22. Bölüm Rastgele teklif
2 Hafta sonra
Hakkari- Şemdinli
“Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde sınırın Irak tarafından sızma girişimi yapan teröristlerle güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı.” Dosyayı doldururken gözüm etrafta dolaşmıştı. Haberi gördüğümde bankodaki kızlara baktım. “Biraz sesini açar mısınız?” Kızlar televizyonun sesini açtığında haberlere odaklandım. “Çıkan çatışmada altı asker ile iki güvenlik korucusu şehit düştü. Biri ağır iki asker yaralandı.” Ağır yaralı askeri buraya getireceklerini düşünüyorum. Çok geçmeden ağır yaralı askerin diğer asker ile buraya getirildiği haberi gelmişti. Herkes hazırlık yaparken bende telefonumu önlüğümün cebinden çıkarıp annemi aradım. “Defne acil mi?”
“Büyük ihtimalle acil olacak anne. Ağır yaralı bir asker getiriyorlar. Daha iyi bir hastaneye sevk edilme durumu olursa...” Annem ne diyeceğimi anlamıştı. Olası bir durumda askerleri Çanakkale’ye göndermemiz gerekebilir demekti. “Can’la konuşuyorum. Güney de ayarlayabilir. Dert etme haber ver yeter.” Gülümsedim. “Tamam anne. Haber vereceğim.” Telefonu kapatıp cebime attım. Hızlıca acil girişe ilerledim. Cerrahi eldivenleri giyerken bir yandan da son kontrolleri yapıyorduk. “Acil ile müdahale odası arasını komple boşaltalım koridorda bekleme olmasın. Serdar bu hafta kaçıncı saldırı oldu?”
“Ya iki yada üç.” Kerem... En son hafta başında görüşmüştük. Birkaç gündür ben hastanede nöbetçiydim. O ise görevde. Umarım iyisindir. Gelen askeri hızlıca müdahale için acile aldığımızda üniformasını kesip yarasına baktım. “Serdar kalbe çok yakın.”
“Tamam elimizden ne gelir?” Hiç bir şey. Bu tehlikeli kurşun yarası kalbine yakın riskli bir yerdeydi. “Nazike telefonumu çıkar Güney amcamı ara.” Serdar’ın bakışlarını umursamadan yaraya tampon yapmaya başladım. Çalan telefondan amcamın sesi geldiğinde bilgileri ona geçmeden önce helikopterle buraya gelip gelemeyeceğini sordum. “Anneni de alıp geliyorum. Bilgileri geç.” Başımla sanki amcam görüyormuş gibi sallarken bilgileri geçmeye başladım. “30 yaşında erkek hasta. Kalbin tahmini iki santim altında silahla vurulma. Kan akışı çok fazla durdurmakta güçlük çekiyoruz.” Güney amcam sıkıntılı bir nefes aldığında onun ne diyeceğini bekliyordum. Sıkıntılı anlar geçiriyorduk.
“Defne ameliyata al. Yarısında sana yetişeceğim havalanıyoruz.” Telefonu kapattığında amcamın dediğini yapıp Nazike’ye döndüm. “Hızlıca ameliyata alıyoruz Nazike.” Nazike beni onaylarken askeri ameliyat için hazırlamaya başlamıştı. Serdar başımda devamlı konuşuyordu. Eldivenlerimi çıkarıp bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım. Derin bir nefes alıp Serdar’a döndüm. “Daha iyi bir fikrin var mı Serdar! Yok! Kes sesini de Çanakkale’nin en iyi kalp cerrahını buraya getirteyim!” Ameliyathaneye yaklaştığımda ellerimi yıkayıp bonemi taktım. Ameliyata girdiğimde neşteri alıp ilk kesiği attım. On beş dakika sonra ameliyathanenin kapısı açıldığında içeri amcam girmişti. “Bakalım durum nasılmış?” Amcamla beraber ameliyatı gerçekleştirdikten sonra hastayı yoğun bakıma aldık.
Bonemi çıkarırken saçlarım bonenin altından dökülmüştü. Amcama bakıp “Birkaç gün burada kalsanız olur mu size?” diye sordum. Güney amca gülümseyerek bonesini eline birkaç kez vurdu. “İsterdim ama biliyorsun ben artık baş hekimim Defne.” Doğru Güney amca yeni baş hekim olmuştu. Görev sorumluluğu altında oldukça yoruluyor olmalıydı. “Üzülme anneni bir iki günlüğüne burada bırakabilirim.”
“Çok iyi olurdu ama annemi evde tek bırakamam güvenliğinden endişe ederim.” Annem yanıma iyice sokulduğunda ona baktım. “O zaman biz gidelim de Defne sen bugün bi solgun musun kızım?” Annem yanaklarımı okşarken Güney amcam annemin dediklerinin üstüne dikkatlice beni incelemeye başlamıştı. “Defne sen dinlenmedin mi? Bi kan değerlerini kontrol ettirsen.” Annem benim yanağımdan öptüğünde gülümsedim. “Bir iki gündür nöbetteydim ondan böyleyimdir.”
“Gel bir şeyler yiyelim sonra biraz uyu.” Annem benimle beraber kafeteryaya yürüdüğünde Güney amcam arkamızdan geliyordu. “Bir de bu ara fazla uyuyorum. Yorgunluğu atamadım belli ki.” Güney amcam bana yemelik bir şeyler almıştı. Aldığı tabağa baktığımda sarma görmemle gülümsedim. Anneme çatalla bir iki tane verip geri kalanını kendim yedim. Sessizce yemeğimi bitirdikten sonra annemleri tekrardan hazır bulunan helikoptere götürdüm. Annemler gittiğinde ben içeri geri döndüm. Kafeteryaya girip Kerem için de sarma aldım. Ardından eve geçtim. Aldığım sarmaları Kerem’in evine de götürüp kapıyı açtım. Defin karargahtaydı. Sarmaları mutfağa koyup oturma odasına geçtiğim gibi oturdum. Başımı geriye doğru atıp tavana bakmaya başladım.
Kımıldanıp havalandığımı hissettiğimde gözlerimi araladım. “Uyu Defne’m.” Onun sesini duyduğum gibi gözlerimi iyice araladım. Ne ara uyuduğumu bile bilmiyordum. “Kerem, gelmişsin.” Boynuna sarıldığımda uykulu sesimi umursamadan boynuna sarılmama gülerek yatak odasına ilerlemeye devam etti. Beni yatağa yatırdığında Kerem’i izlemeye başladım. Kerem üniformasını çıkarmaya başladığında dayanamayıp yataktan kalkıp onun tişörtünü çıkardım. “Sevgilim söylesene sen yorgun değil miydin?”
“Öyleyim ama sen beni deli ediyorsun.” Kerem’in kucağına atladığım gibi ellerini kalçamın altında sabitledi. “Sevgilim seni çok özledim.” Cilveli sesimi duyduğunda Kerem gülmeye başlamıştı. Tek koluyla beni tutarken boştaki eliyle saçlarımı yüzümden geriye itmişti. “İki haftadır görevdeydim tabi.” Başını boynuma gömüp öptü. Kerem beni öptüğünde ona karşılık verdim. Üstümdeki kazağı çıkarıp bir yere fırlattığında bakışlarını üzerimde gezdirmişti. Kerem’i tutup kendime çektiğimde sırıtarak üzerime eğildi. Kerem ile harika bir gece geçirmek istiyorum ve ben istediğimi alırım.
🩺
“Üsteğmen Pilot Defin Mutlu, emret komutanım!” Albaya selam verip beklemeye başladım. “Görev yerine geri dönme vaktin geldi sanırım.” Diyarbakır’a geri dönme fikri alıştığım hayata geri dönmek demekti ve bu konfor alanıma geri döneceğim için heyecanlandım. “Burada görev aldığın sürede gösterdiğin emek ve performans için teşekkür ederiz.”
“Savaşan şahinler hep sizin yanınızda olacak albayım. Bu bizim görevimiz.” Kapı çaldığında içeri giren Barut’a baktım. “Yüzbaşı Altan Barut, emret komutanım!” Barut kapının girişinde duruyordu. Albay yaklaşmasını söyledi. Barut yaklaşıp beklemeye başladı. “Barut timine asker alman gerekiyor artık. Daha ne kadar yas tutacaksın?” Barut’un derin iç çekişi yasının hala devam ettiğini gösteriyordu. Barut timine ne olduğunu bilmiyorum ama babamın başına gelenlerle benzer bir şey olduğuna eminim. “Komutanım...” Albay konuşmasına izin vermeyip araya girdi. “Barut, tim üç kişi kaldı. Mecbursun, bu bir emirdir.” Barut düşen yüzü ile selam verip çıktığında bende ardından albaya selam verip odadan çıktım.
“Yüzbaşım!” Barut ilk başta beni duymamazlıktan geldi. “Yüzbaşı Barut!” Tekrar seslendiğimde mecburen durdu. Yanına gidip onun sırtına vurdum. “Hadi kahve içelim.” Yüzünden memnuniyetsizlik akıyordu. Göz devirdim “Hadi.” Buruk bakışları beni bulduğunda gülümsedi. Başıyla onaylayarak “İçelim.” dedi. O bir banka oturduğunda yanına ilerleyip Cemil’e iki kahve getirmesini söyledim. Omzumla onun omzuna vurup “Sohbetini özleyeceğim Barut.” dedim. Barut yüzüme baktığında albayın odasında gördüğüm o buruk yüz ifadesi tekrardan ortaya çıktı. “Gidiyor musun?” Gözlerim Barut’u bulduğunda Barut sanki dokunsalar ağlayacak gibi duruyordu. “Görev bitti. Gizli görev de bitti. Burada durmak için bir nedenim yok.” Sessizce onayladığında Cemil kahveleri getirmişti. Barut kahvesini aldığında bende alıp Cemil’in gitmesini bekledim. “Anlatmak istersen...”
“Geçen sene kasım ayında bir depo baskınında timimi kaybettim. Aynı gün beş askerimi kaybettim.” Sessizce yutkundum. Elini tuttuğumda Barut elimi sıktı. “Çok zor ama hep bir şeyleri kaybediyoruz Barut. Niye kendine zehir ediyorsun?” Barut bana öyle bir bakıyordu ki gören bana aşık olduğunu sanırdı. Dediklerimi umursadığını hiç sanmıyorum. Sadece öylece gözlerimin içine bakıyordu. “Niye bana aşıkmış gibi bakıyorsun Barut?” Gözlerimin içine bakmaya devam ederken bir şeyler mırıldanmıştı. Ne dediğini anlayamamıştım. Ne dediğini soracağım sırada askerlerinden Emirhan yanımıza gelip selam verdi.
“Komutanım time seçilecek askerlerin dosyasını getirmiştim.” Barut gözlerini Emirhan’a hiç çevirmedi. Bana bakarken ayağa kalkıp “Ben timime asker seçmeye gidiyorum, geliyor musun Üsteğmenim?” dedi. Barut’a gülümseyip kalktım. “Gitmeden önce bordo bereli bir time asker seçiliyorken izleme şansını kaçıramam Yüzbaşım.” Arkasına döndüğünde güldüğünü hissetmiştim. Barut bana sanki bir şeyi hatırlatıyordu. Trabzon’u hatırlatıyordu. Bakışı, duruşu, gülüşü bile Trabzon’du. Oranın havası gibi buruktu gülüşü. Sanki çok şeyini kaybetmiş ama yeniden buluyor gibi..
Eğitim alanına geldiğimizde daha girdiğimiz anda hangi askeri seçtiğini anlamıştım. Köşede gelen geçeni yere seren cüssesiyle ayı gibi diyeceğim erkeği. Neydi adı... “Teğmen Yaman.” Barut’un seslenmesi ile hızlıca kalkıp önüne geldi. “Emredin komutanım!”
“Barut timindesin. Hazırlığını yap bir saat içinde hangarda ol.” Teğmen ilk başta olan biteni anlamaya çalışır gibi bakmış ardından da Barut’a bir yanıt vermesi gerektiğinin bilincine ulaşmış olacaktı ki “Emredersiniz komutanım.” dedi. Barut’la beraber çıktığımda yeni konumumuz bu sefer atış alanıydı. “Keskin nişancı demek.” Komutanın yanına geçip önce dosyaya göz gezdirmiş ardından atış alanını izlemeye başladım. “Astsubay Akman, elli metre güney. Mevzi al emrimi bekle.” Asker aldığı komutla koşarak mevzi almıştı. “Yüz elli metre yeşil!” Tek atış tam isabet. “Yüz elli metre mavi!” Attığını vuruyordu. Barut bağırarak “İki yüz elli metre kırmızı!” ilk emrini verdi. Asker onu da tekte aldığında Barut’a dönmeden “Tekte.” dedim. Asker baya iyiydi.
“Astsubay Kerim Akman!” Asker adının söylenmesi ile silahını tutup koşa koşa Barut’un önüne gelmişti. Tam karşısında dimdik dikildiğinde “Astsubay Kıdemli Üstçavuş Kerim Akman, emret komutanım!” Barut’un timi de en az poyraz kadar cesur adamlarla doluydu. Şimdi yenilerini time eklemek Barut için her ne kadar zor olsa da timini yine en iyileriyle doldurmaya çalışıyordu. “Aferin asker.” Astsubay anında “Sağ ol.” diyerek karşılık verdi. Bu askerin gözü pek mert bir tip olduğu belliydi. Yaman gibi kararlı bakıyordu. “Şu andan itibaren Barut timindesin.” Barut’un verdiği bilgi ile yüzünde ketum bir gülümseme oldu. Karşısındaki yüzbaşıdan dolayı gülemediği belliydi. Kendiyle gurur duyduğu daha iyilerini yapabileceğine olan inancı tamdı. “Yarım saat içinde hangarda ol.”
“Emredersiniz komutanım!” Bir asker için en gurur verici anlardan biri olmalıydı bu an. Bir an için kendi halimi düşündüm. Atmaca filoya görev yazımın geldiği günü. Hepsinin hissettiği duyguları hissedebiliyorum sanırım. Alandan ayrılırken sıradaki askeri Emre’ye sordu. “Astsubay Sarp Kaya.” Emre elindeki dosyayı açıp baktı. “Ceza almış.”
“Yine şaşırtmıyor.” Spor alanına geldiğimizde elinde ağırlıklarla durmadan konuşarak ilerleyen asker aradığımız astsubay olduğunu gösteriyordu. Başçavuşun yanına geldiğimizde askerin devamlı mırıldandığını görüyordum. Hiç susmayan bir tip olduğu belliydi. “Sahadaki Astsubay Sarp Kaya’mı?” Başçavuş başıyla onayladığında izlemeye devam ettim. “Evet komutanım.” Barut Emre’nin uzattığı dosyaya göz gezdirdi. “Yine çenesi yüzünden ceza aldı dimi?” Başçavuş tekrardan onayladı. “İki dakika çağıralım başçavuşum.”
“Astsubay Kaya!” Asker başçavuşu duyduğu gibi durup dönmüştü. Ağırlıkları indirirken “Buraya gel.” diyerek yanımıza çağırdı askeri. Hala mırıldanıyordu. Yanımıza geldiğinde başçavuşa, Barut kaç setinin kaldığını sordu. “İki seti kaldı komutanım.” Barut derin bir nefes alıp “On beş dakika içinde iki seti bitirip hangarda olacaksın. Barut timindesin.” Askerin dumura uğramış suratını gördüğümde gülmemek için kendimi zor tuttum. Anlık boşluğa düşmüş olacaktı ki “Efendim?” deyiverdi. Barut karşısındaki askerin ne saçmaladığını anlamamıştı. Anında “Efendim ne demek lan?!” diyerek sesini yükseltti. Asker hala olayın şaşkınlığı ile saçmalıyordu. “Tamam yani emredersiniz komutanım.”
“Duyamadım!” Barut’un kalın sesi askeriyeye yakışıyordu. Karşımızdaki asker anında Barut’un sesine uyum sağladı. “Emredersiniz komutanım!”
“On beş dakika içinde setini bitirip dediğim yerde olmazsan ruhunu sikerim.” Barut’un tehdidi ile ilk başta yine mırın kırın edip saçmalasa da ardından “Emredersiniz komutanım!” diye yüksek perdeden emre itaat ettiğini göstermişti. Barut ile beraber arkamızı dönüp ilerlerken arkadan Emirhan’ın “Kesinlikle siker.” dediğini duymuştum. Barut’a dönüp “Bunlar nasıl yaratıcı tehditler Barut yüzbaşım? Siz küfür eder miydiniz?” diye sordum. Barut bu halime gülümseyip “Bunların anladığı dilden konuşmak lazım Üsteğmenim.” dedi. Sıradaki durağımız kantin olduğunda gözümle yeni askeri bulmaya çalıştım. Herkes ayağa kalkarken Barut eliyle oturun emrini vermişti. Bir kişi hariç geri kalan herkes bizi görmüştü. İşte o an anladım aradığımız askerin arkası dönük bir şekilde oturan asker olduğunu. “Ben bunları yapsam hepimiz daha güçlü kuvvetli oluruz. Ne bakıyorsun?” Karşısındaki asker kaş gözle Barut’un burada olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Barut sıkılmış olacak ki derin bir nefes çekmişti. “Astsubay Gökhan Sipahi!” Kantinde yankılanan ses ile astsubay korkuyla ayağa kalkmıştı. Astsubayın şaşkın bakışları ile Barut’un keyfinin yerine geldiğine emindim. Kurt’un aksine Barut korku salmayı seviyordu. “Emredin komutanım!”
“Tıkınman bittiyse beş dakika içinde hangarda ol. Barut timindesin.” Askerin emri anlamadığı, tıpkı Sarp gibi şok içinde olduğu belliydi. “Barut timi?” Duyduğum soruyla ufaktan kıkırdadım. Barut timindeki favori askerlerimi buldum sanırım. Astsubay Kaya ve Astsubay Sipahi. “Bana emir tekrarı ettirtme lan! Beş dakika içinde hangarda olmazsan amel defterin dürerim.” Barut bu tehditten sonra kantinden çıkarken bende yanında ilerlemeye başladım. Arkadan Emirhan’ın sesi geldiğinde kulağımı ve bütün dikkatimi oraya verdim. “Emin ol dürer. Dürmekle de kalmaz başka şeyler de ekler.”
Barut ise asker seçimini umursamamış gibi bir anda bana döndü. “Ne zaman gidiyorsun?” Ona bakıp tekrardan önüme döndüm. “Büyük ihtimalle akşam. Defne ile konuşmam gerekiyor ama badinden fırsat bulamadım bi türlü. Gece onda kaldı.” Barut bu söylediğime güldü. “İki haftadır yoktu bırak hasret gidersinler.” Hak veriyordum tabii ki. Asker beklemek zordu. Hele birde özel görevlere giden bir askerse daha zordu. “Sana gitmeden öğle yemeği ısmarlayabilir miyim?” Barut’un bu teklifi ile ona bakıp teklifini kafamda ölçüp biçtim. Yürümeye başladım. Arkamı dönüp Barut’a baktım. “Tabii, öğlen görüşürüz Barut.” Geri geri giderken elimle asker selam verip güldüm.
🩺
Sabah güneşin ışıkları gözümü almaya başladığında Kerem’in göğsüne sokuldum. Kasıklarımda hissettiğim ağrıdan yüzümü buruşturup kalktım. Kerem rahatsız olduğumu anlamış olacaktı ki benim kalkmamla o da kalkmıştı. “Defne iyi misin?”
“Ağrım var.” Kerem beni kucağına çekip ellerini kasıklarıma yasladı ve masaj yapmaya başladı. Mırın kırın ederek beklemeye başladım. “Çok ağrı girdi şu an.” Kerem beni sıkıca tutuyordu. Bir süre sonra beni yatırıp mutfağa gitti. Mutfaktan yarım saat sonra elinde tepsiyle Kerem gelmişti. Hazırladığı kahvaltının yanına yeşil çay koymuştu. “Dün gece seni yormamalıydım.” Pişman gibi görünüyordu. Onun elini tutup “Komutan iyiyim. Sakin ol.” dedim. Kerem’in getirdiklerini beraber yemeye başladık. Ardından Kerem’in zoruyla ağrı kesici attım. “Hadi duşa girelim. İyi hissedersen beraber karargaha gidelim.” Kerem’in yardımıyla duşa girip çıktığımda dün gece yere attığımız kıyafetleri giymek zorunda kalmıştım. Kerem elimi sıkıca kavrayıp evden birlikte çıktık. “Benim eve uğramam gerekiyor. Üstümü değiştireceğim.”
“Sonra?” Kerem arabanın anahtarını çıkarırken bana baktı. “Sonra karargaha gelirim. Defin gidecekmiş bugün görevi bitmiş. Akşam onu göndereceğim işte.” Önüme gelen saçları geriye iterken Kerem’e döndüm. “Ağrın devam ederse doktora git.” Kerem’in bu dediğine güldüm. Doktora, doktora git diye tavsiye veriyordu. “Merak etme komutan kendime dikkat ederim ben.” Kerem diğer elini yanağıma koyduğunda elinin üstüne yattım ve ona bakmaya başladım. “Nasıl merak etmem? Peşinde Miro diye bir manyak dolanırken sana gözüm gibi bakmazsam ne yaparım ben?”
“Kerem Miro denileni de halledeceğiz. Bana bir şey olmayacak.” Elim tekrardan kasıklarıma gittiğinde Kerem bunu anında görmüştü. Eve geç dinlen gelme gibi laflarını umursamadan eve geçip üstümü değiştirdim. Kerem ile onun arabasıyla karargaha geldik. Arabadan inmeden önce Kerem’e sarıldım. Karargaha girdiğimizde ikimizde sevgili kimliğinden çıkıp Yüzbaşı, doktor kimliğimize bürünmek zorundaydık. Her ne kadar herkes sevgili olduğumuzu bilse de. Revire girdiğimde Defin sedyelerden birine uzanmış tavanı izliyordu. Sessizdi, bir şeyleri düşündüğü her halinden belliydi. Çantamı masaya koyup ona döndüm. “Burada ne yapıyorsun?”
“Yediklerimi hazmetmem gerekiyordu.” Kardeşimde bir haller vardı ve bunun farkındaydım. Sadece sorma konusunda biraz rahat davranıyorum. Defin’in sorduğum anda kaçacağını biliyorum. Her anlamda kaçacağını... “Ne yedin ki?” Defin uzandığı yerde bana bakarak arka sokaktaki kebapçıyı söylemişti. Oraya tek gitmediğini tahmin etmek zor olmazdı ama kiminle gittiğini kestiremiyordum. Kiminle gideceğini sormak için ayak ucuna oturup ellerimi önümde birleştirdim. “Sor Defne sor. Kıvranma karşımda.” Göz ucuyla ona baktım. “Kiminle gittin oraya?” Defin umursamaz bir şekilde omuz silkip “Barut yüzbaşıyla.” dedi. Büyük bir heyecanla ona döndüm. “Tam tahmin ettiğim gibi! Yemeğe mi çıkardı seni?”
“Kafanda kurma boşuna. Veda yemeğiydi. Akşam gideceğimi duyunca, kardeşim de sevgilisinin koynundan çıkamayınca yemeğe götürmeyi teklif etti o kadar.” Göz devirdim. “Bakma öyle hala Murat’ı seviyorum.” Duraksadım. Hala yas tutmasını anlayabiliyordum. Defin de her insan gibi kaybının ardından hayatına devam etmek zorundaydı ve zor da olsa yaşamına odaklanmaya çalışıyordu. “Ne kadar kötü?” Defin’in bir aralar yaşadığı korkuları şu anda ben yaşıyordum. Ya Kerem bir gün giderse korkusu onunla birlikte olmaya başladığım andan beri vardı. Kimi kandırıyorum onu ilk gördüğümde bile onun için endişelenmiştim. O ara Kerem bir asker diyerek kendimi kandırıyordum. Babamla onu bir görüyordum ama hislerimi saklamıştım. “Bok gibi. Yaşamak istemedim Defne. O an orada ölmüş olmak istedim. Rahatsız olmasaydım onunla o göreve çıkacaktım.” Defin hala kendini suçluyordu. Halbuki rahatsızlığı bile yoktu. Karnındaki bebek onu biraz fazla yormuş, bayılmasına sebep olmuştu. Göreve Murat tek çıkmak zorunda kalmıştı ama kimse bunu Defin’e söyleyememişti.
“Eğer o gün arkasında olsaydım. Orada olabilseydim onu koruyacaktım. Yapamadım.” O oturur hale geldiği anda ona sıkıca sarıldım. Onu anlamak istemiyorum. Ben annemi bile anlamak istememiştim ki. Annemin bizi korumak için silah öğrenmesini, ilk evlendiği dönemlerde ışıkları açık tutarak uyumasını yada tam yanı başındaki komodinin çekmecesinde duran silahı anlamak istememiştim. O 3+1 evimizde babam göreve gittiği anda bizi kendi odalarına alan yada gelip yanımızda uyuyan annemi anlamak istememiştim. Sikeyim ben askerle sevgili olma fikrine bile karşıydım. Annemin yaşadığı hayatı yaşamaktan korkmuştum. Defin’i görüp korkum ikiye katlanmıştı. Şimdi ise dağları titreten Poyraz timinin komutanı Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt’un doktoruyum.
“Onca sene okulda hep beraberdik. Görevlerde beraberdik. Bir kez ayrıldım, bir kez evde annem gibi bekledim. Keşke beklemeseydim.” Defin’in sakinleşmesini beklerken kendimi onların yerine koymadan edemedim. Şimdi ise annemin yerinde Denef ile ben vardım. Ali sabahları işe gidiyor, akşamları devriyesi yoksa öyle geliyordu. Denef ise sabırla bekliyordu. Onları en iyi Kerem esir düştüğü zaman anlamıştım. Kerem’e hislerimi söyleyememek içimi yemişti. Eğer o olay olmasaydı birbirimizden kaçmaya devam edecektik. Defin sakinleştiğinde başımı eğip ona baktım. “Kendini suçlamayı bırak Defin. Hayatta her şeyi kontrol edemeyiz. Ölümde bunlardan biri.”
Defin göğsüme yaslandığında canım acıdığı için geri çekilmiştim. Defin başını kaldırıp bana baktığında başımı ne oldu der gibi sağa sola salladım. “Göğsün mü ağrıyor senin?” Defin’in dediği ile göğüslerime baktım. “Yani biraz hassasiyetim var da regl döngüm geliyordur.” Defin onaylayıp kalktı. “Gitmek zorunda mısın?” Benim bu soruma gülümsedi. Zorunda olduğunu biliyordum ama yine de sormadan duramadım. “Senin mutlu olma zamanın geldi Defne. Kerem seni seviyor, değer veriyor. Ayaz böyle değildi. Ayaz sadece seni kandırıyordu. Gerçi kendini de kandırıyordu.” Gülümsedim. “Ne yalan söyleyeyim Kerem babama benziyor. Bu da beni korkutuyor. Ya annemin kaderini yaşarsan diye korkuyorum.” Defin haklıydı. Kerem gerçekten babama benziyordu. Benimle ilgilenişi, daha bana karşı bir şey hissetmediği dönemde bile benim hakkımdaki her şeye dikkat ediyordu. Babam konusundaki yarama dikkat ediyordu. Regl düzenimi bile biliyor olabilirdi. Umarım sonumuz annemlerin hikayesine benzemez.
“Bulut’a hiçbir şey söylemek yok Defin.” Omuz silkti. “Eve geçmeyeceğim Diyarbakır’a dönüyorum.” Başımı sağa sola salladım. En azından Bulut’un çenesine bir süre daha düşmem ve bu büyük bir artı. “İyi bari. Bulut’un diline düşmek istemiyorum.” Ayağa kalkıp cama yaklaştım ve dışarı baktığımda poyraz timinin dışarıda maç yaptığını gördüm. “Gel de bakalım şunlara.” Defin ile beraber aşağıya indik. Tim etrafta koşturuyordu. “Gol!”
“Faul yaptın. Faul var!” Top Kerem’in ayağına geldiğinde hızlıca Hamza’ya topu attı. Hamza topu alıp koşmaya başladığında kalenin önünde Fatih ve Hamza’yla aynı takımda Kerem vardı. İkisi de yere düştüğünde Fatih “Ne oldu komutanım?” dedi.
“Ne mi oldu? Faul yaptın Fatih?” Kerem’i izlemek zevkliydi. Fatih kendini gösterip “Ben mi yaptım?” dediğinde Kerem büyüttüğü gözleriyle “Yok ben yaptım, çok özür dile- Sen yaptın tabi!” demişti. Gülümsedim.
“Ben dokunmadım ki komutanım size.”
“Nerde dokunmadın ya?!”
“Yaa aşk olsun komutanım ya! Aktütünde vurulduğunda bile bu kadar bağırmadın ya!”
“Ben yalan mı söylüyorum şimdi? Abartıyor muyum yani?” Kerem ayağa kalktığında beni görmüştü. Kollarımı birbirine kavuşturup başımı sağa sola salladım. Kerem benden aldığı onayla Fatih’e döndü. “Penaltı tabi lan buz gibi penaltı.” Kerem yan taraftaki boşluğa dalgınlıkla “Hocam!” diye seslendi. Boşluğu fark ettiğinde bütün tim sus pus olmuştu. Hocam... Sarı hoca... Sarı hocayı hakem yapıyorlardı demek ki. Oyunun dinamiği bozulmasın diye “Faul komutanım!” bağırdım. Kerem’in bakışları beni bulduğunda buruk bir gülümseme ile yüzüme odaklanmıştı. Ona bakarken elimi kaldırıp “Penaltıyı ben atabilir miyim komutanım?” dedim. Taner bana küçümseyici bakışlar atarak “Doktor hanım sizi yormayalım penaltıyı kaçırmayalım.” dediğinde gülerek Defin’e baktım. Defin de ellerini beline koymuş gülüyordu.
“Defin ne diyor bu ya?”
“Seni kimse tanimiy kızım normal da olsun o kada.” Taner’i umursamadan sahaya girip ilerledim. Defin Taner’e “İyi izle İstanbullu.” Demişti. Gülerek topa vurduğumda sekmeden tam olarak sözde kaleye girmişti. Hepsinin şaşkınlığını suratında gördüğümde Kerem’in yüzünde de ufak bir şaşkınlık ibaresi görmüştüm. “Doktor hanım siz bizim takımda bi tur oynasanıza ya.” Güldüm. Defin’e baktığımda yanında dikilen Barut’u görmüştüm. Bir tek Barut’un yüzünde şaşkınlık yoktu. Sanki bizim neler yapabileceğimizi biliyor gibiydi.
Onların oynamasına izin verip Defin’lerin yanına geçtim. “Aferin doktor. Formundan hiç bir şey kaybetmemişsin.” Barut’a bakmadan “Sen benim eski formumu nereden bilebilirsin ki Barut?” Barut’un sesi kesildiğinde çaktırmadan gülümsedim. Barut’un bir sırrı vardı ve ben bunu bulacağım. Akşama doğru Defin’i havaalanına getirmiştim. Sıkıca sarıldığım kardeşim kulağıma dikkatli olmam gerektiğini fısıldamıştı. “Silah kullanmayı bir an önce öğren Defne. Kerem sana öğretsin.” Defin’i onayladım. “Merak etme Defin. Sende dikkatli ol olur mu?” Defin gülümsedi. Defin gittikten sonra bende hastaneye geçtim. Biraz uyumak için sedyeye uzandım. Bu ara bir türlü dinlenemiyor muyum? Ne oluyor acaba..
🩺
Defne hastaneye gece nöbetine geçtiğinde bende bahçede oturuyordum. Mahmut’la konuşuyorduk. Mahmut time girmesi gündemde olan bir askerdi ve şu an evli olduğu için en mantıklı fikri verebilecek biriydi. “Sakın. Sakın deyim yapma böyle bir şey sakın.”
“Niye lan?” Mahmut kendini gösterdi. “Ya ben yaptım. Gideyim kayınpederle konuşayım dedim. Derdimi medeni bir şekilde izah edeyim dedim.”
“Tamam işte ne güzel. Ee?” Mahmut boştaki eliyle kendini göstererek anlatmaya devam ediyordu. “Yengen dedi ki yani benim hanım. O zaman o kız o oluyor.” Güldüm. Karşımda ciddi ciddi konuşuyordu. “Anladık lan devam.”
“O da dedi ki sakın falan ben dinlemedim. Babam burnundan soluyor, barut gibi dedi.” Barut gibi lafını duyduğum an yüzümü buruşturdum. “Neticede insanlar konuşa konuşa, hayvanlar tokuşa tokuşa.” Başımla onu onaylarken gözlerimi bir iki saniye kapattım. “Tabi bi yerde öyle.”
“O zaman da benim kayınpeder araba tamir ediyor. Gittim oraya bak Allah seni inandırsın.” Ellerini uzunca açtı. “Böyle elinde tamam mübalağa olmasın.” Biraz daha küçülttü. “Böyle bu kadar keser. Ben gittim dedim böyleyken şöyle, şöyleyken böyle.” Kaşlarımı çatıp hikayenin geri kalanını beklemeye başladım. Farkında olmadan Mahmut’a doğru eğilmişim. “Adam böyle durdu. Bana bi baktı.” Hikayenin geri kalanını tahmin ettiğimde gülmeye başladım. “Sen keseri kap beni bir kovala. Ayıptır söylemesi ağzıma sıçtı komutanım. Neyse ki senin kayınpeder yok.”
Mahmut’a ters ters baktığımda ne dediğinin farkında değilmiş gibi devam etti. “Annesinden kızı almak kolaydır zaten. Gidecen kızını istiyom diyecen bari onu de. Bari o kadarını yapacak götün olsun.” Sinirlenmeye başlamıştım. Mahmut çatış kaşlarımı gördüğünde susar mı diye bekledim ama Mahmut susar mı asla susmaz. “Tabii kısık da olsa götün olsun deme dimi. Ben gideyim komutanım. Buralardayım komutanım afiyet olsun.” Başımı sağa çevirip boynumu kütlettim. “Mahmut gel şuraya.”
“Resmi olarak mı söylüyorsun? İnsan olarak mı?”
“Senin insanlığına da sana da!” diyerek onu kovalamaya başladığımda Mahmut kaçmaya başlamıştı. “Gel lan buraya!” Karargahın içine koştuğunda peşinden koşuyordum. Albay karargahta olmadığı için biraz daha rahattık. Mahmut zemin katın bir penceresinden tekrar dışarı kaçtığında dışardaki askerlere “Yakalayın şunu! Yakalayın ve bana getirin şunu! Gel lan buraya!” diye bağırdım. Salak Mahmut yüzünden kafam iyice karışmıştı.
Barut elindeki kupayla dışarıda bana bakıyordu. Büyük ihtimalle yeni çıkmıştı. “Ne oldu lan?” Pencereye kollarımı yasladım. “Geri zekalı Mahmut’u yakalamalarını söyledim.” Barut yanıma gel gibisinden başıyla bir hareket yaptığında bende camdan atlayarak Barut’un yanına ilerledim. “Sen o hıyara ne soruyorsun ki mal o herif.” Haklıydı niye Mahmut salağına sorduysam? Kafamı daha çok karıştırmıştı salak herif. “Ne sordun?”
“Defne’ye evlenme teklifi etmek istiyorum dedim. Salak herif fikir sundu. Daha doğrusu direkt ailemi yollamamı söylüyor.” Barut kaşlarını kaldırıp öğrendiği bilgiyi sorgulamaya başladı. “Aileni yollayacaksın? Saçmalama lan. Önce kıza teklif edeceksin. Oldu olacak kıza da imza atarken haber ver. Geri zekalı herif.” Barut yine haklıydı. Önce Defne’ye teklif etmeliydim. Yüzüğümü alıp ona gitmeliydim. “Doğru söylüyorsun. Ben bunu nasıl unuttum.”
“Gerçekten malsın Kurt. Mahmut’a sormandan belli oluyor senin geri zekalı olduğun.” Barut bunları söylerken resmen bana sen iflah olmazsın bakışları atıyordu. Başını sağa çevirip kupasından bir yudum aldı. Cemil yanımıza geldiğinde başımı ona çevirip baktım. “Albayım görev için hazırlanmanız gerektiğini söyledi ve köylere gidecek Serdar doktoru almanız gerekiyor.” Onaylayıp gitmesini başımla işaret ettim.
Sabah hastaneye girdiğimde silahımı arkamda tutuyordum. Serdar doktorun hazırlanmasını söylediğimizde aklıma esen fikirle hızlıca Defne’nin odasına koştum. Defne’nin odasına girdiğimde yeni uyandığı belli olan sevgilime baktım. Stetoskobunu önlüğünün üstüne astı. “Defne bir şey diyeceğim. Sen benimle evlensene?” Defne uykulu gözleriyle kaşlarını çattı. Anlamaya çalışıyordu. “Güzelim benimle evlenir misin?”
Defne sol eliyle gözünü ovuşturdu. Elini gözünden çekip belimdeki silahımı gösterdi. “Kerem silahını çıkarsaydın bari?”
“Sen stetoskobunla, ben silahımla tam olması gerektiği gibi bir an bence. Görev için geldim, gitmem gerekiyor.” Defne’nin elini tuttum. Cevabını bekliyordum. Uykulu haliyle başıyla onaylamıştı. Tam bize göre bir andı. Bunun kayıt altında olduğunu biliyordum. Karargah kararıyla Defne’nin odasına kamera yerleştirilmişti. Uykulu haliyle, önlüğü stetoskobuyla bende üniformamla silahımla onun karşısındaydım. Evlilik teklifime evet demesiyle onu öpüp odasından çıktım. Koştura koştura tekrardan timin yanına gittiğim gibi doktor Serdar’ı alıp hastaneden çıktık. Aktütün yakınlarındaki bir köye geldiğimizde hava oldukça kapalıydı. Serdar köye geldiğimiz gibi çocukların hastalıklarıyla ilgilenmeye başlamıştı. Silahımı sıkıca tutarken kaşlarımı çatıp etrafı kolaçan etmeye devam ettim.
Fatih telsizle birlikte yanıma geldiğinde telsizi alıp beklemeye başladım. “Nasılsın esker?” Eyi misen?” Miro... Etrafa göz gezdirdiğimde hiç bir şey görememiştim. “Ne istiyorsun Kulaksız?”
“Karşımda kim var biliy misen esker? Karşımda bir bina var esker. Senin kızı patlatacağım esker. Yav senin doktor hanım evinden bi türlü çıkadamadı yav. Kaç saattir bekliyık ha.” Sinirle gözlerimi kapattım. Miro bizim köylerden birine geleceğimizi öğrenmişti. Defne’ye saldıracaktı. “Bana bak şerefsiz. Doktora zarar gelirse senin ağzına sıçarım.”
“Hele hele. Doktor hanım çıktı. Patlatalım bakalım. Eyi dinle esker. Yavuklunu öldüreceğim hee.” Bir süre sonra bir patlama sesi geldi. Gözlerimi sıkıca kapattım. Burada yeni doğan bir bebek vardı. Orada ise hayatını kaybeden yeni ettiğim evlilik teklifine evet diyen sevgilim.
“Senin yavuklunu Yarbay babasının yanına gönderdim esker.”
Bölüm sonu.
Bu bölümler sınav arasında fırsat bulduğum anlarda yazılmıştır. Mümkün olduğunca kontrol etmeye çalıştım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.99k Okunma |
299 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |