14. Bölüm: Vatan sana emanet
Bomba yaraları, durmayan kanamamız ve daha niceleri. Zaman algımı kaybetmiştim bile. İki gün, üç gün... Sırtımdaki derin kesik izinin kanaması kendimi zorlamamla tekrar başlamıştı. Başımdaki yarığın bomba patlamasında olduğunu düşünüyorum. Ellerimdeki kesikler, dağılan yüzüm ise bu leşlerin eseriydi. Saçlarım uzamıştı. İlk bir kaç günü baygın geçirmiştik. Ne ara bu heriflerin eline düşmüştük hiç bilmiyordum bile.. Uyanabildiğimde bunların elindeydik. Bu köpeklerin işkencelerine uyanıyor sonra kanamadan dolayı bilincimizi kaybediyorduk.
Barut karşımda zincirli duruyordu. “Neyin peşindeler Kurt?" Şüphelenmesi gayet normaldi. Kaç gündür bilmiyorum ama durmadan aynı sorular dönüyordu. Barut'un durumu daha ciddiydi. Bana belli etmiyordu ama durumu ciddi görünüyordu. Derin bir nefes alıp tutulduğumuz mağaraya baktım. “Küpeli canımızın, Miro da Kuzey komutanın bildiği bilginin.”
“O yüzden öldürmüyorlar demek ki. Ne biliyor?”
“Bilmiyorum. Tek anladığım baya önemli bir bilgi olduğu, baksana Miro bizi öldürtmüyor.” Yalan. Biliyordum ama tabii ki söylemeyeceğim. Barut yüzüme bakıp sırıttığında yalan söylediğimi anlamıştı. “Bilsen şaşardım zaten Kurt. Bir boku da bil."
“Biz bilmemiz gerekenden daha fazlasını bilmeyiz Barut. Ne çabuk unuttun?” Olabildiğince sessiz yaklaşıp fısıldayarak “Ne kadar önemli bir bilgi?” diye sordu. Ona cevap veremeyeceğimi anladığında başıyla beni onaylayıp önüne döndü. "Ne zaman kaçıyoruz?" Başımı kaldırıp baktığımda sırıttım. "Ben yolu açarım sen gerisini halledersin Barut."
Barut da sırıtıp "Zevkle." demişti. Leş kargaları başımıza üşüşmeye başladığında ikimizde soğukkanlılığımızı elimize alıp karşımızdaki heriflere baktık. "Söyle bakalım esker. O komutanın bildiği bilgiyi söyleyecek misin? Yoksa seni dövelim mi?"
"Bana niye avcı diyorlar biliyor musun? Tek seferde attığımı vuruyorum. Bunu sana niye söylüyorum biliyor musun?" Karşımdaki herif öküzün trene baktığı gibi bana bakıyordu. "Sana bilgi vereceğimi mi sanıyorsun?" Bir kuvvet olduğum yerde yükselip karşımdaki adama tekme attım. Diğer adamın boynuna doladığım bacaklarımla sıkmaya başladım. Adam yere düşerken zincirlerimi sertçe çektim ve olduğu yerden söktüm. Adımlarım yere değdiğinde köşede duran bıçağı alıp "Çünkü ilk sen öleceksin." diyerek kafasına fırlattım. Hızlıca Barut'un zincirlerini de çözdüm. "İşin gücün şov, değil mi?Buradan kaçtık kaçtık. Hadi Kurt." Adamların silahını alıp dikkatli adımlarla ilerlemeye başladık. Başımdan sızan kan gözümün önüne geliyordu elimle kanı silip ilerlemeye devam ettik. "Sen sol ben sağ Barut." Barut beni onayladığında sağ taraftan ilerlemeye devam ettim. Köşede gördüğüm birine sessizce yaklaşıp indirdim. Kaçtığımızın fark edilmesi kısa sürmezdi. Hemen yakalanmak istemiyorsak sessizce ilerlemek zorundaydık.
Bir süre sonra kaçtığımız fark edilmişti neyse ki üç kişiyi ben halletmiştim. Tekrardan aynı mağaraya sürüklendiğimizde yaram kanamaya başlamıştı. Başım iyice dönmeye başladığında karşımdaki Barut'a baktım. "Kaç kişi?" Barut sırıtarak bana bakarken sorumu yanıtlamıştı. "Beş."
"Nasıl üçle kalırım hay sikeyim yani." Güldü. Düştüğümüz hale rağmen gülüyorduk. Yaramın kanamasının arttığını gördüğünde Barut'un endişeli bakışlarını görmüştüm.
“Doktora geç kalmazsın umarım.” Doktor... Yirmi dokuz yıllık hayatımın en tuhaf yedi ayının başrolü... Defne aşırı inat karakteriyle geldiği gibi bütün dikkatleri üstüne çekmişti. İnat, zır delinin önde gideniydi. Hastanede bütün herkes ona hızlıca adapte olmuştu. Gelen hastalar onun güler yüzlülüğünden faydalanmak istiyor, her gelen ona muayene olmak istiyordu. Sarı saçlarındaki boya biraz biraz akmaya başlamıştı. Onu kahverengi saçlarıyla görmeyi o kadar çok istiyordum ki şu an buradan kaçma motivasyonum bile bu olabilirdi.
“Kalırsak da vatan sağ olsun Barut.” Küpelinin adamları içeri girdiğinde Barut başını kaldırmıştı. Bize işkence ederek bilgi almaya çalışacaklarını biliyorduk. Günlerdir dozunu arttırarak devam ediyorlardı zaten. Barut’un kolunun kırık olduğuna eminim. Elektrik verilerek işkenceye maruz kalıyordu. Sırf benim bildiğim ve gizlemek zorunda olduğum bir bilgi yüzünden o işkence çekiyordu.
“Normalde sizi şu ana kadar öldürmüş leşlerinizi o çok sevdiğiniz bayrağın altına attıydık ama Miro şu doktordan bilgiyi alana kadar sizi öldürmeyeceğim.”
Barut benden önce “Doktordan uzak duracaksınız küpeli. Zaten ona dokunamazsınız. Karargahta tutuyorlardır.” Dediğinde sırıtıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bunlara en ufak bir zaaf gösterirsem Defne’ye zarar verebilirlerdi. Her şeyden önce vatan ve Defne korunacaktı. Badim de bunu iyi biliyordu. Kendi canımızdan önce sırlarımızı korumak zorundaydık.
Barut’un yüzüne inen yumrukla işkence dolu saatler tekrardan başlamıştı. Barut ağzında dolan kanı sağa tükürdüğünü bakışlarım onda dolanıyordu. Başını kaldırdı ve o kırık koluna, çektiği bütün işkencelere rağmen başını dik tuttu. Benim badim de benim gibi dayanıklıydı. Küpeli bana döndüğünde bakışlarımı Barut'tan çekip ona baktım.
“Kaç gündür burada olduğunuzu biliy misen asker? Tam tamına altı gündür burdasınız hee.”
Altı gün... Tamı tamına yüz kırk dört saattir bunların elindeyiz demek ki. Gözlerimi en ufak kapattığım anda gözlerimin önüne gelen mavi gözler. Hem yaşama sebebim hem de vatandan sonra uğruna öleceğim tek kişi...
Defne benim için endişelenmiştir. Gerçi o bu hayatın içine doğdu. Babası benim gibi asker annesi onun gibi doktordu. Direkt asker hayatının içinde büyümüştü. Çoğu doğum gününe babası gelememiş, belki de kaç kez babası esir düşmüştü. Defne alışıktı, ağlamış mıdır? Ne saçmalıyorum ben kesin ağlamıştır. Döktüğü her gözyaşının sebebi şu an bu kadının eline düşmüş olmam. Benim hatam... Benim sorumsuzluğum ve benimle buna katlanmak zorunda kalan badim. Ben bu düşüncelerdeyken küpeli elindeki bıçağı karnıma saplamış biraz da içimdeyken döndürmüştü.
“Sizi öyle bir hale getirecem ki. O doktor sizi tanıyamayacak bile.” Küpelinin bu dediğiyle gülmeye başladım. O kadar komik bir şey değildi ama bulunduğumuz durumda psikolojimin iyi olmasını da beklemiyorum.
“Senin o şerefsiz nişanlını geberttiğim gibi mi? Hani bir ay boyunca işkence ederek bütün inlerinizi öğrendiğim hali gibi.” Sırıtarak hatırlattığım şeyle küpeli karnımdan çektiği bıçağı tekrar sapladı ve bu sefer nefesimi kesti. “Ölme esker. Daha seninle işim bitmedi. Bittiğinde bu mağarada sürünerek gebereceksin zaten.” Adamlarını çağırdı. Acıya dair tek bir ses çıkarmadım. Bu şerefsizlere o keyfi bile yaşatamam. Başım öne doğru düştü. “İkisinden de ne almaya çalışıyorsanız alın işlerini bitirin sabrım kalmadı artık.” Küpeli çıktığında sıktığım dişlerim gevşedi.
“Kurt. Kurt nefes al! Nefes al!” Zar zor aldığım nefesle Altan’a baktım. Dudaklarını oynatarak onu düşün dediğini anladığımda kan gelmeye başlayan dudaklarımla ufak bir tebessüm ettim.
Bütün karargah zehirlenme eşiğine gelmişti. Yediğim yemek yüzünden ateşim fırlamış olacak ki askerler doktoru çağırıyordu. Başımda sivrisinek gibi vızıldayan doktora yüzümü buruşturdum. Kısık çıkan sesimle “Uykuda bile rahat yok şu doktordan.” diye konuştuğumda onun rüyamda başıma dikilen bir melek olduğunu düşünüyorum. "Sen kalk uykundan sırf iyi olsun diye gel. Adam rahat yok desin. Şeytan diyor bırak git , gebersin havaleden."Gözlerimi zor da olsa araladığımda beyaz gömleğiyle omuzlarından dökülen sarı saçlarıyla benimle ilgilenen meleği gördüm. Zar zor da olsa beni kaldırmaya duşa sokmaya çalışıyordu.
“Dua et hipokrat yeminim var. Annah komutan neyin direnci bu? Kalk işte bir duş al kendine gel.” Üzerimdeki örtüyü attığında üşüdüğüm için örtüye uzandım. Elime vurup beni yataktan kaldırdı. Beni tutmaya çalışıyordu ama bütün yükümü istemeden de olsa ona verdiğim için zar zor yürüyordu. Beraber duşun oraya geldiğimizde beni tutarken suyu ayarladı. Bilincim tam yerinde değildi ama az çok onu hatırlıyordum. Karşımda benimle beraber sırılsıklam oluşunu, başımı göğsüne yaslamama izin verişini...
Sabah uyandığımda her zaman gördüğüm tavan varken bugün ekstradan üzerimde bir ağırlık vardı. Elimi kaldırıp yüzümü sıvazlayacağımda elime takılı olan serum kablosu gözüme çarptı. Serumu söküp kalkacakken yatağımın hemen dibinde yerde uyuyakalan doktoru gördüğümde durdum. Mümkün olduğunca yavaş hareket ederek yataktan kalktım. Başını eline, elini de yatağa yaslamış uyuyordu. Üstü nemliydi. Onu uyandırmamaya dikkat ederek kucağıma alıp yatağa yatırdım. Dolaptan aldığım sivilde giydiğim siyah kazağı yatağın ucuna koyup onun gömleğini açtım. Kazağı gömleğin yerine giydirirken askerlerden biri içeri girdi.
Sessizce “Arkanı dön.” diyerek emir verdim. Asker dediğimi yaparken kazağı düzeltip onu geri yatırdım. Üstünü örtüp odadan çıktığımda asker de peşimden geldi. “Doktor uyusun rahatsız etmeyin.”
“Daha iyi misiniz komutanım? Doktor hanım bütün gece başınızda bekledi. Baya bir uğraştı ateşinizi düşürmek için.” Askerin cümlesiyle bakışlarım tekrardan yatağımda uyuyan kadına döndü.
Gözümün önünden gitmedi. Sanki nefes almam için oradaydı. Umarım karargaha döndüğümde yine onu yatağımda uyurken bulurum. Defne’yi benim yatağımda uyurken izlemek güzel olabilir. Daha birkaç gün önce Defne’ye gitme derken şu an ben o konumdayım. Hayatın ne kadar kısa olduğu bir kez daha önüme serildi. Buradan kurtulursam Defne’yi asla bırakmayacağım. Göğsümün ağrısı giderek arttı. Bileklerim zincirlerle mağara duvarlarına bağlı olmasaydı üniformamın cebine sakladığım askeri künyemi avcumda sıkıp ondan güç almak isterdim.
“Kurt kendine gel daha sözün var aslanım.”
“Sanırım o sözü tutamayacağım Barut...”
“Ne demek lan tutamayacağım! Sikerim belanı! Yok öyle.” Direnmeye çalışıyorum. Başımı dik tutmaya devam etmek zorundayım. Timim beni bırakmayacaktır. Ben poyrazı bırakmam, onlarda beni bırakmazdı. Timin kurulduğu günü hatırladığımda gülümsedim. Poyraz bendim. Poyraz ailemdi.
“Poyraz gelecektir. Ama olur da yetişemezlerse...”
“Deme onu Kurt!”
“Vatan... Sana emanet.” Vatandan kastımın Defne olduğunu biliyordu. O bir asker elbette devlet, vatan ona emanet olacak. Ek olarak Defne’yi de ona emanet edebilirim. Daha ilk andan beri o benim badimdi. Ondan başka kime emanet edebilirdim ki vatanın vücut bulmuş halini..
“Kurt hatırlıyor musun? İlk kez bizi badi yaptıkları günü.” Beni konuşturmaya çalıştığını biliyorum. Beni ayakta tutmaya çalışıyordu. Beni kurtarmaya çalışıyordu. Ağzıma dolan kan ise bana ölümü hatırlatıyordu. Brlki de şu an bir nefes kadar yakınımda olan ölümü... Hatırladığım gün Mevlüt albay sırf önüme atladığı için Barut’u benimle badi yapmıştı. Benim canım onun canıydı. Tıpkı onun canı da benim canım olduğu gibi...
“Önüme atlamıştın. Sırf beni korumak için.”
“Bize birbirinizin canı birbirinize emanet dendi. Ne yapsaydım?”
“Barut vurulmadın.” Güldüm. Fazla gülmem yüzünden ağzımdan gelen kanı kenara tükürdüm.
“Sonuç olarak kıçını kurtardım.” Beni güldürdükçe daha da kötüleştiğimi fark etmiş olacaktı ki sessizleşmişti. Aklıma artık Defne'den başka bir gerçeklik dolmaya başlamıştı. Ölüm...
“Ömrümde badimle beraber ölmek de varmış.” Kan kaybından artık gözlerim kapanmaya başlamıştı. Biraz daha dayanamayabilirdim. Barut ise karşımda yakın olduğum sonu inkar ediyordu. Ölmeyeceksin Kurt. Ölmemek için direneceksin.”
“Hakkını helal et Barut. Yolun sonuna geldik sanırım.” Barut’un yaraları benim yaralarıma göre daha hafifti. İkimizin de dayanmaya gücü kalmamıştı. Bir haftada görebileceğimiz işkencenin iki, üç katını görmüştük. Hala ağzımızdan tek bir kelime alamamışlardı. Küpeli ağzımızdan bir şey alma niyetinde değildi ama Miro, küpeliyi darlayarak Kuzey Mutlu’nun sakladığı bilgiyi öğrenmeye çalışıyordu. Küpeli içeriye tekrardan girdiğinde Barut da bende asla işkence görmemişiz gibi dimdik durmaya başladık.
“Şu bilgiyi söyle artık asker. Senin gibi bir komutan bu bilgiyi nasıl bilmez?” Başımı bir gayret kaldırdığımda küpeli benim ölecek olduğumu bilir gibi sırıtıyordu. “Kim öğrenmek istiyorsa o gelip öğrenecek. Diğer köpeğe bunu söylersin.” diyerek Miro'yu ayağıma çağırmıştım. Küpeli ellerini arkasında bağlayıp belindeki silahı açığa çıkardı. “Kim bilir belki de doktoru senin karşına dikmeliyiz asker. Belki de ölü olarak atmalıyızdır bilemedim.”
Defne... Onun adı mesleği bile geçse sinir kat sayım artıyordu. Zincirleri asılarak küpeliye ulaşmaya çalıştım. “Ona dokunursan seni sadece o piç sevgilinin yanına göndermekle kalmam! Sana öyle şeyler yaparım ki aklın hayalin almaz! Doktor vatan! Vatan bize emanet! Vatana dokunamazsınız! Biz askerler vatanı koruyacağız!”
“Demek doktor senin gözünde vatan demek. Senin zayıf kanının o olduğunu çok iyi biliyoruz komutan.” Güldü. “Doktorun sonunu sen getireceksin komutan.” Haklıydı. Biz birbirimizin sonu olacaktık. His mi dersiniz bilemem ama ben Defne için dikenli tellerdim. Defne belki asker bir babayla dünyaya gelmişti ama eş kontenjanı başkaydı. Daha zordu. Devamlı yüreği ağzında bekleyecekti ve ben bunu ona yaşatmak istemiyorum ama çok geç. Uzak durmaya çalıştıkça Defne beni kendine çekmişti. Şimdi ise ondan kopmak benim için imkansızdı.
“Senin sonunu da biz getiririz. Seni bırakmayız sen üzülme.” Küpeli Barut’a döndüğünde aslan kardeşim benim aksime bütün heybetiyle ayakta duruyordu ona baktı. “Senin tek bir zayıf noktan olmaz mı? Ailen, sevdiğin biri?”
“Var. Korkulu rüyanız. Siz ona ulaşamayın diye yaşıyoruz zaten.”
“Öldüğünde onu kim koruyacak asker?”
“Biz bir ölür bin doğarız. Eminim biz ölsek bile siz orospuları gebertecek iki üç şanlı Türk askeri çıkacaktır.” Barut’un suratına tekme attığında Barut ağzındaki kanı küpelinin suratına tükürdü.
“İkinizde öldükten sonra senin bayrağını zevkle yakacağım. Senin de doktorunu alıp bilgiyi öğrenene kadar ona işkence edeceğim. Kim bilir belki de çoktan başlamışımdır. Senin kadar direnemez de nasıl olsa.”
“Doktora dokunamazsın! O vatanda güvende!”
“Bak onu oradan nasıl alırım oradan komutan. Aklın hayalin şaşar.”
Küpeli sırıtarak mağaradan çıktığında Barut’un bir şeyler mırıldandığını duydum. “Ne diyon lan sen?” Zaten canım burnumdaydı. Birde böyle sessiz konuşup beni deli ediyordu.
“Sana ne lan kendi canına bak sen.”
“Barut burdan ya ölü yada diri çıkacağız. Beni bırakmak yok. Zaten zor direniyorum.”
“Söz veremiyorum.” Barut gözlerini sıkıntıyla kapattığında ona seslendim. "Gözlerini aç Barut. Direnmek zorundayız."
"Onu hayal etmek daha cazip geliyor Kurt. Sende doktoru düşün. Düşün ki canına can eklensin."
"Son nefesimde onun adını geçireceğim Barut." Kesik bir nefes aldım. Son nefesime az kaldığını bilmek insana koyuyordu. "Ölmemek niyetimdir ama. Defne'ye onu öpeceğimi söyledim." Tekrardan derin bir nefes aldım. "Türk askeri sözünü tutar değil mi?" Son nefesimi onu adıyla kullanacağım.
"En azından birimiz sözünü tutsun değil mi?"
“Sende tutacaksın. Çıkar çıkmaz o kızı sana bulacağım.” Barut güldü. Ağzından akan kanı yere tükürdükten sonra gülümsemesi daha net görünüyordu. “Ben onunla ilgili her şeyi biliyorum Kurt. Yeri yurdu, ne iş yaptığı... Nerede olduğu, kaç kilo olduğu her şeyini biliyorum.O hep benimle beraber. Şu an bile o benimle beraber bayrak nöbetinde.”
Bayrak nöbeti? "Asker mi lan bu kız?" Barut güldü. Kesin asker değildi. Bu böyle gülüyorsa bi bokluk vardır. Öksürdüm bakışlarım yarama döndüğünde bulunduğum zeminin komple kırmızıya boyandığını görmüştüm. Sanırım sona geldik.. Barut derin bir nefes aldıkta sonra bana bakıp "Asker yada değil. Benim kalbimde olduğu her an o da benim gönlümde benimle beraber vatan görevinde."
Havadan gelen gürültü sohbetimizi yarıda bölmüştü. Umutlarımız tekrardan yeşerirken Defne’yi görebileceğimi düşünerek başımı öne eğip gülümsedim. Mağaraya giren küpeliye baktım. "Bu sesi biliyor musun küpeli? Bu ses onlara ait. Savaşan şahinler geldi."
"Ecelin geldi kaltak." Barut küpelinin sinirini bozacak şekilde güldüğünde bende son kalan can kırıntımla ona eşlik ettim. Mağara girişi atışla patlatıldığında küpelinin telsizinden gelen cızırtılar teröristlerin iletişim kanalına birinin girdiğini gösterirken mağarada bir ses yankılandı.
"Yerdeki aslanlar Asi konuşuyor. Hedef üzerindeki düşman unsurları temizlendi. Biraz daha dayanın. Savaşan şahinler semalarda Türk askeri için daima hazırdır.”
“Asi..ye? O geldi.” Barut sanki gökyüzündekileri görebilecekmiş gibi başını kaldırdığında güldüğünü gördüm. Barut ağzının içinde gevelediği ismi tekrarladı. “Ölmeden önce sesini duymak bile iyi geldi.”
"Duydun mu küpeli?! Geliyorlar! Poyraz ve Barut geliyor!"
"Gelsinler de leşlerinizi toplasınlar!" Barut'a dönüp üç el sıktı. "Lan senin ecelin ben olacağım küpeli!"
"Sıra sende komutan!" Hiç düşünmeden bana dönüp sıkmıştı. Bütün yaraları bünyem kaldıramadı. Başım öne düşerken aklımdan tek bir kişi geçiyordu. Sözümü tutmak istiyordum. Beraber yanacağımızı bilsem dahi ona ulaşmadan ölmek istemiyorum.
"Defne..."
Bölüm sonu.
Millet şöyle ki bazı sorularım olacak. Öncelikle iki hafta bölümler aksayabilir ki büyük ihtimalle aksayacak. Vizelerim geliyor ders çalışmam gerekiyor. Bu yüzden vizelerim sonrası size iki bölüm birden yayınlayabilirim.
İki bölümü aynı gün yayınlamam ama iki bölüm birden yayınlayacağım.
İnstagram hesabımız; elbruz_blackpearln
Tiktok hesabımız; elbruz.blackpealn
İyi okumalar öpüldünüz.