18. Bölüm: Özel davetiye
Düğün bittiğinde saat on iki olmuştu. Kerem ve Mert anında Melek'le benim yanımıza gelmişti. Konağın çıkışına doğru ilerlerken yanımıza gelen bir genç ile Kerem durdu. “Abi Niyaz abiler oturalım diyorlar.” Kerem anında yanındaki gence bakıp bize döndü. “Yorgun musunuz?” diye sordu.
Melek başını sağa sola sallayıp yorulmadığını belirtti. Bakışlar bana döndüğünde bende başımı sağa sola sallayıp yorulmadığımı belirttim. Kerem ceketini çıkarıp benim omuzlarıma örttüğünde Mert de anında ceketini Melek’e vermişti.
Elif teyzeler çoktan eve geçmişlerdi. Keremlerle beraber onların arkadaşlarının yanına ilerledik. Beni arkadaşlarıyla tanıştırırken hepsi ile tek tek el sıkıştım. “Niyaz bu Defne.” Diyerek arkadaşına göz kırptı. Niyaz dedikleri dalgalı saçlara sahip adam samimi şekilde bana “Öyle mi? Hoş geldin.” Dedi. Elimi sıkarken gülümseyip “Hoş bulduk.” Dedim.
“Defne, Niyaz benim arkadaşım. Bu da Cihan.” Diyerek yanındaki uzun adamın sırtına vurdu. Diğer yanındaki adamı gösterip “Mehmet. Ve bu gençler de Ali, Emirhan ve Ramazan zaten gençlerle tanışmıştın.” Diyerek geçtiğimiz akşam bir kulübede bastığımız çocukları gösterdi.
“Defne sizden iki yaş küçük Cihan.” Cihan dedikleri gülümseyerek "Memnun olduk." demiş ve elimi sıkmıştı. Bende aynı gülümseme ile onlara baktım.
“Haydi beraber kulübeye gidelim.” Niyaz abinin peşinden hepsi tek tek ilerlerken Mert durup “Abi mısır çalalım mı?” dedi. Kerem, Mert’in bu fikriyle sırıtırken Niyaz abi anında geri döndü. “Hadi yapalım. Nasıl olsa duvarlardan atlayacak olan askerimizde burada.” Diyerek Kerem’in sırtına vurdu.
“Ee abi kimin bahçesine giyiyoz?”
“He hep beraber gidelim Ramazan. Te Allah'ım ya.." diyerek başını bizden tarafa çevirdi. Tekrardan yanındaki Ramazan'a dönüp "Siz kulübeye geçin. Ateşi hazırlayın çayı koyun.” demişti. Mert itiraz edecek gibi olsa da Kerem’in bakışları ile susup gençlerle beraber kulübeye ilerlemeye başladı. Büyük ihtimalle bizimle beraber mısır alacağını düşünmüştü.
Onlar yürürken Kerem kardeşine seslendi. “Janset, Adiyef’le Neris’i de alın.” Janset başıyla onaylayıp ilerlemeye devam etti. Soğuk iyice artmaya başlamıştı. Saçlarımı geriye atıp Kerem’i takip etmeye başladım. Bana verdiği çikolatayı onun ceketinin cebine koyup konağın karşısında kalan eve ilerledik.
“Özkan emminin bahçesine giriyoruz dimi?” Niyaz Kerem’i onaylarken ben sessizce onları izliyordum. Kerem eve yaklaşırken “Aykız havlamasın?” diye sordu. Demek ki bahçede köpek var. Kangal olabilir, belki de bir pittbul falan vardır.
Niyaz, Kerem'e bakıp ellerini iki yana açmış ve “Aykızı havlatmadan alıp çık o zaman Elbruz.” demişti.
“Niyaz sen girmeyecen mi?” Kerem yarı yolda bırakılmanın hayal kırıklığını yaşıyordu. Yüzündeki o salak bakışı gördüğümde gülmemek için kendimi sıkmıştım. O suratı bir daha görmek isterim açıkçası. Kerem duvara yaklaştığında elimi uzatıp onu durdurdum.
Onlara bakmadan karşımdaki duvara baktım. “Şimdi ne yapılacak tam olarak?” Niyaz bana bahçeyi gösterip “Çok basit kaşenin bahçeye atlayıp hepimize yetecek kadar mısır çalıp gelecek.”
Ellerimi belime yerleştirip gözlerimi kıstım. “Aykız dediğiniz ne?” Niyaz başını sağa çevirip “Süs köpeği.” dedi.
Bahçeye baktığımda duvara yakın olan mısırları görmemle gülümsedim. Kerem’e dönüp “Sen o yaralarla atlayamazsın hala derin yaran var.” dediğimde Niyaz kapıya doğru yaklaşıp kapıdan girmeyi teklif etti. Gerek olmadığını söyleyip uzun eteğime dikkat ederek duvardan bahçeye atladım. Niyaz’ın arkamdan Kerem’e ‘tam senlik kız’ dediğini duymuştum. Kişi sayısından bir tık fazla olacak şekilde mısırları toplamaya başladığımda Kerem de beni dinlemeyip bahçeye atlamış ve bana yardım etmeye başlamıştı. Topladığımız mısırları bahçenin dışındaki Niyaz’a verdik. Kerem önden beni duvara tırmandırmış ardından bahçe duvarından dışarıya atlamıştı. Beni kucağına alıp indirdiğinde ona gülümsedim.
“Sen bu kadar çevik nasıl atlayabildin kız?” Niyaz’ın sorusunu gülerek “Küçükken çoğu kez bahçeye daldım. Trabzon’da herkes bizden şikayet ederdi. Çanakkale’de atlamama gerek kalmazdı. Kendi çiftliğimizdeki ağaçların tepesinde dolaşırdım.” diyerek yanıtladım. Kerem bana göz kırpıp kaşla göz arası aldığı elmayı bana uzattığında elmayı elinden almadan, elmadan bir ısırık aldım. Niyaz'la birlikte üçümüz ellerimizde mısırlarla beraber kulübeye ilerlemeye başladık.
Kulübeye geldiğimizde gençler aşağıda ateşi yakarken diğerleri yukarıda oturuyordu. Kerem kapıyı benim için açtığında ikisi de bana yol vermişlerdi. Yukarı çıkarken önden Niyaz arkasından ben ve Kerem çıktı. Merdivenden gelen adım sesleriyle herkes biz yukarı çıkmadan ayaklanmıştı.
“Selamın aleyküm.” Niyaz’ı hepsi bir ağızdan “Aleyküm selam abi.” diyerek karşıladılar. Hepsi bize yer verirken Niyaz ve Kerem karşılıklı iki köşeye oturdu. Bende Kerem’in yanına oturduğumda adını hatırlayamadığım ela gözlü çocuk Niyaz’la Kerem’in arasına oturdu. Geçen gün tanıştığım kızlara gülümseyip nasıl olduklarını sordum.
“İyiyiz abla işte aynı devam ediyoruz.”
“Sen üniversiteyi bitirdin değil mi?”
“Abla o değil ben bitirdim. Çalışıyorum şimdi.”
“Karıştırdım kusura bakma.”
Ortam samimiydi. Kimse gecenin bir buçuğu olduğunu umursamıyordu. Bir yere yetişme kaygıları yoktu. Sanki büyüdüğüm o eve geri dönmüştüm. Gençliğimin dolu dizgin geçtiği, hayat kaygımın, korkularımın olmadığı o çiftlik evine geri döndüm. Karşımda Bulut oturuyor gibiydi. Sabaha kadar birbirimizle uğraştığımız o standart günlerden birinde gibiydim.
Başımı telefonumdan kaldırıp örtüye daha çok sokuldum. "Sana kahve yaptım." Gözümün önüne gelen kupaya baktım. Kupadan mis gibi kahve kokusu geliyordu. Bulut'un elinden kupayı aldığımda gülümseyip yanıma oturdu. "Anlat bakalım."
"Neyi anlatacağım?" Dalgın bakışlarımı ona çevirdiğimde iyice yayılıp kahvesinden bir yudum aldı. "Aklını kurcalayan konuyu." Yutkunup göz devirdim. Bulut'a dönüp sırıtarak "Beni boş ver de sen söyle. Elis'e ne zaman söyleyeceksin?" Bulut'un bakışları beni bulduğunda yutkunduğunu görmüştüm. "Elis'i kaybedeceksin. Bence artık konuşmalısın."
"Kimle konuşacak?" Ani gelen ses Bulut'la olan bakışlarımı sesin geldiği tarafa döndük. Elis ve Defin ellerindeki kahveleri ile yanımıza geliyordu. Kamelyaya oturduklarında Elis üstündeki ceketi düzeltip bacaklarını kendine doğru çekti. Defin köşedeki hasır sepetten bir örtü çıkarıp kendi üstlerine örttü. Bulut gözlerini Elis'den ayırmıyordu, Defin bunu fark etmiş olacaktı ki bana bakıp göz kırptı.
"Hiç, son deneme sınavında yaptığımız yanlışlar hakkında Güney eniştemle konuşacağım da. Ondan bahsediyoruz." Bulut sanki Elis'i sevmiyormuş gibi duygularını profesyonelce saklıyordu. "Son deneme de Berk yine seni geçmiş Bulut." Defin gülmeye başladığında bende ona eşlik edip gülmeye başladım.
Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama sabaha karşı gözlerim kapanırken güneş yeni doğmaya başlamıştı.
“Ee anlat bakalım Defne hanım. Nasıl tanıştın bu askerle?” Niyaz’ın sorusuyla bakışlarım Kerem’e döndü. Bizim hayatımız onun vurulmasıyla başladı diye nasıl derim bilmiyorum ama gerçekten de kaderimiz onun vurulmasıyla kesişmişti ve Allah korusun birimizin vurulmasıyla bitecekti. Sanırım bu onu ölene kadar seveceğim demenin bir başka şekliydi.
“Ben görev için ilk geldiğim gün Kerem görevdeymiş, bunu bi getirdiler revire. Üç yerinden vurulmuştu, durumu ağırdı ve hastaneye yetiştiremezdik. Revirde gerekli ne varsa yaptım ama komutan çok aksi çıktı.” Kerem göz devirip beni kolunun altına aldığında sahte bir sinirle “Sanki başka birinden bahsediyormuşsun gibi konuşma.” demişti.
“Haklı ondan bahsediyorsun sonuçta.” diyerek araya girdi Niyaz. Kerem’in tek kaşı kalkmıştı. Sinirlenmiş miydi? Hayır sadece sahte bir sinirli davranıyordu.
Onu umursamadan anlatmaya devam ettim. “Sonra işte uyandığında hemen ayağa kalkmalar falan bir afra tafra.” Niyaz anında bana hak vermek için “Hiç şaşırmadım. Bu hep böyleydi.” demişti. Kerem'e dönüp baktığımda göz devirip belimi okşamıştı ve bunca anlattığım şeyden sonra tek kalmasına sinirlenmişti. Niyaz’ın onu desteklemesini bekliyordu büyük ihtimalle. Suratı düşmüş bir karış asılmıştı. Gençler mısırları hazırlayıp yukarı çıktıklarında hepimize mısırları ikram ettiler. Elimdeki mısırı yemeye başladığımda Kerem'in beni izlediğini görmüştüm. Mısırını yemeden beni izliyordu. Elimdeki mısırı ona doğru uzattığımda Kerem tereddüt dahi etmeden uzattığım mısırdan yemeye başlamıştı.
“Abi hadi eşinden memnun musun oynayalım.” Ramazan’ın ortaya attığı bu fikirle gençlerin hepsi oynayalım diyerek iki büyüğe baskı uygulamaya başladı. “O ne ki?” diye sorduğumda Tinemis tam karşımda bana tuhaf tuhaf bakıyordu. Sanki oyunu bilme zorunluluğum var salak bu kız. Kerem sorumu hiç yadırgamadan oyunu anlatmadan önce kulağıma eğilip “Beraber eşiz. Seni asla bırakmıyorum.” demişti. Elimi sıkıca kavradığında onun bu haline gülümsedim.
Kerem “Oynayalım Defne benim eşim.” diyerek ortaya atladı. Niyaz gülerek ona hızlıca “Onu biliyoruz.” diye cevap verdi.
“Şimdi şöyle doktorum herkes eşini belirleyecek ve bir kişi moderatör olacak. Bu kişi herkese tek tek eşinden memnun musun diye soracak. Sorduğu kişi eğer memnunum derse bir kere kemerle vuracak. Eğer memnun değilse kişiye kimi istediği sorulacak. İstediği kişinin eşi vermezse, eşini isteyen kişi belli bir sayı söyler ve eşini vermeyen kişinin eline vurulur.” Tam olarak anlayamasam da bir şeyleri kavramıştım. Kerem tam anlayamadığımı fark etmiş eliyle sakin olmamı göstererek “Şimdi anlamadığını biliyorum ama anlayacaksın. Bir tur dönsün bize gelinceye kadar anlarsın.”
Oyun başladığında Tinemis’le Niyaz eş olmuştu. Adiyef ile Emirhan, Neris ile Mehmet eşti. Cihan ise Ali ile eşti. Oyun Niyaz ile başladı. Ramazan moderatördü. “Abi eşinden memnun musun?” Niyaz memnunum dedi. Ramazan hiç düşünmeden havlu ile Niyaz’ın eline vurdu. Tinemis’e döndüğünde “Abla eşinden memnun musun?” diye sordu.
Tinemis’in bakışları önce Kerem’i bulduğunda ona ilgi ile bakıyordu. Bakışları bana döndüğünde öfkeli gözlerini görmüştüm. Bana kinli olduğunu biliyordum. Onun gözünde onun sevgilisini elinden almış bir kadındım. İşin aslı öyle olmasa da onun bakış açısından öyleydim. “Değilim. Kerem’i istiyorum.” Tinemis cümlesini bitirip bakışlarını üstüme dikmişti. Ortamdaki bütün bakışların bana döndüğünü biliyordum. Bu açık açık bir rest çekmekti. Bana göre bunu bile yapmamalıydı. Benim ne kadar inat biri olduğumu bilmiyordu. Madem bilmiyor o zaman öğretelim. Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp sonuçta.
Tinemis’in gözlerin içine bakarak “Vermiyorum.” Dedim. Sesim gayet net ve tam olarak istediğim gibi özgüvenli çıkmıştı. Tinemis ona oynadığım açık kartı alıp tekrar benim önüme sürmeye kalktı. “15 tane vur Ramazan. Hızlı olsun.”
“Tinemis.” Kerem araya girmeye kalktığında ona engel olup “Sorun yok.” diyerek gözlerimi Tinemis'ten çekmeden elimi uzattım. Ramazan Kerem'e korkarak bakarken vurmaya başladı. O vururken gram tepki göstermeden Tinemis’e bakıyordum. Küçükken o kadar kavgayı boşuna yapmadım. Tatlı bir canım yoktu. Aksine canımın bir kıymeti yoktu.
Ramazan aynı soruyu saatlerce sürdürdü. Tinemis inatla Kerem’i istiyordu. Bende aynı inatla vermiyordum. Herkes eş değiştirirken ben inatla Kerem’i bırakmamıştım. Kerem de beni bırakmamıştı. Tinemis ise bu duruma iyice hırslanmıştı. “25 hızlı.”
“Tinemis yeter!” Ben çoktan elimi uzatmıştım ama Kerem en sonunda dayanamayıp bağırmıştı. Ben ise tepki vermiyordum. “Sınır koyuyoruz. En fazla on vurabilirsin Ramazan.”
“En başta söylemeliydin Kerem. Şimdi söylersen saçma olmaz mı?”
“Kerem haklı.” diyerek araya girdi Niyaz. “Sınır belli.” Sabaha kadar gençlerle oynamıştık. “Artık eve geçelim. Herkes şöyle bir iki saat uyusun saat dört olmuş.” Kerem kalktığında beni de kaldırdı. Beraber eve geçerken çocuklar da kızları evlerine bıraktı. Eve girdiğimizde hızlıca üstümü değiştirip makyajımı sildim. Kerem benim ardımdan duşa girmişti. Yatağa uzanıp uyuklamaya başladım.
🩺
Kardeşimin evinden çıktığımda pantolonumu düzeltip kapısını kilitledim. Hala sivilleri giymeye alışamadım. Görev iznimin nasıl çıktığını bilmiyordum ama bir şekilde Kerem bana burada kardeşimin yerine geçebilmem için görev kağıdı çıkartmıştı. Ben ise görevimi yerine getirerek Defin kimliğimi gizleyerek Defne olmuştum. Asansörden çıktığımda ilerlemeye devam edip çantadan Defne'nin arabasının anahtarını çıkardım.
Arabaya binip çantamı yan koltuğa attım ve arabayı çalıştırdım. Emniyet kemerimi takıp sürmeye başladım. Çıkışta güvenlik kulübesindeki askerlere selam verip lojmandan çıktım. Takip edildiğimi hissediyordum. Trafiğe çıktığımda bu his daha da şiddetlenmişti. Asker olup olmadığını anlamak için vaktim yoktu. Normalde olsa yolu daha da uzatır, takip eden kişinin kim olduğunu anlamay çalışırdım ama şu anda Defin değildim.
Defne gibi hareket etmem gerekiyordu. Gaza bastığımda panik görünmek için elimden geleni yapıyordum. Hızlıca hastaneye sürmeye başladım. Hastanenin önünde park ettiğimde telefonumu alıp arabada oyalanmaya başladım. Yan tarafımdan gelen motor sesi takip edildiğimin bir kanıtıydı.
Elimdeki telefonumdan hemen Barut’a nokta gönderdim. Aramızda belirlediğimiz bir şifreydi. Takip edildiğimi belirtiyordu. Camım tıklatıldığında sanki irkilmiş gibi davranıp bakışlarımı cama çevirdim. Camı açarken bir elimde çantamın içinde bulunan silahıma gitti. Silahımı sıkıca kavrayıp kucağıma çektim ve elimi tekrardan direksiyona yerleştirdim. Ne diyeceğini bekledim. Sırıtıp duran sakallara sahip bu surat en az otuz, otuz beş yaşlarında bir erkekti. Kaskını iyice takmıştı. Zayıf bir vücudu vardı. Rahat görünmeye çalışıp sol elimi açtığım cama yaslayıp sağ elimle de direksiyonu sıkıca kavradım. Adama “Buyurun?” dedim.
“Defne hanım, nasılsınız?”
“Tanıyamadım?” Büyük ihtimalle beni tehdit edecek olan bu gerzek herif, rahatlığımdan rahatsız olmuştu. Sırıtan surat ifadesi yerini tebessüme bıraktı.
“Tanışalım, Beni Miro yolladı.” Miro adını duyduğum gibi elimi direksiyondan indirip silahımı kavradım. “Kim dedin?”
“Miro. Kulaksız Miro. Hani şu babanı vuran adam.”
“Ne istiyorsun?”
“Seni öldürmek istiyorum.” Gerçekten gözünü karartmış bu pezevenkler. Defne’nin canına kast edeceklerdi.
“Ne diyorsun lan sen?!”
“Komutana söylersin. Miro beni öldürtecekmiş dersin.” Sabrım tükenmişti. Silahımı sıkıca tutup arabanın kapısını açtım. Adam anında motorla kaçmaya başlasa da iki el ateş ettim. İlki isabetli olmasa da ikincisi isabetli olmuştu. Adam motordan düşerken hastane polisi adamı anında yakalamıştı. Etraftaki herkes kaçışırken kimseyi umursamadan çantamı alıp arabayı kilitledim. Polisler adamı içeri sokarken bende peşlerinden içeri ilerledim. Adamın yanına ilerleyip gülümsedim. Geriye sadece Barut’u beklemek kalmıştı.
Barut yanıma telaşla geldiğinde doğrulttuğu silahını indirmesini işaret ettim. Kaşlarını çatıp sandalyeye kelepçelediğim adama baktı. “Bakıyorum da tek başına halletmişsin.”
Silahı tutarken ellerimi önümde kavuşturup konuştum. “Salak olma Barut. Halletme nedenimi gayet iyi biliyorsun.” Barut gülerek sandalyeyi ters çevirip adamın karşısına oturdu. Silahımı belime yerleştirip polislerden rica ettiğim çayımdan bir yudum aldım ve Barut’u izlemeye başladım.
“Seni gönderen Miro nasıl? Diger kulagını almışlar diyler. Kim patlattı öbür kulagını?” Teröristlerin o tuhaf aksanını aynı yaptığında ona gülmeden edememiştim. Böyle bir durumda bile tıpkı benim gibi sakinliğini koruyordu.
Çok şanslıydık. Kerem her şeyi önceden öğrenmiş planlamıştı. Diğer türlüsünü düşünmek bile istemiyorum. Defne şu an bir adam tarafından ölümle tehdit ediliyor olurdu.
“Bilmiyorum. Bana sadece doktoru tehdit etmem söylendi.”
“Kim söyledi?”
“Bilmiyorum.” Barut dosyayı gösterip içindeki fotoğrafı aldı. Adamın gözüne sokup görmesini sağladı. “Bu herif mi?”
“Bilmiyorum dedim. Sadece bi doktoru tehdit edeceksin sonra uygun bir zamanda işini bitir dediler. Doktorun silahı olduğunu bile bilmiyorlar.” Gülmeye başladım. Geri zekalı herif beni hala Defne sanıyordu. “Tam tanışamamıştık. Pilot Üsteğmen Defin Mutlu. Artık sen iletemezsin kim olduğumu arkadaşlarına kalsın.” Allah’ım gerçekten de düşmanın bile akıllısını nasip etsin böyle zevkli olmuyor.
Adamın hiç bir şey bilmediğine emin olduğumuzda adamı polislere teslim edip hastane içine geri döndük. Barut ellerini kemerine yerleştirmiş yanımda yürüyordu.
“Ee doktor çayın yok mu?” Sanki Defne’ymişim gibi benimle uğraştığında sinirle ona dönüp “Bak beni delirtme belimdekiyle patlatırım beynini.” Demiştim.
“Ama böyle hizmet olmaz ki. Doktor mu var bir kaplan mı var belli değil. Burası ne biçim hastane?” Barut’a hırsla dirsek attığımda yalandan iki büklüm olup sırıtmaya devam etmişti. Elimle ona kapıyı gösterdim. “Burada böyle Barut bey. Beğenmiyorsanız siktirin gidin.”
“Tamam tamam kızmayın Asi hanım. Demedum say ha oni.” Barut’un bir anda karadeniz frekansına geçişi ile sinirli olsam da gülmeden edemedim. Ona kafeteryayı gösterdiğim de ona çay ısmarlayacağımı anlamıştı. Beraber geçtiğimizde çayları kafeteryada çalışan bir arkadaş getirmişti.
“Senin yok mu biri Barut?” Sorumla gözlerimin içine buruk buruk bakmıştı. O an anladım onunda benimki gibi yaralı bir hikayesi vardı. Elindeki bardağı oynarken sessizce anlatmasını bekledim.
“Var. Kaybolduğumda pusulam olan mavi gözleri var. Deli dolu bir sevgi biçimi var. Çocukluk aşkım.”
“Hala seviyor musun?” Gerçekten şaşırmıştım. Evet bir imkansız bekliyordum ama çocukluk aşkı... Barut’un gözlerine baktığımda gerçekten o kızı sevdiğini görmüştüm. Sessizce gözlerime bakıyordu.
“Ben aldım cevabımı. Onu hala seviyorsun.” Barut buruk bir tebessümle bakışlarını tekrardan bardağına çevirdi. Bir şeyleri kafasında toparlamaya çalıştığı belliydi. Yutkunup masada bana doğru eğildi.
“Son arzun nedir diye gelip bana sorsalar. Gözlerime bakıp her şeyi anlasalar.” Koyu kahve gözlerinde göz bebeklerinin büyüdüğünü görmüştüm. Yanlış görüp görmediğimden emin olmak için ona iyice yaklaştım. Barut’un heyecanlandığını fark ettim. Göz bebekleri gerçekten büyümüştü.
“Defne doktorum bir adam var eline dikiş atılacak.” diyerek masamızın başına dikilen Nazike yüzünden geri çekildim. Barut’a sonra görüşürüz diyerek çıktığımda adamın neden özellikle Defne’yi istediğini anlamaya çalıştım. Acile girdiğimde iki farklı adam vardı. Nazike benim Defne olmadığımı biliyordu. Eli kesik adamın başına gittiğimde perdeyi çekip o dikiş atmaya başladı. Yanımda dikilen adam ise sessizdi. Simsiyah giyinmişti. Zevk sahibi biri gibiydi. Siyah şapkasını düzeltip maskesini de bir kez düzeltti.
Anlık aldığım parfüm kokusu gözlerime kapatmama sebep oldu. Bu parfüm kokusunu iki yerden hatırlardım. Biri babam biri de bir çocuk. Devamlı beraber oyun oynadığım bir çocuk. Adama dönüp baktığımda bunun benimle yaşıt olamayacak kadar yaşlı biri olduğunu gördüm. Yani bu o çocuk olamazdı. Demek ki babanı özledin Defin. Bunun başka açıklaması olamaz. Kokusunun burnuna dolması bunu gösteriyor işte...
Dikiş biterken yanımda dikilen adama tekrar baktım. Babamın yüz hatlarına benzemiyordu. Babam daha keskin bir yüz hattına sahipti. “Geçmiş olsun.” Dikiş bittiği gibi perdeyi açıp çıktım. Adamın ayakta dikilen adama karşı “Bu çok tehlikeli efendim.” dediğini duymuştum. Umursamadan Defne’nin odasına geçtim. Defne’nin odasında müzik çalarını açıp onun çalma listesine bağlandım. Müzik zevkimiz benzediği için buna katlanmak benim için çok zor değildi. Başımı geriye atıp çalan şarkıya odaklandım.
“Gelse bile son günüm,
Koluna alsa ölüm.
Gözlerimin önünde
Seninle geçen günüm.”
“Defin bak arkadaş seninle dans etmek istiyor.” Pastaya odaklı olarak bekleyen Defin karşısında ona nazikçe elini uzatan çocuğa sadece bakmakla yetindi. Kuzey kızına bakıp güldü. “Aferin kızım hiç gerek yok.” Deniz hızlıca kocasının dizine vurdu.
Nehir durumu görüp ortama el koyduğu gibi Defin’e “Çok ayıp senin gibi bir kıza yakışmıyor. Hadi sadece bir dans.” Diyerek kızı ikna etmiş oğlanın elini tutturup piste yollamıştı. Defin arkadaşı ile pistteyken etrafını anında Damla teyzesi ve eşi, Nehir teyzesi ve Güney amcası kapatmıştı. Kuzey ise kızını görememenin telaşını yaşıyordu. Deniz onun bu haline gülüp kızını ve köyden komşuları olan ninenin torununu izliyordu.
Defin karşısında öylece sallandığı kahverengi gözlü çocuk onu döndürdüğünde kahkahalar atarak dönmüş. Bütün bir gece o çocukla dans etmişti.
“Senden sonra kalbimi sevgilere kapadım. Ben seninle o günü bin yıl gibi yaşadım Asi.”
🩺
Duştan çıktığımda Defne yatağımda uyuyakalmıştı. Havluyla saçlarımı kurularayarak yatağa doğru ilerledim. Havluyu kenara bırakıp Defne'ye dikkatle baktım. Yanağının yanına yasladığı ellerinin kızardığını gördüğümde tekrardan banyoya geçip dolaptan kremi aldım. Üstümü giymeden yatağa yaklaşıp Defne’nin kızaran ellerine krem sürdüm. Ellerini güzelce sarıp kalkacakken boynundaki kolyeye baktım. Kuzey komutanın gizli bilgisinin ne kadar önemli olduğunu bilmek insanı geriyordu. Bildiğim bilgi hayati önem arz ediyordu. Dosyada okuduklarım ve sonrasında aldığım davetiye aslında çok önemliydi ama gittiğim görevde esir düştüm.
Sessizce giyindikten sonra telefonumu alıp bahçeye çıktım. Dosyada yazılı olan numarayı tuşladığımda bir süre telefon çalmış ardından yanıt verildiğine dair bir ses gelmişti.
“Alo?”
Telefondan gelen hışırtı sesleri ile beklemeye başladım. “Alo? Davetiyemiz eline ulaştı demek ki.”
“Evet ama davetiyenize geç yanıt vermek zorunda kaldım.” Esir düştüğümü söylemek istememiştim. Bir asker için en utanç verici an o an olmalıydı. “Olanları biliyoruz. Seni en kısa zamanda İstanbul’da veya Ankara’da ağırlamak isteriz.” Sanki karşımdaymış gibi başım ile onayladım. “Elbette.”
“Koruma yöntemini sevdik. Böyle devam et.”
“Aslında sinirleneceğinizi düşünüyordum.”
“Başta sinirlendik ama doktordansa kardeşi kendini savunma konusunda daha iyi. Bu sabah Üsteğmene bir saldırı gerçekleştirildi. Neyse ki doktora saldırması planlanan adamı aldılar.” Telefondan duyduğum haber ile daha bu sabah Defin’e bir saldırı düzenlendiğini anlamıştım. Bu haber hem iyi hem de kötüydü. Planımdaki riskleri biliyordum. En başında rahmetli Kuzey Mutlu’nun hayatı boyunca sakladığı diğer kızlarından birini riske atmıştım. “Durum nedir efendim?”
“Üsteğmen adamı vurmuş. Adamı yüzbaşı ile almışlar.” Sessizce onayladım. Barut'un, Defne'nin kardeşlerini mümkün olduğunu koruyacağını biliyordum. Yine beni şaşırtmamış ve dediğimi yapmıştı. "En kısa zamanda Ankara’yı ziyaret edeceğim." deyip telefonu kapattım. Tekrardan içeri girip odaya geçtiğimde Defne hala huzurlu huzurlu uyuyordu. Diğer tarafa ilerleyip örtüyü açtım ve yanına sokuldum.
🩺
Birkaç gün sonra
"Anne tamam abartma. Sadece üç saatlik yol. Arabayı da Jankat kullanacak." Jankat'ın yardımıyla botumu giyip çıktım. Defne hemen yanımda duruyordu. Beraber arabaya doğru ilerlerken Jankat arabanın kapısını açmıştı.
"Tamam ama gittiğinizde haber verin annem olur mu?" Jankat annemi onaylamaktan oldukça sıkılmıştı.
"Anne geri gelirken haber veririz zaten."
Biz yola çıkarken annem arkamızdan su dökmüştü. Aynadan anneme bakarken gülmeden edemedim. "Annem senin için oldukça korktu. Senden bir haber beklerken o kadar endişelendi ki. Neyse ki Defne abla vardı."
"İyi geldiler mi birbirlerine?" Jankat'a baktığımda başıyla beni onayladı.
"Abi, orada ne oldu?" Duraksadım. Bakışlarımı dışarı çevirdiğimde Jankat'a ne kadarını anlatabilirdim bilmiyorum. Elimi ağzıma yasladığımda derin bir nefes aldım. "Ne olmadı ki? Her şeyi denediler diyelim."
Jankat bana umutsuz bir bakış attığında ona gülümsedim. Sırf onların rahatlığı için içime atıyordum. Birkaç gündür uykusuzdum ama belli etmiyordum. "Uykusuz olduğun gözlerinden okunuyor abi. Biraz uyusan mı?" Başımla onu onaylayıp geriye doğru yaslandım.
"Abi.. Abi uyan hadi." Kaşlarımı çatıp kımıldandım. "Alo Defne abla, annemi aradım açmadı da. Biz geldik Ankara'ya haberiniz olsun." Jankat'ın kapısının açıldığını da duyduğumda gözlerimi açtım. "Hah abim de uyandı. O sizi arar." Telefonu kapattığında bende kapımı açıp yan koltuktan indim. Karşımdaki binaya baktığımda Jankat'ın meraklı bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Abi." Soracaktı ama soramıyordu. Cebimdeki davetiyeyi kontrol edip ona döndüm. "Soru sorma burada beni bekle. Sakın kimseye soru sorma." Jankat sesimdeki ciddiyeti anında fark etmiş ve başıyla beni onaylamıştı.
Jankat'ı geride bırakıp karşımdaki binanın girişine doğru ilerledim. İçeri girdiğimde dedektöre silahımı çıkarıp telefonumla beraber koydum. Cihazdan geçtikten sonra kimliğimi gösterdim.
"Hoş geldiniz. Geliş amacınız nedir?"
"Özel bir davet aldım." Cebimden davetiyeyi çıkarıp sadece dışının görüneceği şekilde gösterdim. Güvenlik davetiyeyi gördüğü gibi içeriyi işaret edip "İkinci katta davetiyeyi gösterdiğinizde sizi bir odaya alacaklar." demişti. Onaylayıp ikinci kata çıktım.
"Buyrun kime bakmıştınız?" Cebimden davetiyeyi çıkarıp kadına uzattım. Karşımdaki kadın davetiyeyi gördüğünde köşedeki bir odayı işaret etti. "O odada bekleyin lütfen." Onaylayıp odaya ilerledim ve girdim.
Yarım saatten fazla bekliyorum ve beklemekten aşırı sıkıldım. En iyisi kalkıp gitmek. "Üzgünüm davetin tarihi sonraya ertelendi. Davetin sahibi sizden anlayış bekliyor."
Derin bir nefes alıp karşımdaki kadına baktım. "Önemli olmadığını belirtin. Bir dahaki sefere görüşmeyi temenni ediyorum."
Ben odadan çıkarken kadın sadece arkamdan "Sizinle görüşmek için sabırsızlandığını belirtmemi istedi." demişti.
Bölüm sonu.
Bir sürü işimin arasında anca bu kadar yetişti. Haftaya aksama olabilir de olmayabilir de, bir takım ödevlerden dolayı...
Bölümü sevdiniz mii?
Haftaya cuma görüşürüz. Hepinize iyi okumalar :)
İnstagram: elbruz_blackpearln
Tiktok: elbruz.blackpearln
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.99k Okunma |
299 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |