En yüce makamın sahibi olanlar, ebedi olarak yaşayacak ama biz onların ayrılık acısı ile ölene kadar yanacağız...
4. Bölüm
"Murat... Murat şehit oldu." Yattığım yerden hızla kalktığımda olayın şokuyla saçma sapan konuşmaya başladım. "Ne demek şehit oldu? Nasıl oldu?"
"Defne bilmiyorum. Defin çok kötü bir halde. Kapı çaldı, bizde açtık karşımızda bir üniformalı asker arkasında ise iki kişi vardı. Defin anında ağlamaya başladı." dedikleriyle gözlerimi sıkıca kapattım. Hızlıca yataktan kalkıp tabletimden uçak bileti almaya çalıştım.
"Elis ancak sabah gelebiliyorum. 1 saate uçak var." Lavaboya gidip yüzümü yıkamaya başladım. Telefondan Elis'in ağlayan sesi geliyordu. Demek ki o da dayanamamış ağlamaya başlamıştı. Havluyla yüzümü kuruladıktan sonra aynada kendime baktım.
"Tamam sen gel yeter ki. Deniz teyzem haber vermemizi istedi." Biz bile böyle şaşırdıysak ben Defin'i düşünemiyorum. Yıkılmıştır.. Korka korka Elis'e, Defin'in nasıl olduğunu sordum. "Defin nasıl?" Telefondaki iç çekme durumların hiç de hayra alamet olmadığını gösteriyordu. Büyük ihtimalle Defin çoktan yığılmış, baygın bir yerde yatıyordu.
"Fenalaştı." Elis'in söylediği tek bir cümle içimi yakmaya yetmişti. Orada ortalığın karışık olduğuna o kadar emindim ki. Bir an önce oraya gitmem gerekiyordu. "Tamam geliyorum. Biletimi aldım tamam mı?" Telefonu kapattıktan sonra kendime kızmadan edemedim. Ne salaksın Defne ya. Ne demek nasıl öldü.
Hızlıca odama döndüğüm gibi küçük bir çanta hazırlayıp evden çıktım. Aracıma ilerlerlken komutana kısa bir izin mesajı attıktan sonra havaalanına geçtim. O sırada komutan bana mesaj atmıştı.
Komutan: Ne oldu neden 1 hafta izin istedin?
Doktor: Şehidimiz var komutan. Bu bilgi yeterli mi?
Komutan: Başın sağ olsun. Gelmemize gerek var mı?
Doktor: Yok. Kardeşim için endişeliyim sadece... Albayı bu saatte rahatsız etmemek için sana yazdım.
Komutan: Tamam 1 hafta hatta gerekirse daha fazla bile izin yazabilirim.
Cevap vermeden aracımı park edip gerekli belgeleri ayarladm ve uçağa bindim. Çanakkale’ye yaklaştığımızda şehitlik abidesi görünmeye başlamıştı. Memleketim tekrardan şehit kokuyordu. Kan kokuyordu. Benim memleketim daha öncesinde de böyle kokuyordu. Çanakkale şehitliği, babamın cenazesi ve en son kaybımız Murat. Defin'in eşi Şehit Pilot Yüzbaşı Murat Ateş...
Beni almaya Ayaz gelmişti. Hiç konuşmadan arabaya bindim. Ayaz'ı umursayacak halim yoktu, aklım Defin'deydi. Mahvolduğuna emindim. Önce babamızı sonra da eşini kaybetmişti.
"Defin hamile." Ayaz'ın söylediği iki cümle beni ağlatmaya yetmişti. Dolu gözlerimi ona çevirdim ve akan bir iki damla gözyaşına engel olamadım. Teyze olacağıma sevinemiyordum. Ellerimi yüzüme kapattığımda Defin'i düşündüm. Defin bunun stresiyle düşük bile yapabilir.
"İki aylık hamileymiş. Sabah düşük yapıyordu." Ayaz korktuğum şeyleri bir bir söylerken gözlerimi elimle silip ona baktım. "Şu an nasıl peki?"
"Zor sakinleştirdik. En son ben çıkarken iğnelerle uyutmuşlardı. Ağrısı çok fazlaymış ama Deniz teyze düşük yapmasının daha iyi olacağını söyledi." Defin'in sağlığı için hamileliğe son vereceklerdi. Gözlerimi kapatıp çaresizce başımı dışarıya doğru çevirdim.
"Hamileliğe son verecekler." Diyecek başka bir şey bulamadım. İlk düşünülen şeyin bebeğin sağlığındansa Defin’in sağlığı daha önemli hale gelmişti. Camı açtığımda kafamı geriye yaslayıp derin nefesler almaya başladım. Ben böyle kötü hissettiysem... Allah'ım sen kimseye yaşatma.
Evin bulunduğu araziye yaklaştığımızda acının baskısı buradan bile hissedilir hale gelmişti. Evin önüne geldiğimizde Ayaz aracı park etmişti. İnip, asılı olan koca bayrağa bakıp selam durdum. Kapıyı çaldığım gibi içeriden gelen koşar adımlar kapıyı kimin açacağına dair bir ipucu veriyordu bana. Tahmin ettiğim gibi olmuş, Asya açmış koşarak kucağıma atlamıştı. O da olayları anlamış gibi ağlıyordu. Kucağıma aldığım yeğenimi sıkıca sarıp başımı onun boynuna gömdüm. Özlediğim yeğenimin kokusunu böyle almak istemezdim aslında ama böyle olması gerekiyormuş.
"Teysem çok ağlıyo..." diyen yeğenimin başını öpüp sıkıca sardım. Onu kucağımdan indirmeden eve girdiğimde Elis'de kızarık gözleriyle bana bakıyordu. Toprak, kucağında annesiyle beraber bana bakıyordu. Sessizce anlaşıyorduk, kucağımdaki Asya hiç bir şey anlamasın diye gözlerimizle konuşmaya çalışıyorduk. "Nerede?" Elis kısık sesimle sorduğum soruya karşı yutkunmuştu. Gerçekten bu kadar berbat değildir dimi durum?
"Odasında. Bulut, babam, teyzem hepsi yanında." Kardeşimin yanına gitmek için hareketleneceğimde kucağımdaki yeğenim aklıma gelmişti. Onu o odaya çıkaramam, daha çok küçük. Ayaz'a dönüp Asya'yı gösterdim. "Ayaz, Asya'yı alsana." Asya daha sıkı sarıldığında göz ucuyla ona baktım.
"Teyse sende bıyakma beni..." Boynuma daha sıkı sarılan yeğenimin başından öptüm. Saçlarını okşayıp "Teyzem buradayım. Annenlerin yanına gideceğim. Hem sen geç Toprak'la oyna." demiştim. Asya'yı ikna edip kucağımdan indirdim ve poposuna hafif bir şekilde vurdum.
Yukarı çıktığımda Defin'in yatakta uyuduğunu görmüştüm. Annem Defin'in başında duruyordu. Denef yatakta ayağının ucunda oturuyordu. Annem beni gördüğünde elini uzatıp elimi tuttu. Denef, Defin'in elini tutuyordu. Köşede dikilen amcama baktığımda sessizce duruyordu. "Amca durumu ne?" Amcamın yüzünden anladığım kadarıyla durum iyi değildi. Sessizce başını sağa sola sallayıp beni az çok onaylamıştı. "İyi değil. Ağrısı geçmedi. Düşük yapması an meselesi."
Defin'in boş olan diğer tarafa oturup Defin'in serumuna baktım. Büyük ihtimalle serumuna ilaç katmışlardı. Elimi kardeşimin saçlarına götürüp okşadım. Mümkün olduğunca yavaş hareket ediyordum. Şu an hepimizin istediği en son şey Defin'in uyanmasıydı. "Hem kocası hem de bebeği... Defin çok kötü olacak."
"Mecburuz durumu iyi değil. Haberi aldığında fenalaştı sonra ağrıları başladı." Amcam Defin'in son durumuyla an be an ilgileniyordu. En azından Defin'in son durumu sayemizde iyi olacaktı. Telefonum çaldığında hızlıca yataktan kalkıp kardeşim uyanmadan açabilmek için odadan çıktım. Telefona baktığımda arayanın Mevlüt albay olduğunu gördüm.
"Mevlüt albayım?" Arkamdan kapıyı kapatıp sessizce konuşmuştum. "Evin nerede doktor hanım?" Ne? Kaşlarımı kaldırıp boş koridora baktığımda anlık ağzımdan çıkan soruya engel olamadım. "Evim mi?"
"Şehidiniz varmış. Taziyeye gelecem kızım." Şaşkınlığı üstümden atmaya çalışıp "Vereyim tabii albayım." diyerek adresimizi verdim. Tekrardan odaya döndüğümde Defin'in kımıldandığını görmüştüm. Tekrardan yanına oturduğumda Defin gözlerini açmıştı. Etrafa bakıp bakışları bana ulaştığında ağlamaya başlamıştı. Onun bu halini görmek beni o kadar üzüyordu ki... Elini tutup sıktığımda Defin kısık sesiyle "Murat.." demişti. Gözlerimi sıkıca kapattığımda diyecek bir şey bulmaya çalıştım. "Murat'ı kaybettim. Bende gitmiş olsaydım onu koruyabilirdim." Gözyaşlarımı saklamak için bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Defin bu üzüntüyle önce kendisini suçlayacak sonradan sonraya kendini toparlayacaktı.
Ertesi gün Murat'ın tabutu geldiğinde Defin tekrardan fenalaşmıştı. Denef'le ben iki koluna girmiş ona destek oluyorduk. Mevlüt albay cenazeye katılmış amcam ve dayımla konuşuyordu. Cenazenin defini sırasında Defin'in karnını tutarak iki büklüm olmasıyla bacaklarının arasından kan sızmaya başlaması eş zamanlı olmuştu.
"Ah!" Denef de bende Defin'le beraber yere çöktük. Etrafa bakıp "Bulut!" diye bağırdım. Bulut benim sesimi duymasıyla arkasını dönerken Doruk hızlıca yanımıza gelip Defin'i kucağına almıştı. Anneme dönüp "Anne." diye seslenip Defin'i gösterdim. Doruk kucağındaki kardeşimle hızlıca annemin beklettiği ambulansa ilerlemeye başladı. Annem ve ben hızlıca Doruk'un arkasından koştuk.
"Kanaması başladı. Ben onunla giderim anne." Annem beni onaylayıp "Pekala bende arkadan amcanlarla geleceğim." dedi ve Güney amcamın yanına koştu.
Ambulansa bindiğimde kardeşimle ilgilenmeye başladım. Serumunu tekrar takıp kanamasına baktım. Doruk da tuhaf bir biçimde bizimle gelmişti. Onu umursamadan tansiyon aletini aldım ve Defin'in tansiyonunu kontrol ettim. Ambulans hastanenin önünde durduğunda kapılar açıldığı gibi hemşire ve doktorlar Defin'i sedyeye aldı.
Hastaneye girdiğimizde Doruk da peşimizden geliyordu. Onu durdurup "Burada kal." dedim ve onu dışarıda bırakıp Defin'le ilgilenmeye başladım. Çoktan kaybettiğimiz bebeği için yapabileceğim bir şey yoktu. Ağrı kesiciyi serumunun içine ekleyip son kontrolleri yaptım. Durumunu stabil hale getirdiğimde onun saçlarını okşayıp üstünü örttüm ve odadan çıktım.
Defin uyandığında onun başındaydık. Bakışları hepimizde dolandığında annemde durup bir şey demesi için beklemişti. "Çok üzgünüm annem.." Defin ağlamaya başladığında onu sıkıca sarıp saçlarını okşadım. Onu iyi etmek için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım.
Bir ay kadar sonra iznimi tamamlamış uçakla tekrardan Hakkari'ye dönmüştüm. Havaalanında beni, Mevlüt albayın gönderdiği komutan beni almaya gelmişti. Bir ay boyunca uykusuzluk , yorgunluk ve mental olarak berbat bir haldeyim. Defin’in yanında geçirdiğimiz günler, Defin’in kendine zarar vermesi korkusu hepimizi ayakta tutmaya yetmişti. Uzakta gördüğüm komutan, bana doğru gelmiş elimdeki çantayı almıştı.
“Hoş geldin doktor." diyerek elimden aldığı çantamı alıp arkaya koydu. Sessizce başımla ona hoş bulduk diyerek yavaşça arabaya binip kemerimi taktım. Komutan da direksiyona geçtiğinde kemerini takıp "Nasılsın?" diye sormuştu.
İç çekip dışarıya odaklandım. "Yorgunum. Kardeşimi hiç böyle görmemiştim."
"Ben üzgündüm ama onlara 'yorgunum' dedim diyorsun yani." Onun dediğine ona bakmadan gülümsedim. Onun da gülümsediğini hissediyordum ama şu an konuşacak gücüm yok.
Komutan sakin bir biçimde sürmeye başlayıp lojmanlar dışında bir yere gelmişti. Etrafa baktığımda gördüğüm kebapçıyla ona döndüm. Bana gülümserken kemerini açıp "Aç gelmişsindir. Hadi gel." diyerek arabadan inmişti. Bende kemerimi çıkarıp indiğimde beraber kebapçıya girdik. Saçım başım dağınıktı. Yorgunluğumun her açıdan belli olduğuna emindim. Yorgunluğumu evimdeyken gizlemiştim ama burada yalnızım. Yorgunluğumu gizlemek zorunda değildim.
Bir masaya geçip oturduğumuzda garson bize yaklaşıp siparişleri almak için masanın başında beklemişti. "Abi bize sen bir adana birde urfa getirsene." Adam siparişleri alıp gittiğinde komutan bana odaklanmıştı. Sessizce önüme getirilen salatadan tırtıklamaya başladım.
"Kim şehit oldu?" Komutanın bu soruyu soracağını tahmin etmiştim aslında. Yine de cevap vermekte ister istemez zorlanmıştım. Derin bir nefes alıp komutanı yanıtladım. "Kardeşimin eşi, eniştem." Komutan sessizce başını eğmişti. Elindeki çatal salatada kalmıştı. "Başınız sağ olsun."
"Vatan sağ olsun. İkinci kaybımız da bebekleri. Defin düşük yaptı."
"Pekala kardeşin şu an nasıl?" İşte en kazık soru. Masanın üstündeki su şişesini alıp açtım ve bir iki yudum aldım. En son bıraktığımda kabuslar görüyordu. Dönmek zorunda kalmasam kardeşimin yanında dururdum. Neyse ki ailem onun yanındaydı. Çatalımla önümdeki salatayı kurcalarken "Bok gibi... Hiç böyle görmemiştim onu. Dağıldı, önce babam sonra eşi ve bebeği..." diye sessiz sessiz mırıldandım.
Komutan ilk başta bir yakınlık göstermezken elini uzatıp masanın üzerindeki sol elimi tuttu. Bakışları bana odaklıyken beni, elimi okşayarak sakince sakinleştirmeye çalışıyordu. Yemeğimiz geldiğinde yeme isteğim olmasa da ayıp olmasın diye yavaş yavaş yiyordum. Komutan benim zoraki yemek yediğimi fark ettiğinde "Doktor hadi biraz daha ye." demişti.
Başımı sağa sola sallayıp "Canım istemiyor." demiştim. Karşımdaki adam ise bu cevabımı kabul etmemiş "Hadi doktor." diyerek tabağımdan bir parçayı alıp bana yedirmişti. Ardından da bir parça ekmeği alıp salatanın suyuna bandırıp benim ağzıma uzatmıştı. Onu kıramamış uzattığı ekmeğe uzanıp, ekmeği dudaklarımın arasına aldım. Yemekten sonra hesap konusunda biraz atıştığımızda komutan "Doktor arabaya geç. Seni buraya ben getirdim o yüzden sen hiç bir şey ödemiyorsun." diyerek beni dışarı çıkartmıştı. Arabaya bindiğimiz gibi lojmana gittik. Aracı park ettiğinde bana sarılmasıyla neye uğradığımı şaşırmıştım.
"Ağla. Kendini sıkmaktan helak oldun. Ağla da rahatla olur mu? Ağladığın sürece sana bir şey demeyeceğim. Sonrasında seninle uğraşırım ama." İçime attığım her şey ortaya çıkmıştı. Ağlamaya başlarken son dediğiyle gülmeden edememiştim. Komutan beni göğsüne yasladığında bende ağlamaya devam ettim. Bu durum gittikçe daha kötü hissettirmeye başlamıştı. Onun saçlarımı okşadığını hissetmiştim. Bu ister istemez bana babamı hatırlattığında ağlamam daha da şiddetlendi.
"Ben babamı özledim... Ben babamı bu kadar özlemişken Defin hemen ardında eşini kaybetti. Nasıl dayanacak buna?" Komutan sakinleştirmeye çalışıyordu. Sıkıca tutarken sağ eliyle saçlarımı okşuyordu. Diğer eli benim sırtımı sıvazlıyordu. "Eminim eşi de böyle olsun istemezdi. Sakinleşmeye çalış doktor." Ağlamalarım önce dinginleşmiş sonra da sessiz iç çekişlere dönmüştü. İster istemez ağlamanın verdiği etkiyle mayışmıştım. Kerem'in göğsünde uyuyakalmıştım.
Evimde uyandığım bir sabaha gözlerimi açtım. Hayat ne kadar acımasız değil mi? Babam evlilik yıldönümünde anneme hediye bakmak için çıktığımız alış veriş merkezinde pusuya düşürülmüş, 4 kurşunla canı elinden alınmıştı. Anneme aldığı hediye bir elinde diğer eliyle benim elimi tutan babam gözlerimin önünde son nefesini vermişti.
Sadece 7 ay sonra damadı Murat, Defin'in eşi gittiği görevde şehit düşmüş naaşı babası olarak gördüğü babamın yanına defnedilmişti.
Mutfağımdan gelen seslerle yatağımdan kalkıp yavaşça odamdan çıktım. Mutfakta yemek hazırlayan Kerem'i gördüğümde gözlerim şaşkınlıkla büyümüştü. Geceyi hatırladığımda beni evime getiren kişinin o olduğunu anlamıştım ama sabaha kadar benimle durup sabah da bana kahvaltı hazırlaması beklemediğim bir şeydi. Kerem bana dönüp elindeki tavayla masaya ilerlerken "Günaydın doktor dün gece baya kötüydün. Şimdi nasılsın?" diye sormuştu.
"İ-iyiyim..." Kerem masayı gösterip sandalyede yerini almıştı. "Geç otur hadi." Bende onun demesiyle üstümdeki ceketin düşen kolunu düzeltip yerime geçerken onun bu halini hazmetmeye çalışıyordum. "Gidecektim aslında ama uykunda gitme diyerek beni tuttun." Yapmışımdır. Kesin yapmışımdır. Kahvaltımızı yaptıktan sonra ben hazırlanmak için odama geçtim. Üstümü giyinip yüzümü biraz da olsa toparlamaya çalıştım. Makyajla zar zor toparladığım yüzüm aynadan baktığımda daha iyi görünüyordu. Odadan çıktığımda komutan başını kaldırıp gözleriyle beni süzmüştü. Giydiğim siyah kotumun üstüne geçirdiğim krem kazağım ve siyah blazer ceketim vardı. O kadar da özenerek giyinmemiştim oysa. Bu kadar detaylı bakacağı bir şey yoktu.
Alaya kendi araçlarımızla önlü arkalı geldiğimizde albay bizi direkt odasında görmek istediğini söylemişti. Odaya girip oturduğumda komutan ayakta dikiliyordu. Albay önce komutana ardından da bana baktı. "Sorun büyük, küpeli peşinde Kerem. Doktorla görünme kızı da riske atmayalım."
"Emredersiniz komutanım." Albay sanki kendi evladını adı gibi bilen bir baba edasıyla karşısındaki askere inanmamıştı. Bunu da açık açık söylemektan çekinmiyordu. "Küpelinin karşısına dikilmeye çalışma Kerem. Seni tanıyorum. Tutup başına bela çekme." Albay bana dönüp "Sende dikkatli ol doktor kızım." demişti. Onu başımla onaylayıp hafifçe gülümsedim. "Merak etme Mevlüt amca. Ben kendimi koruyabilirim." Albay göreceğiz der gibi bakıyordu ikimize de. İzin isteyip kalktım ve odadan çıktım.
Ben çıktıktan sonra komutanda odadan çıkmıştı. Revire ilerlerken bir an için gözlerim komutana kaymıştı. Mavi gözlerimiz buluştuğunda komutan hızlıca bakışlarını üstümden çekip odasına ilerlemişti. Başımı umutsuzca sağa sola salladım.
Akşam acil gelen bir intikalle birlikte tim hızlıca aşağıya toplanmıştı. Onları görebilmek için dışarı çıktığımda komutanın silahını omzuna dayadığını görmüştüm. Time tek tek göz gezdirip en son bakışlarımı tekrardan komutana çevirdim. Üniformasıyla her asker gibi görünüyordu. Tek fark gözlerindeydi. Çelik mavisi gözlerinde... Keskin bir bakış vardı gözlerinde, intikam ister gibi... Savaşa gidiyor gibi...
"Poyraz! Korku nedir bilmeyiz!" Komutanın gür sesiyle başlattığı komando andıyla bütün poyraz timi aynı gür ses ve enerji ile eşlik etmeye başladı.
"Korku nedir bilmeyiz!" Bakışlarım bankların olduğu yere döndüğünde gördüğüm dört beden beni gülümsetmişti. Yıllar önce benzer bir anı yaşıyordum. Karşımda babam yanımda ise tıpkı benim gibi büyük bir heyecanla, aynı heybetli adamı izleyen üç küçük beden..
"Anne babam niye bağırıyor?" Üçünün de bakışları hemen arkalarında aynı onlar gibi ayakta babalarını izleyen kadına dönmüştü. Yeşil gözlü kadın bakışlarını tam önünde sıkı sıkıya tutmaya çalıştığı kızlarına çevirdi ve onlara gülümsedi. "Bu komando andı, baban diğer arkadaşları ile mutlu olduğunda bunu yapıyorlar Defne'm."
"Biz dağların erleri!"
"Biz dağların erleri!"
"Yuva yaptık göklere!"
"Yuva yaptık göklere!" Küçük kız babasının sesini duyarken bile dikkatle etrafa bakıyordu. "Babam şimdi çok mu mutlu?" Küçük kız sol tarafındaki kardeşinden gelen soruyla tekrardan annesine dönmüştü. "Evet Denef, baban görevine gidecek ya. Siz de buradasınız, ondan mutlusu yok şimdi."
"Baş döndüren yerlere!"
"Baş döndüren yerlere!"
"Engel tanımaz aşarız!" Gözlerimin yandığını hissediyordum. Gözümün önünden gitmeyen o anlar kulağımda babamın sesi... Köşede duran annelerinin önünde sabırla babalarına sarılmayı bekleyen üç küçük kız... Annem arada sırada götürürdü bizi babamın yanına. 'Alay orası, sizi oraya hep götürürsem babana kızabilirler.' derdi. Bakışlarım tekrardan göreve gidecek olan poyraza döndüğünde kulağımda yankılanan babamın sesi, komutanın sesiyle karışıyordu.
"Engel tanımaz aşarız!"
"Yüce engin dağları!"
"Yüce engin dağları!"
"El verip uzanırız!"
"El verip uzanırız!"
"Mor siyah bulutlara!"
"Mor siyah bulutlara!"
"Ben Türk komandosuyum!" Bende içimden eşlik ediyordum. Gözüm tekrardan bankların olduğu tarafa doğru kaydığında tekrardan annesiyle beraber babasını izleyen üç küçük bedeni görmüştüm.
"Anne bunu bize öğretir misin? Bizde babamla mutlu olmak istiyoruz." Kızının söylediği şey ile gülmeden edememişti kadın. Defin'in saçlarını okşayıp "Tabii ki öğretirim bebeğim. Hem babanızı mutlu edersiniz." demişti.
Annemin söylediğine göre daha bebekken babam bizi böyle gaza getirir, ardından Bulut'ları dövmek için üstlerine salarmış. Aklıma gelen anılarla gülümsedim. Doruk'un saçını acımasızca çeken Defin, köşede Bulut'un üstüne oturup tepinen ben...
"Ben Türk komandosuyum!"
"Düşmanı çelik pençemle ezerim!"
"Düşmanı çelik pençemle ezerim!"
"Her yerde ben varım!"
"Her yerde ben varım!"
"Havada!"
"Havada!"
"Havada.." Bahçede babamızın karşısında tıpkı onun gibi üniformalarla dikilmiştik. Babam bizim bu halimizi gördüğünde gözleri dolmuştu, gizlemek için başka tarafa dönmüş eliyle burnunun ucunu silmişti. Annem babam gelene kadar bize komando andını öğretmişti. Şimdi ise gösteri zamanıydı. Tek sorun ayağımıza göre postal olmamasıydı. Annem ise çözüm olarak babamın postallarını ayaklarımıza geçirmişti. Sadece olduğumuz yerde durabiliyorduk. Hareket edersek düşerdik.
"Karada!" Timle birlikte bende söylüyordum. Asker çocuğu olmanın verdiği en büyük zevklerden biriydi bu. Komando andını bağıra bağıra babanla beraber söylemek.
"Karada!"
"Denizde!"
"Denizde!"
"Çölde!"
"Çölde!"
"Batakta!"
"Batakta!"
"Çatakta!"
"Çatakta!" Babamın gür sesi bahçede yankılanıyordu. Başta Doruk olmak üzere bütün kuzenlerimiz bize gülüyordu. Biz ise babamın ardından büyük bir mutlulukla tekrar ediyorduk.
"Çanakkale'de!" Bir anlık birbirimize bakacak gibi olsak da babamın ardından tekrarladık. "Allah Kzuey Mutlu'nun kızlarını korusun!" dedikten hemen sonra dizlerinin üstüne çöküp kollarını açmıştı. "Gelin bakayım siz buraya!" Denef hemen babamın kollarına atlarken Defin'le ben birbirimize bakıp sırıtarak kaçmaya başlamıştık. Babam Denef'in yanağından öptüğünde Denef sıranın bizde olduğunu biliyordu. O yüzden hemen çekilmişti.
Babam ayaklanıp peşimizden koşarken Defin çoktan babamın postallarını ayağından çıkarmış ve koşmaya devam etmişti. Ben ise büyük bir inatla postallarla koşmaya çalışıyordum. Babam önce beni yakalayıp kucağına aldığında postallar daha havalanmadan ayaklarımdan çıkmış orada öylece duruyorlardı. "Benden kaçamazsın Defne Mutlu. Hem kızım komutandan kaçılır mı?" Babam sanki yoldan geçerken yerdeki çantayı alıyormuş gibi Defin'i de yakalayıp kucağına almıştı.
"Kural bir; komutan gel diyorsa geleceksin."
"Allah Türk komandosunu korusun!" Bir anda yanımda beliren Albayı gördüğümde irkildim. Ne ara yanıma gelmişti bilmiyorum ama duası ile tim hızlıca ona dönmüş benim de nizamları konusunda irkilmeme neden olmuşlardı. Yine hepsi bir ağızdan Albay Mevlüt'ün duasına "Amin!" diyerek bağırmışlardı. Komutan Mevlüt albaya bakarken, Albay başıyla onay vermişti. Komutan time dönüp "Poyraz! Araç bin!" diye emir verdi.
Tim araca binerken bende onları izlemeyi bırakmamıştım. "Doktor kızım sende tim dönene kadar karargahta kal. Önlem amaçlı." diyen Mevlüt albaya bakıp "Sorun değil Mevlüt amca, ben evime geçebilirim." Güvenliğimden endişe ediyorlardı ama bende kendimi koruyabilirdim. Sonuçta o kadar eğitimi babamdan boşuna almadım.
˜2 gün sonra
"Komutanım!" diyerek seslenen Ayda ile bakışlarım ona döndü.
"Oradalar." diyerek dağa çıkan teröristleri gösterdi. Hızlanıp dağa doğru koşmaya başladım. Tim arkamdan gelmeye başlamıştı. Ben, Fatih ve Taner timle aramıza biraz fark koymuştuk. Mevzilenip küpelinin arkasındaki adama nişan aldım.
"Sen aradan çekil bakalım." diyerek adamı vurdum. Küpeli saklandığı yerden rastgele ateş etti. Biraz durduktan sonra bende çıkıp sıkmaya başladım. Kadın iyice paniklemişti. Kork küpeli kork, ecelin geliyor. Peşinden koşarken sıkmaya devam etti. Bekleyip koşmaya başladığında mevzilendiğim yerden hafifçe çıkıp nişan aldım.
"Buraya kadar." Tam bana döndüğü sırada tetiğe bastım. Tek kurşun... Daha fazlasına gerek dahi kalmamıştı. Bu dağlarda bir küpeli devrinin sonuna gelmiştik.
Bu tek kurşun bir ay öncesinde bu vatan uğruna can vermiş Şehit Pilotumuz Murat Ateş başta olmak üzere bütün şehitlerimiz adına sıkıldı.
Konuyorsa dalına bölücü leş kargaları; Dal kesilsin. Bölücüler şehre kadar iniyorsa dağdan; Yol kesilsin. Eğer ki askerime kurşun sıkıyorsa; Kol kesilsin. Bu vatana ihanet eden baş ise; Baş kesilsin.
Bölüm sonu.
İnstagram hesabımız; elbruz_blackpearln
Destekleriniz benim için bir motivasyon kaynağı, o yüzden ufak bir oy, satır arası yorumlar.. Ki en çok zevk aldığım şey okuyan kişilerle etkileşimde bulunmak. O yüzden naçizane desteklerinizi merakla bekliyorum.
İyi okumalar :)