23. Bölüm

🩺Elbruz 23. Bölüm🩺

Neris
blackpearln

23. Bölüm Hayatın tuhaf sürprizleri..

Karargaha koştur koştur girdim. Kendimi buraya nasıl attım onu bile bilmiyorum. Tek bildiğim Miro denilen kansızın Defne'ye zarar verme ihtimaliydi. Cemil hızlıca yanıma geldiğinde burnumdan soluyordum. “Komutanım.. Komutanım durun..” Cemil'i umursamadan iterek ilerlemeye devam ettim. Albayın odasına ilerleyip odanın kapısını çalmadan içeri daldım. “Albayım Defne!” Albayın şaşkın bakışları benden çekilip masasının önündeki sandalyelerde oturan kişiye döndüğünde bende bakışlarımı oraya çevirdim. Defne oradaydı. Albayın karşısındaki sandalyede oturuyordu. Ben odaya direkt girdiğimde başını bana çevirmiş olmalıydı. Hızlıca oturduğu yerden kalkıp bana sarıldı.

🩺

Dört saat önce

Lojman önü

Defne evinde duşunu alıp giyinmişti. Makyajını yapıp çantasını aldığı gibi kapıyı açtı. Kapıyı açtığında karşısında gördüğü siyah takım elbiseli kişiler ile çantasındaki silahı kavradı. “Defne hanım milli istihbarattan geliyoruz lütfen sakin olun.” Adam kimliğini çıkarıp göstermişti. Defne adamlara dikkatle bakarken konuşan adam kimliğini kaldırıp cebine koydu. “Bir istihbarat aldık. Can sağlığınızın güvende olmadığına dair.”

“Neler oluyor?” Defne adamların anlatacaklarını dikkatle dinlemeye başladı. “Defne hanım aracınıza bir patlayıcı yerleştirildi. Terör unsurları sizden babanızın bildiği bilgiyi öğrenemeyeceklerini düşünmeye başladılar ve iş sadece sizi öldürmeye döndü.”

“Peki ne yapacağız?”

“Çok basit bir plan aracınıza binin lojman çıkışına kadar sürün. Lojmanın çıkışında bir araçla denk geleceksiniz. Kimse görmeyecek araçtan indiğinizi, araç otomatik olarak bizim tarafımızdan sürülecek. Sizi ise karargaha götüreceğiz.” Defne kime güveneceğini bilmiyordu. Kafası karışmıştı. Tek kaşını kaldırıp adama baktı.

“Size nasıl güveneceğim?” Adam cebinden çıkardığı minik balon broşunu Defne’ye verdi. Defne broşu gördüğünde o broşun ne zamandan olduğunu bir tek Defne hatırlardı. Babasının verdiği bir broştu. Dört tane vardı ve hepsi bir kızında iken son parçanın Kuzey de olduğunu biliyordu. Defne adamlara güvenerek aşağı indi ve normal bir günmüş gibi arabaya bindi. Daha yarım saat önce Kerem’le konuşmuştu. Sessizce çantasını yana koyup aracı çalıştırdı. Arabasının patlatılacağı gerçeği onun canını yeterince sıkmıştı. Lojmanın önüne kadar sürdüğünde diğer taraftan onu sıkıştıran arabaya çaktırmadan bindi. Kendi aracı geri giderken bindiği araç lojmandan çıkıp ilerlemeye devam etti. Kendi arabasının patladığını duyduğunda gözlerini kapattı.

 

🩺

 

Defne baya bir ağlamış gibiydi. Gözleri dolu doluydu, burnu kızarmıştı. Saçlarını okşarken albaya baktım. Albay eliyle masanın üstünde duran milli istihbarat dosyasını gösterdiğinde gülümsedim. Defne yalnız değildi. Ben göreve gitsem bile onun yalnız kalmayacağını biliyordum. Onu koruyan, durmadan yanında olan birileri vardı. Türkiye Devlet’i onun yanındaydı. Albay Defne’yi gösterdi. “Doktor hanımı al da biraz dinlensin Yüzbaşım. Dışarı çıkabilirsiniz.”

Başımı salladım. “Emredersiniz komutanım.” Defne’yi tutup yavaşça kaldırdım ve albayın odasından çıkardım. Onu kendi odama götürdüğümde Defne’yi hemen masamın önündeki sandalyeye oturttum. Yatağımın yanında duran sürahiden ona bir bardak su doldurup ona uzatıp içmesini bekledim. “Korktun mu?” İçtiği bardağı alıp masanın üstüne koydum. Önünde diz çöktüğümde saçlarını yüzünün önünden çektim. “Korkudansa başka bir şey oldu. Babamın bize aldığı broşu gördüm. Babamda olanı.” Gözlerimi kaçırıp saçlarını okşadım. “Milli istihbarat buna nasıl ulaşabildi?” Defne’nin elini tutuyordum. “Ulaşır güzelim. Sizin güvenliğinizi sağlamak gibi bir durumda seni inandırmak için güvenini sağlamak için alırlar sevgilim.”

Defne’yi yavaş ve dikkatli bir şekilde yatağıma yatırdım ve saçlarını okşayarak uyumasını bekledim. Korkusunu anlıyordum ve Defne’ye yalan söylemek canımı sıkıyordu. Defne’den bir şey saklamak daha can sıkıcıydı. Saçlarını okşayıp başından öptüm. Onu uyutmaya başladım. Defne yatakta rahatsızca karnını tuttu. Aniden kalkıp lavaboya koştu. Onun ardından bende ilerledim lavaboya girdiğimde Defne öğürüyordu. Saçlarını toplayıp belini sardım. Bacakları titriyordu. Sanırım strese girmişti. Yaşadığı korku ve babasının broşunu görmesi onu bu strese sokmuştu. Miro’yu geberteceğim. O adi hayvanı yalvara yalvara geberteceğim. Sevgilime bu stresi yaşatan kim varsa tek tek geberteceğim.

Defne yavaşça ayaklanmaya çalıştığında onu sıkıca tutup kendime yasladım. “Yaslan bana.” diyerek kucağıma aldım. Onu dizime oturttum ve yüzünü yıkadım. Defne stresin ve yorgunluğun etkisi ile omzuma yaslanıp uyuyakaldı. Onu tekrardan yatağıma yatırdım ve üzerini örttüm. Biraz başında durup saçlarını okşayarak daha da rahatlamasını ve daha derin bir uyku almasını bekledim. Ardından odamdan çıkıp kapıyı yavaşça kapattım ve albayın odasına ilerledim.

Kapıyı çalıp odaya girdiğimde selam verip bekledim. “Otur yüzbaşım.” Yarım saat önce Defne’nin oturduğu koltuğa ben oturdum. “Kim kurtardı?” Sorumun cevabını içinde barındıran dosyayı önüme uzattığında dosyayı alıp incelemeye başladım. “İstihbarattan iki kişi getirdi Defne’yi. İstihbarata kim bilgi geçti bilmiyorum ama tam zamanında yetişmişler.” İstediğim cevabı dosyada bulmuştum. “Defne’yi sarsan şey bu suikast değildi. Babasının broşunu görmek onu bu kadar sarstı.” Albay bana baktığında başımı kaldırıp ona baktım. Neden bilmiyorum ama Mevlüt albay bu dosya konusunda şaşırmışa benzemiyordu. Ellerini masaya yaslamış, ciddi bir şekilde bana bakıyordu. “Kuzey komutanın emaneti o. O kıza iyi bak.” Başımla onayladım.

Ayağa kalkıp albaya başımla selam verdim. Elimdeki dosyayı bırakmadan odadan çıkıp kendi odama ilerledim. Odaya girdiğimde Defne yatağımda mışıl mışıl uyuyordu. Sessizce masamın yanına ilerleyip çekmecemi açtım. Elimdeki dosyaya son bir kez baktım. Dosyaya bakarken gözüm hemen dosyanın arkasında uyuyan Defne’ye takılmıştı. Ondan özür dilemek istiyorum. Ondan her şey için özür dilemeliydim. Derin bir nefes alıp dosyayı koyup kilitlediğim gibi Defne’nin yanına sokuldum. Belimdeki silahı hemen yanımdaki komodine koydum. Defne’nin saçlarını okşayıp başından öptüm. Defne anında bana sokulup iyice başını boynuma gömmüştü. Poyraz timi hala dağda doktorları koruyorlardı. Kapım çalındığında Defne’yi uyandırmadan kalkıp kapının önüne gittim. Cemil karşımdaydı. “Poyraz geri dönüş yoluna çıktı. Doktorları bırakıp alaya dönecekler.” Onları öylece bırakıp gitmek istememiştim ama poyraz bensiz de halledebileceklerini söylemişti. Timime güvenmekten başka çarem yoktu. Masaya oturup dosyaları incelemeye başladım. Milli istihbarattan gelen dosyadan Miro hakkında ne bildiğimize baktım. Tek bir fotoğrafı dahi yoktu. Biraz düşündüğümde telsizdeki sesin bana tanıdık geldiğini fark ettim ama nereden? Düşün Elbruz.

“Yav senin doktor hanım evinden bir türlü çıkamadı yav.”

“Doktor hanım yohtur?” Yok ya o kadar dibime sokulmuş olamaz. Hastane’nin en az dört günlük kamera kayıtlarını istedim. Bu herif bu kadar yakınımıza sokularak neyi göstermeye çalışıyor? Kamera kayıtları hızlıca elime ulaştığında bilgisayardan incelemeye başladım. İstediğim kayıtları bulduğumda Defne’nin odasına girdiğim an arkamda beliren adamla sohbetim kayıtlarda görünüyordu. Seslerin aynı olduğuna eminim.

Yatakta uyuduğunu düşündüğüm Defne’ye baktığımda beni izlediğini gördüm. Bilgisayarı kapatıp yanına geçtiğimde yaptığı ilk şey kollarını boynuma sarmak olmuştu. “Niye uyandın güzelim?” Sorumu sorarken beline gelen saçlarını okşuyordum. Onun hoşuna gittiğini biliyorum. Anında daha çok sokuluyordu boynuma. “Uyuyamadım hem sen işine oldukça odaklıyken çok iyi görünüyormuşsun.” Kahkaha atıp başından öptüm. Onun iyi hissetmesi benim için çok önemliydi ve Defne’nin şu anda numara yaptığını düşünüyorum. Babası konusunda kötü hissediyordu ve bunu benden bile saklıyordu. Saçlarını okşayıp onu izledim. Hemen yanında yerde duran çantasından telefonu çıkardığında telefonunu açıp bir şeyleri kontrol etti. Neyi kontrol ettiğine bakmak istesem de bakmama izin vermemişti. “Benim albayın odasına gitmem gerekiyor Defne. Sen burada beni bekle olur mu?”

“Hayır ben iyiyim ve hastaneye geçiyorum.” Yavaştan ayaklandığında ona destek oldum. Eve gidip dinlenmesini söylesem de inadından gitmeyeceğini biliyordum. Çantasını aldığında onu hastaneye bırakmak için arabamın anahtarını aldım. “Sen nereye?” Elimdeki anahtara bakıyordu. “Seni hastaneye bırakacağım? Tek gidemezsin.” Bana göz devirdiğini gördüm. Üstünden çıkardığım kabanını alıp giydi. Atkısını onun boynuna sardığımda gülümseyip odadan çıktı. Karargah çıkışındaki siyah takımlıların Defne’yi korumak için orada olduklarını anladım. Elimi kaldırıp “Beyler gidebilirsiniz doktoru ben bırakacağım.” Dedim.

“Elbruz Yüzbaşı.” Arabanın kenarında bekleyen siyah takımlı yanıma yanaştığında Defne’ye dönerek “Güzelim sen arabaya geç, bende geliyorum." dedim. Defne beni onaylayıp açtığım arabada yerini alırken yanıma gelen siyah takımlı elime bir kağıt tutuşturdu. “Kurucu sizi bu adreste bekliyor.” Çatık kaşlarımla elime verilen kağıdı açıp adresi ezberledim. Kağıdı tekrardan adama verip arabaya bindim. Defne’nin meraklı bakışları üstümdeydi. Ne dediklerini soracaktı. Onun sormasına fırsat vermeden arabayı çalıştırıp “Önce seni yemek yemeye götürelim.” dedim.

Defne’yi bir kokoreççinin önüne getirdiğimde daha camdan aldığı kokusuyla yüzünü buruşturmuştu. “Komutan midem çok kötü nolur yemeyelim.” Ona baktığımda gerçekten yüzünün solduğunu fark ettim. “Hasta mı oldun sen? Ah be kızım sana kaç kere diyeceğim bu kadar ince giyinme diye. Üşüttün kesin, hastanede bi kontrol ettir kendini.” Defne başıyla beni onayladı. Aracı çalıştırıp hastaneye sürdüm. Karargahın önündeki adamlar hastanenin önünde Defne’yi korumak için bekliyordu. Hastanenin önüne park ettiğimde Defne arabadan inmeden onu başından öptüm. “Güzelim bak kendini kontrol ettiriyorsun.” Diyerek onaylattım. Beni onaylayıp indi. Arabanın camını kapatmadan kapının önündeki adamlardan birini gösterdim. Adamlardan birini yanıma çağırdım. “Dikkatli olun. Doktorun peşindeki herif hastaneye kadar gelmiş. Gerekirse dibinden ayrılmayın.” Adam beni onayladığında hastane bahçesinden çıktım.

Ezberlediğim adrese geldiğimde aracımı önlem amaçlı üç sokak aşağıya bıraktım. Etrafı kolaçan ederek adrese geldiğimde bir inşaatın içine girdim. Tenha olan inşaat belimdeki silahımı almama neden oldu. Merdivenlerin olduğu tarafta hissettiğim hareketlilikle silahımı oraya çevirdim. “İndir o silahını evlat.” Duyduğum kalın ses insanı korkutmaya yeter bir tondaydı. Merdivenin arkasından gelen bedene dikkatle baktım. Karşımda siyah kaban giymiş erkeğe baktığımda benimle aynı boyda olduğunu görmüştüm. Onu ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Beyaz saçları kemikli yüzü ve kirli sakallarıyla oldukça karizmatik biriydi. Kurucuyu ilk kez bu kadar canlı gördüm.

Alaya döndükten iki gün sonra

Timden ayrı gizli görev emrim geldiğinde, timi ve beni farklı iki göreve yollamışlardı. Şu an ise Ankara uçağında etrafı izliyordum. Ankara’da hava oldukça güzel görünüyordu. Bu görevin ne olacağını merak etmiştim. İniş duyurusu gelmiş herkesi yerlerine almışlardı. Kemerimi takıp uçağın inmesini beklemeye başladım. Uçaktan indiğimde hiçbir eşyamın olmaması nedeniyle rahatça çıkışa ilerledim. Telefonumu açıp kontrol ettim. Beni karşılayacak olan aracı bulmak için etrafa baktım. Otopark tarafında bir araç farlarını yakıp söndürdüğünde işareti almıştım. Ben ise aracı bulmuş ve oraya doğru ilerlemeye başlamıştım. Ön kapı açıldığında takım elbiseli biri inmiş benim için arka kapıyı açmıştı.

“Hoş geldiniz yüzbaşım.” Arabaya geçip oturduğum gibi adam arka kapıyı kapatıp ön taraftaki yerini aldı. Camdan dışarıyı izlerken ön taraftaki adama kısa bir bakış atıp “Hoş buldum.” dedim. “Nereye gidiyoruz?” Yolları izlerken Ankara’nın kalabalığı beni daraltmaya yetmişti. Bu insanlar burada nasıl yaşıyor anlamıyorum. Bunca yıl Hakkari’de görev almanın getirdiği bir gerçeklik de kalabalığa dayanamamaktı. Burada yaşamak zor olmalı. “Sizi Kale’ye götürmem söylendi.” Başımla onaylayıp dışarıyı izlemeye devam ettim. Kaleye geldiğimizde bir daha zor geleceğim düşüncesi ile etrafı detaylı bir şekilde inceledim. Beni bir odaya aldıklarında içeri girdim. Karşımda gördüğüm rütbeliler ile anında selam durup tekmil verdim. “Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt!”

“Otur Yüzbaşım otur.” Sandalyeye oturduğumda dikkatle diyeceklerine odaklandım. “Şimdi sana diyeceklerimiz bu odanın içinden çıkmayacak. Bu odada Defne ile ilgili önemli şeyler anlatılacak.” Başım ile onaylayıp beklemeye başladım. “Öncelikle geçmiş olsun Kerem. Yaraların oldukça derin yaralardı. Şu an daha iyisindir umarım.”

“Daha iyiyim komutanım.” Sağlığımı önemsediklerini biliyordum ama beni buraya kadar getirdiklerine göre sağlığımdan daha önemli bir durum olduğunun farkındaydım. Albay masaya ellerini yaslayıp konuşmaya başladı. “Doktoru koruma emrini sana verirken onu iyi koruyacağından emindik. Ama birbirinize âşık olmanız bizi şaşırttı.” Bu sadece onları değil beni de şaşırtmıştı. Her şeyden önce Defne’yi korumam gerektiğini bile bilmiyordum. “Sana vereceğimiz bu bilgi tıpkı vatan gibi bir şey. Canın pahasına koruman gereken bir bilgi. Sana yolladığımız kolye kurucundan geldi. Kurucu dememizin sebebi bizzat senin ve görevinle alakalı.” Albay yanındaki yarbaya bakıp rahatça arkasına yaslandı ve konuşmaya devam etmişti. “Bu ülke herkesin sandığında daha güçlü ve kudretli bir ülke. Biz özellikle istihbarat teşkilatımızla öğrenmedik bilgi bırakmayız. Bu ülke Yarbay Kuzey Mutlu’ya bir aile borçlu evlat. Ailesini bir ömür saklamaya çalışmış bir baba. Çocuklarının doğum gününe bile gizli gizli katılan bir baba. Emekliliğine birkaç ay kala şehit edilmişti. En azından herkesin öyle bilmesi gerekiyordu.”

Karşımdaki kapının açıldığını gördüğümde dikkatimi komutandan ayırmamaya çalıştım. “Yarbay ile tanış.” Komutanın lafını bitirmesiyle ayakta dikilen siyah takım elbiseli adama baktığımda şehit sanılan Yarbay Kuzey Mutlu tam olarak karşımdaydı. Kanlı canlı ama solgundu. Bakışlarında bir hüzün vardı. Yutkundum, Defne’nin babası karşımdaydı. Alışveriş merkezinde sevgilimin haykırarak ağladığı gün babasını kaybettiğini sanmıştı. Şu an ise Kuzey Mutlu karşımdaydı. Defne mavi gözlerini babasından almış olmalıydı belli ki. O anın şokunu atlatıp hızlıca ayağa kalkıp tekmil verdim. “Yüzbaşı Elbruz Kerem Kurt! Emret komutanım!”

“Silahı beline kaldırabilirsin evlat.” Gülümsüyordu. Elimdeki silahı tekrardan belime yerleştirdiğimde karşımdaki adam kollarını açıp bana sarıldı. “Kurucu, nasılsınız efendim?” O geri çekildiğinde karşısında dik bir şekilde duruyordum. Beni bakışlarıyla süzüp gülümsemeye devam etti. “Çok iyiyim evlat. Doktor nasıl?”

“Sayenizde iyi.” Ellerimi arkamda birleştirip karşımdaki adama baktım. “Nasıl anladınız? Bilgiden vazgeçtiklerini.” Kurucu etrafa dikkatle bakıp bana döndü. “Çünkü ortada bir bilgi yok. Bilgi direkt benim.” Büyük bir özgüvenle duruşunu dikleştirmişti. “Bana da ulaşamazlar, en azından ben istemediğim sürece. Şu an bir ipucu arıyorlar. Yakın zamanda Defne’ye bir saldırı daha olacaktır. Hem seninle daha rahat bir ortamda yüz yüze konuşmak istedim hem de kızım hakkındaki bilmen gerekenlerden bahsedeceğim.” Defne hakkında bilmem gereken ne vardı bilmiyordum ama bence onun bilmesi gereken çok büyük bir sır vardı. Etrafı kolaçan ederken kurucuyu dinliyordum.

“Defne’nin en zayıf olduğu yer hastane. Korumalar taktım ama yeterli olmayacaktır. Kızıma bir an önce silah kullanmayı öğretmelisin. Hazır olman gereken bir gerçeklik daha var. Defne benim yaşadığımı öğrendiğinde küsecektir ama sana. Yüzüne bile bakmayabilir. Doğum günleri geliyor. Bunu Defne’ye ver. Doğum günü hediyesi.” Siyah kabanının cebinden çıkardığı kutuyu bana verdiğinde hiç sorgulamadan alıp cebime attım. “Kızıma evlenme teklifi ettiğini biliyorum.” Bir anda bakışlarım kurucuyu bulduğunda yüzünü buruşturduğunu fark ettim. “Adam gibi bir evlilik teklifi et ama acele etme. Bir yere kaçmıyor sonuçta.” Kendimi açıklama çabasına gireceğimde elini kaldırıp buna engel oldu. “Tek derdim bunca yıl uğraştığım ailemi korumak. Bunun için damatlarıma ve kardeşime güveniyorum. Aileme zarar gelmesin diye şu an onlardan uzağım evlat. Bilmem onlara verdiğim değeri anlatabiliyor muyum?” Başım ile onu onayladım.

Tam dağılmaya yakın “Ha dur.” diyerek beni durduran kurucuya baktım. Elime cebinden çıkardığı kağıdı tutuşturduğunda kağıdı sıkıca kavradım. “Seni asıl bunun için çağırmıştım. Kafa gitti yaşlanıyorum sanırım. Bu adres küpelinin şehir bağlantısı. Kesin kanıtlarımız var ama herifi alamıyoruz. Dağdakilere finansı bu herif sağlıyor. Miro’ya ulaşmana yardımcı olur belki.” Kağıttaki adrese baktım. Telefonum çaldığında deri ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp açtım. “Komutanım poyraz döndü ama Fatih’i almışlar.” Kaşlarımı çattım. Ne demek Fatih’i almışlar?

“Geliyorum.” Kurucu aldığım haberin ters bir haber olduğunu anlamış eliyle gitmemi göstermişti. Başımı hafif eğip onu selamladıktan sonra etrafı kolaçan ederek dışarı çıktım. Karargaha geçtiğim gibi Poyraz timini toplantı odasında buldum. İçeri girdiğim gibi hepsi ayağa kalktı. “Ne demek lan Fatih’i aldılar! Sikeyim nasıl alırlar! Hakan anlat!” Hakan da en az benim kadar gergindi. “Tam geri dönüş yolundaydık. Pusu attılar. Çatışma çıktığında Fatih doktoru korumak için önüne atlamış.” Salak herif... “Miro denilen şerefsiz almıştır ama nereye götürürler.” Harita önümüze açıldığında düşünmeye başladım. “Şu geçen ki mağara küpelinindi. Küpelinin mağarasına götürebilirler.”

Albay toplantı odasına girdiğinde zaten hepimiz ayaktaydık. Hazır ola geçip emir bekledik. “Rahat çocuklar. Cemil göster oğlum.” Cemil bilgisayarı projektöre bağlayıp görüntüyü yansıttığında Fatih’i o şerefsizlerin bayrak dedikleri paçavranın önünde onların kıyafetleriyle gördüm. Ellerimi kemerime yaslayıp izlemeye başladım. “Komutanlar iyi davranmaz. Dayak var. Ben çatışmada kaçtım. Amacım özgür bir yani özgür bir şekilde yaşamak. Burda şartlar daha iyi. Bize iyi davranıyorlar.” Elleri büyük ihtimalle arkadan bağlıydı. Uyuşturucu bile vermiş olabilirler. “Amacım halkın bir savaşçısı olmak. Ben artık öylesine birisi değilim. Burda hiç olmadığımı hissediyorum. Ben bir kardeşim, hiç değilim.”

“Gel lan buraya!” Zorla tuvalete soktum. Elimle koymuş gibi zulasını çıkardığımda suratıma baktı. Yine yoksunluk krizindeydi. “Bu mu lan?!” Kafasına sertçe vurdum. “Bütün tantana bunun için mi?! Bu kadar mısın lan sen?!” Hiç düşünmeden torbaları tuvalet giderine döktüğümde Fatih beni durdurmaya çalıştı. “Komutanım yapma! Yapma komutanım!” Karşımda ağlıyordu. Zaten çok bir gücü de olmadığı için Fatih’i tutmak kolaydı. Onu orada bırakıp kalktım. “Kalk lan!” Fatih zar zor ayağa kalktığında ona döndüm. “Şimdi git giyin. Tüfeğini al, boş olarak! Sırt çantan, hücum yeleği, mayın detektörü. Tam teçhizat! Karakolun etrafında elli tur! Yemekten sonra yerlerde sürünene kadar! Anlaşıldı mı? Anlaşıldı mı asker!” Fatih’ten sadece cılız bir ses geldi. “Anlaşıldı.” Hoşuma gitmedi, tekrar alalım. “Anlaşıldı mı asker?!”

“Emredersiniz komutanım!”

“Ya burdan bir dosya numarası olarak siktir olup gidersin yada poyraz timinin bir parçası olursun! Ya kardeş olursun! Yada hiç olursun. Anladın mı lan?!”

Sanılanın aksine Fatih bizi satmamıştı. Belli ki bir planı vardı. Rahat bir nefes aldım. Tim benim rahatlığımı görse de anlamlandıramadı. Albay bana baktığında “Albayım sakin olun. Fatih bizden, bir planı olmalı.”

“Nereden anladın?” Albayın sorusu ile gülümsedim. Cevabım ise benim özgüvenimden faydalanıyordu. “Komutanım poyraz timine asker seçerken Fatih’i seçmemem konusunda beni uyardınız ama ben yine de Fatih dedim. Şifreli mesaj yollamış. Fatih kameranın ona yaklaştığı sırada kameraya bakarak ‘hiç değilim kardeşim ben.’ diyor. Komutanım ben Fatih’i böyle azarladım. Bana güvenin Fatih bizden. Yine de konumuna ulaşmaya çalışacağız. Fatih’i kullanarak bir eylem planlayacaklardır.” Tim bana baktığında hepsinin bana inandığını biliyordum.

Sabah erkenden şehir içindeki devremi arayıp etrafı kontrol etmesini istedim. Kahvemi alıp bahçedeki Barut’un yanına oturdum. “Hazırlan. Şehir içine gitme ihtimalimiz var.” Barut tek kaşını kaldırıp bana döndü. Aklında tek bir soru vardı. Neden? “Fatih için bir ipucu arıyoruz.” Barut kafasındaki parçaları birleştirmiş olacaktı ki gülmeye başladı. Şehir, ipucu. “Selim’i mi saldın sahaya?” gülüyordu. “Onun arabası dikkat çekmezdi ne yapayım?”

“Sende haklısın Hakkari sokaklarında siyah bir Mercedes, beyaz bir şahinden daha çok dikkat çeker.” Göreve başladıktan sonra buralarda arabaya çok ihtiyaç duymamıştım ama yine de yıllardır biriktirdiğim bir param vardı ve bu parayla arabamı almıştım. “Yarım saate haber gelir.” Barut sırıtarak önüne döndü. “Daha doğrusu Selim söverek arar.” Barut’a gülerek hak verdim. Bir saat sonra istediğimiz telefon geldiğinde sivilleri üstümüze çekip karargahtan çıktık. Yürüyerek Selim’in söylediği adrese ilerlerken sokakta Barut ve beni gören herkes dönüp bakıyordu. “Herkes sana bakıyor Barut.”

“Sana bakıyorlar Kurt. Mavi gözlerin milletin dikkatini çekiyordur.” Selim’in yanına geldiğimizde bulduğu adamı bir inşaatın ilk katına sokmuştu. Kilolu Volkan Konak’a benzeyen adamın tepesine üçümüzde dizildiğimizde Barut son noktaydı. Herif konuşmazsa Barut devreye girecekti. Bu arada herif her an ‘Feriğim fidanım feryadım.’ Diyerek şarkıya girecek gibiydi. “Adam arananlar listesinde. En son dağda görmüşler.” Klasik dağdan inme şehirli militanlardandı. Miro hakkında en önemlisi Fatih hakkında bir şey biliyor olabilirdi. Selim belinden silahı çıkarıp bana uzattı. “Üstünden bu çıktı.” Silaha bakıp Selim’e döndüm. “Başka?”

“Ne başka?” Barut ‘Bırakın beni.’ diyen adamın suratına bir yumruk patlattığında onlara dönüp bakmadan silahı biraz havaya kaldırdım. Selim’in göz hizasına. “Bu mu devrem? Ya üstünden çıkan sadece bu mu devrem? Hı?” Silahı onun eline tutuşturup adama döndüm. “Gelelim sana. Anlat bakalım Miro’yu bilir misin?” Adamın değişen suratı Miro’yu tanıdığını açık ediyordu. Adamın kafasına silahı dayadığımda yutkundu. “Şöyle yapıyoruz sen bize Miro’nun elindeki askerimizin yerini söylüyorsun, bizde seni öldürmeyelim. Nasıl fikir?” Adamın telefonu çalmaya başladığında telefonunu çıkarıp üçümüzde silahlarımızı çıkarıp alnına dayadık. Eğilip “Belli etmeden konuş, sikerim belanı.”

Telefonu yaklaştırıp bekledik. “Evet?” Telefondan gelen erkek sesini artık nerede duysam tanırdım. “Niye geç açtın?” Bu kişi Miro’ydu. “Ben Miro diyem sana niye geç açtın heval?” Adam hala konuşmakta diretince silahın emniyetini açıp alnına bastırdım. Adam gözünü silahtan ayıramıyordu. “Şey... Güvenli bir yere geçtim de.”

“Durum nasıl?”

“Sakin görünüyor. Bi sıkıntı yok.”

“İyi benden haber bekle.” Telefon kapandı. Bilmiyorum diyerek ağlayan adama karşı sabrım tükeniyordu. Silahı sıkıca kavrayıp derin bir nefes aldım. “Senin soyuna sopuna sıçarım döl israfı!” Adamın silahını zorla alıp eline tek bir kurşun sıktığımda Barut Selim’e döndü “Şimdi çözülür. Çözülmezse ben götünden bir delik daha açarım.” Onların goygoyunu umursamadan silahı adama doğrulttum. “Ya konuşacaksın! Yada ben seni bu adamın insafına bırakırım! Anladın mı lan!” Adam konuşmayacak gibi olduğunda geriye doğru çekilip yerimi Barut’a devrettim. “Selim tutup ters çevirelim. Soymana gerek yok ters tut yeter.” Adamı başından zorla eğdiğinde adam korkuyla “Tamam!” dedi. Yine de başını çok kaldırmadan diyeceklerini bekledik. “Karakol. Karakolu bastıracaklar. Sizin askere.” Hızlıca karargaha bilgiyi geçtim. Selim adamı aldığı yerdeki karakolu söylediği gibi gerekli gizli önlemleri almaya başladık.

Tim beni aldığında Barut’u da yanımıza aldık. Tim de sivilleri çekmişti. “Karakolun içine girip bekleyeceğiz. Jammer’ları çalıştıracağız ki uzaktan kontrol sağlayamasınlar. Biz dışarıda duramayız. Hepimiz dikkat çekeriz. Kapının önündeki askere çelik yelek giydirsinler. Operasyonun adı Kardeş. Hadi gidip kardeşimizi alalım Poyraz.” Aracın içindeyken çelik yeleğimi giyip iyice sıktım. Silahımı kontrol edip tekrardan yerine koydum. “Hakan, Hamza’yı al dikkat çekmeyecek bir yere konumlanın. Ayda sen içerdesin. Uğur sen de Murat’ı al aynı şekilde bir yere konumlanın.” Arkadan çantamı alıp etrafı net bir şekilde göreceğim bir apartman buldum.

Dikkat çekmeden etrafı kontrol ederek apartmana girip yukarı çıkmaya başladım. Zile bastığımda bir kadın kapıyı açmıştı. “Ben askerim.” Kimliğimi gösterip tekrardan cebime koydum. “Burada ufak bir işim var. Müsaade eder misiniz?” Kadın evdeki çocuğunu gösterdiğinde endişelenmemesi için elimi kaldırdım. “Sadece bir oda yeterli lütfen hanımefendi.” Eve girdiğimde botlarımın altına serilen gazeteye gülümseyip başımla teşekkür ettim. Çantamı açıp silahımı düzgünce ayarladım. “Kardeş yerini aldı.” Bir süre sonra kulaklığımdan ardı ardına iki ses yükseldi. “Kardeş bir yerini aldı.”

“Kardeş iki yerini aldı.” Dikkatle izlemeye başladım. Selim’in gözetleyerek saldığı çakma Volkan Konak’ı dürbünümle izliyordum. Bir sokak ötedeki beyaz arabanın yanına gidip bir şeyler söyledi. Ardından araçtan inen Fatih’i gördüğümde kulaklığıma dokunup konuştum. “Kardeşten bütün unsurlara kardeşimiz görüş açımda. Karakola ilerliyor.” Fatih titriyordu. Büyük ihtimalle uyuşturucu vermişlerdi. “Kardeşten bütün unsurlara. Kardeşimizin bilinci yerinde olmayabilir. Tekrar ediyorum madde etkisi altında olabilir. Dikkatli olun.” Fatih kapının önündeki polise sıkıp içeri girdi. Fatih’in içeri girmesiyle dürbünümle beyaz araca bakıp şoförünü indirdim. Ardından hızlıca lastiğe sıkıp aracın ilerlemesini engelledim. “Kardeş iki saat on yönündeki beyaz araç. Hepsini canlı istiyorum.” Umut hızlıca Murat’la beraber araca ilerledi.

Silahımı toparlayıp apartmandan çıktığımda tabancamı çıkarıp ilerlemeye başladım. Bizim kendi aracımıza geldiğimde silahı arabaya koyup bagajı kapattım. Karakola girdiğimde Fatih sallanıyordu. “Komutanım sizi satmadım.” Gülümsedim. Onun başından tutup kendime çektim ve sardım. “Biliyorum aslanım. Biliyoruz hatta.” Üstündeki bomba düzeneği karakola gelen Murat tarafından söküldü. Fatih’in en başından beri patlatmayacağını biliyorduk. Murat bana baktı. “Komutanım adamları aldık ama aralarında Miro yok büyük ihtimalle.” Fatih adını duyduğu anda “Burada değil. Gelmedi o.” Fatih’in bu haline rağmen hala ayakta durması bu time denk biri olduğu belli ediyordu. Cebimden telefonumu çıkarıp Defne’yi aradım.

“Güzelim hastanede misin?” Defne’nin elinde bir şeyler vardı büyük ihtimalle. “Hastanedeyim noldu?”

“Fatih’i getireceğiz. Uyuşturucu vermişler.” Defne’den bir mırıldanma sesi gelmişti ardından da “Tamam getirin gerekli hazırlıkları yapayım.” dedi. Telefonu kapatıp karakolu toparlayıp çıktık. Timin yarısı karargaha giderken ben, Fatih, Uğur ve Hamza hastaneye gidiyorduk.

 

🩺

 

Acilde hasta kontrol ediyordum. Mide bulantım iyice arttı. Bir elimi karnıma sararken stetoskobumu boynuma astım. Hemşireye bakmadan arkamı döndüm. “Ağrı kesici ekleyin serumuna bitene kadar dinlensin.” Acilden çıkıp tuvalete koştum. Öğlen ne yediysem hepsini kustum. İki saat önce yediğim bütün yemeği midemden atmıştım. Zar zor çöktüğüm yerden kalkıp yutkundum. Aynanın karşısında eğilip yüzümü yıkadım. Yemekten önce kan vermiştim. Nazike yanıma geldiğinde elindeki zarfın kan sonuçlarım olduğunu anlamıştım. Zarfı elinden aldım. “Teşekkür ederim Nazike.” Gerilmiştim. Hastanedeki odama çıkıp Denef’i aradım. “Defne nasılsın?”

“İyiyim. Ya Denef kısa keseceğim. Hamileliğinde ne yaşadın?” Denef bu saçma sorumu anlamaya çalışıyordu. Sessizliği bana bunu gösteriyordu. Derin bir nefes geldiğinde telefonun diğer ucundan kardeşimin sesi gelmişti. “Neden sordun?” Yutkundum. Masamın üstündeki sürahiden su doldurup birkaç yudum aldım. Bacağım titriyordu. “Reglim üç hafta gecikti. Şu an elimde bir kan testi sonucu var ama ben bakmaya korkuyorum.”

“Hamile misin?” Denef’in sesi heyecanlı çıkıyordu. Gerginlikle nefes alıp titreyen elimdeki zarfı masamın üstüne bıraktım. “Bilmiyorum sadece çok korkuyorum. Belki de üşüttüm. Mide bulantımın sebebi budur belki.” Denef kısık sesle güldüğünde Efe’nin yanında olduğunu büyük ihtimalle uyuyor olduğunu düşündüm. “Defne başka ne var? Belirti olarak..” Gözlerim dolduğunda niye bir anda ağlamaklı olduğumu bilmiyorum. “Hamile miyimdir? Denef çok korkuyorum. Kasıklarım ağrıyor.” Sesim titriyordu. Sol elimi kasıklarıma uzattım. Bastırsam ağrısı geçerdi, değil mi?

“Defne sakin ol lütfen. Doktor olan sensin belirtileri sen bileceksin ki elinde kan testi sonucu var.” Yutkundum Denef haklıydı. Sessizce arkada çalan telefonuma baktığımda Kerem’in aradığını gördüm. “Denef şimdi kapatmam gerekiyor. Seni sonra arayacağım olur mu?”

“Tamam ama dikkat et. O test sonucuna göre davran.” Denef’i sıkıntıyla onaylayıp kapattım. Kerem’in aramasına yanıt verdiğimde bir yandan da test sonucunu açmaya çalışıyordum. “Tamam getirin ben hazırlıkları yapayım.” Telefonu kapatıp masanın üstüne attığımda zarfı açmayı bir türlü becerememiş olmanın verdiği sinirle zarfı çantama atıp telefonumu aldım ve odadan çıktım.

Aşağıya indiğimde Kerem’ler yeni girmişti. Fatih’i tutuyorlardı. Olası bir durumda etrafa saldırmasın diyerek bir sedyeye yatırdık. “Nasılsın Fatih?” Fatih titriyordu. Yine de gülümsemişti. “İyiyim doktor hanım. Kerem komutan belamı sikecek. Yine uyuşturucuya başlamış oldum.” Fatih’e bir serum taktığımda kontrol etmeye başladım. “Başlamış sayılmazsın merak etme. Onca zamandır kullanmadın bu birkaç doz seni bağımlı yapmaz. Ayrıca merak etme seni komutana karşı da korurum.” Fatih güldüğünde bende güldüm. Seruma verdiğimiz sakinleştirici ile Fatih yavaş yavaş uyumaya başladı. Kerem’e döndüğümde yüzüme dikkatle bakıyordu. Ona gülümseyerek “Niye öyle bakıyorsun?” diye sordum.

“Dinlenmedin mi sen? Yüzün çok solmuş.” Kerem’in dediği ile ellerim yanaklarıma gitti. “Uyudum, dinlendim.” Yalan. Hiç uyuyamamıştım. Acile gelen hasta çocuklar, normal muayeneler derken hiç dinlenememiştim. Üstelik bir de kan vermiş, yemek yememe rağmen mide bulantımdan yediklerimi çıkarmıştım. “Defne soluk soluk bakıyorsun. Hiç iyi görünmüyorsun.” Gergince ona baktığımda uyumadığımı anlayacak korkusu vardı. Onu arkamda bırakıp acilden çıktım. Başım dönmeye başladığında yutkundum. Saçlarımı geriye atıp kazağımı çekiştirdim. “Defne?” Kerem’in sesini duyduğumda sesi boğuk geliyordu. Uzaklaştı mı?

Gözlerimi açtığımda gördüğüm ilk şey beyaz tavandı. Kaşlarımı çatıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sahi neredeydim ben? “Defne’m...” Kerem’in sesini duyduğumda bakışlarımı sese çevirdim. O an anladım ki yatakta yatıyordum. Kerem tam başımda saçlarımı okşuyordu. Sol eli karnımdaki elimi tutuyordu. “Noldu bana?” Kerem bana endişeli bakışlarını atıyordu. “Sana dinlenmeni söylemiştim. Dinlenmedin değil mi? Bayıldın güzelim. Çok korktum.” Bayıldım. Acaba gerçekten hamile miydim? Serdar odaya girdiğinde bakışlarım onu bulmuştu. Serdar’a bakarken Kerem de ona döndü. “Dinlenmemişsin. Kızım kaç gündür uyumuyorsun sen?”

“İki? Belki de üç emin değilim.” Kerem saçlarımı okşuyordu. Sıkıntıyla bir nefes aldığını duyduğumda onu üzdüğüm için biraz kötü hissetmiştim açıkçası. “Dinleneceğim.” Nazike elinde çiçekle odaya girdiğinde gördüğüm papatyalarla “Saat kaç?” diye sordum. Kerem kolundaki saate bakıp “Çift sıfır.” Gülümsedim. An itibariyle bugün benim doğum günümdü. Gelen papatyaların babamdan bir hatıra olduğuna ise eminim. Papatya buketini kucağıma aldığımda üstündeki nota baktım. ‘Doğum gününüz kutlu olsun üçüzlerim. İlk doğum gününüzde de yanınızda olamadım. Sanırım hala da yanınızda olamıyorum. Babanız Kahraman Kuzey’ Kerem çiçeklere sert sert bakıyordu. Sonradan notu ona uzattığımda okuyup gülümsemişti.

“Babam hayatta olmasa bile yanımda. Şuna bak.” Çiçekleri gösterdim. Kerem biraz buruk bir şekilde yüzüme bakıyordu. Sanki bir şey demek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Defin ve Denef grup sohbeti başlattığında Kerem’e telefonumu gösterdim. Kerem telefonumu alıp bana uzattığında telefonumu alıp aramayı yanıtladım. İkisi de çiçeklerini gösteriyordu. “Babam hala bize çiçek gönderebiliyor.” Denef ağlayan Efe’nin sesiyle çiçekleri bırakmadan yukarı koşmaya başladı. “İlk hediyemizi babamdan aldık.” Defin beni hızlıca onayladı. Her sene olduğu gibi bu sene de ilk hediyemizi yine babamızdan almıştık. “Sen hastanede misin?” Defin’in sorusu ile Denef hızlıca ekrana döndü. Dik dik bana bakıyordu. “Bayıldın mı?” Denef’in tek atmasıyla Defin anında “Lan siz benden bir şey mi saklıyorsunuz?” dedi. Bakışlarım saniyelik de olsa Kerem’e ulaştığında Defin anında anlamıştı susmaları gerektiğini. Defin diğer çiçeği gösterip “An itibariyle yeni bir çiçek geldi.” dedi. Kucağındaki papatyaların yanındaki mavi çan çiçeği buketini gösterdi. Denef kimden olduğunu sordu. Defin buketin içindeki notu açıp baktığında gülümsedi. “Eski bir fotoğraf çıktı. Hatırlıyor musunuz siz bu fotoğraftakini?” Defin fotoğrafı bize çevirdiğinde fotoğraftaki esmer, tatlı çocuğa baktım. Diğeri Defin’di. “Hiç hatırlayamıyorum.”

Kerem odadan çıktı. Nereye gittiğini anlayamasam da kardeşlerimle konuştuğum için ses çıkarmamıştım. Denef anında fırsatını bulmuş gibi bana “Hamile misin?” diye sordu. Defin anın şoku ile gözlerini büyütüp bana bakmıştı. “Defne hamile mi?” Defin’e uyarı dolu bir bakış attım. “Defin bağırma kesin bir şey yok nolur bağırma.” Defin gülüyordu. “Annem belanı sikecek. Kerem’den mi?”

“Uff bilmiyorum." Defin göz devirdiğinde “Kerem’den değilse başka kimden olabilir kızım? Saçma sapan konuşma.” Denef aslında neye bilmiyorum dediğimi anlamıştı. “Bakmadın mı test sonucuna?” Bakmaya fırsatım olmamıştı ki. Hala sonuçlar çantamdaydı. Elim istemsiz karnıma gittiğinde burada bir bebek olduğu düşüncesi içimi eritmişti. Açıkçası heyecanlanmıştım. Bir an için Kerem’le aile olabildiğimiz düşüncesi beni gülümsetti. “Belki sadece yorgunluktan bu haldeyimdir.” Defin gülümsedi. “Hamileysen eğer istiyor musun? Heyecanlanmışsın belli ki.”

“Hazır değilim ondan eminim ama yine de bu düşünce bi tuhaf hissettiriyor.” Odanın kapısı tıklandığında Kerem ve bütün tim içeri girmişti. Kerem’in elinde kocaman bir pasta vardı. “İyi ki doğdun doktor!” Hepsi bir anda doğum günümü kutladığında gözlerim dolmuştu. Karşımdaki poyraz timine bakıp gülümsedim. Kerem elindeki pastayla önüme geldiğinde kardeşlerimde gülüyordu. Hastanede olmamızın bir önemi yoktu. Fatih bile buradaydı. O yatağından kalkıp benim doğum günüm ayaklanmıştı. Pastanın üstündeki mumları dilek tutup üfledim. Hepsi alkışladığında güldüm. Kerem başımdan öptüğünde gülümsedim.

Eve geçtiğimizde Kerem beni kucağına alıp oturmuştu. “Sevgilim güzel bir hediye vermek istiyorum. Bu hediye birinden geldi. Senin için özel birinden.” Kutuyu açıp baktığımda gördüğüm incili kolyeye gülümsedim. İnci kolyenin kimden geldiğinin bir önemi yoktu. Kerem kendi hediyesini çıkardığında küçük kutudan çıkan zarif yüzüğe baktım. Zarif yüzük beni gülümsetmeye yetmişti. “Bu evlilik telifi için seçtiğim yüzük değil doktorum. Bu sadece senin için hediye olarak seçtiğim bir yüzüktü.” Kutudan yüzüğü çıkarıp parmağıma taktığında gülümsedim. Parmağımdaki yüzüğe baktığımda Kerem’e sarıldım. “Teşekkür ederim. Çok güzel.”

Kapım çaldığında kalkıp kapıyı açtım. Kapıdaki asker önündeki kutuyla beraber bana bakıyordu. “Size geldi doktor hanım.” Kerem arkamdan gelip benden önce kutuyu aldığında askere teşekkür edip kapıyı kapattım. Kerem’in yanına geldiğimde Kerem beni kucağına çekip kutuyu açmaya başladı. Kutudan çıkan cd’ye baktığımızda bilgisayarı alıp cd’yi taktım. Cd’den gelen görüntüde babam bir mağarada can çekişiyordu. Gençlik halini gördüğüm babam bütün o işkencelere rağmen kamera açıldığı anda ona bir şey olmamış gibi davranmaya başlamıştı.

“Senin karına yollayacam bunları he. Komutan bak hele kızına atacam he bunları. İyi bak iyi bak.” Babam dolu gözleriyle kameraya bakıyordu. “Bugün o gün. Hayatıma hoş geldiniz. İyi ki doğdun.” Sessizce dudaklarını oynatarak ‘nuz’ çoğul ekini eklemişti. Bizi sakladığını biliyordum. Bugün 17 Aralık 2025, bugün babamın hayatına biz gelmiştik. Papatyalar ilk doğum günümüzden beri hayatımızdaydı. Tıpkı bugün gibi babam o günde bir şekilde bana ve kardeşlerime papatya göndermişti. O haldeyken bile papatya göndermişti. Kerem diğer elindeki notu elinde buruşturup “Piç herif.” dedi. Gözlerimi bilgisayardaki babamdan ayıramıyordum. Gözlerimi sildim, Miro denilen herif doğum günümü zehir etmişti. Daha doğrusu öyle sanıyordu ama aksine ben babamı bir kez daha gördüğüm için mutluydum. Babamı tekrar görebilmiş, üstüne evlilik teklifi almıştım ve belki de hamileydim. Bu yılın en güzel hediyeleri benim olmuştu. Yani sanırım...

Bölüm sonu

Umarım sevmişsinizdir. Size iyi okumalar. Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere :)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.01.2025 10:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...