaya çalışıyordu. “Kim ne için mutlu?”

 

“Bu gidişle düğünümüz olacak Kurt. Hakan, Ayda’dan hoşlanıyor.” Kerem yüzüne yerleşen gülümsemeyle Hakan'a dönüp “Hayırlı olsun Hakan.” demişti. Hakan ise üniformasıyla benim sol tarafımda ayakta dikiliyordu. “Sağ olun komutanım.”

 

Sırıtıp “Darısı doktorla senin başına Kurt.” dedim. Ters bakışları beni bulduğunda sırıtan gülüşüm daha da genişledi. sigaramdan bir nefes daha çektim. Kurt, Hakan’ı postalayıp benimle beraber oturmaya devam etti. “Söyle bakalım sen Hakan’a nasıl yardım ettin?”

 

Omuz silkip “Afili birkaç söz.” dedim. Kurt şaşkın bakışlarını üstüme çevirmişti. “Senden öyle sözler çıkar mıydı Barut? Aşık olduğun o kıza mı yazdın yoksa o afili sözleri?” Aşık olduğum kız... Sıkıntılı bir nefes çekip biten sigaramı yere attım. Postalımın ucuyla sigarayı ezip yeni bir sigara çıkardım.

 

“Fazla dertlisin. Bana güvenmediğini düşünmeye başlayacağım Barut. Sen benim badimsin lan. İnsan badisine güvenmez mi?” Alayla gülüp elimi onun sırtına attım.“Ben sana hep güveniyorum Kurt.”

 

“Anlat o zaman Barut.” Elimi tekrardan çekip önüme koydum ve etrafa baktım. “Çocukluk aşkı nedir bilir misin?” Kurt bana baktıp durumumu detaylı inceledi. Durgun olduğumu gördüğünde o da benim gibi tam karşıya baktım. “Evet ama genelde çocukluk aşkı sadece çocuklukta kalır derler." Sessizce tekrardan konuşmasını bekledim. "Karadenizli miydi?” Başımla onu onayladım. Aklıma gelen yüzü beni gülümsetti.

 

“Annesi.. Annesi karadenizli. Böyle kahverengi göğsünde biten saçları vardı. Güzel mavi gözleri, küçük bir burnu vardı. Onu ilk gördüğüm andan beri gözlerimi ondan alamadım.”

 

“Bu kadar seviyordun madem neden ona söylemedin?” Aklıma gelen anılarla gülümsedim. "Altan, koş bak. Seni biriyle tanıştıracağım." Annemin yanına koştuğumda hemen yanında bir kız duruyordu. Yanlarına yaklaştığımda annem kızın hizasında diz çöktü. "Bak kızım bu benim oğlum Altan. Altan bu kızım da Asiye, hani karşıda bir teyzen vardı ya onun kızı." Annem kızın saçlarını okşadığında kıza baktım. Bir anda benim elimden tutup beni sürüklemeye başladı. "Hadi gidelim. Teyzem beni göyemezse ceza veyiy."

 

“Çocukluk dendi Kurt. Annem saçma sapan konuşma derdi. Annemin bahçesinde onun en sevdiği çiçeklerden ekiliydi. Çan çiçeği... Her seferinde oyun oynamaya giderken onun için koparıp gidiyordum.”

 

"Asiye gelmiş. Anne ben Asiye'lerle oynamaya gidiyorum." Bahçeden çıkmadan önce köşede gördüğüm dikili çiçeklerden bir tane kopardım. Asiye kapının önünde beni bekliyordu. "Hadi Altaan.." Elimdeki çiçeği arkama saklayıp kapıyı açtım. Asiye beni gördüğü gibi kucağıma atlamıştı. "Altaan!" Kucağıma atlayan küçük kızı sarıp tek elimdeki çiçeği ona uzattım. "Aa çan çiçeği!" Elimdeki çiçeği alıp güldü. O benim yanağıma bir öpücük kondurdu. "Teşekküy edeyim Altan.."

 

“Vay be Barut. Senin içinden böyle romantik birinin çıkacağını hiç düşünmezdim. En son ne zaman gördün?” Sessizce düşünmeye başladım.

 

“En son ben 10 yaşındayken o 5 yaşında falandı. 2005 yaylada o gitmeden önce onu öpmüştüm. Sonra bir kere daha gördüm ama onu hatırlamak istemiyorum.”

 

“Sonra bir haber almadın mı?” Buruk bir şekilde gülümsedim.

"Oy neni koçari.." Asiye sekiyordu. Bembeyaz gelinliği ile çok güzel görünüyordu. Duvağını sıkı sıkı tutuyordu. Mavi gözleri etrafta ışıl ışıl bakıyordu.

 

“Aldım. Evlenmiş uzaktan düğününü izledim. Kahve saçları, bembeyaz gelinliği ile büyüleyiciydi Kurt. Belki birbirlerini çok sevmişlerdir ama o adam, onun en sevdiği çiçeği bile bilmiyordu. Salak saçma pembe lalelerle süslemişlerdi. O pembe renginden nefret ederdi. Laleleri de sevmezdi. Mutluydu neyse ki.” Kurt'un bakışları bana döndüğünde benim adıma üzüldüğünü anladım. Kaşları çatılı duruyordu, olan biteni anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

“Siktir Barut... Bu kadar severken nasıl bu hale geldin?” Bilmiyorum. Onu bunca yıl nasıl sevdim, nasıl bekledim bilmiyorum. Elimle başımı ovuşturdum. “Ben onu karşılıklı olsun diye sevmedim ki. Sadece çok sevdim. Onu hala seviyorum. Yaşarken, ölürken aklımda ve kalbimde bir tek o var.” Kurt sırtımı sıvazlarken biten sigaramı yere attım. Ufak bir tebessüm edip Kurt’a bakmadan konuştum. “Sana bir şey daha göstereceğim ama taşak geçmek yok.”

 

Kurt güldüğünde ona bakmadan bekledim. “Bana bu kadar güvenen bir badim olması gözlerimi yaşartıyor Barut.” Parkamın içinde üniformamın cebindeki çiçeği çıkardığımda Kurt kahkaha atmaya başladı. Onun kahkahasıyla bende gülmeye başladım.

 

“Lan puşt kızı unutamadın anladım da kızın en sevdiği çiçeği cebinde taşımak nedir lan?” Gözlerimi çiçekten ayırmadan “Bana onu hatırlatıyor.” Kurt benim elimden aldığı çiçeği elinde oynuyordu. Çiçeği bana uzattığında tekrardan aldığım yere koydum. “Sen anlat. Ne zaman doktorla senin düğünü yaparız?” Kurt bir anda başını bana çevirip “Ne doktoru lan? Yok doktor falan.” dediğiyle gülmeye başladım. Salak herif yanağındaki ruju fark etmemişti belli ki. Kaşlarımı çatıp “Doktorun yanına gitmemiş miydin?” diye sordum.

 

“Evet dikişleri alınacaktı. Yardıma ihtiyacı olur dediydim.” gülmemek için kendimi sıktığımda yanağındaki ruj lekesi sinirimi bozuyordu. O yüzden bakışlarımı önüme çevirdim. “Dikişler bahane oldu sanırım.” Kurt'un bakışları beni buldu. Şaşkın şaşkın bakıyordu. “Ne?” Karşımdaki adamın salaklığına gülmeden edemedim. Hayır yani karşımdaki adam bordo bereliydi ve alık alık bana bakıyordu. Elimle yanağını işaret edip konuştum. “Öpüşmüşsünüz işte yanaklardan geri zekalı herif.” Kahkaha attım. Salak ifadesiyle eli anında yanağına gitti. Yanağından sildiği hafif renkli ruju elinde kalmıştı. “Belki başka biri?”

 

“Lan salak herif sen o doktor dışında kimseyle anlaşamazsın. Ayrıca aranızdaki çekim bütün karargahın dilindeyken sen neyi itiraz ediyorsun?” Kerem’in bakışları ciddileşirken tereddütleri olduğunu fark ettim. “Anlat.”

 

“Başımda bu kadar bela varken onunla olamam.” Göz devirdim. Hayır asker adamın elbetteki korkusu olacaktı. Korkusu olmayan insan mı olur? “Hayat senin tereddütlerin için çok kısa Kurt. Olacak olan şu an bile olabilir. Onu elinden kaybedebilirsin.” Baktım. Tereddütleri oldukça normaldi. “O benimle yanmaya razı.” Demek ki doktorla konuşmuştu ve doktor direkt kabul etmişti.

 

“Yanın o zaman. Uzaktan ayrı gayrı yanacağınıza yan yana yanın.” Omuz silktim. Kurt elleriyle oynarken bana döndü. “Ya zarar görürse?” Derin bir nefes alıp verdim. Doktor evet dedikten sonra ne kadar uzak durabilirsin ki? “Askersin sen. O kızın babası gibi. O kız bunlara alışkın.” Kurt başını sağa sola sallayıp dediklerimi inkar etti.

 

“Değil. Babası o kadar korumuş ki onları. Teröristlerin daha diğer kardeşlerinden haberi yok. Dosyalarla anlaşmalarla... Sabah albay beni ikinci kez odasına çağırdı. Kuzey albay Poyraz timinin ilk komutanıymış. Hatırlıyor musun? Tim kurulacak dediklerinde Poyraz timinin komutanı olacağımı söylediklerinde...”

 

“Çok heyecanlanmıştın.” Aklıma Kurt'un o ilk heyecanı gelmişti. "Barut! Barut başardım! Tim komutanı oluyorum." Spor yapıyordum. Asılı olduğum barfiks çubuğundan inip karşıma gelen Kurt'a baktım. "Ne komutanı?"

 

"Yeni poyraz timi kurulacak ve ben timin komutanıyım."

 

“Gerçi sana kendi soyadınla tim kurma hakkı verdiler ama Poyraz timi... Efsaneydi.”

 

Kapıyı çaldığımda içeriden bir ses gelmesini bekledim. “Gel Kerem.” Kapıyı aralayıp odaya girdiğimde Albay Mevlüt elindeki dosyalarla burnunun ucundaki gözlüğünün üstünden bakıyordu. Dosyaları bırakıp koltuğuna oturdu. “Poyraz timinin hikayesini biliyor musun?” Tam masasının karşısında ayakta durdum.

 

“Tam değil komutanım.

 

"Yarbay Kuzey Mutlu'yla tanışmasan da o seni tanıyordu Kerem. Timini, Poyraz'ı zamanında o kurmuştu. Kendi timi olan poyraz timi o rütbe aldıkça onunla beraber rütbe aldı. Timi dağıttıktan sonra yeniden poyraz efsanesini sahalarda görmek istediğini bana yazılı olarak bildirmişti."

 

"Poyraz timinin efsanesini bilmeyen yok. Askeriyeye giren herkes illaki bir kez duymuştur. Bu timin kurulacağı zaman timin komutanı olacağımı duymak beni çok gururlu hissettirmişti."

 

"Timinin ustaları emekliliğe ayrılacağında o timi tekrar kurmak ona yakışırdı. Hayatta olsaydı başınızda Yarbay rütbesi ile o duracaktı. Fakat izin vermediler. Şimdi ise Poyraz timine çok doğru bir komutan seçtiğini görebiliyorum. Hem kızını koruyan hem de devletini koruyan bir komutan. Yeri geldiğinde tim dışında daha fazlasını da yapabileceğini biliyordu sanırım.”

 

“Komutanım bir sorun mu var?” Albay önündeki dosyayı yavaşça benim olduğum tarafa doğru itmişti. “Kuzey yarbayın bildiği gizli bilgi bu dosyada.” Çok gizli yazılı dosyaya bakmadan gözlerim komutandayken dosyayı elime aldım.

 

“Milli istihbarattan sana gönderildi bu dosya. Daha önce sadece birkaç kişinin bildiği bu bilgi teşkilattan yetkili biri getirdi. Birde doktora iletmen gereken bir hediyesi var.” Küçük bir kutu çıkardığında kutuyu da dosyanın yanına koydu.

 

“Kutunun içinde iki hediye var. Biri sana, biri doktora.”

 

“Bana mı?”

 

“Bilemiyorum, alıp çıkabilirsin.”

 

“Yani anlayacağın timin başına Defne’nin babası tarafından seçilerek getirilmişim.”

 

“Adam ölmeden önce hissedip bilmeden kızını aşık olacağı adama emanet etmiş.” Kurt bana çevirdiği bakışlarıyla yine itiraz edecekti belli ki. “Ben aşık değilim.” Ona canım sıkılmış gibi göz devirdim. Salak salak reddetmesi sinir bouzyordu. “Sen ona deli divane aşıksın Kurt. Sikik inadın bana sökmez. İstediğin kadar inkar et.”

 

Kurt diyecek bir şey bulamadı. Üniformasının cebinden kutuyu çıkarıp açtı. Kutunun içinden çıkan kolye ve askeri künyeye baktım. Kolyenin gümüş zincirin ucundaki beyaz stetoskop ucundaki mavi güllerle süslenmişti. Askeri künyede siyah zincirin üzerinde künye kısmı boştu. Künyenin ucunda küçük bir silah vardı.

 

“Kader bile sizi birbirinize itiyor gibi Kurt. Baksana babası özel bir hediye bile yaptırmış.” Kurt kolyeyi tutup havaya kaldırdığında kolyenin zarif görüntüsü gerçekten de güzeldi. “Babası kızı için çok zarif bir hediye seçmiş.”

 

“Senin için de öyle.” Deyip güldüm. “Hadi git de hediyesini ver kızın.”

 

“Uyumuştur sabah veririm.” Diyerek cebine koydu kolyeyi. Umursamadan önüme dönüp etrafı izlemeye başladım. Cemil yanımıza koşarak geldiğinde bize bir görev geldiğini anlamıştık. “Komutanım Mevlüt Albayım sizi bekliyor.”

 

“Görev mi?"

 

"Evet 2 saate helikopter kalkacakmış.” Kerem bana baktığında onu onaylayıp içeriye ilerledim.

 

Evin bendeki anahtarıyla kapıyı açıp sessizce yatak odasına ilerledim. Defne yatakta uyuyordu. Saçları yastığına sanki özenle dağıtılmış gibi serilmişti. Dikkatle yaklaşıp babasının hediyesi olan kolyeyi onu uyandırmadan boynuna taktım. Kutunun içinden çıkan minik silah figürünün ne için olduğunu ilk gördüğümde anlayamamıştım. Lakin şimdi ne için olduğunu anlayabildim. Minik silahı stetoskobun içinden geçirip bıraktığımda tam oturmuştu.

 

Masadan aldığım kağıda notu yazıp evinden çıkmadan önce dudaklarına hafif bir öpücük bıraktım.

 

Babandan sana ufak bir hediye getirdim. Nasıl bana geldiğini sorgulama olur mu? Sana kolyendeki minik silah kadar yakınım doktor. Görevden sağ salim dönersem görüşeceğiz. Emin ol seni o gün doya doya öpeceğim. ;)

 

Huysuz Komutan

 

Bölüm sonu.

 

12. bölüme kadar geldik. Ne ara bu kadar ilerledik bilmiyorum. Bundan sonra bölümler cuma günleri gelecek arkadaşlar. Anlayışınıza sığınıyorum.

 

İnstagram hesabımız; elbruz_blackpearln

 

İyi okumalar :)

 

Loading...
0%