Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@blanco_s

Önümdeki defterin kapağını düşmanımın eşyasıymış gibi sertçe kapatıp guruldayan karnımı ovuşturarak yatağıma doğru ilerledim. Ders çalışırken dikkatim çok çabuk dağıldığından telefonu göremeyeceğim bir yere, yastığımın altına saklıyordum. Aklım hep ondaydı ama en azından gözümün önünde durmamasını sağlayabiliyordum. Bu da bir şeydi bence ya da sadece kendimi kandırıyordum.

Yastığımın altından telefonumu çıkarttım ve yatağıma kendimi bırakıp ekranı açtım. Açlıktan yazıları çift görmeye başlamıştım. Birazcık yemek molası verirsem vizelerden kalmazdım herhalde.

Gerçi o mola birazcık olarak kalmıyordu da neyse.

"Kızlar!" diye odamın içinden bağırdım. Biliyordum ki onlar beni net duyardı.

"Ay ne oluyor, ne oluyor?" diye bağırarak odama koşan Yeliz yine bildiğimiz gibiydi.

"Acıktım da bir şeyler sipariş edecektim. Döner yemek istiyor musunuz?" Bakışlarımı ev arkadaşım Yeliz'in yüzüne çevirdiğimde onu darmadağın bir halde buldum. Taktığı siyah kalın çerçeveli okuma gözlüğü bile yamuk duruyordu. Sınav haftaları bizi perişan etmişti. Prenses gibi takılan kızlardık ama dersler prenseslik dinlemiyordu işte.

"Biliyorsun ki ben diyetteyim."

"Aman sınav haftası diyet mi olurmuş?" dedim yüzümü buruşturarak. "Beynin çalışmayacak Yeliz."

"Olsun beyin benim beynim. Ben istemiyorum döner."

"İyi sen ot yemeğe devam et." Yeliz, cümlem bittiği gibi gözlerini devirdi.

“O ot dediğin şeyin içinde de tavuk var, Umay. Sen ne eti olduğunu bilmediğin o yağlı, üç kilo almayı garantileyen döneri yemeğe devam et.”

Yeliz’in uyuz davranışı karşısında hiçbir tepki vermemiştim çünkü son günlerde hepimizin kafası çalışmayı bırakmıştı. Hem bu yavrucak birkaç gündür de diyetteydi, bedeni protein almayınca daha da çalışmayı bırakmış olabilirdi yoksa döneri benden daha çok sevdiğini ikimiz de biliyorduk.

Yeliz’i görmezden geldiğimde o da homurdanarak odamdan çıktı ve boğazımı temizleyerek Irmak'a da bağırdım.

"Irmak sen istiyor musun döner?"

"İstemiyorum kanka ben gelmeden önce yedim," diye bana geri bağırdığında dudağımı bükerek telefon ekranına baktım.

Yalnız yemek yemekten nefret ederdim ama ev arkadaşlarım haindi ve beni satmışlardı. Artık notlarıma Hatay usulü tavuk dönerin sosları döküle döküle ders çalışırdım. Tek başına, yapayalnız ve aç bir şekilde...

"Yazıklar olsun size," diye mırıldanarak sipariş vermek için uygulamanın içinde gezinmeye başladım.

İşte o an en sevdiğim şey oldu ve uygulama bana bir indirim haberi verdi. Daha önce adını duymadığım bir dönercide yüzde on indirim vardı. Az çok olması önemli değildi, indirim indirimdi ve tam da istediğim şeydi.

Dönercinin yorumlarına baktığımda genel olarak beğenildiğini görerek kendime buradan döner almaya karar verdim. Zaten önemli olan karnımı doyurmasıydı yoksa çok detaycı değildim. Soslarla dünyanın en kötü tadını bile güzelleştirebilirdiniz. Öğrenci olunca o yemek seçme olayları da geçiyordu işte.

Siparişimi oluşturduktan sonra en az yarım saat gelmeyeceğini bildiğimden iyice yatar pozisyona geçerek telefonumu kurcalamaya başladım. Resmen saatlerdir karınca duası gibi küçücük yazdığım notlarımı okuyordum. Biraz daha okursam kör olacaktım. Bu yüzden az çalışan beynimi bir de telefona bakarak iyice öldürdüm.

Telefonumda sosyal medya hesaplarıma bakarken midem, arada bir siparişimin durumunu kontrol etmemi istermişçesine gurulduyordu. Ben de tabii ki ona uyup siparişimi kontrol ediyordum.

Son kontrolümde ikinci en sevdiğim şey oldu:

Sipariş Durumu: Yolda

Yattığım yerden doğrulup üzerinde kahverengi ayıcıklar olan pijama takımımı önemsemeden tepeden topladığım ve artık epey dağılmış olan topuzumu bozdum. Tokamı bileğime takarak saçlarımı toplamak üzere eğildiğimde telefonum çalmaya başladı.

"Yuh uçtun mu be çocuk?" diye mırıldanarak bilmediğim ve kurye olduğuna emin olduğum numara yazan ekrana baktım. Adamı bekletmemek adına saçlarımı toplamadan telefonu elime almış ve hızla odamdan çıkarken aramayı cevaplamıştım.

"Efendim?"

"Siparişiniz için aramıştım," dedi tok sesli bir çocuk. Çocuk diyordum çünkü yaşı gençti. Bunu sesinden bile anlayabiliyordum. Tabii sesi genç olan bir amca da olabilirdi ama genelde gençler kurye oluyordu. Üniversite çevresinde yarı zamanlı çalışan çok genç vardı.

"Buyurun," dedim tebessüm ederek. Dönerim geldiği için benden mutlusu yoktu.

"Şu an sokağınızdayım ama apartmanınızı bulamadım. Tarif edebilir misiniz acaba?"

O an apartmanımın adını yazmadığım aklıma gelince yüzümü buruşturdum.

"Serçe apartman. Sarı bir bina, beş katlı ve en üst katta kocaman bir serçe çinisi var." Yüzümü buruşturdum. Gerçekten kocaman ve çirkin bir serçeydi.

"Gördüm, hemen kapıdayım. Dördüncü kattı değil mi?"

"Evet dördüncü kat da hiç çıkmayın siz çünkü bizim demir kapıyı açma tuşu çalışmıyor ya. Ben hemen iniyorum." Çocuğa fazladan ve asla işine yaramayacak bir sürü detay verdiğimde telefonun arkasından gülmesini yutmaya çalıştığını duyarak daha da rezil hissetmiştim.

Çok konuşan biri de değildim ki neden bu kadar detay veriyordum acaba? Bence beynimin öldüğü bir gerçekti.

Boğazını temizledi ve işinin ciddiyetine büründü. Bir kurye ne kadar ciddi olurdu hiçbir fikrim yoktu ama sesi toktu ve mesafeliydi.

"Kapının önündeyim."

"Hemen geliyorum," diyerek bir şey demesine izin vermeden aramayı sonlandırdım ve bizim kızlara güven olmayacağını bildiğimden anahtarımı alarak dördüncü kattan adeta koşarak inmeye başladım.

Apartmanın demir kapısı gözlerimin önüne belirdiğinde derin nefes alarak oraya doğru ilerledim ve nefesimi düzenlemeye çalışarak kapıyı açtım.

Tam karşımda motoruna yaslanmış bir şekilde duran çocuk, kapıyı açmamla bana döndü. Başında siyah bir kask vardı ama göz kısmını açmıştı bu yüzden kahverengi gözlerini görmüştüm.

Yaslandığı yerden doğrulduğunda gözlerimi kırpıştırdım. Bu eve çok kurye gelir giderdi ama hiçbirine yan gözle bakmamıştım.

Ta ki bu kurye ağır çekimde, aslında normal hızda doğrulmuştu, doğrulana kadar.

Mal gibi kaldığımı fark ederek motoruna doğru ilerledim ve arkasındaki sepeti açıp içinden sipariş adlarına bakan çocuğun yanında durdum.

"Sinem Hanım mı?" diye sordu sipariş adlarına bakarken.

"Hayır Umay adım," dedim sepetin içine bakarken. İkimiz de adımı görmüş olmalıydık ki aynı pakete uzandık. Hızla elimi çektiğimde o paketi sıkı sıkıya kavradı ve bana döndü

"Afiyet olsun Umay Hanım."

"Teşekkür ederim," dedim tebessüm ederek paketi elinden alırken. Gülümsedi, yüzünü görmesem de gözlerinin kısılmasından tebessüm ettiğini anlayabiliyordum.

"Kolay gelsin size de." Çocuk motora bindiğinde gözlerinin önüne o siyah kısmı da indirdi.

"Çok teşekkür ederim," diyerek son defa bana baktığında yutkunmadan edemedim. Yüzünü görmediğim biriydi ama ses tonu o kadar güzeldi ki kendimi bulutların üstünde gibi hissediyordum.

Döneri de güzelse en sevdiğim dönerci burası olabilirdi.

Kuryeci çocuk motorun gazına yüklenerek yanımdan ayrılıp gittiğinde arkasından öylece kalakaldım.

"Umarım döneriniz de sizin kadar iyidir kurye bey."

🌯

 

Loading...
0%